124Bir vakitler Rabbi İbrâhîm'i bazı kelimelerle denemiş; o da onları tamamlamıştı. Allah: Şüphesiz seni insanlara imâm yapacağım, demişti. O da: Soyumdan da, dedi. O da: Ahd'im (sözüm) zâlimlere ermez, dedi. (Bir vakitler Rabbi İbrâhîm'i bazı kelimelerle denemişti) . Onu emirler ve yasaklarla mükellef kılmıştı. İbtila aslında zor bir şeyle mükellef kılmaktır. Belâ kökünden gelir, ancak sonuçları bilmeyen için seçimi gerektirdiğinden ikisinin eşanlamlı olduğu sanıldı. Zamir İbrâhîm'e râcidir, rütbe itibarı ile geri olsa da lâfzan ileri olduğu için güzel olmuştur, çünkü takaddümün şartı bu iki itibardan biridir. Kelimeler de bazen manalara denir, bunun içindir ki, şu âyetlerde otuz hasletle tefsir edilmiştir: "Tevbe eden erkekler...” (Tevbe: 112). "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar...” (Ahzab: 35). "Gerçekten mü'minler kurtuluşa erdiler” (Mü'minun: 10). Nitekim: "Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı” (Bakara: 37) âyetinde de böyle tefsir edilmiştir. Bu kelimeler on sünneti, hac merasimleri, yıldız, güneş ve ay, çocuğunu boğazlaması, ateşe atılması ve hicretle de tefsir edilmiştir. Ve bu kelimeler bu Âyetin ve arkasındakilerin içeriği ile deneyen birinin muamele etmesi gibi de tefsir edilmiştir. İbrâhîmu rabbehu şeklinde de okunmuştur, bu da Rabbine bu kelimelerle dua etmesi mülahazası iledir, Meselâ "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” (Bakara: 260) ve "bu şehri emin bir belde kıl” (İbrâhîm: 35) âyetleri gibi. Bunu da duasına icabet edecek mi diye yapmıştı. İbn Âmir bu Sûrenin her tarafında elifle İbraham şeklinde okumuştur. (O da onları tamamladı) onları tam olarak yerine getirdi ve hakkını tam verdi, Meselâ: "Görevini tastamam yapan İbrâhîm” (Necm: 37) âyetinde olduğu gibi. Son okumada etemme'nin zamiri Rabbehu'ya gitmektedir yani Rabbi dua ettiği şeylerin hepsini verdi, demektir. (Seni insanlara imâm yapacağım). İz edatım nasb eden bir şey takdir edersen yeni söz başı olur; Meselâ onları tamamlayınca Rabbi ona ne dedi, denilmiş gibi oldu? Arkasından da böyle cevap verildi. Ya da bu cümle "ibtela” kavlinin açıklamasıdır, o zaman kelimeler imamlık, Beyt'in temizlenmesi, temellerinin yükseltilmesi ve İslâm'dan ibaret olur. Eğer onu kâle ile nasb edersen hepsi mâkabline ma’tûf cümle olur, cail de iki mef'ûl alan ceala'den gelir. İmâm kendisine uyulan kimsedir. Onun imamlığı genel ve ebedidir, çünkü ondan sonra ne zaman bir peygamber gönderilmişse onun zürriyetinden olmuş ve ona uymakla emredilmiştir. "Ve min zürriyeti” bu da kafa atıftır, yani bada zürriyeti demektir. Meselâ: Seükrimüke'ye cevap verirken, zeyden sözün gibi. Zürriyet adamın neslidir, fu'liyyet yahut fu'ulet veznindedir, ikinci vâv'ı ye'ye kalb edilmiştir, Meselâ takaddaytü kavlinde olduğu gibi. Zerr'den gelir ki, ayırmak manasınadır. Ya da aslı fu'ulet veya fu'ilettir, hemzesi ye'ye kalb olunmuştur, zer'den gelir ki, yaratmak manasınadır. Zal’ın kesresi ile zirriyyeti de okunmuştur, bu da lügattir. "Ahdim zâlimlere ermez, dedi” dileğinin kabul olunduğunu göstermekte ve zürriyetinden zâlimler olacağına, onların da imamlığa eremeyeceklerine dikkat çekmektedir. Çünkü imamlık Allah'ın emaneti ve sözüdür. Zâlim ise ona uygun değildir. Ona ancak içlerinden iyiler ve Allah'tan korkanlar nâil olur. Bunda peygamberlerin gönderilmeden önce büyük günahlardan masum olduklarına ve fasığın imamlığa uygun olmayacağına delil vardır. Zâlimun şeklinde de okunmuştur ki, mana birdir, çünkü sana gelen her şeye sen de ona gelmişsindir. |
﴾ 124 ﴿