86Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onun kara balçıklı bir pınarda battığını buldu. Yanında da bir kavim buldu. Dedik: Ey Zülkarneyn, ya azâp etmende yahut onlar hususunda güzelliği tutmanda (serbestsin). "Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onun kara balçıklı bir pınarda battığını buldu". "Hamietin” çamurlu demektir, hameetil bi'rü deyiminden gelir ki, kuyu çamurlu olmaktır. İbn Âmir, Hamze, Kisâî ve Ebû Bekir hamiyetin okumuşlardır ki, sıcak demektir. İkisinin arasında çelişki yoktur; çünkü hem çamurlu hem de sıcak olabilir. Hamiyeten de okunmuştur ki, hemzesi ye'ye kalb edilmiştir, çünkü mâ-kabli meksurdur. Belki de o okyanusun kıyısına ulaştı, orasını öyle gördü. Çünkü gözünün gördüğü yerde sudan başka bir şey yoktu. Bu nûn içindir ki, "battığını buldu” demiş, batıyordu dememiştir. Şöyle anlatılmıştır: İbn Abbâs, Muaviye'nin hamiyetin okuduğunu duydu, o da hamietin, dedi. Muaviye, Kabulahbar'a haber gönderdi, (Tevrat'ta) güneşin nasıl battığını görüyorsun, dedi? O da: Suya ve çamura batar, onu Tevrat'ta bu şekilde buluyoruz, dedi. "Onun yanında buldu” yanı pınarın yanında demektir, "bir kavim". Şöyle denilmiştir: Giysi leri vahşi hayvan postları, yiyecekleri de denizin attığı şeylerdi. Kâfir idiler, Allah da onu onlara azâp etme ile îmana davet etme arasında serbest bıraktı, nitekim şöyle buyurmuştur: "Ey Zülkarneyn, ya azâp etmende” küfürlerinden dolayı öldürmekle "ya da onlar hususunda güzelliği tutmanda serbestsin” irşat etmek ve şerîat öğretmekle. Şöyle de denilmiştir: Allah onu öldürme ile esir etme arasında serbest bıraktı, öldürmeye karşılık olana güzellik (ihsan) dedi. Şu âyet de onu destekler: |
﴾ 86 ﴿