3 - ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

Medine'de nâzil olup 200 âyeti kerîmedir.

1

Elif, Lâm, Mîm. Allahü teâlâ bununla olan muradını en iyi bilendir.

2

Allahü teâlâ ki, ondan başka hiç bir ilâh yoktur. O, Hayy ve Kayyûm'dur.

3

O, senin üzerine Ey Resûlüm Muhammed! kitabı Kur’ân’ı kendisinin önündeki evvelki kitapları tasdik edici olarak hakla haberlerindeki doğrulukla tenzil etti. Tevrat ile İncîli de inzal buyurdu.

4

Evvelce Kur’ân’ın indirilişinden önce Tevrat ve İncîl'i insanlara hidâyet olarak (indirmişti). Ve Furkân'ı da indirdi. Furkân, hakla bâtılın arasını ayıran kitaplar mânâsını ifade etmektedir. Furkân'ı üç kitabın gayrisi olan kitaplara da şamil olsun diye o üçünden sonra zikretti. O kimseler ki, Allah'ın âyetlerini Kur’ân’ı ve gayrisini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli bir azap vardır. Ve Allahü teâlâ Azîz'dir. İşi üzerine gâlip olandır. Bundan dolayı vaadini ve vaidini yerine getirmekten hiçbir şey onu menedemez intikam ona âsi olanlardan şiddetli bir şekilde hesab sorma sâhibidir ki, o hesabın benzerine kimse kâdir olamaz.

 “ hüden” lâfzıhâl olup ”daletten hidâyet edici olarak” manasındadır. Allahü teâlâ Tevrat ve İncîl hakkında ”enzele “ fiili ile Kur’ân da ise tekrarır gerektiren ” nezzele fili ile tabir buyurdu. Çünkü bu ikisi Kur’ân’ının hilâfına bir defada indirildier.

5

Şüphe yok ki, Allahü teâlâ'ya ne yerde ne de gökte olan hiçbir şey, Allahü teâlâ. âlemdeki külli ve cüz'i her şeyi bildiği için gizli kalmaz. Özellikle yer ile göğü zikretti. Çünkü İnsan hissi bu ikisini aşamaz.

6

O, öyle bir Zâttır ki, sizleri rahimlerde dilediği şekilde erkek, dişi, beyaz, siyah ve bunun gayrı olarak tasvir eden O mülkünde Azîz, yaratışında hikmet sâhibi olan Allahü teâlâ'dan başka "ma'bûdün bil-hak" yoktur.

7

O, öyle bir Zâttır ki, senin üzerine Kur’ân’ı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem (meseleye) delâletleri açık olan âyetlerdir ki, onlar o kitabın anası, hükümlerde ona itimad olunan aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbih mânâları anlaşılmayan -sûrelerin evvelleri gibi- âyetlerdir. Allahü teâlâ'nın ” Kur’ân’ın hepsini “ Onun âyetleri muhkem kılındı “ âyetinde muhkem kılması “onda hiçbir ayıp yoktur mânâsındadır. Ve ” müteşâbih kitap“ âyetinde de müteşâbih kılması ” Bir kısmı bir kısmına güzellikte ve doğrulukta benziyor “mânâsındadır, Artık kalplerinde eğrilik haktan dışarıya meyil bulunan kimseler cahil olan tabakaları şüphelere ve karışıklığa düşürmekle fitne aramak ve onu tevil tefsir arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşâbih olanına tâbi olurlar. Hâlbuki onun tevilini tefsirlerini Allah'tan başkası bilemez. İlimde rüsuh sâhibi yerleşmiş ve sabitleşmiş olanlar -Râsihûne lâfzı mübteda olup haberi ise- derler ki: “Biz ona, müteşâbih âyetlerin Allah tarafından olup ve onun manâsını bizim bilemeyeceğimiz hususunda îman ettik. Muhkem ve müteşâbihten hepsi Rabbimizin ındindendir. Tam akıllı zâtlardan, akıl sahiplerinden başkası tezekkür etmez, öğütlenmez. Ve yine o akıl sahipleri müteşabih âyetleri karıştıran birini gördükleri zaman derler.

Yezzekkeru fiilinde aslında bulunan te'nin zal’aidgamı vardır.

8

Ey Rabbimiz! Bizlere hidâyet buyurduktan, bizleri hidâyete irşâd buyurduktan sonra kalplerimizi saptırma, bize uygun olmaksızın onun tevilini talep etmekle kalplerimizi, o kimselerin kalplerini saptırdığın gibi haktan saptırma. Ve kendi canibinden, ındinden bizlere bir rahmet sebat etmekliği bağışla. Şüphe yok ki, sen ancak Vehhâb olansın.

9

Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen kendisinde şüphe, şek olmayan bir gün için, bir günde insanları toplayıcısın, onları toplayacaksın. O gün Kıyâmet günüdür ki, vaadettiğin gibi onları amelleri karşılığında cezalandıracaksın. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ mîâdına öldükten sonra diriltmekle olan vaadine hulf etmez.

Bu şekilde dua etmekten maksat; onların kastının âhiret işi olduğudur ki, bundan dolayı âhiret sevabına nail olabilmek için hidâyet üzere sebat etmeyi istediler. Buhârî ve Müslim Hazret-i Âişe'den (radıyallahü anhâ) şöyle rivâyet ettiler: Dedi ki: Resûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) “O, öyle bir zattır ki, üzerinize kitap indirdi. O kitaptan muhkem âyetler vardır“ âyetini sonuna kadar okudu. Ve sonra buyurdu ki: “kur’ân'dan müteşâbih olana tâbi olanları gördüğün zaman işte onlar Allah'ın zikrettiği insanlardır. Hemen onlardan kaçınız. “

Ve Tebarânî de Kebirinde Ebû Mûsa el Eş'ari'den şöyle rivâyet etmiştir: Ebû Mûsa el-Eş'arî Rasûlüllah'ı şöyle derken işitti: “Ümmetimin üzerine ancak üç hasletten korkuyorum. O üç hasletten olan şunu zikretti; Onlara kitap açılacak, sonra mü'min olan da onun te'vilini arzu ederek onu alacak. Hâlbuki onun te'vilini ancak Allahü teâlâ bilmektedir. Ve ilimde yerleşmiş, sabitleşmiş zâtlar da “Biz o müteşâbihe îman ettik. Hepsi Rabbimizin ındindendir. Ve- bunları- ancak tam akıl sahipleri tezekkür eder “ derler. (Hadis devam etmektedir.)

Son cümlede muhatab gaib iltifat vardır. Ve son cümlenin Allahü teâlâ nın kelâmından olması daihtimallidir.

10

O kimseler ki, kâfir oldular, onların malları ve evlâtları onlar için Allah'tan, O’nun azâbından hiçbir şeyi defedemez. Ve onlar işte ateşin çırasıdırlar.

Vekûdlâfzı vavın fethasıyla okunup” kendisiyle ateş yakılan şey“ demektir.

11

Onların bu gidişi: tıpkı âli Fir’avun'un ve ondan evvelki Âd ve Semûd gibi ümmetlerden olan kimselerin gidişi gibidir, âdeti gibidir ki, bizim âyetlerimizi tekzib ettiler. Allahü teâlâ da günahları sebebiyle onları yakaladı, onları helâk etti. Bu cümle evvelkisini tefsir edicidir-Ve Allahü teâlâ, azâbı çok şiddetlidir.

12

Bu âyet-i kerîme Rasûlüllah'ın (sallalahü aleyhi ve sellem) Bedir'den dönüşünde Yahûdilere İslâmiyet'i emredip onların da “savaşmayı bilmeyen Kureyş'ten bir askeri öldürmen seni aldatmasın“ demeleri üzerine indi. Ey Resûlüm Muhammed! Kâfir olanlara Yahûdilere de ki: Dünyada katledilmek, esir olunmak ve cizye konulmasıyla yakında mağlup olacaksınız. ki, bu da vaki olmuştur. Ve âhirette cehenneme sevk olunacaksınız. Sonra oraya gireceksiniz, O ne fena bir döşektir, yataktır!

Tuğlabune fiili ta ile okundu. Ve ya ile (Yuğlebûne diye) okundu.

Tuhşerûne fiili de ta ile ve (yuhşerûne diye) ya ile okundu

13

Şüphe yok ki, size, savaş için Bedir'de karşılaşan iki fırkada bir âyet ibret vardır. Bir fırka Allah yolunda, O'na itâatte savaşıyordu. Onlar Hazret-i Peygamber ve arkadaşları olup 313 kişiydiler ve onlarla beraber iki at, altı zırh, sekiz kılıç vardı. Ve çoğu da yaya idiler.

Diğeri kâfir idi. Onları, kâfirleri kendilerinin (müslümanlar) iki misli olarak kendilerinden daha çok olarak -ki, kâfirler 1000 kişi kadar idiler- göz görmesiyle, zâhiri (dış) olan bir görmekle görüyorlardı. Ve Allah da müslümanlara az olmalarıyla beraber yardım etti. Allahü teâlâ ise, ona yardım etmeyi dilediği kimseyi yardımıyla te'yid eder, takviye eder. Şüphe yok ki, bu zikir edilen şeyde basar sahipleri, basiret sahipleri için bir ibret vardır. Artık bununla ibret almayacak veîman etmeyecek misiniz?

14

İnsanlara, kadınlardan, oğullardan, kantarlarca, toplanmış altın ve gümüşten olan çok mallardan, süslenmiş güzel atlardan, hayvanlardan, deve, inek ve koyundan, tarladan, ekinden ileri gelen şehvetler, nefsin arzu duyduğu ve ona çağırdığı şeylerin sevgisi tezyin edilmiştir. Bu şehvetleri ya Allahü teâlâ ya da Şeytan-ı lâîn süslemiştir. Bu zikir edilen şey dünya hayatının menfaatidir. O şeyle dünyada menfaatlenilir sonra da yok olup gider. Halbuki güzel dönülüp gidilecek yer Allahü teâlâ'nın ındindedir. O da cennettir. Öyleyse sadece ona rağbet edip diğer şeylere rağbet etmemek gerekir.

15

Ey Resûlüm Muhammed! Kavmine de ki: Size o zikredilen arzulardan daha hayırlısını haber vereyim mi? -Bu istifham takrîr içindir- Şirkten sakınanlar için Rablerinin ındinde altlarından ırmaklar akan cennetler vardır, o kimseler cennetlere girdikleri zaman orada ebedî kalıcı oldukları ebedî kalmaları takdir edilmiş olduğu hâlde. Ve hayızdan ve diğer çirkin görülen şeylerden temizlenmiş zevceler vardır. Ve Allahü teâlâ'nın rıdvanı büyük rızası vardır. Ve Allahü teâlâ kullarını hakkıyla görücüdür, bilicidir. Sonra, onlardan her birini ameli karşılığında cezalandıracaktır.

Rıdvan lâfzı ra'nın kesresi ve zammesiyle okundu. Bu iki ayrı lügattir.

16

Öyle kimseler ki, “ ey Rabbimiz! Biz muhakkak ki, senin tek ilâh olarak ulûhiyyetine ve Peygamberine îman ettik tasdik ettik. Artık bizim için günahlarımızı mağfiret buyur. Ve bizleri o ateş azâbından koru. “ derler.

Evvelki Ellezîne’den sıfat ya da bedeldir.

17

Onlar, tâat üzere ve günah işlemekten sabredenler, kânit olanlar, Allah'a itâat edenler, münfik olanlar, tasadduk edenler ve seherlerde gecenin son zamanlarında Allah'tan Allah'ım bizi bağışla diyerek istiğfarda bulunanlardır. Allahü teâlâ özellikle seher vakitlerini zikretti. Çünkü o vakitler gaflet ve uykunun lezzetli olduğu vakitlerdir.

18

Allahü teâlâ kendisinden başka bir ilâh olmadığına mevcudiyette bi-hakkın başka ma'bûd olmadığına adâletle kâim mahlûkatının işlerinin tedbiriyle (kâim) olarak şahit olmuştur. Mahlûkatına delillerle ve âyetlerle beyan etmiştir. Ve melekler ikrar etmekle ve ilim sahipleri peygamberler ve mü'minler de itikatla ve sözle buna şahittirler. O mülkünde Azîz, yaratışında hikmet sâhibi olandan başka ilâh yoktur.

kâim lâfzı hâl olmak üzere mensubtur. Onda amel eden isecümlenin mânâsı olan”Teferede “ fiilidir.

Son cümleyitekid için tekrarladı.

19

Şüphe yok ki, Allah ındinde râzı olunmuş din, o İslâm'dan tevhid üzerine kurulmuş, peygamberleri vasıtasıyla gönderilmiş bir şer'i şeriften ibarettir. O kendilerine kitap verilmiş olan Yahûdiler ve Hıristiyanların din hususunda bazısının mü'min olup bazısının da kâfir olmasıyla ihtilâf etmeleri ancak kendilerine tevhid hakkında ilim geldikten sonra aralarındaki kâfirler canibinden olan hasetten dolayıdır. Artık her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse şüphe yok ki, Allahü teâlâ hesaba çekmesi, o kimseyi cezalandırması seri olandır.

Bir kırâatta âyetin başındaki elif nun maddesı “ şehidallahü ennehu...... “ daki ennehû'dan bedeli iştimalle bedel olarak fethayla okundu.

20

Artık seninle mücadelede bulunurlarsa, Ey Resûlüm Muhammed!, eğer seninle din hususunda o kâfirler husumetleşirlerse, onlara de ki: Ben yüzümü Allahü teâlâ'ya teslim ettim O'na boyun eğdim, bana tâbi olanlar da. Özellikle Allahü teâlâ şerefinden dolayı yüzü zikretti. Öyleyse (en şerefli olan âza boyun eğdiyse) onun dışındaki (azalar) da boyun eğmeye daha lâyıktır. Ve kendilerine kitap verilmiş olanlara Yahûdilere ve Hristiyanlara ve Arapların müşriklerine de ki: İslâmiyet’i kabul ettiniz mi? Müslüman olunuz. Eğer İslâmiyet'i kabul etmişlerse, sapıklıktan hidâyete ermişlerdir. Ve eğer İslâm'dan kaçınırlarsa, senin üzerine ancak lâzım olan risâleti tebliğ etmektir. Allahü teâlâ kulları bi-hakkın görücüdür. Onları amelleri karşılığında cezalandıracaktır. Bu âyet savaşla emir olunmadan evveldi.

21

O kimseler ki, Allahü teâlâ'nın âyetlerini inkâr ve peygamberleri haksız yere katlederler -Bir kırâatta “yaktulûne “ fiili Yukâtilûne diye okundu- ve insanlardan adâletle emredenleri öldürürler. (O kâtiller Yahûdilerdir. Rivâyet olundu ki, onlar kırk üç nebiyi katlettiler. Sonra onların âbidlerinden yüz yetmiş kişi onları alıkoymaya çalışınca hemen onları da o gün öldürdüler.) Artık elim olan elem veren azapla onları müjdele, onlara haber ver. (Azaptan) müjde vermekle ifade etmek onlarla alay edildiğine işarettir.

İnne'nin ismi olan Ellezîne şarta benzediği için, haberine “fa “ harfidahil olmuştur.

22

İşte onlar, amelleri sadaka, sıla-i rahim gibi hayırdan yaptıkları şeyler dünyada da âhirette de habt, bâtıl olanlardır. Ve onların bu amellerine, o amellerin şartı (îman) bulunmadığı için itibar da yoktur. Ve onlar için yardımcılardan azaptan kurtaranlardan hiçbir fert de yoktur.

23

Görmedin mi, bakmadın mı, öyle kimseleri ki: kendilerine kitabtan, Tevrat'tan bir nasib haz verilmiş. Aralarında hüküm etmesi için Allah'ın kitabına davet olunurlar da sonra onlardan bir zümre yüz çevirir. Ve onlar Allah'ın hükmünü kabul etmekten kaçınan kimselerdir. Bu âyet Yahûdiler hakkında inmiştir. Onlardan iki kişi zina etti ve Yahûdiler Rasûlüllah'a hüküm vermesi içingittiler. O da ikisinin üzerine recimle hüküm verdi. Onlar da hemen bu hükümden yüz çevirdiler. Sonra Tevrat getirildi. Ve onda da recm hükmü bulundu. Böylece o iki kişi recm olundular. Bundan dolayı da Yahûdiler kızdılar.

24

Bu, geri dönüş ve yüz çevirme onların“Bize ateş sayılı günlerden, babalarının buzağıya ibâdet müddeti kadar olan kırk günden başka asla dokunmayacaktır. “ (Ve sonra o ateş onlara dokunmayacaktır) demeleri sebebiyledir. Ve onları, dinlerinde iftira ettikleri şeyler (bu sözler) aldatmıştır.

 “fi dînihim“ deki fi harfi cerri bir sonraki “yefterûne “ fiiline mütaallıktır-

25

Onları vukuunda şüphe şek olmayan gün için, bir günde topladığınız ve her ehli kitaptan ve gayrısından olan her şahsa kazanmış olduğu hayır ve şerden amel etmiş olduğu şeyin karşılığı ödenecek olduğu zaman onların hali nasıldır? Ve onlar insanlar, bir iyiliğin eksiltilmesi ya da bir kötülüğün ziyade edilmesiyle de zulüm olunmayacaklardır.

26

Hazret-i Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem) ümmetine, İran ve Bizans'ın mülklerini (yerlerini) vaat edip, münafıklar da: Heyhat, ne uzak bir vaat, deyince bu âyeti celile inmiştir. De ki: Ey mülkün sâhibi olan Allah'ım! Sen mülkü, mahlûkatından dilediğine verirsin. Ve mülkü dilediğinden çeker alırsın. Ve dilediğin kişiyi de ona mülk vermekle Azîz edersin. Dilediğini de ondan mülkü soyup almakla zelil kılarsın. Hayır ve şer senin elindedir. Kudretindedir. Şüphe yok ki, sen her şeye kâdirsin.

27

Geceyi gündüz içine tıkarsın, girdirirsin. Gündüzü de gece içine tıkarsın, onu (ona) girdirirsin. Böylece onlardan her biri diğerinden bir şeyin noksanlaştırılmasıyla ziyadeleşir. Ve diriyi ölüden çıkarırsın. Meselâ nutfeden oluşan insan ve yumurtadan oluşan kuş gibi. Ve ölüyü de (Nutfe ve yumurta gibi) diriden çıkarırsın ve dilediğini hesapsız olarak geniş bir rızıkla rızıklandırırsın.

28

Mü'minler, mü'minlerden başka kâfirleri onları sevip dost edinmesinler. Her kim onu yaparsa, onlarla dost olursa Allah'ın dininden hiçbir şeydedir. Ancak bir korunma için sakınmanız müstesna bir korkudan dolayı korkmanız müstesnadır. İşte o zaman sizin için kalben olmaksızın lisanla onlarla dostluk caizdir. Bu hüküm İslâm'ın yücelmesinden evvel olup ve İslâm'ın kuvvetli olmadığı bir beldede yaşayan kimse için geçerli idi.

Allahü teâlâ ise sizleri kendisinden onlarla dostluk yaptığınız takdirde size gazâb edeceğinden tahzir buyuruyor. Ve dönülüp gidilecek yer Allahü teâlâ'yadır. Sonra sizleri cezalandıracaktır.

Tukât lâfzi “ Tekaytuhu“ fiilinin mastarıdır.

29

Onlara de ki: Göğüslerinizde, kalplerinizde olanı onlarla dostluk etmeyi gizleseniz de ya da açıklasanız da onu Allahü teâlâ bilir. Ve göklerdekini de yerlerdekini de bilir. Ve Allahü teâlâ her şeye bi-hakkın kâdirdir. ki, onlarla dostluk yapanı azaplandırmak onun kudretindendir.

30

O günü yâdet ki, her nefis hayırdan ne yapmış ise onu hazırlanmış olarak bulacaktır. Kötülükten ne yapmış ise - Mübteda olup haber ise- onunla kendi arasında uzak bir mesafe, uzaklığın zirvesinde olan bir sınır olmasını, o kötülüğe ulaşamamayı temenni edecektir. Ve Allahü teâlâ zâtı uluhiyyetinden tahzîr buyurur. Tekid için tekrar buyurdu. Ve Allahü teâlâ kullarını çok merhametlidir.

31

'Bu âyet-i kerîme müşriklerin“Biz bu putlara ancak Allah mahabbeti için ibâdet ediyoruz ki, bizi Allah'a yaklaştırsınlar“ demeleri üzerine inmiştir.

Ey Resûlüm Muhammed! onlara de ki: Eğer Allahü teâlâ'yı seviyor iseniz bana tabî olunuz ki, Allahü teâlâ da sizi sevsin, sizlere sevap versin (mânâsındadır) ve sizin için günahlarınızı affetsin. Ve Allahü teâlâ bana tâbi olanın bundan önce geçmişte işlediğini bağışlayıcıdır, ona rahmet edicidir.

32

Onlara de ki: Allah'a ve sizlere emretmiş olduğu tevhid hususunda peygambere itâat ediniz. Eğer dönerlerse, tâattan yüz çevirirlerse şüphe yok ki, Allahü teâlâ kâfirleri sevmez.

Burada zamirin yerine zâhir ismi (Kâfirin lâfzını) ikâme etmek vardır. (aslında) “Onları sevmez “ demektir. Bu da “Onlara azap eder “mânâsını ifade etmektedir.

33

Şüphe yok ki, Allahü teâlâ Âdem'i, Nûh'u, İbrâhîm'in âlini ve Imrân'ın âlini (İbrâhîm'le Imrân'ın her ikisini de) âlemler üzerine peygamberleri onların neslinden kılmakla seçti mümtaz kıldı.

34

Bazıları, onlardan bazısının çocuklarından bir zürriyet olarak neşet etmiştir. Ve Allahü teâlâ Semi'dir, Alîm'dir.

35

Yâdet ki: Imrân'ın hanımı Hanne, hislenip bir çocuk arzu etmiş ve Allah'a da dua edip hâmileliği hissettiğinde şöyle demişti: “Ya Rabbi! Ben karnımda olanı azadlı bir köle dünya meşguliyetlerinden berî olup senin mukaddes evinin hizmetine âit bir hür köle olarak Sana kılmayı nezrettim. İmdi bunu benden kabul buyur. Şüphe yok ki, duayı hakkıyla işitici, niyetleri de bilici sensin. “

36

Hanne hâmileyken, İmrân vefat etti. Ne zaman ki, hamlini vaz'etti. Yükünü kız olarak doğurdu. Halbuki o ise bir erkek olmasını ümit ediyordu. Çünkü ancak erkek çocukları Allah'ın evinin hizmetine konulurdu. Bir mazeret beyan etmek için dedi ki: Ya Rabbi! Ben onu kız olarak doğurdum. Ve Allah ise onun ne doğurduğunu daha ziyade bilicidir, ilminde mevcuttur. Ve halbuki senin talep ettiğin erkek çocuk benim hibe ettiğim kız çocuğu gibi değildir. Çünkü erkek çocuk hizmet için istenir, fakat kız çocuğu zayıflığından, mahrem olduğundan ve ona hayız ve diğer hallerden gelen şeylerden ötürü hizmete elverişli olamaz. Ve onu Meryem diye isimlendirdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini, çocuklarını racim olan, kovulmuş olan şeytandan senin himayene sığındırdım.

Bir hadis-i şerifte şöyle rivâyet olunur: “ her doğan çocuğa muhakkak ki, doğduğu anda şeytan dokunur ve çocuk bağırarak ses çıkarır. Ancak Meryem ve oğlu müstesnadır. “ (Buharî ve Müslim rivâyet etti.)

Son cümle Allahü teâlâ'nın kelâmından olup cümle-i itiraziyyedir. Bu- kırâatta “Vadaat“ fiili ta’nın zammesiyle “Vada'tü“ diye okundu.

37

Artık, bir güzel kabul ile rabbisi onu kabul buyurdu. Meryem'i annesinden kabul etti. Ve bir güzel nebat olarak bitirdi onu güzel bir yaratılışla yetiştirdi. Hazret-i Meryem, bir çocuğun bir sene içinde yetiştiği gibi bir gün içinde yetişir, büyürdü. Ve annesi onu, Beyti Makdis'in hizmetkârları olan âlimlere götürdü. Ve “ Adanmış olan şu kızı alınız “ dedi. Bunun üzerine Meryem hakkında aralarında bir münakaşa zuhur etti. Çünkü Meryem, onların reisleri olan İmrân'ın kızı idi. Zekeriyya aleyhisselâm“Ben buna daha layığım. Çünkü Meryem'in teyzesi benim yanımdadır (benimle evlidir) “ dedi. Diğerleri de ” kur'a çekelim“ dediler. (Mescid-i Aksa'daki din âlimlerinin sayısı yirmi dokuz idi.) Sonra Ürdün nehrine gittiler ve kâlemlerini “kimin kalemi suda sabit kalır ve yükselirse o Meryem'e daha lâyıktır” kararı üzerine suya attılar. Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın kalemi ise sabit kaldı. Böylece Meryem'i aldı ve onun için mescidde merdivenli bir oda inşa etti. Onun yanına Zekeriyya'dan başka kimse çıkmıyordu. Zekeriyya (aleyhisselâm) ona yiyeceğini, içeceğini, yağını getirirdi. Ve onun yanında kışın yaz meyvası, yazın da kış meyvası bulurdu. Allahü teâlâ'nın da buyurduğu gibi: Ve Zekeriyya ona kefil oldu, onu kendine kattı, Zekeriyya her ne zaman mihrabta, meclislerin en şereflisi olduğu hâlde o odada yanına girse onun yanında bir rızık bulurdu. “ya Meryem! Bu sana nereden geldi “ derdi. Küçük yaşta olduğu hâlde Meryem de derdi ki: “ Bu Allah tarafındandır. Onu bana Cennet'ten getirir. “ Şüphe yok ki, Allahü teâlâ dilediğine hesapsız, hiç yorulmaksızın geniş bir rızıkla rızıklandırır.

-Bir kırâatta şeddeyle ” keffeleha”Ve “ zekeriyya” lâfzının nasbıyla (ki, Zekeriyya lâfzı sonunda hemzeli ve hemzesiz olduğu hâlde ) okundu. Bu kırâate göre fail Allahü teâlâ'dır.

38

O vakit Zekeriyya (aleyhisselâm) bu hali görüp, vaktinin gayrısında birşeyi getirmeye kâdir olan zâtın insanın yaşlılık zamanında çocuğu da getirmeye kâdir olduğundan yakinen anlayınca -ki, ev halkının çocuk sâhibi olmaları da mümkün değildi. - Zerekîyya gece yarısı namaz için Mihrab'a geldiğinde dua ederek dedi ki: Bana kendi yanından, tarafından temiz bir zürrîyet, sâlih bir veled bağışla. Şüphe yok ki, sen duayı hakkıyla işiticisin, icabet edicisin.

39

Zekeriyya mihrapta, mescidde kâim olarak namaz kılmakta iken ona melekler Cebrâîl nida etti ki: Muhakkak

Allah seni Allah tarafından olan bir kelimeyi Îsa'yı, O’nun Allah'ın ruhu olduğu hususunda -Îsa (aleyhisselâm) “kelime “ diye isimlendi. Çünkü o “kûn” kelimesiyle yaratıldı. tasdik edici ve seyyid, kendisine tâbi olunan ve nefsine hâkim, kadınlardan men olunmuş ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya ile müjdele. Rivâyet olundu ki, Yahya (aleyhisselâm) ömründe hiçbir hata işlememiş ve onu içinden de kasdetmemiştir.

Bir kırâatta ”enne ”evvelinde bir kavil maddesini içeren fiil takdiriyle kesrayla “ inne “ diye okundu.

40

De ki: Ya Rabbi! Benim için bir gulâm, çocuk nasıl olabilir ki, bana hakikaten ihtiyarlık yetişti. yaşlılığın nihâyeti olan yüz yirmi seneye ulaştım, Refikam ise doksan sekiz yaşına ulaşmış bir kısırdır. Buyurdu ki: İşte, Allah'ın sizden bir çocuk yaratması böylecedir. (uzak sayılır) -Fakat- Allah dilediğini yapar. O'nu, ondan hiçbir şey âciz bırakamaz.

41

Bu büyük kudreti göstermek için Allahü teâlâ ona bu hususta cevap alsın diye sual sormasını ilham etti. Ve müjde buyrulan şeyin süratli olmasını nefsi arzu edince dedi ki: Ya Rabbi! Benim için bir âyet, hanımımın hâmile olduğuna bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Onun üzerine senin için alâmet insanlar ile işaretten başka geceleri ile beraber üç gün konuşmamandır, Allah'ı zikretmekten gayrı olarak onlarla konuşmaktan geri durmandır. Ve Rabbini çokça zikret ve akşam-sabah, gündüzün son vakitleri ve ilk vakitlerinde tesbih et namaz kıl.

42

Yâdet o vakti ki: Melekler, Cebrâîl demişti: Ey Meryem! Şüphe yok ki, Allahü teâlâ seni seçti seni mümtaz kıldı. Ve seni erkeklerin dokunuşundan temiz kıldı ve seni âlemlerin zamanının kadınları üzerine seçti.

43

Ey Meryem! Rabbi'ne ibâdete devam et, ona itâate devam et. Secde et ve rükua varanlarla rükûya var. Namaz kılanlarla beraber namaz kıl.

44

Bu, Zekeriyya ve Meryem'in işinden zikir olunan gayb haberlerindendir, senden gaib olan haberlerdendir. Ey Resûlüm Muhammed! Onu sana vahyediyoruz. Meryem'i hangisi tekeffül edecek, büyütecek diye kendilerine durum zâhir olsun için kur'a çeker oldukları hâlde suya kâlemlerini attıkları zaman sen onların yanında değildin. Ve onlar Meryem'in tekeffülü hususunda muhâsemede bulundukları zaman da sen onların yanında değildin. Ve sen bunları biliyor ve onlarla haberdâr ediliyorsun. Sen bunları ancak vahiy yoluyla öğrendin.

45

Yâdet o vakti ki, melekler, Cebrâîl demişti: Ey Meryem! Şüphesiz Allahü teâlâ tarafından bir kelime, çocukla müjde veriyor ki, ismi Mesih oğlu Îsa'dır. Allahü teâlâ, Meryem'e onu babasız doğuracağını tenbih için Îsa'yı ona nisbet etmekle hitap etti. Çünkü erkeklerin âdeti babalarına nisbet edilmeleridir. Dünyada nübüvvetle âhirette de şefâat ve yüksek derecelerle vecih, rütbe sâhibi ve Alah katında mukarreb olanlardandır.

46

Ve insanlar ile beşikte iken, konuşma vakti gelmeden küçük yaşta olduğu hâlde ve yetişkin iken de konuşacaktır. Ve o salihlerdendir.

47

Dedi ki: Yâ Rabbi! Benim için çocuk nereden nasıl olabilir? Halbuki bana ne evlilik ne de başka bir şekilde beşer dokunmamıştır. Buyurdu ki: “senden babasız olarak bir çocuk yaratılması hususunda iş böylecedir. “ (Akla uzak gelmektedir) -Fakat-Allahü teâlâ dilediği şeyi yaratır. Bir şeyi kaza edince, onu yaratmayı murad edince ona sadece “Ol“ der hemen oluverir. o da hemen oluverir.

48

Ve ona kitabeti, yazı yazmayı ve hikmeti ve Tevrat ile İncîl'i tâlim buyuracalttır.

Nuallimu Fiili, nûnile okunduğu gibi yâ ile de (yuallimu diye) okundu.

49

Ve onu sabîlik devresinde ya da bulûğdan sonra İsrâîloğulları'na peygamber kılacaktır. Ve Cebrâîl (aleyhisselâm) Meryem'in elbisesinin yakasından içeri üfledi. İşte bu, Meryem sûresinde zikredilen Meryem'in o halini anlatan şeydir. Sonra Allahü Telâlâ onu Beni İsrâîl'e yolladığında Îsa (aleyhisselâm) onlara dedi ki: “Ben size gönderilmiş olan Allah'ın bir peygamberiyim “ (şununla gönderildim ki:) Ben size muhakkak bir âyet doğruluğumun üzerine delâlet eden bir alâmet ile Rabbiniz tarafından geldim. “ O âyet muhakkak ki, ben sizin için çamurdan kuş hey'eti gibi onun sûretinin benzeri bir şey yaratırım şekillendiririm. Sonra ona üfürürüm. O da Allah'ın izniyle O’nun iradesiyle hemen kuş oluverir. Onlar için bir yarasa yaratmıştı. Çünkü yarasa yaratılış cihetinden kuşların en kâmilidir. O hemen uçuverirdi. Ve onlar da onu seyredip dururlardı. Onların gözlerinden kaybolduğunda ise ölü olarak yere düşerdi. Ve ekmeh olanı doğuştan kör olanı ve alaca hastalığa yakalananı iyileştiririm şifâ veririm. Âyette bu iki rahatsızlık özel olarak zikrolundu. Çünkü onlar iyileşmesi mümkün olmayan rahatsızlıklardandır,

Allah (celle celâlühü), Îsa (aleyhisselâm)'ı, tıb ilminin gözde olduğu bir zamanda göndermiştir. Kendisi îman etmeleri şartı ile dua ederek bir gün içinde tam bir kişiyi iyileştirmiştir. Ve Allah'ın izniyle ölüleri de diriltirim. Îsa (aleyhisselâm) ” Bi-iznillâh “sözünü kendisinde vehmedilecek olunan ilâhlık zannını kaldırmak için tekrar etti. Arkadaşı olan Azer'i, bir ihtiyarın oğlunu ve on yaşında bir kız çocuğunu diriltti. Birçok seneler yaşadılar ve çocukları bile olmuştur. Ayrıca Nûh'un oğlu Sam'ı da diriltti. O ise çok az bir ân yaşayıp hemen öldü. Ve sizlere yediğiniz şeyleri ve evlerinizde hiç görmediğim azık olarak sakladığınız, bir kenara yığdığınız şeyleri haber veririm. Îsa (aleyhisselâm), herhangi biri kimseye, yemiş olduğu ve henüz yiyecek olduğu şeyleri haber verirdi. Muhakkak ki, bu zikredilende sizin için âyetler vardır. Eğer mü'minler iseniz.

Bir kırâatta ”erme ” harfinin başındaki hemze, (cümlenin) istinâfiye olmasından dolayı kesrayla okundu.

“kehey'eti ”ndeki Kâf, (Ehluku fiili için) mef’ûldür.

Bir kırâatta” Tayran” lâfzı Tâiran diye de okundu.

50

Ve önümde olan benden önceki Tevrat'ı tasdik edici olarak ve üzerinize Tevrat'ta haram kılınmış şeylerin bazısını helâl kılmak için geldim. Ve onlara balıktan ve kuştan eziyyet verecek, dikeni, iğnesi olmahelâl kıldı. Denildi ki: Hepsini helâl kıldı. O zaman âyetteki “Bağz “ lâfzi “ küll-hepsi “mânâsındadır. Ve sizlere Rabbinizden bir mu'cize getirdim. Artık Allahü teâlâ'dan korkunuz ve size emretmiş olduğum bir olan Allah'a inanmak ve ona ibâdet etmek hususunda bana itâat ediniz.

Bu cümleyi tekid olsun ve bir sonra zikredilecek cümle onun üzerine bina kılınsın diye tekrar buyurdu.

51

Şüphe yok ki, Allahü teâlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Artık O'na ibâdet ediniz. Şu size emrettiğim doğru bir yoldur. Fakat- onu yalanladılar ve ona îman etmediler.

52

Ne zamanki, Îsa onlardan küfrü hissetti, bildi ve onlar da O'nu öldürmeyi isteyince dedi ki: O’nun dinine yardım etmem için Allah'a gidici olarak benim yardımcılarım kimlerdir? Havâriler dedi ki: “Biz Allah'ın yardımcılarıyız. O’nun dinine yardım edenleriz.“ Onlar Îsa (aleyhisselâm)'ın dostları olup O'na ilk îman edenlerdi. Ve 12 adam idiler. Havâri lâfzı, hâlis beyaz demek olan“ haver“ den alınmıştır. Denildi ki: Havâriler çamaşır yıkayıcılar idi. Elbiseleri tahvir ederler beyazlatırlardı. Allah'a îman ettik tasdik ettik. Ey Îsa! Şahit ol ki, bizler şüphesiz müslümanlarız.

53

Rabbimiz! İndirmiş olduğun İncîl'e îman ettik. Ve peygambere, Îsa'ya tâbi olduk. Artık bizleri sana vahdaniyetle, rasûlüne de sıdkla şahit olanlarla beraber yaz.

54

Ve onlar Beni İsrâîl'in kâfirleri, Îsa (aleyhisselâm) ya hilekârlık yaptılar. Çünkü. onlar, hileyle öldürmesi için birini Îsa (aleyhisselâm)'mın peşine taktılar. Allahü teâlâ da Îsa (aleyhisselâm)'ı öldürmek isteyen kişinin üzerine Îsa'nın benzerliği attıktan sonra onların da o benzeyen kişiyi öldürüp, Îsa (aleyhisselâm)'ın da semaya kaldırılmasıyla onlara karşı hilelerine mukabelede bulundu. Ve Allahü teâlâ hileye karşılık verenlerin en hayırlısıdır, onların hilesini en iyi bilenidir.

55

Yâdet o vakti ki, Allahü teâlâ buyurdu: Ey Isa! Muhakkak seni vefat ettireceğim, ruhunu kabzedeceğim ve seni ölüm olmaksızın dünyadan bana yükselteceğim ve seni küfredenlerden tertemiz kılacağım, seni uzaklaştıracağım ve sana tâbi olan senin nübüvvetini tasdik eden müslüman ve Hıristiyanları Kıyâmet gününe kadar, seni inkâr edenlerin -ki, onlar Yahûdilerdir- üstünde bulunduracağım. Onlar, hüccetle olsun, kılıçla olsun Yahûdilerin üzerinde olacaklardır. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. İşte o zaman, kendisinde ihtilâf etmiş olduğunuz din işinde hükmedeceğim.

56

Artık o kimseler ki, kâfir olmuşlardır, onları dünyada ölüm, sürgün ve cizyeyle, âhirette de ateşle şiddetli bir azap ile azaplandıracağım. Ve onlar için yardım edicilerden, o azaptan defedicilerden kimse yoktur.

57

Îman edip sâlih amel işleyenlere gelince onlara da mükâfatlarını tamamen ödeyecektir. Ve Allahü teâlâ zâlimleri sevmez. onları azâba çeker.

Rivâyet olundu ki: Allahü teâlâ ona bir bulut yolladı ve o bulut onu semaya kaldırırken (o sırada) annesi ona asılıp ağladı. Îsa (aleyhisselâm) da ona dedi ki: “muhakkak ki, Kıyâmet ikimizi bir araya getirecektir. “ Bu vâkıa Kadir gecesinde Beyt-i Makdis'te olmuştur. Îsa (aleyhisselâm) da 33 yaşında idi. Annesi de ondan sonra 6 yıl daha yaşadı. Buhârî ve Müslim şu hadisi rivâyet etti: “Şüphesiz ki, Îsa (aleyhisselâm) Kıyâmete yakın inecek, Peygamberimizin şeriatıyla hükmedecek, Deccâlı öldürecek, haçı kıracak ve cizyeyi kaldıracaktır.” Müslim'in hadisinde şu vardır: Îsa (aleyhisselâm) yedi yıl yeryüzünde duracak. Ebû Dâvûd et-Tayâlisi'nin hadisinde de şu vardır: “Îsa (aleyhisselâm) kırk sene dünyada duracak, sonra ölüp cenaze namazı kılınacak. “ muhtemeldir ki, (hadiste) murad edilen onun semâya kaldırılmadan evvelki ve sonraki yeryüzünde eyleştiği vaktin toplamıdır.

Yüveffi fiili ya ile okunduğu gibi nun ile de (nüveffî) diye okundu.

58

Şu, Îsa (aleyhisselâm)'ın işinden zikrolunan, Ey Resûlüm Muhammed! İşte onu âyetlerden ve hâkim olan muhkem olan zikirden Kur’ân'dan tilâvet ediyoruz kıssa ediyoruz.

 “minel âyât“ câr mecrûru “Netlûhudaki hû zamirinden hâl olup âmili ise “zâlike “ de bulunan işaret mânâsıdır.

59

Şüphe yok ki, Allahü teâlâ'nın ındinde Îsa'nın misâli acâib olan hâli Âdem'in misâli gibidir babasız yaratılması hususunda onun hâli gibidir. Onu, Âdem'i topraktan yarattı onu kalıp hâline getirdi. Sonra ona “Beşer ol“ dedi, o da oluyordu, oluverdi. Îsa'da aynı bu şekildedir; Allahü teâlâ ona, bir babası olmaksızın“ol“ dedi o da oluverdi.

Bu Teşbih, hasmı daha kesip susturucu ve nefse daha tesir edici olsun diye, garip olanın en garip olanateşbihidir.

60

Rabbin tarafından hak olandır. Artık şüphe edenlerden, bu hususta şek edenlerden olma.

mahzûf mübtedanın haberidir. “ Îsa'nın işi “.

61

Artık sana Îsa'nın hali hususunda ilim geldikten sonra Hıristiyanlardan her kim onun hakkında seninle münâkaşada bulunursa, seninle mücadele ederse, onlara de ki: Geliniz, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendilerimizi ve kendilerinizi davet edelim ve toplanalım sonra yalvaralım, duada tazarru edelim ve Allah'ın lânetini “ Allah'ım! Îsa'nın hakkında yalan söyleyene lânet et“ diyerek yalancılar üzerine kılalım. Necran kabilesi Hazret-i Peygamberle münakaşa ettiklerinde Hazret-i Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem) onları böyle bir işe davet etti. Onlar da: ” Hele biz, durumumuza bakalım, sana geliriz “ dediler. Onların görüş sâhibi olanı dedi ki: “Yemin olsun ki, onun nübüvvetini ve Nebisine lânet eden kavmin de helâk olduğunu biliyorsunuz. O hâlde onunla anlaşın ve geri çekilin“.

Sonra Rasûlüllah'ın yanına geldiler. Rasûlüllah da yanında Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve Ali olduğu hâlde dışarı çıkmıştı. Ve ehli beytine şöyle dedi: “Ben dua etitğim zaman siz de âmin deyiniz “Necran heyeti ise lânetleşmekten geri durdular ve cizye üzere musâlaha yaptılar. (Bu hadisi şerifi Ebû Nuaym rivâyet etti) İbn Abbâs'tan rivâyet olundu ki: “ eğer lânetleşmeyi isteyen o kimseler eğer geri dönselerdi ne mal ne de aile bulurlardı. “Rivâyet olundu ki, “ eğer (lânetleşmek için) çıksalardı, elbette yanarlardı. “

62

Şüphe yok ki, şu zikrolunan, kendisinde şüphe olmayan hak olan kasasın, haberin tâ kendisidir. ve Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve muhakkak ki, Allâh-u teâlâ, mülkünde azîz, yaratışında hikmet sâhibi olanın tâ kendisidir.

63

Artık yine geri dönerlerse, îmandan yüz çevirirlerse şüphe yok ki, Allahü teâlâ müfsîtleri bi-hakkın bilicidir. Ve sonra onları cezalandıracaktır.

Bu âyette zamir yerine zâhir isim ( “müfsidin“) getirilmiştir.

64

De ki: ey ehli kitap, Yahûdiler ve Hıristiyanlar, bizimle sizin alanızda eşit olankelimeye gelin. O kelime Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim. Ve ona hiçbir şeyi şirk koşmayalım. Ve sizin ruhbanları ve hahamları edindiğiniz gibi Allah'tan başka bazımız bazımızı rab edinmesin. Eğer sırt çevirirlerse tevhidden yüz çevirirlerse, siz onlara deyiniz ki, şahit olunuz, bizler muhakkak müslümanlarız, müvahhidleriz.

 “sevâün lâfzı mastar olup“ nüstevin emruhâ “ (durumu eşit olan) mânâsındadır.

65

Yahûdilerin“İbrâhîm Yahûdi İdi. Biz de onun dini üzereyiz “Ve Hıristiyanların da aynı şeyi söylemeleri üzerine indi.

Ey ehli kitap! Ne için İbrâhîm hakkında O’nun sizin dininiz üzere olduğunu zannetmeniz sebebiyle mücadelede bulunuyorsunuz, muhasemede bulunuyorsunuz. Tevrat ve incil ise uzun bir zamanla beraber ondan sonra indirilmiştir. Ve o ikisinin nâzil olmasından sonra Yahûdilik ve Hıristiyanlık ortaya çıkmıştır. Sözünüzün bâtıl olduğunu anlayamıyor musunuz?

66

İşte ” ha”Tembih içindir siz ey o kişiler -haber ise- sizn için kendisine dair bilgi bulunan şeyde, Mûsa ve Îsa (aleyhisselâm]'ın işinde mücadelede bulunuyorsunuz? Halbuki Allahü teâlâ onun şanını bilir, siz ise onun şânını bilemezsiniz.

..........siz -mübtadadır-.

67

Allahü teâlâ, İbrâhîm aleyhisselâm'ı beri kılmak için buyurdu ki: Şüphe yok ki, İbrâhîm ne Yahûdi idî ne de nasrânî idi. Fakat o hanif bütün dinlerden hak olan dine dönük idi, müslim, muvahhid idi. Müşriklerden de olmamıştı.

68

Şüphe yok ki, İbrâhîm'e insanların evlâsı onların en lâyığı, onun zamanında o'na tâbi olmuş olanlardır ve onun şeriatının büyük kısmında ona uygun olduğu için bu peygamberdir Muhammed'dir (sallalahü aleyhi ve sellem) ve îman eden ümmetidir. Öyleyse onlar öyle kimselerdir ki, onların“Biz, İbrâhîm'in dini üzereyiz, siz değil“ demeleri lâzımdır. Allahü teâlâ ise mü'minlerin velisidir, onların yardımcısı ve koruyucusudur.

69

Bu âyet-i kerîme Yahûdilerin Muaz'ı, Huzeyfe'yi ve Ammar'ı kendidinlerine çağırdıklarında nâzil oldu.

Ehli kitaptan bir taife arzu etmiştir ki, sizleri sapıttırsınlar, halbuki onlar kendi nefislerinden başkasını sapıttırmazlar. Çünkü sapıttırmalarının günahı onların üzerinedir. Ve mü'minler de bu sapıttırma işinde onlara tâbi olmazlar. Ve bunun da farkına varamazlar.

70

Ey ehli kitap! Ne için Allahü teâlâ'nın âyetlerine, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'in vasfına şâmil olan Kur’ân'a küfrediyorsunuz? Halbuki siz görüyorsunuz, onun hak olduğunu biliyorsunuz.

71

Ey ehli Kitap! Ne için hak ile bâtılı değiştirerek ve bozarak karıştırıyorsunuz. Ve hakkı Peygamberin özelliklerini gizliyorsunuz. Halbuki siz onun hak olduğunu da biliyorsunuz.

72

Ehli kitaptan Yahûdilerden bir taife bir diğerine dedi ki: Mü'minlere indirilmiş olana Kur’ân'a gündüzün evvelinde îman ediniz, akşamleyin de onu inkâr ediniz. Olabilir ki, onlar mü'minler, dinlerinden dönüverirler. Çünkü mü'minler şöyle derler: “ Bu kişiler ilim sahipleri olup bu dine girdikten sonra ancak onun bâtıl olduğunu anladıkları için (eski dinlerine) dönmüşlerdir.“

73

O Yahûdiler ayrıca şöyle dediler: Sizin dininize tâbi olan muvâfık olandan başkasına inanmayınız tasdik etmeyiniz. Allah buyurdu ki: Ey Resûlüm Muhammed! Onlara dedi ki: Şüphe yok ki, hidâyet, Allah'ın hidâyeti olan İslâm dinidir. Gerisi ise sapıklıktır. Bu cümle-i itirâziyyedir. Size verilen şeyin kitabın, hikmetin, faziletlerinden başka bir kimseye verildiğine veya Rabbinizin nezdinde Kıyâmet gününde sizinle muhaseme edeceklerine o mü'minlerin sizlere gâlip geleceklerine inanmayın. Çünkü siz din cihetinden en doğru olansınız. Allahü teâlâ buyurdu ki: De ki: Şüphesiz ki, fazl Allahü teâlâ'nın elindedir. Onu dilediğine verir. Öyleyse size verilen şeyin benzerinin başka bir kimseye verilmeyeceği (fikri) size nereden geliyor? Ve Allahü teâlâ vâsidir lütfu çok olandır ve lütfa lâyık olanı da bilendir.

-En yü'tâ'nın başındaki “ en“ “ Tü'minü“ nun mef’ûlüdür. Müstesna minh ehadün lâfzı olup onun üzerine müstesna takdim edilmiştir. Mânâ; Hiçbir kimseye bunların verildiğini ikrar etmeyin, ancak sizin dininize tâbi olanlar için ikrar ediniz.

Bir kırâatta tevbih (azarlama) hemzesi ile beraber “ e en“ diye okundu. “ Bir kişiye onun mislinin verildiğini mi ikrar ediyorsunuz?

74

Dilediğini rahmetiyle mümtaz kılar. Ve Allahü teâlâ pek büyük lütuf sâhibidir.

75

Ve ehli kitaptan öylesi vardır ki, kendisine bir kıntar çok mal emanet versen o emanet olduğu için onu sana ödeyiverir. (Meselâ) Abdullah b. Selâm gibi. Adamın birisi ona bin iki yüz okka altın emanet etmişti, sonra onu ona ödedi. Ve onlardan öylesi var ki, kendisine bir dinar emanet bıraksan hıyanetinden dolayı onu sana ödemez. Meğer ki, onun üzerine ayak direyip durasın onu terk etmeyesin. Hattâ öyle ki, ondan ayrılsan onu inkâr eder. (Meselâ) Kâ'b b. Eşref gibi. Kureyş'ten birisi ona bir dinar emanet etmişti. Sonra onu inkâr etti. Bu,geri vermeyi terk etmek onların ümmiler Araplar hakkında bizim üzerimize bir yol günah yoktur demeleri sebebiyledir. (Bunu demelerinin sebebi) onların, kendilerinden korkana zulüm yapmayı helâl görmelerinden sebepdir. Ve bu helâl görmeyi de Allah'a da nisbet etmişlerdir. Allahü teâlâ buyurdu ki: Ve onlar yalancı oldukları bildikleri hâlde Allahü teâlâ'ya karşı bu şeyin ona nisbeti hususunda yalan söylerler.

76

Hayır..... O Yahûdilerin üzerine Araplar hakkında bir yol vardır. Kim Allahü teâlâ ile üzerine anlaşmış olduğu, ahdini ya da emâneti eda edip ve diğer şeylerden Allah'ın ona olan ahdini ifâ eder ve masiyetleri terkedip, Tâatleri işlemekle Allah'tan korkarsa şüphe yok ki, Allahü teâlâ o müttekîleri sever.

Son cümlede zamir yerine ismi zâhiri getirmek vardır. “yuhibbuhum “ (onları sever) “onları sevaplandır. “

77

Bu âyet-i kerîme Yahûdilerin Tevrat'taki Peygamberin özelliklerine ve Allah'ın onlara olan ahdine, bir davada yalancı olarak yemin eden ile bey-i sil'ada değişiklik yaptıklarında onların hakkında nâzil olmuştur. Muhakkak o kimseler ki, Allahü teâlâ'nın Peygambere îman ve emâneti ödemek hakkında onlara olan ahdini ve yalancı oldukları hâlde Allahü teâlâ'ya olan yeminlerini dünyadan az bir şey karşılığında satarlar, değiştirirler. İşte onlar, onlar için âhiretten bir nasip yoktur. Ve Allahü teâlâ onlara gazap ettiği için onlar ile konuşmaz. Ve Kıyâmet gününde onlara bakmaz, onlara rahmet etmez. Ve onları tezkiye etmez onları temize çıkarmaz. Ve onlar için elim elem verici bir azap vardır.

78

Ve onlardan ehli kitaptan bir fırka taife (Kâ'b b. Eşref gibi kimseler) vardır ki, kitap ile dillerini eğer, bükerler dillerini o kitabı okurken Allah'tan indirilmiş olan o Peygamberin özellikleri ve diğer şeylerden tahrif ettikleri şeye doğru yöneltirler. Onu, tahrif edileni, Allah'ın indirmiş olduğu kitap'tan sanasınız diye. Halbuki o kitaptan değildir. Ve derler ki: O Allah tarafındandır. Halbuki o Allah tarafından değildir. Ve onlar yalancı olduklarını bildikleri hâlde Allah'a karşı yalan söylerler.

79

Bu âyeti kerîme, Necrân Hıristiyanlarının, Îsa'nın onlara kendisini Rab edinmelerini emrettiğini dedikleri ve müslümanlardan bazısının Hazret-i Peygambere secde etmeyi istemesi üzerine inmiştir. Hiçbir beşer için câiz değildir ki, Allahü teâlâ ona kitap, hüküm şeriatı anlamak ve nübüvvet versin de sonra o nâsa Allah'ı bırakıp bana kul olunuz deyiversin. Fakat der ki: Öğrettiğiniz Kitab ve ders verdiğiniz şeyle bundan sebep (çünkü onun faydası sizin amel etmenizdir) rabbaniler Rablerini seven âlimler olunuz. Rabbâniyyin lâfzı (o kişilerin şanını) yüceltmek için elif ve nûn'un ziyadesiyle okundu.

Tuallimûn fiil şeddeyle okunduğu gibi tahfile (Tuğlimûn) diye okundu.

80

Ve size meleklere tapanların, melekleri, Yahûdilerin Üzeyr (aleyhisselâm)'ı Hıristiyanların da Îsa (aleyhisselâm)'ı Rab edindikleri gibi melekleri ve peygamberleri Rabler ittihaz ediniz diye de emretmez. Ve siz müslüman olduktan sonra size küfür ile hiç emreder mi? Ona bu câiz olmaz.

Lâ ye'muru lâfzı, istinâfîyye cümlesinin başında olduğu için refle okundu. (Bu kırata göre faili Allah'tır. Ayrıca gerideki “yeküle “ fiilinin üzerine atfedildiğinden dolayı da nasbla da okundu. Bu kırâate göre de faili beşeredir.

81

Yâdet o zamanı ki: Allahü teâlâ -peygambere hitâben ”elbette o şey ki “kitaptan ve hikmetten size onu verdim. Sonra sizin nezdinizdeki kitap ve hikmeti tasdik edici olarak bir rasûl gelecektir. O rasûl Hazret-i Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem) dir- elbette ona îman edecek ve yardım edeceksiniz. Kasemin cevabi “ eğer ona ulaşırsanız ve ümmetleri de bu hususta onlara tâbi olmuşlarsa “ dır, diye peygamberlerden bir mîsak onlardan ahd aldığında, Allahü teâlâ onlara buyurdu ki: Bunu ikrar ettiniz mi? Ve bunun üzerine benim ahdimi aldınız kabul ettiniz mi? Onlar da “İkrar ettik“ dediler. Cenab-ı Hak da buyurdu ki: Öyleyse nefisleriniz ve size tâbi olanlar üzerine bununla şahit olunuz. Ben de sizinle beraber sizlerin ve onların üzerine şahitlerdenim.

“ Lemâ” lâfzı lâm'ın fetlhasıyla okunup İhtida -içindir. Ve “ misakın alınmasında mevcud alan kasem mânâsını da tekitleyicidir. “ Lemâ” Lâm'ın kesresiyla da okunup ”ehaze “ fiiline tealluk edicidir. Her iki uecih üzere de “ mâ” lâfzı ismi mevsûldür. “ Lellezı “ demektir.

82

Artık bu, ahidden sonra her kim geri dönerse yüz çevirirse işte onlar fasık olanların ta kendileridir.

83

Artık Allahü teâlâ'nın dinînden başkasını mı arıyorlar? Halbuki ona göklerde olanlar da yerlerde olanlar da isteyerek, diretmeksizin ve istemeyerek kılıçla veya kendisine getirileni şeyi inceleyerek boyun eğmişlerdir. Ve ona döndürülecekler.

Yebgûne fiili yâ ile okundu“ üzerlerine alıyorlar”Ve tâ ile ” Tebgûne-arıyorsunuz “ diye de okundu.

Yürceûne fiili ya ile okundu ve tâ ile de ” Turceûne “ diye okundu. Âyetin başındaki hemze inkâr içindir.

84

Ey Resûlüm Muhammed! Onlara de ki: Biz Allahü teâlâ'ya ve bize indirilene ve İbrâhîm'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kûb'a ve esbâta Ya'kûb'un oğullarına indirilmiş olana ve Mûsa'ya, Îsa'ya ve nebîlere Rableri cânibinden verilmiş olanlara îman ettik. Onlardan hiçbirinin arasını tasdik ve tekzible ayırmayız. Ve ona teslim olanlarız. İbadeti gönülden yapanlarız.

85

Bu âyet-i kerîme İslâm'dan dönüp kâfirlere katılan birisinin hakkında nâzil oldu. Ve her kim İslâm'dan başka bir din ararsa, elbette ondan kabul edilmez. Ve o âhirette üzerine ebedî olarak kalan ateşe döneceği için hüsrana uğramışlardan olur.

86

Îman ettiklerinden ve şüphesiz Rasûlün hak olduğuna şehadet ettiklerinden şahitliklerinden sonra ve kendilerine beyyineler, peygamberin doğruluğu üzere açık deliller gelmiş olduğu hâlde kâfir olan bir kavmi Allahü teâlâ nasıl hidâyete erdirir? Hidâyete erdirmez. Halbuki Allahü teâlâ zâlimler cemâatini kâfirleri hidâyete erdirmez.

87

İşte onlar, onların cezaları Allahü teâlâ'nın ve meleklerin ve bütün insanların lâneti, muhakkak onların üzerine olmaktır.

88

-Onlar- bunun lânetin ya da lânetin gerektirdiği ettiği ateş içinde ebediyyen kalıcı oldukları hâlde, onlardan azap hafifletilmez ve onlara nazar olunmaz mühlet verilmez.

89

Ancak o kimseler ki, bundan sora tevbe ettiler ve amellerini ıslahta bulundular, onlar müstesna. Çünkü Allahü teâlâ onları mağfiret edicidir, onlara acıyıcıdır.

90

Bu âyet-i kerîme Yahûdiler hakkında nâzil oldu. Muhakkak o kimseler ki, Mûsa'ya îmanlarından sonra Îsa'ya küfrettiler sonra da Muhammed'e küfrü attırdılar artık onların tevbeleri gargara ânına geldiklerinde ya da kâfir olarak öldüklerinde elbette kabul olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir.

91

Şüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular ve kâfir oldukları hâlde öldüler, artık onların hiç birinden yeryüzü dolusu yeryüzünü dolduracak kadar altın feda edecek olsa elbette kabul edilmeyecektir. İş'te onlar için elim bir azap vardır. Ve onlar için yardımcılardan azâbı def edicilerden hiç kimse yoktur.

Âyetin evvelindeki “ İnne “ nin haberine, “ ellezîne “ şarta benzediği ve bir kabul yapılmamasının sebebinin küfür üzere ölmekten olduğu bildirmek için“ fa “ harfi dahil oldu.

92

Mallardan sevdiklerinizden infak edinceye, tasadduk edinceye kadar birre onun sevabına -ki, o da cennettir- nail olamazsınız. Ve her ne şey infak ederseniz şüphe yok ki, Allahü teâlâ hakkıyla bilir. Sonra o konuda hesaba çekecektir.

93

Bu âyet-i kerîme, Yahûdilerin“sen kendini İbrâhîm'in dini üzere zannediyorsun -fakat- o deve eti yemez ve sütünü de içmezdi. “ demeleri üzere inmiştir. Bütün yiyecekler İsrâîl'in Ya'kûb'un kendi nefsine haram kıldığı müstesna -O haram kıldığı şey deve idi. Ne zaman ki, arkunnisâ denilen şiddetli bir hastalığa yakalanınca ”eğer iyileşirse onu yemeyeceği “ . üzere nezretti. Böylece onlara da haram oldu- Tevrat'ın nüzulünden evvel İsrâîloğulları'na helâl idi. ki, bu vakıa da İbrâhîm (aleyhisselâm)'dan sonra idi. Ve onun zamanında sizin zannettiğiniz gibi haram da değildi. Onlara de ki: Eğer bu hususta sadık kimseler iseniz, Tevrat'ı getirin de sizin sözünüzün doğruluğu ortaya çıksın diye onu okuyayım. Bunun üzerine öylece kala kaldılar. Ve Tevrat'ı da getirmediler.

94

Allahü teâlâ da buyurdu ki: Ondan haram kılmanın Ya'kûb tarafından olup İbrâhîm'in zamanında olmadığı hakkında delilin zâhir olmasından sonra Allahü teâlâ namına kim yalan yere iftirada bulunursa, onlar zâlimlerin hakkı aşıp tecâvüz edenlerin ta kendileridir.

95

De ki: Allahü teâlâ bu hususta diğer verdiği haberlerin hepsinde olduğu gibi sadıktır. Artık hanif olan her dinden sadece İslâm'a yönelen İbrâhîm'in, benim de üzerinde olduğum milletine tâbi olunuz. Ve o asla müşriklerden olmamıştır.

96

Yahûdilerin” kıblemiz sizin kıblenizden evveldir“ demeleri üzerine inmiştir. Şüphe yok ki, yeryüzünde insanlar için ibâdet yeri olarak ilk tesis ediliş olan ev Bekke'de bulunan evdir. Mekke, “Bekke “ diye isimlenmiştir. Çünkü orası azgın olan insanların boyunlarını ezer onları kopartır. Orasını Âdem yaratılmadan evvel melekler bina
etmiştir. Ve ondan sonra Mescid-i Aksa'yı binâ etmişlerdir. İkisinin (yapımının) arasında kırk yıl vardır. (Buharı ve Müslim'de geçtiği gibi.)

Bir hadisde rivâyet olunur ki: “O yerin ve göklerin yaratılması ânında ilk olarak suyun üstüne beyaz bir köpük olarak zâhir olmuştur. Sonra yeryüzü onun altından yaratılmıştır. Mübarek bereket sâhibi olduğu ve âlemler için hidâyet olduğu hâlde. Çünkü o âlemlerin kıblesidir.

Bekke lâfzi “ Ba “ ile beraber Mekke lâfzı hakkında ayrıca bir lügattir.

Mübareken lâfzi “ ellezîden hâldir.

97

Onda açık alâmetler vardır. Makam-ı İbrâhîm İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın Beyt'i bina ederken üzerinde ayakta durduğu taş, o alâmetlerdendir. Ayakları o taşta iz yapmış ve üzerinden zamanların geçmesi ve elden ele dolaşmasıyla beraber bu zamana kadar kalmıştır. Ayrıca hasenelerin orada kat kat olması ve onun üzerinden hiçbir kuşun yükselememesi de o alâmetlerdendir. Ve her kim ona girerse emin olur. Ona ne öldürmekle ne zulümle ne başka bir şeyle taarruz edilmez. Ve, Allah için insanlar üzerine oraya yol bakımından gücü yeten kimsenin -Rasûlüllah (s. a. v), ona yol bakımından gücü yetmeyi azıkla ve binekle tefsir etti. (Bunu, Hâkim ve gayrisi rivâyet etti.) - Beyti haccetmesi vâcibtir. Ve her kim Allah'ı ve onun farz kıldığı haccı inkâr ederse şüphe yok ki, Allahü teâlâ âlemlerden, insanlardan, cinlerden, meleklerden ve onların ibâdetlerinden ganîdir.

Hıccul Beyt' deki “ hıcc” lâfzı hâ'nın kesresi ve fethasıyla okundu. Bu ikisı “kasade-Kast etti “mânâsında olan“ hacce “ fiilinin mastarı hakkında iki ayrı lügattir.

98

De ki, ey ehli Kitap! Ne için Allahü teâlâ'nın âyetlerini, Kur’ân’ı inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allahü teâlâ yaptıkarınıza hakkıyla şahittir. Sonra sizleri o şey üzere hesaba çekecektir.

99

De ki, ey ehli Kitap! Ne için îman edenleri Peygamberi yalanlamanız ve onun sıfatını gizlemenizle Allahü teâlâ'nın yolundan dininden men ediyorsunuz, çeviriyorsunuz? Onu o yolu çarpık olarak istiyorsunuz, talep ediyorsunuz. Halbuki sizler sahicilersiniz, kitabınızda mevcut olduğu gibi râzı olunan ve kayyim olan dinin İslâm dini olduğunu bilenlersiniz. Allahü teâlâ da sizin yaptığınız şeylerden, küfürden, tekzipten gâfil değildir. Sizleri cezalandırmak için belirli bir vakte kadar te'hir ediyor.

İvacen lâfzı mastardır. “ haktan meyledici olarak “

100

Bu âyet-i kerîme, Yahûdilerden bazısının Evs ve Hazrec kabilelerine uğrayıp onların birbirlerine sıcak davranmalarının onları kızdırması ve onlara cahiliye zamanında aralarında geçen fitneleri hatırlatıp aralarında anlaşmazlık çıkınca neredeyse savaşacak hâle gelmeleri üzerine inmiştir. Ey îman edenler! Kendilerine kitap verilmiş olanlardan herhangi bir fırkaya itâat ederseniz sizi îmanınızdan sonra çevirip kâfir yaparlar.

101

Ve nasıl küfür edersiniz ki, sizlerin üzerinize Allahü teâlâ'nın âyetleri okunuyor ve aranızda da Peygamberi bulunuyor. Artık her kim Allahü teâlâ'ya yapışırsa muhakkak doğru bir yola çıkarılmış olur.

Bu hayrete düşürme ve azarlama sorusudur.

102

Ey îman etmiş olanlar! Allahü teâlâ'ya ona itâat edilip âsi olunmaması, şükredilip ona nankörlük yapılmaması, hatırlanıp unutulmaması ile bi-hakkın takva ile ittikada (korku hâli içinde) bulununuz. Sahâbeyi Kiram da buyurdular ki, “ Buna kimin gücü yeter. “Ve böylece bu âyet“ Allah'tan gücünüz yettiğince ittikada bulununuz “ âyetiyle nesholundu. Ve siz ancak müslümanlar, muvahhidler olduğunuz hâlde vefat ediniz.

103

Ve hepiniz Allahü teâlâ'nın ipine dinine sımsıkı sarılınız, yapışınız. Ve birbirinizden İslâm'dan sonra ayrılmayınız. Ey Evs ve Hacrec kabileleri ve Allahü teâlâ'nın üzerinize olan nimetini, nimetlerini yâd ediniz ki, siz birbirinize İslâm'dan önce düşmanlar iken sonra Allahü teâlâ kalplerinizi İslâm'la birleştirdi de O’nun nimeti sebebiyle dinde ve velâyette kardeşler oluverdiniz ve sizler ateşten bir çukur kenarında iken sizinle oraya düşmek arasında ancak kâfir olarak ölmeniz var iken sizleri îman sebebiyle ondan çekip kurtardı. İşte Allahü teâlâ zikredilenleri sizlere beyan ettiği gibi âyetlerini sizlere açıklar, tâ ki, hidâyete eresiniz.

104

Ve sizden hayra, İslâm'a davet eder, ma'rûf ile emreder ve münkerden nehyeyler bir cemâat bulunsun, işte onlar, hayra çağırıp iyilikle emredip kötülükten meneder felâha erenlerin, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Âyetteki Minküm cârmecrûrundaki min harfi cerri baziyeti ifade içindir. Çünkü zikredilenler farzı kifâye olup ümmetin hepsine lâzım gelmez. Ve her kişiye de lâyık gelmez, cahil kişi gibi. Denildi ki, Min harfi cerri zâiddir. (O zaman mânâ;) “siz (zikredilen vasıflarda olan) bir ümmet olunuz “

105

Ve kendilerine beyyineler geldikten sonra dinlerinden ayrılıp ve onda ihtilâfa düşenler gibi de olmayınız. O kişiler Yahûdiler ve Hıristiyanlardır. Ve onlar için büyük bir azap vardır.

106

Bir nice yüzlerin ağaracağı ve bir nice yüzlerin de kararacağı günü, Kıyâmet gününü zikrediniz.

Yüzleri kararmış kimselere gelince - Onlar kâfirlerdir. Cehenneme atılırlar ve onlara azarlamak için denilir ki: Misâk gününüzdeki îmanınızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyleyse küfretmeniz sebebiyle azâbı tadınız. “

107

Ve yüzleri ağarmış olan kimselere gelince -Onlar mü'min olanlardır- Onlar Allahü teâlâ'nın rahmeti cennetin içindedirler. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.

108

İşte, şu âyetler Allah'ın âyetleridir. Onları sana ey Resûlüm Muhammed! hak olarak okuyoruz. Ve Allahü teâlâ âlemlere suçsuz yere onları yakalamakla zulüm murad etmez.

109

Göklerde olan ve yerlerde olan mülk, halklar ve kullar Allahü teâlâ'nındır. Ve bütün işler de ona döndürülür, döner.

110

Sizler ey ümmet-i Muhammed, Allah'ın ilminde insanlar için çıkartılmış, izhar olunmuş hayırlı bir ümmetsiniz. Ma'ruf ile emredersiniz, münkerden nehyeylersiniz ve Allahü teâlâ'ya îman ediyorsunuz. Eğer ehli kitap da îman etselerdi elbette o îman kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan mü'min olanlar vardır, Abdullah İbn Selâm (radıyallahü anh) ve arkadaşları gibi. En çoğu ise fâsık, kâfir kimselerdir.

111

Onlar Yahûdiler, size ey müslümanlar cemâati, tehdid ve sövmekten olan lisanla ezadan başka zarar veremezler. Ve eğer sizinle savaşta bulunurlarsa size, hezimete uğramış oldukları hâlde arka çevirip kaçarlar. Sonra size karşı onlara yardım da olunmaz, bilâkis onların aleyhine sizlere yardım olunur.

112

Onların üzerlerine nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillet vurulmuştur. Ve böylece onlar için hiçbir izzet yoktur. Ancak Allahü teâlâ'dan bir ipe, insanlardan mü'minlerden de bir ipe sarılmış olmaları müstesna. O ip onların mü'minlerle cizyenin verilmesi üzere em'an almakla olan ahitleridir. Onlar için bundan gayrı bir korunma yoktur. Ve Allah tarafından bir gazâba uğradılar ve onların üzerine meskenet de vuruldu. Bu da onların Allah'ın âyetlerine küfretmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. İşte bu -tekiddir- onların Allah'ın emrine âsi olup ve haddi aşmaları helâli geçip harama tecâvüz etmeleri sebebiyledir.

113

Hepsi ehli kitap eşit, müsâvi değillerdir. Ehli kitaptan bir takım kâim, müstekim ve hak üzere sabit olan cemâat vardır ki, Abdullah İbn Selâm (radıyallahü anh) ve arkadaşları gibi. Gece anlarında saatlerinde Allah'ın âyetlerini okurlar ve onlar secde ederler namaz kılarlar. Bu cümle hâldir.

114

Allahü teâlâ'ya ve âhiret gününe îman ederler, ma'rûf ile emir ve münkerden nehyederler. Ve hayırlı işlere koşarlar ve işte bunlar, zikredilen şeylerle mevsûf olan bu kimseler salihlerdendir. Onlardan böyle olmayıp ve salihlerden olmada vardır.

115

Ve hayırdan ne yaparsanız küfrana uğratılmayacaksınız. sevabından yoksun kalmayacaksınız. Bilâkis onun karşılığında mükâfatlandırılacaksınız. Ve Allahü teâlâ o müttekîleri hakkıyla bilendir.

Tefalû fiil; ta ile okundu (o zaman fail) “ümmet“ ayrıca ya ile (yefalu diye) okundu. “ O kâim ümmet yaparlarsa “.

Len tükferu fiili de ta ile ve ya ile (len yükferu) diye okundu.

116

Muhakkak o kimseler ki, kâfir oldular, malları ve evlâtları onlardan, Allah'tan azâbından hiçbir şeyi kaldıramaz, defedemez. Allahü teâlâ, âyette malları ve çocukları zikretmekle hususîleştirdi. Çünkü insan bazı kere kendinden malı feda etmekle bir kötülüğü defeder bazı kere de çocuklarından yardım istemekle defeder. Ve işte onlar cehennem ehlidirler. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.

117

Bu dünya hayatında, peygambere düşmanlık veya sadaka ve buna benzeri şeyler hususunda onların, kâfirlerin infak ettikleri şeyin misâli örneği bir rüzgâr gibidir ki, onda kavurucu şiddetli bir sıcaklık ya da soğukluk vardır. Küfür ve masiyet sebebiyle nefislerine zulmetmiş olan bir kavmin tarlasına, ekinine vurup onu helâk etmiştir. Ve onunla menfaatlenememişlerdir. Aynı şekilde nafakaları da gidici olup onlarla menfaatlenilmemiştir. Ve Allah onlara nafakalarının zayi olmasıyla zulmetmedi, fakat onlar o nafakaların zayi olmasını gerektiren küfür sebebiyle kendi nefislerine zulmederler.

118

Ey îman edenler! Sizden başkalarından, Yahûdilerden, Hıristiyanlardan ve münafıklardan olarak sizin gayrınızdan dost, sizin sırlarınız üzere muttali olan yakınlar edinmeyiniz. Size fesad eriştirmekte asla kusur etmezler. sizin için fesadı eksik yapmazlar. Sizin meşakketlenmenizi, sıkıntıya düşmenizi -Anet; şiddetli zarar demektir- severler, temenni ederler. Muhakkak ki, buğuz, sizlere olan düşmanlıkları ağızlarından, aranızdaki hadiseler ve müşriklerin sizin sırlarınıza muttali olmasıyla (o şeyleri aralarında konuşmakla) zâhir olmuştur. Kalplerinin düşmanlıktan gizlemiş olduğu şey ise daha büyüktür. Şüphe yok size onların düşmanlıkları üzere olan âyetleri apaçık beyân ettik, eğer bunu akıl eder oldu iseniz onlarla dost olmayınız.

Habâlâ lâfzı evvelindeki bir (Fi) harfi ceninin hazfedilmesiyle mensuptur.

119

İşte sizler ey mü'minler onları sizlere olan akrabalıklarından veya arkadaşlıktan dolayı seversiniz. Halbuki onlar size din hususunda muhalif olduklarından sizleri sevmezler. Ve siz kitabın hepsine, bütün kitaplara inanırsınız, halbuki onlar sizin kitabınıza inanmazlar. Ve size rastladıkları zaman“îman ettik“ derler. Ve kendi kendilerine kaldıklarında aleyhinize olan gayızdan, görmüş oldukları aranızdaki dostluktan dolayı şiddetli kinlerinden sebep parmaklarının uçlarını ısırırlar. Onların şiddetli gazâbından, mecazi olarak parmak uçlarını ısırmakla tâbir olundu, her ne kadar orada bir ısırma işi olmasa da.

De ki: Gayzınızla ölünüz. “Bulunduğunuz hâl üzere ölene kadar kalınız. Sizleri mesrur edecek bir şey göremeyesiniz.“ Şüphe yok ki, Allahü teâlâ kalplerin zâtını, kalplerde olanı bilir. Bu kişilerin saklamış oldukları şey (düşmanlık) de onun kalplerde bulunan, bilgisi dahilinde olan şeylerdendir.

Hâ harfi, tenbih içindir.

120

Sizlere bir hasene, nimet meselâ yardım ve ganimet gibi dokunursa, isabet ederse onları kötü eder, onları üzer. Size bir fenalık, hezimete uğramak ve açlık isabet ederse onunla sevinirler. Ve eğer onların ezasına sabrederseniz ve onlarla dostluk kurmakta ve diğer şeylerde Allah'tan korkarsanız onların hileleri size bir şey ile zarar veremez. Şüphesiz ki, Allah onların yaptıklarını kuşatıcıdır bilicidir. Ve sizleri o yaptığınız şeyler mukabilinde hesaba çekecektir.

Şart cümlesi olan“ in temseküm” kendinden önce şart olan“ izâ Lekûküm “'e muttasıl olup arada olan” kul mûtû bi gayzıküm “ise cümle-i itiraziyyedir. Mânâ şöyledir, “Onlar size oları düşmanlıkta en üst seviyededirler. Öyleyse sizler onlarla halâ niye dostluk kuruyorsunuz. Onlardan sakınınız “

“ dâd “ harfinin kesresi ve râ'nın sükûnuyle (Lâ yadırküm diye) okundu ve ayrıca dâd 'ın zammesi ve ”Râ nın şeddesiyfe (Lâ yadurruküm diye) okundu.

Yâmelûne fiili yâ ile ve ayrıca tâ ile Tâmelûne diye okundu.

121

Hatırla ki, Ey Resûlüm Muhammed! Bir vakit erkenden ehlinden Medine'den ayrılmıştın. Mü'minleri savaş için mevzilere, orada durabilecekleri merkezî yerlere hazırlıyordun, yerleştiriyordun Ve Allahü teâlâ, sizin sözlerinizi hakkıyla işiticidir, hallerinizi hakkıyla bilicidir. O gün Uhud günüdür. Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) 1000 ya da 950 kişiyle müşrikler de üç bin kişiyle savaşa çıktılar. Hicretin üçüncü senesinin Şevval ayının yedinci günü ola Cumartesi günü bir mahalde konakladılar. Resûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem), sırtını ve askerin sırtını Uhud dağı tarafına yöneltti. Mü'minlerin saflarını düzeltti ve okçulardan bir grubu, onlara Abdullah b. Cübeyr'i komutan tayin edip dağın yamacına yerleştirdi. Ve şöyle dedi: “Bizden oklarla (düşmanı) savınız ki, arkamızdan gelmesinler ve biz mağlub da olsak galib de gelsek, sakın yerlerinizi terk etmeyin“.

122

O vakit ki, sizden iki zümre, askerin iki kanadı olan Beni Seleme ve Beni Harise dağılmaya, savaştan korkup geri çekilmeyi kastetmişti.

Bu hadise şöyle oldu; Ne zamanki münafık olan Abdullah ibni Ubey ve arkadaşları geri dönüp ve “ Biz kendimizi ve evlâtlarımızı ne şey üzerine öldüreceğiz ki, ? ” deyince ve kendisine “Allah sizden Peygamberinizin ve nefislerinizin korunması hususunda yemin aldı “ diyen Ebi Câbir Selmiye de “Şâyet biz savaşmayı bilsek sizlere tâbi oluruz “ deyince, Allahü teâlâ her iki taifeyi sabit kıldı ve onlar da geri çekilmediler. Allah onların velisidir, onlara yardım edicidir. Ve mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler, ona güvensinler ondan gayrısına değil.

İz lâfzı makablindeki âyetteki iz lâfzından bedeldir.

123

Bu âyet onlar hezimete uğradıklarında Allah'ın rahmetini onlara hatırlatması için inmiştir.

Ve şüphe yok ki, siz aded ve silah azlığı sebebiyle kuvvetsiz iken Allahü teâlâ size Bedir'de -Mekke ile Medine arasında bir mevzidir. - Yardım etmişti. Ve sizler zelil bir durumda idiniz. Artık Allah'tan korkunuz ki, onun nimetlerine şükredesiniz.

124

O vakitte idi ki, sen mü'minlere diyordun, (onların kalplerini) mutmain kılmak için onlara vaad ediyordun: Rabbinizin indirilmiş olan üç bin melekle size imdad etmesi size yardım etmesi size kifâyet etmez mi?

iz lâfzı, Le-nasaraküm'ün zarfıdır.

Münzelin tahfifle okundu. Ve şeddeyle (münezzelin diye de) okundu.

125

Evet..... Bu size kifâyet eder. Enfal sûresinde, yardım bin melekle oldu. Çünkü Allahü teâlâ ilk önce bin taneyle yardım etti. Sonra melekler üç bin ve sonra beş bin oldu. ki, Allahü teâlâ'nın buyurduğu gibi. -Eğer düşmanla karşılaşmak üzere sabrederseniz ve muhalefet etmekte Allah'tan korkarsanız. Ve onlar da müşrikler de “fevr”lerinde (savaş) vaktinde üzerinize gelirlerse Rabbîniz size beş bin nişanlı alâmetlenmiş melekler ile imdat edecektir. O mü'minler de sabrettiler ve Allah da onlara, onlarla beraber omuzları arasına sarkıtmış oldukları sarı ya da beyaz sarıklar olan ve alaca renkli atlar üzerinde olan meleklerin savaşacağı vaadini yerine getirdi.

Musevvimin vav’ın kesrasiyle okundu. Ve vav'ın fethasıyla (müsevvemin diye de) okundu.

126

Ve Allah bunu yardımı ancak size nusretle bir müjde olmak ve bununla kalpleriniz mutmain, sakin olsun diye kılmıştır. Böylece kalpleriniz onların çokluğu ve sizin azlığınızdan dolayı korkuya kapılmasın. Nusret ancak Azîz Hakîm olan Allah tarafındandır. Onu dilediğine verir, yoksa yardım ordunun çokluğuyla değildir.

127

Ta ki, o küfredenlerden bir kısmını kâtille ve esir etmekle kessin -”nasaraküm” e mütealliktir - helâk etsin veya onları mağlup etsin, hezimete uğratmakla alçaltsın da hüsrana uğradıkları oldukları hâlde geri dönüp gitsinler, murat ettikleri şeye de nail olmasınlar.

128

Bu âyet Uhud gününde Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'ın Rebâiyye denilen mübarek dişlerinin kırılıp, başının da yaralanıp ve “ Nebîlerinin yüzünü kanla bulayan bir kavim nasıl felâhbulur“ dediğinde nâzil oldu.

Senin için emirden bir şey yoktur. Bilâkis emir Allah'a âittir, sabret. Ya ta ki, onları İslâm sebebiyle tevbe ettirsin veya onları muazzeb kılsın. Çünkü onlar küfür sebebiyle zâlim kimselerdir.

Senin için emirden bir şey yoktur. İla harfi cerri mânâsındadır.

129

Ve göklerde ne varsa yerde ne varsa mülk, halk ve kullar olarak Allah'a âittir. Bağışlamayı dilediğini bağışlar, azap etmeyi dilediği kimseye de azap eder. Ve Allah dostlarını ziyade bağışlayıcıdır, onun tâat ehline de rahmet edicidir.

130

Ey îman edenler! Ribayı kat kat arttırılmış olarak - Mudâafe lâfzı elifle okundu. Ayrıca elifsiz olarak (Mudağğafe diye) okundu - Şöyle ki, vâd e dolduğu anda malda ziyâde yapıp, malı geri istemeyi de geciktiriyorsunuz. Ve Allah'tan ribayı terk etmekle sakınınız ki, felâha eresiniz, kurtuluşa eresiniz.

131

 Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten onunla azap olunmanızdan sakınınız.

132

Ve Allahü teâlâ'ya ve Peygambere itâat ediniz ki, rahmete eresiniz.

133

Ve Rabbiniz den bir mağfirete ve eni gökler ile yer genişliğinde olan ikisinden biri ötekine bitişmiş olsa gökler ile yerin genişliği gibi olan -Arz, genişlik demektir- bir cennete koşunuz ki, tâatları yapıp masiyetlerden kaçmakla Allah'tan sakınanlar için hazırlanmıştır.

134

Öyle müttekîler ki, bollukta da darlıkta da zenginlikte de ve fakirlikte de, Allah'a Tâatta intakta bulunurlar. Ve öfkeyi yutarlar, gücü yetmekle beraber onu yerine getirmekten kendisini menederler ve kendilerine zulmeden nâsın kusurlarını affeder insanları cezalandırmayı terk eden kimselerdir. Allahü teâlâ şu fiillerle ihsan edenleri sever onları sevaplandırır.

135

Ve öyle zâtlar ki, bir fuhşî şey zina gibi çirkin bir günah yaptıkları ya da nefislerine o çirkin günahtan küçük olanla (öpmek gibi) zulmettikleri zaman Allahü teâlâ'yı onun tehdidini zikrederler ve hemen günahları için istiğfarda bulunurlar. Ve kimdir, yoktur Allah'tan başka günahları bağışlayan? Ve onlar yaptıklarına o yaptıkları şeyin günah olduğunu bile bile ısrar, devam etmezler.

136

İşte onlar, onların mükâfatları Rabbleri tarafından mağfirettir. Ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada ebedî kalıcı oldukları hâlde Hâlidîne lâfzı hâli mukadderedir. oraya girdikleri zaman orada ebedî kalmaları mukadder oldukları hâlde. Tâatla amel edenlerin ecri ne güzel oldu!

137

Uhud'daki hezimet hakkında nâzil oldu. Muhakkak sizden evvel, kâfirler hakkında onlara mühlet verilip sonra yakalanmalarıyla ilgi olan birçok hadiseler, vakıalar gelip geçmiştir. Ey mü'minler! Artık yerde dolaşınız da bakınız ki, peygamberleri yalanlayanların âkıbeti helâkten olan hallerinin sonu nasıl olmuştur. Onların gâlip olmalarından dolayı üzülmeyiniz. Çünkü ben onlara bir vakte kadar mühlet vermekteyim.

138

İşte bu Kur’ân insanların hepsi için beyandır ve o insanlardan müttekî olanlar için de dalâletten hidâyete kavuşmak ve bir nasihattir.

139

 Kâfirlerle savaşmaktan gevşemeyiniz zayıf kalmayınız. Ve Uhud'da-size isabet eden şeye de üzülmeyiniz ve sizler onlara gâlip gelmekle en yüksekte olanlarsınız. Eğer bi-hakkın mü'minler iseniz.

Bu şartın cevabının üzerine mâ kablinin bütünü delâlet etmektedir.

140

Eğer size Uhud'da bir yara yaralanmaktan ve benzeri şeylerden olan bir meşakkat dokunursa, isabet ederse şüphesiz o kavme de kâfirlere de onun benzeri bir yara Bedir de dokunmuştur. Ve biz o günleri nâsın arasında bir gün bir fırka için, bir gün diğer bir firka için vaazlansınlar diye döndürürüz, onları çeviririz. Ve Allahü teâlâ ilmi zuhurla îman edenleri, dinlerinde ihlâs edenleri diğerlerinden ayırıp bilsin ve sizden şahitler edinsin, onlara şehadet sebebiyle ikram etsin içindir. Ve Allahü teâlâ zâlimleri kâfirleri sevmez. onlara azap eder. Onların üzerine nimet olarak verilen şeyler ise sadece bir istidracdır.

Karh lâfzı kafı'n fethasıyla okundu. Ve ayrıca zammesiyle (kurh) diye okundu.

141

Ve Allahü teâlâ îman edenleri seçmesi onlara isabet eden şeyler sebebiyle onları günahlardan temizlemesi ve kâfirleri helâk etmesi içindir.

142

Yoksa bilâkis cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? Allahü teâlâ sizden mücâhede edenleri ilmi zuhurla bilmedikçe ve sıkıntıları hususunda sabredenleri de belli buyurmadıkça.

143

Yemin olsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz Şöyle ki, “keşke bizim için Bedir günü gibi bir gün olsa da o günün şehitlerinin nail olduğu şeylere bizler de nail olsak“ demiştiniz. İşte siz bekleyip durduğunuz hâlde durum nasıl olacak diye düşündüğünüz ve nazar ediyor olduğunuz hâlde onu onun harbe sebebiyetini görüverdiniz. Öyleyse niçin hezimete uğradınız.

Temennevne fiilînde asılda, olan iki ta'dan birinin hazfı vardır.

144

Bu âyet, Rasûlüllah'ın öldüğü haberinin ortalığa yayılıp, münafıkların da mü'minlere ”eğer o öldüyse dininize geri dönün“ dediklerinde müslümanların hezimete uğramaları hakkında inmiştir. Ve Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer O, diğerleri gibi ölse veya öldürülse siz gerisin geriye dönüvereceksiniz. Küfre döneceksiniz. “ O mâbud değildi ki, geri dönesiniz. “Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allahü teâlâ'ya hiçbir zarar vermiş olamaz. Ve ancak kendisine zarar vermiş olur. Ve Allahü teâlâ nimetlerine sebatla şükredenlere mükâfat verecektir.

Son cümle istifham-ı inkâri mahallidir.

145

Ve hiçbir nefis için Allahü teâlâ'nın izni, onun kazası olmadıkça ölmek yoktur. Vadesi tayin edilmiş olan yazmakla mef’ûlü mutlaktır. “ Allahü teâlâ onu yazdi “ . Ne öne geçebilir ne de tehir olunabilir. Öyleyse neden hezimete uğradınız. Hezimet ölümü defedemez, sebat da hayatı kesemez. Ve her kim ameliyle dünya sevabını dünyadan o amelin mükâfatını dilerse ona ondan kendisi için ayrılanı veririz. Ve şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız.

146

 Ve nice peygamberler ve onlarla beraber olan birçok âlimler vardır ki, öldürüldüler de Allah yolunda kendilerine yaralardan, peygamberlerinin ve arkadaşlarının katledilmesinden isabet eden şeylerden dolayı ne gevşediler, korktular ne de cihattan zaafa düştüler, ne de peygamber öldürüldü denildiğinde sizin yaptığınız gibi düşmanlarına boyun eğdiler.

Allahü teâlâ ise belâ üzerine sabredenleri sever. onları sevaplandır.

Bir kırâatta kutîle fiili kâtele diye okundu. Fail ise tahtındaki zamirdir.

147

Ve onların sabırları ve sebatlarıyla beraber nebîlerinin öldürülmesi anındaki sözleri kendilerine isabet eden şeyin kötü fiillerinden dolayı olduğunu bildirmek ve nefislerini kırmak için ancak şöyle demekti: Ey Rabbimiz! Bizim için günahlarımızı ve işlerimizdeki israfımızı, haddi aşmamızı mağfiret buyur ve ayaklarımızı cihat üzere kuvvetle sabit kıl ve bizlere kâfirler güruhu üzerine yardım et.

148

Artık Allahü teâlâ da onlara hem dünya sevabını, yardımı ve ganimeti, hem de âhiret sevabının güzelliğini, cenneti verdi. İhsanın güzel olması, hak kazanmanın üst mertebesidir. Ve Allahü teâlâ muhsin olanları sever.

149

Ey îman edenler! Eğer kâfir olanlara sizlere emretmiş oldukları şeyde itâat ederseniz sizleri gerisin geriye küfre çevirirler. Artık büyük zarar lara uğramış olduğunuz hâlde geri dönmüş olursunuz.

150

Hayır. Allah sizin mevlânızdır, sizin yardım edicinizdir. Ve o yardımcıların en hayırlısıdır. Altık onlara değil Allah'a itâat ediniz.

151

Hakkında Cenâb-ı Allah'ın hiçbir sultan, ibâdet edileceği üzere bir hüccet indirmemiş olduğu şeyleri -o şeyler putlardır- ona ortak koşmaları sebebiyle kâfirlerin kalplerine yakında korku düşüreceğiz. Onların gidecekleri yer cehennemdir. O zâlimlerin, kâfirlerin duracakları yer, sığınacakları yer ne fenadır.

152

Yemin olsun ki, Allahü teâlâ size yardımla vadini ifâ buyurdu. O zaman ki, O’nun izniyle irade-i külliyesiyle onları kesip doğruyordunuz, onları katlediyordunuz. Tâ ki, o sevdiğiniz yardımı, Allah size gösterdikten sonra yılgınlık gösterdiniz, savaştan çekindiniz, emirde, Rasûlüllah'ın dağın yamacında ok atmak için durulmasıyla olan emrinde nizâa düştünüz, ihtilâf ettiniz. Bazınız “Biz artık gidelim. Çünkü gerçekten arkadaşlarımıza yardım olundu “ dedi bazınız da “Peygamber'in (sallalahü aleyhi ve sellem) emrine muhalif olmayalım“ demişti. Ve onun emrine isyan ettiniz, ganimet almak için mevziyi terkettiniz. İçinizden kimi dünyayı istiyordu, bundan sebeb ganimet için mevziyi terketti. Ve sizden kimi de âhireti istiyordu.

Bundan dolayı öldürülünceye kadar orada sabit kaldı. (Abdullah b. Cübeyr ve arkadaşları gibi) Sonra sizi belalandırmak sizi imtihan etmek ve böylece muhlis olanı diğerinden ayırmak için onlardan kâfirlerden çevirdi. Sizi hezimetle geri çevirdi. Ve sizden irtikâp ettiğiniz şeyi af buyurdu. Ve Allahü teâlâ mü'minler üzerine affıyla fazl sâhibidir.

Feşiltüm fiilinin başındaki “ İzâ“ nın cevabına onun ma kabli delâlet etmektedir. “ Onun yardımı sizi menetti. “

 “izâ“ nın mukadder cevabı üzerine atfolundu.

153

O vakti yad ediniz ki, siz dağlara çekiliyordunuz. Savaş sahasından kaçarak yeryüzünde uzaklaşıyordunuz. Ve hiç bir kimseye dönüp bakmıyordunuz, meyletmiyordunuz. Peygamber ise sizleri arkanızdan çağırıyor, “Bana geliniz, ey Allah'ın kulları, bana geliniz, ey Allah'ın kullari “ diyordu. Artık Allah sizleri; gamdan dolayı, muhalefet etmekle Rasûlulah'a olan gammınız sebebiyle hezimete uğramakla olan bir gamla sevaplandırdı, mükâfatlandırdı. Ta ki, hem sizin ganimetten fevt olan şeylerden ve hem de katilden ve hezimetten sizlere isabet eden şeylerden mahzun olmayasınız. Ve Allahü teâlâ yaptığınız şeylerden haberdardır.

 “izâ“ nın mukadder cevabı üzerine atfolundu.

 “izâ“ nın mukadder cevabı üzerine atfolundu.

“ Li keylâ“ daki lâm harfi cerri ya “ Afâ“ fiiline ya da ”esâbeküm ”e mütealliktir. Eğer “ esâbeküm ”e müteallik olursa o zaman” Lî keylâ“ daki Lâ harfi zâiddir.

154

O gammın ardından üzerinize bir emniyet, hafif bir uyku indirdi ki, sizden bir zümreyi örtüp kaplayıverdi. O zümre mü'minler idi. Kalkanların altında uyuklayıp sağa sola meylediyorlar ve kılıçları ellerinden yere düşüyordu. Sizden bir taifeyi de nefisleri kaygıya düşürdü. nefisleri onları bir kaygıya itti ki, onlar için Peygamber ve ashâbı bir tarafı nefislerinin necatından başka bir arzu yoktu. Bundan dolayı uyuyamadılar. Bu zümre de münâfik olanlardır. Allahü teâlâ'ya karşı cahiliyye zannı gibi haktan gayrı bir zanla zanda bulunuyorlardı. Şöyle ki, onlar Peygamberin öldürüldüğünü ya da yardım olunmayacağına inanıyorlardı. Ve diyorlardı ki: Bize bu emirden, vaad olunduğumuz yardımdan bir şey var mıdır? yoktur. Onlara de ki: Şüphesiz emrin hepsi -Küllehu, te'kid olduğu için nasbla okundu. Ayrıca refle de Küllühu diye okundu. O zaman mübteda olup haberi ise- Allah'ındır. (bütün) hüküm onun içindir, dilediğini yapar. Onlar sana açıklayamayacakları, izhar edemeyecekleri şeyleri kendi nefislerinde gözleyiverirler. Derler ki: Mâ kablini beyandır. Eğer bizim için bu emirden bir şey olsaydı burada kati olunmazdık. “ eğer seçme hakkı bize âit olsaydı (savaşa) çıkmazdık ve öldürülmezdik. Fakat zorla çıkarıldık. “

Onlara de ki: Eğer sizler evlerinizde olsaydınız ve aranızda Allah'ın onun üzerine katli yazmış olduğu birisi olsa sizden üzerlerine katledilmeleri yazılmış hüküm olunmuş olanlar yine yatacakları yerlere ölüp yıkılacakları yerlere çıkarlardı. Ve öldürülürlerdi. Onları (savaşa gitmeyip) oturmaları onları kurtarmazdı. Çünkü Allah'ın hükmü hiç ihtimalsiz gerçekleşicidir. Ve Allah göğüslerinizin, kalplerinizin içinde ihlâstan ve nifaktan olan şeyi ortaya koymak ve kalplerinizde olanı temyiz etmek için Uhud'da bu yaptığı işi vücuda getirdi, Ve Allah göğüslerin zatında kalplerde olanı hakkıyla bilendir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz. Ve ancak insanlara bir şeyi izhar etmek için imtihan eder.

Nuâs lâfzı emeneten lâfzından bedeldir.

Yagşâ fiili yâ ile okundu. Ve tâ ile (tağşâ diye de) okundu.

155

Şüphe yok ki, iki ordunun müslümanlar ordusu ve kâfirler ordusunun Uhud'da karşılaştığı gün sizden savaştan geri dönenler on iki adam müstesna müslümanların hepsi onların ayaklarını bazı kazanmış oldukları günahlar -o da Peygambere muhalefet etmektir- sebebiyle şeytan vesvese vermekte kaydırmak istemiştir. Ve muhakkak Allah onları atfetmiştir. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ mü'minleri bağışlayıcıdır, Halîm'dir. Asilere karşı acele etmez.

156

Ey îman edenler! Kâfir olanlar münafıklar ve kardeşleri için onların hakkında yeryüzünde sefere çıktıkları sonra öldükleri veya gaziler öldürdükleri zaman ”eğer onlar bizim yanımızda olsalar idi ne ölürlerdi ve ne de öldürürlerdi “ diyenler gibi olmayınız. onların sözü gibi söz söylemeyiniz, Allahü teâlâ onların işlerinin âkıbeti hakkında olan şu kavli onların kalplerinde bir hasret kılmak için yapmıştır. Halbuki Allahü teâlâ yaşatır ve öldürür. Oturmak (savaşa çıkmamak) ölmekten menedemez. Ve Allahü teâlâ yaptığınız şeyleri hakkıyla görücüdür. Ve onların mukabilinde sizleri cezalandıracaktır.

Guzzen gazinin cemisidir.

Tâmeûn fiili tâ ile okundu ve ayrıca yâ ile yâmelûn diye okundu.

157

Ve andolsun ki: Allah yolunda cihatta öldürülürseniz veya ölürseniz orada sizlere ölüm gelirse elbette Allahü teâlâ'dan günahlarınızı bir mağfiret ve buna karşılık onun tarafından size rahmet sizlerin dünyadan topladıklarınızdan daha hayırlıdır.

Muttum fiili mim’in zammesiyle mâte- yemûtu’den mim’in kesresiyla mate yemâtû’dan gelmektedir.

Le mağfiretün’deki lâm ve medhulu kasemin cevabıdır ve fiil mevzisindedir. Ayrıca mübtedadır. Haberi ise ” hayrun” kelimesidir.

Tecmaûne fiili ta ile okunduğu gibi ya ile (yecmaûne diye) okundu.

158

Ve elbette ki, eğer ölseniz de ya da cihatta veya gayrısında öldürseniz de âhirette ancak Allah'a başkasına değil haşrolunacaksınız. Ve sonra sizleri cezalandıracaktır.

Muttum fiili mittüm şeklinde de okundu

159

 Allah'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ey Resûlüm Muhammed!“ kendi ahlâkını, onlar sana muhalefet ettikleri zaman yumuşak kıldın.”Ve eğer sen çirkin huylu, katı yürekli kaba olsaydın ve onlara karşı sert davranmış olsaydın elbette etrafından dağılırlardı ayrılırlardı. Artık onlardan, yapmış oldukları şeyi affet (o şeyden) görmeyip geç. Ve onlar için günahlarına istiğfar et, ta ki, onları bağışlayayım. Ve onlar ile emir hususunda, harpden ve başka şeylerden olan senin durumun hakkında, onların kalblerini hoş kılmak ve seninle aynı yolda olsunlar diye müşavere et onların görüşlerini ortaya çıkart. Bundan (âyetten) sonra Hazret-i Peygamber, âshabıyla meşveresi çok olan bir kimse oldu. Sonra, müşevereden sonra murad ettiğin şeyi yerine getirmeye azmettiğin zaman da Allah'a tevekkül et, ona güven müşavereye değil. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ kendisine tevekkül edenleri sever.

160

Eğer Allahü teâlâ size yardım ederse, Bedir gününde olduğu gibi düşmanınıza karşı size yardım ederse artık size gâlip olacak kimse yoktur. Ve eğer sizi Uhud gününde olduğu gibi size yardımı terk etmekle hezimete uğratırsa artık ondan sonra, onun hezimete uğratmasından sonra size yardım edecek kimdir? size yardım edecek kimse yoktur. Ve mü'minler başkasına değil ancak Allahü teâlâ'ya tevekkül etsinler güvensinler.

161

Bu âyet-i kerîme Bedir gününde (ganimetlerin içindeki) bir kırmızı kadifenin kaybolup, bazı kimselerin de “ Bunu Rasûlüllah almış olmalıdır. “ demeleri üzerine nâzil oldu.

Bir peygamber için ganimet hususunda hıyanetlik yapması olmaz, lâyık olmaz (câiz değildir) Öyleyse ona karşı böyle bir şeyi zannetmeyiniz. Her kim hıyanet ederse hıyanet ettiği şey ile Kıyâmet gününde o boynu üzerinde taşıdığı hâlde gelir. Sonra her hıyanetlik yapan veya gayrisi olan şahsa kazanmış olduğu amel etmiş olduğu şeyin karşılığı ödenir. Ve onlar hiçbir şey cihetinden de zulüm olunmazlar.

Bir kırâatta “yegulle “ fiili mef’ûl için bina edilerek“yugalle “ diye okundu. “ hıyanet yapmaya nisbet olunması sahih olmaz “

162

Ya Allahü teâlâ'nın rızasına tâbi olup, ona itâat ederek hıyanetlik de yapmayan kimse günahı ve hıyaneti dolayısıyla Allah'tan müthiş bir gazâba uğrayan, dönen kimse gibi olur mu? Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir. O (öyleyse o kişi böyle bir kimse gibi) değildir.

163

Onlar Allahü teâlâ'nın ındinde derece derecedirler. derece sahipleridirler. menzilleri değişik değişik olan zâtlardırlar. Şöyle ki, Allah'ın rızasına tâbi olan için sevab vardır. Gazâbına uğrayan için de azap vardır. Ve Allahü teâlâ yaptıkları şeyleri bi-hakkın görücüdür. Sonra onun karşılığında onları cezalandırıp karşılığını verecektir.

164

Yemin olsun ki, Allahü teâlâ mü'minlere ihsan buyurdu. Çünkü içlerinde kendilerinden olan onların gibi arap olan bir peygamberi ondan (istedikleri şeyi) öğrensinler ve ona yakın olabilsinler diye yolladı. Bir melek ya da acem diyarından olan bir insanı (yollamadı) ki, onlara Allah'ın âyetlerini Kurân'ı okuyor ve onları tezkiye ediyor, onları günahlardan temizliyor. Ve onlara kitabı Kur’ân’ı ve hikmeti sünneti öğretiyor. Ve halbuki gerçekten in lâfzı inne'den muhaffefdir. “ gerçekten onlar“ Bundan evvel, onun gönderilmesinden evvel apaçık aşikâr bir sapıklık içinde bulunmuş idiler.

Ve halbuki gerçektenin lâfzı inne'den muhaffefdir.

165

Ne zamanki size Uhud'da sizden yetmiş kişinin katlolunmasıyla bir musibet isabet etti. Siz onun iki katını Bedir'de onlardan yetmiş kişiyi katletmek ve yetmişini de esir olmakla isabet ettirmiş idiniz, müteaccip olduğunuz hâlde “Bizim için olan bu musibet biz müslüman olup, Allah'ın rasûlü de içimizde olduğu hâlde nereden mı “ dediniz? Son cümle istifhamı inkârî mahallidir. Onlara de ki: O kendi nefisleriniz tarafındandır. Çünkü siz mevzinizi terkettiniz ve hezimete uğradınız. Şüphe yok ki, Allah her şeye kâdirdir. Yardım etmesi ve yardımı menetmesi onun her şeye kâdir olmasındadır. Ve gerçekten sizi de muhalefetiniz yüzünden cezalandırmıştı.

166

İki ordunun Uhud'da karşılaştığı gün size isabet eden, Allahü teâlâ'nın izni ile, irade-i külliyesi ile idi ve Allahü teâlâ, hakiki mü'minleri ilmi zuhurla bilmesi içindi.

167

Ve nifakta. bulunmuş olanları açığa çıkarmak içindi. Ve öyle kimseler ki, onlara (onlar Abdullah b. Ubey ve arkadaşlarıdır) savaştan çekildiklerinde “geliniz de Allah yolunda O’nun düşmanlarıyla savaşınız ya da savaşmıyorsanız sayınızın“çokluğuyla o kavmi bizden def edin“ denilmişti. Dediler ki: Biz savaşmayı bilseydik güzel yapsaydık size uyardık. Allahü teâlâ da onları tekzib için buyurdu ki: Onlar o gün mü'minlere, hezimete uğramaktan izhar etmiş oldukları şey sebebiyle îmandan ziyade küfre daha yakındılar. Halbuki bundan önce îmana zâhiren daha yakındılar. Onlar kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler. Ve eğer savaşmayı bilseler bile size tâbi olmazlardı. Ve Allah onların nifaktan ne sakladıklarını bilicidir.

168

Onlar ki, kendileri cihattan oturdukları hâlde dinde kardeşler için” eğer onlar, Uhud şehidleri ya da kardeşlerimiz bizlere oturma hususunda itâat etselerdi öldürülmezler idi ” dediler. Onlara de ki: Öyleyse kendi nefislerinizden ölümü defediniz. Eğer cihattan oturmanın ölümden kurtarır olduğunda sâdık kimseler iseniz.

Onlar ki, Evvelki “ ellezîne “ den bedeldir ya da sıfattır.

169

Bu âyet-i kerîme şehidler hakkında nâzil olmuştur. Ve Allahü teâlâ'nın yolunda, onun dini için öldürülenleri ölüler sanma. Hayır, onlar Rablerinin ındinde diridirler. Onların ruhları cennette diledikleri yere uçan yeşil kuşların kursaklarındadır. (Hadiste de varid olduğu gibi) rızıklandırılırlar cennet meyvalarından yerler.

Kutilû fiili tahfifle okundu. Ve ayrıca şeddelenmekle (Kuttilû) diye de okundu.

170

Kendilerine Allahü teâlâ'nın fazlından verdiği şey ile mesrur oldukları hâlde Ve onlar arkalarından varıp kendilerine yetişememiş mü'min kardeşlerinden olan kimselerle onlara kendilerine yetişememiş kimselere bir korku olmadığı ile ve onların âhirette mahzun olmayacakları ile müjdelenmiş olurlar mesrur olurlar. Mânâ şudur: Onların emniyette olmaları ve mesrur olmalarıyla mesrur olurlar.

ferihîne lâfzi “yürzekûne “ fiilinin zamirinden hâldir.

Ellezîne'den bir sonra zikredilecek olan cümle bedel yapılmaktadır.

171

Ve Allahü teâlâ'dan bir nimet sevab ve fazl, sevabın üzerinde olan bir ziyade ile ve şüphesiz ki, Allahü teâlâ'nın mü'minlerin mükâfatını zayi etmeyeceği bilâkis onları mükâfatlandıracağı ile de müjdelenirler.

Enne lâfzı gerideki “ Niğmetim üzerine affolunduğu için hemzenin fethasıyla okundu. Ayrıca cümle-i istinâfiye olduğu için de kesrayla da okundu.

172

Onlar ki, mübtedadır. kendilerine Uhud'da yara isabet ettikten sonra Allah için ve peygamberi için savaşa çıkış ile olan davetine icabette bulundular. (Bu hadise, Ebû Süfyan ve arkadaşlarının, Peygamber ve ashâbıyla Uhud gününden itibaren gelecek sene Bedir meydanında anlaştıkları hâlde geri dönüp hepsini öldürmeyi istediklerinde vuku bulmuştur.) -mübtedanın haberi ise-onlardan ona itâatla iyilik edenler ve ona muhalefetten kaçınanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. O mükâfat cennettir.

173

Onlar ki, insanlar -Naim b. Mes’ud-u Eşcaî- onlara: Muhakkak ki, halk, Ebû Süfyan ve arkadaşları sizler için, sizleri ortadan kaldırmak için toplulukları topladılar. Artık onlardan korkunuz ve onlara karşı gelmeyiniz dediler de bu söz onları îman Allah'ı tasdik ve yakîn yönünden arttırdı. Ve Allahü teâlâ bizlere yeticidir, bizlere, onların işine karşı kâfidir ve ne güzel vekil, iş kendisine teslim edilendir O, dediler.

Sonra Sahâbe-i Kiram Rasûlüllah ile beraber yola çıktılar ve Bedir meydanında karşılaştılar. Allahü teâlâ da Ebû Süfyan ve arkadaşlarının kalblerine bir korku saldı ve (müslümanlara) karşı gelemediler. Ve onların yanlarında birçok da ticaret malı vardı. Onları satıp kâr ettiler.

Buradaki Ellezîne, evvelki ellezîne'den bedeldir ya da sıfattır.

174

Sonra da kendilerine öldürme ve yaralanmaktan olan bir fenalık dokunmaksızın Allahü teâlâ'nın nîmetiyle ve fazlı ile, selâmet ve kârla, Bedir'den geri döndüler. Ve Allah'ın rızasına ona ve Rasûlüne kıtal için yola çıkmak hususunda itâat etmekle tâbi oldular. Allahü teâlâ kendisine itâat edenler üzerine büyük bir lütuf sâhibidir.

175

Muhakkak ki o, size insanlar şöyle şöyle yaptı diyen şeytanın kendisidir. Sizi dostlarından kâfirlerden korkutuyor. Onlardan korkmayınız, emrimi terk hususunda benden korkunuz. Eğer bi-hakkın mü'minler iseniz.

176

Küfre koşanlar, küfre yardımcı olmak için onun için hızlıca hareket edenler -Onlar Mekke ehli ya da münafıklardır- seni mahzun etmesinler “ Onların küfründen ötürü kederlenme “. Şüphe yok ki, onlar Allahü teâlâ'ya fiilleriyle hiçbir bakımdan zarar veremezler. Ve onlar ancak kendilerine zarar verirler. Allahü teâlâ onlara âhirette, cennette bir haz, nasip vermemeyi murad ediyor. İşte bundan dolayı onları mahrum kıldı. Ve onlar için cehennemde büyük bir azap vardır.

Lâ yuHazret-iin fiili yâ'nın zammesi ve za'nın kesresiyla ayrıca yâ'nın fethası ve zâ'nın zammesiyfe okundu, (ikinci kırâatti göre) EHazret-ienehu fiilinin mânâsını ifade etmekte ayrı bir lügat olan Hazinehu'dan alınmıştır.

177

Muhakkak o kimseler ki, îman mukabilinde küfrü satın almışlardır, onun yerine küfrü almışlardır. Elbette onlar Allahü teâlâ'ya küfürleriyle hiçbir yönden zarar veremezler. Ve onlar için elim elem verici bir azap vardır.

178

Küfredenler asla zannetmesinler ki, onlara ömürleri uzatıp onları tehir etmekle mühlet vermemiz onların nefisleri için bir hayırdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki, masiyetlerin çokluğuyla günah cihetinden ziyadeleşsinler. Ve onlar için âhirette zillet verici zillet sâhibi olan bir azap vardır.

Yahsebenne “yâ “ile okundu ve ayrıca”Ta “ ile ” Tahsebenne “ diye okundu.

Yahsebenne fiilinin yâ ile okunduğu kırâatta ”enne ”Ve iki ma’mûlü iki mef’ûl yerine kâimdir. Diğer kırâatta ise ikinci mef’ûl yerine kaimdir.

179

Allahü teâlâ mü'minleri sizin -ey insanlar- bulunduğunuz hâl muhlis olanın olmayanla karıştığı üzere terk edecek değildir. Ta ki, pis olanı münafıkı, temizden mü'minden, bu durumu ortaya çıkaracak ağır tekliflerle temyiz edecektir ayıracaktır, Allahü teâlâ bu ayırma işini Uhud gününde yapmıştır. Ve Allahü teâlâ sizi gayba muttali kılacak da değildir ki, ayrışmadan evvel münafıkı diğerinden ayırıp tanıyasınız. Ve lâkin Hak teâlâ peygamberlerinden dilediği zatı seçer. Sonra onu gaybının üzere muttali kılar. Nitekim Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'ı münafıkların hâline muttali kıldığı gibi. Artık Allahü teâlâ'ya ve peygamberlerine îman ediniz ve eğer îman eder ve münafıklıktan sakınırsanız elbette sizin için büyük bir mükafat vardır.

-Yemize kelimesi tahfifle ve şeddeyle okundu. -

180

Allahü teâlâ'nın kendilerine fazlından olarak verdiği şeyde onun zekâtında cimrilik edenler bunun cimriliklerinin kendileri için bir hayır ikinci mef’ûldur. olduğunu sanmasınlar. Hayır bu onlar için bir şerdir. Onda, zekâtında cimrilik etmiş oldukları maldan olan şey Kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Şöyle ki, boynunda bir yılan kılınıp ve onu sokacaktır. (Hadis'de olduğu gibi) Ve gökler ile yerin mirası Allahü teâlâ içindir. O ikisinin halkları yok olduktan sonra Allah onlara vâris olur. Ve Allah yaptıkları her şeyden bi-hakkın haberdardır. Sonra o şeyin karşılığında sizleri cezalandıracaktır.

Layahsebenne, yâ ve tâ ile okundu- Âyetteki hüve zamiri fasıl içindir. Birinci Mef’ûl ise Lâ tahsebenne kırâati üzere mevsûlden önce, Lâ yahsebenne kırâati üzere ise zamirden önce mukadder olan“ Buhlehum” lâfzıdır.

Yâ'melûn yâ ve tâ ile okundu.

181

Yemin olsun ki, Allahü teâlâ “Şüphe yok Allah fakirdir, bizler ise zenginleriz “ diyenlerin sözlerini işitmiştir. Onlar Yahûdiler olup bu sözü “Allah'a kim güzel bir ödünç vermekle ödünç verir“ âyeti nâzil olduğunda söylediler ve şöyle dediler: “ eğer zengin olsaydı bizden ödünç bir şey talep etmezdi ”elbette o dediklerini onun üzere cezalandırılsınlar diye amel sahifelerine yazacağız, yazılmasıyla emredeceğiz. Ve ayrıca onların peygamberleri haksız yere öldürdüklerini de (yazacağız). Ve diyeceğiz ki, “Allahü teâlâ âhirette meleklerin lisanı üzere onlara diyecek ki, “yakıcı ateş azâbını tadınız.

Bir kırâatte “senektübü“ fiili mef’ûl için bina kılınmış olarak yâ ile (seyüktebü) diye okundu.

Katlehum lâfzı nasbla ve refle okundu.

 “Nekûlu“ fiili nûnla okundu ve ayrıca yâ ile “yekûlu“ şeklinde okundu.

182

Ve onlar oraya atıldıklarında onlara denilecek ki: Bu azap, sizin ellerinizin takdim ettiği şey sebebiyledir. Allahü teâlâ âyette, ellerle insandan tâbir buyurdu. Çünkü fiillerin çoğu ellerle ortaya çıkar. Ve şüphe yok ki, Allahü teâlâ kullarına zulüm edici, zulüm sâhibi değildir. ki, onlara günahsız yere azâb etsin.

183

O kimseler ki, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'a dediler: “Şüphe yok Allahü teâlâ bize Tevrat'ta ahdetti ki: Ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar hiçbir peygambere îman etmeyelim, onu tasdik etmeyelim. Bize o kurbanı getirinceye kadar sana îman etmeyiz. O kurban nimetlerden veya diğer şeylerden olup Allah'a onunla yaklaşılan şeydir. Eğer kabul edilmişse gökten beyaz bir ateş iner ve onu yakardı. Eğer kabul edilmemişse o şey yerinde öylece kalırdı. Bu kurban işi Beni İsrâîl'e, Îsa (aleyhisselâm) ve Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem) hariç diğer peygamberlerin hakkında yazılmıştı.

Azarlamak için onlara de ki: Şüphe yok benden evvel size peygamberler beyyineler mu'cizeler ile ve dediğiniz şey ile gelmişlerdi. Meselâ Zekeriyya (aleyhisselâm) ve Yahya (aleyhisselâm) gibi. Halbuki onları öldürdünüz. Âyetteki hitap, her ne kadar yapılan iş dedelerine âit olsa da yapılana râzı oldukları için Hazret-i Muhammed'in (sallalahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunanlar içindir. Artık ne için onları öldürdünüz, eğer siz onun yapıldığı anda mü'minler olduğunuz hakkında sadıklar iseniz.

184

Eğer seni tekzip ederlerse şüphe yok senden evvel de Peygamberler tekzip olunmuşlardır ki, beyyineler mu'cizeler ile zuhurla (İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın sahifeleri gibi) ve nurlu aşikâr bir kitap -O kitap Tevrat ve İncîl'dir- ile gelmişlerdi. Sen de onların sabrettiği gibi sabret.

185

Her nefis ölümü tadıcıdır. Ve şüphe yok sizlere ecirleriniz, amellerinizin karşılığı Kıyâmet gününde ödenecektir. Artık kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete girdirilirse necat bulmuş olur, matlubunun tam zirvesine ulaşmış olur. Ve dünya hayatı orada yaşamak ise bir aldatıcı onunla pek az faydalanıp sonra yok olan metadan başka değildir.

186

Allah'a kasem olsun ki: Mallarınız hakkında, onlarda farz olanı vermek ve musibetlerle nefisleriniz hakkında da ibâdetlerle ve belayla elbette imtihan olunacaksınız. Ve elbette sizden evvel kendilerine kitap verilmiş olanlar, Yahûdiler ve Hıristiyanlardan ve Araplardan olan müşriklerden sövmekten, taandan ve kadınlarınıza terbiyesiz söz söylemekten hasıl olan birçok eziyet işiteceksiniz. Ve eğer bunun üzerine sabrederseniz ve Allah'tan sakınırsanız, işte şüphe yok ki, bu azmolunacak (sebât edilecek) işlerdendir. Gerekli olduğundan dolayı üzerinde durulacak işlerdendir.

Tüblevunne fiilinde, nunlar peşpeşe geldiği için ref nûnu hazfedildi. Ve iki sakin toplandığından dolayı'da zamir olan vav hazfedildi.

187

Ve bir vakti yâdet ki, Allahü teâlâ kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir misâk, Tevrat'ta onların üzerine bir ahit almıştı ki, elbette onu, kitabı insanlara açıklayacaksınızdır ve onu kitabı gizlemeyeceksinizdir. Onlar ise onu misakı omuzlarının arkasına attılar. Ve onunla amel etmediler. Ve İlimde reis olmalarısebebiyle, kendilerinden aşağıda bulunan insanlardan, dünyadan olan az bir pahayı onunla onun yerine satın aldılar elde ettiler. Ve kendilerinden az olan paha kaçacağı korkusundan dolayı onu gizlediler. Artık onların bu satın almaları ne kötü bir şey!

Her iki fiil de Tübeyyınunne ve Lâ tektumûne) yâ ve tâ ile okundu.

188

O getirdikleriyle insanları saptırmaktan yaptıklarıyla sevinen ve yapmadıkları hakka yapışmaktan olan şeyle de medh olunmayı kendisi sapıklık üzere olduğu hâlde arzu edenleri sakın sanma. Artık onları zannetme ki, onlar âhiretteki azaptan kurtulacakları bir yerdedirler. Bilâkis onlar azaplanacakları bir mekândadırlar ki, o mekân da cehennemdir. Ve onlar için pek elim elem verici bir azap vardır.

Lâ tahsebenne fiili de yâ ve tâ ile okundu. Ve birinci Lâ tahsebenne'yi tekidleyicidir.

Lâ tahsebenne fiili yâ ve tâ ile okundu.

Birinci Yahsebu'nun iki mef’ûlüne, ikinci Yahsebu'nun iki mef’ûlü yâile okunan kırâat üzere delâlet etmektedir. Tâ ile okunan kırâat üzere ise sadece ikinci mef’ûl hazf olunmuştur.

189

Ve göklerin de yerin de mülkü, yağmur, rızık hazineleri ile nebatlar ve diğerleri Allah'ındır ve Allahü teâlâ her şeye kâdirdir. kâfirleri azaplandırıp, mü'minleri kurtarması onun kudretindendir.

190

Şüphe yok ki, göklerin, yerlerin ve ikisinin arasındaki acâib olan şeylerin yaratılışında ve gece ile gündüzün gelmek, gitmek ve ziyadelik, noksanlıkla olan ihtilâfında elbette akıl sahipleri için âyetler Allah'ın kudretinin üzerine deliller vardır.

191

Öyle kimseler ki, ayakta iken de, otururken de ve yanları üzerinde de yatarlarken de bütün hallerde Allahü teâlâ'yı zikrederler. İbn Abbâs'tan rivâyet olundu ki, takatları üzere bu şekilde namaz kılarlar. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkürle gökleri ve yeri yaratanın kudreti üzerine bir delil edinebilmek için tefekkürde bulunurlar. Ve derler ki, ey Rabbimiz! Sen bu gördüğümüz, mahlûkatı boş yere -bâtılen hâldir- abes olduğu hâlde yaratmadın. Bilâkis kudretinin kemaline delil olduğu hâlde yarattın. Seni abesten tenzih etmekle tenzih ederim. Artık bizleri ateşin azâbından koru.

Öyle kimseler ki, Ma kablinin sıfatıdır ya da bedeldir.

192

Ey Rabbimiz! Muhakkak ki, sen her kimi orada ebedî kalsın diye ateşe sokarsan gerçekten onu zelil etmiş olursun onu alçaltmış olursun. Ve zâlimler kâfirler için onları Allah'ın azâbından koruyan yardımcılar da yoktur.

Burada ismi zâhir olan zâlimin lâfzını, rezilliğin onlara tahsis edildiğini açıkça bildirmek için, zamir olan“ hum” lâfzının yerine getirilmiştir.

193

Ey Rabbimiz! Biz Rabbinize îman ediniz diye îmana kendisine -O Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'dır. - ya da Kur’ân'a doğru nida eden insanları çağıran bir nida edici işittik. Hemen ona îman ettik. Ey Rabbimiz! Artık bizim için günahlarımızı bağışla ve kusurlarımızı bizden tekfir et ört, onların üzere azap etmekle onları izhar eyleme. Ve bizleri ebrâr peygamberler ve sâlih kullar ile beraber (onların) cümlesinin içinde öldür ruhlarımızı kabzet.

194

Ey Rabbimiz! Peygamberlerinin lisanları üzere bizlere rahmet ve fazlından vaad buyurduklarını ver. Onların, her ne kadar Allahü teâlâ vaadine hulf etmese de bunları istemeleri, Allah'ın onları bu şeylere hak kazananlardan eylemesini istemektir. Çünkü onlar henüz buna hak kazandıklarını tam bilememişlerdir.

Rabbena lâfzının tekrar edilmesi tezarru hususunda mübalağayı elde etmek içindir.

Ve bizleri Kıyâmet gününde rüsvay etme. Şüphe yok ki, sen mîadına diriltmek ve ceza vermekle olan vaadına hulf etmezsin.

195

Artık Rableri onlara dualarına şöyle icabet etti. Muhakkak ki, ben sizden gerek erkek ve gerek kadın, bir amel edenin amelini zayi kılmam. Bazınız bazınızdansınız erkekler kadınlardan ve kadınlar da erkeklerdendir.

Bu âyet Ümmü Seleme (r. anha'nın“ya Rasûlallah! Ben hicret hususunda kadınların hiçbir şeyle zikir edildiğini duymuyorum“ demesi üzerine İndi.

İmdi Mekke'den Medine'ye hicret etmiş olanlar ve yurtlarından çıkarılmış bulunanlar ve benim yolumda dinimde eziyete uğramış olanlar ve kâfirlerle savaşıp öldürülenler elbette Allah ındinden bir sevap olarak onların suçlarını onlardan tekfir edeceğim, mağfiretle onları örteceğim ve elbette onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Ve Allahü teâlâ hazretleri, işte güzel sevap ceza onun ındindedir.

Enne'nin evvelinden kıyasen bâ harfi cerri hazfedildi.

Bazınız bazınızdansınız, erkekler kadınlardan ve kadınlar da erkeklerdendir. Bu cümle ma kablini tekitleyicidir. onlar; amelleri karşılığında mükâfatlandırılmak ve amellerin zai kılınmasının terki hususunda eşittirler.

Kutilü lâfzı tahfifle ve şeddelenmekle okundu. Bir kırâatta kendinden önceki fiilin önüne takdim olunmakla da okundu.

Burada tekellümden gayba iltifat vardır.

Le ükeffiranne fiilinin mânâsından anlaşılan'bir mef’ûlü mutlak olup ve fiili de tekitleyicidir.

196

Müslümanların“ Allah'ın düşmanları görmekte olduğumuz bir rahatlığın, biz ise zorluğun içindeyiz “ demeleri anında indi. Kâfir olanların beldelerde ticaret ve kazançla dönüp durmaları dolaşmaları sakın seni aldatmasın.

197

O azıcık bir metadır. Dünyada onunla pek az faydalanırlar. Ve sonra o yok olur gider. Sonra onların varıp sığınacakları yer cehennemdir. Ve o ne fena döşek yatak!

198

Fakat o kimseler ki, Rablerinden korkmuşlardır, onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Orada ebediyyen kalıcı ebedîlikleri takdir olunmuş oldukları hâlde. Ve tarafı ilâhîden nice ziyafetler olduğu hâlde Ve Allah'ın ındinde sevaptan olan şey ise sâlih kullar için dünya metâından daha hayırlıdır.

Nüzul; Misafir için hazırlanan şeydir. Nüzul lâfzının nasbı Cennâtin lâfzından hâl olmak üzeredir. Onda amel eden ise zarf mânâsıdır.

199

Ve şüphe yok ki, ehli kitaptan öyleleri vardır ki, Abdullah b. Selâm ve arkadaşları ve Necâşî gibi. Allahü teâlâ'ya ve size indirilmiş olana Kur’ân'a ve kendilerine indirilmiş olana Tevrat ve İncîl'e îman ederler. Allah için korkar bulunur oldukları hâlde “ (Allah için) tevazu ediciler oldukları hâlde “Allahü teâlâ'nın Peygamberin gönderilmesinden (bahseden) Tevrat ve İncîl'de bulunan kendi yanlarındaki âyetleriyle reislik üzerine olan korkudan dolayı o âyetleri saklamakla (diğer Yahûdilerin yaptıkları gibi) az bir pahayı satın almazlar. İşte onlar, onlar için Rableri ındinde ecirleri amellerinin sevabı vardır. Kasas sûresinde (açıklandığı) gibi; o ecir onlara iki kerre verilir. Muhakkak ki, Allahü teâlâ hesabını pek çabuk görendir. Mahlûkatı, dünya günlerinden olan bir gündüzün yarısı miktarında hesaba çeker.

Hâşiîne lâfzı Yü'minü fiilinin zamiri olan hüve'den hâldir. Bu zamirde “ men“ ismi mevsûlünün mânâsına riâyet olundu.

200

Ey îman edenler! Tâatler üzerine, musibetler üzerine ve günahlardan sabrediniz ve kâfirlerle sabır yarışında bulununuz onlar sizden daha sabırlı olmasınlar. Ve nöbet bekleyiniz, cihad üzere kâim olunuz ve Allah'tan bütün hallerinizde korkunuz ki, felâha eresiniz. Cennete nail olup ateşten kurtulasınız.

0 ﴿