13-RA’D SÛRESİ

Mekke’de nâzil olup, 43 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım

 1

Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bu harflerden muradının ne olduğunu en iyi Allah bilir. Bu âyetler, kitabın Kur’ân’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen Kur’ân haktır. Kendisinde hiç bir şüphe yoktur. Lakin insanların yani Mekkelilerin çoğu onun Allahü teâlâ katından olduğuna îman etmezler.

 “Âyet“ ile ” el-Kitap“ arasındaki izafet “min“ mânâsındadır. Ayrıca ”ellezi “ Lafz-ı mübteda ”el-Hakkü “ Lafz-ı celili ise haber düşmektedir.

 2

Allah O'dur ki, gökleri göreceğiniz direkler olmadan yarattı. Bu ifade, göklerin hiçbir şekilde direkleri olmadığını vurgulamaktadır. Sonra Arş üzerinde şanına lâyık olan bir istiva ile istiva buyurdu. Güneşi de ayı da kendi emrine ram etti. Bunlardan her biri belirli bir zamana Kıyâmet gününe kadar kendi yörüngesinde akıp gidiyor. Bütün işleri O idare ediyor. Mülkünün bütün işlerini O yoluna koyuyor, âyetleri kudretinin delillerini açıklıyor ki, ey Mekkeliler! Sizler öldükten sonra tekrar dirilmek sureti ile Rabbinize kavuşacağınızı kesin bilesiniz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Amed”lafz-ı celili direk manasında “ imad” kelimesinin çoğuludur.

 3

O, yeryüzünü yayan orada oturaklı dağlar ve nehirler yaratan ve orada bütün meyvelerden her çeşit meyveden iki çift yaratandır. Geceyi karanlığıyla gündüze bürüyüp duruyor. Şüphesiz bütün bu anlatılanlarda, Allah'ın tasarrufunda düşünecek bir kavim için birçok ibretler, Allahü teâlâ'nın vahdaniyetini gösteren deliller vardır.

 4

Yeryüzünde birbirine komşu birbirine bitişik ve birbirinden farklı toprak parçaları- Nitekim kimi toprak vardır verimlidir, kimi toprak vardır çoraktır. Kimi toprak vardır, mahsulü az olur. Kimi toprak vardır mahsulü çok olur. Bunların hepsi, yüce Allah'ın kudretinin delillerindendir- üzüm bağları, ekinler, çatallı aynı köke dayalı yukarıdan dallanıp çatallaşan ve çatalsız tek gövdeli hurmalıklar vardır ki, hepsi bir su ile sulanır. Hâlbuki tad hususunda onları birbirinden farklı yapmışızdır. Yani bir kısmı tatlı, bir kısmı da ekşidir. Bu da Allahü teâlâ nın kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bu anlatılanlarda aklı başında olan düşünebilen bir kavim için ibretler vardır.

Âyet-i kerîme de geçen “ zer'un”Ve “ Nahilün”lafızlari ” cennatün“ üzerine atfedilmek suretiyle merfû’, “A'nabin“ üzerine atfedilmek suretiyle de mecrûr okunmuşlardır. “ Tuska” lâfzından bahçeler ve bunların içinde geçen lar kastedilerek” Ta “ ile, “mezkûr'' kastedilerek ”ya “ ile okunmuştur. Ayrıca “ mufaddılü “ lâfzı ”ya “ ile, “Ükul” lâfzıda” kaf “ın zammesi ve sükunu ile de okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “sinvanün”lafz-ı ”sinvün” kelimesinin çoğuludur.

 5

Ey Resûlüm Muhammed! Eğer kâfirlerin seni yalanlamasına şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey onların öldükten sonra dirilmeyi inkârdan gelerek ” Biz toprak olduğumuz zaman mı, hele hele biz yeniden mi yaratılacağız? ” demeleridir. Çünkü hiç numune bulunmaksızın, insanları ve yukarıda zikredilenleri yoktan yaratmaya kadir olan bir zât’ın, onları yeni baştan iade etmeye kadir olacağı muhakkaktır. İşte bunlar, Rablerini inkâr etmiş olanlardır. İşte bunlar, boyunlarına demir halkalar vurulanlardır. Ve işte bunlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

Âyet-i kerîme’nin iki ayrı yerinde bulunan iki hemzede (“ eiza”Ve ” einna”lafz-ı) ; lafızlarında iki hemzenin tahkiki, birinci hemzenin tahkiki ve ikinci hemzenin teshili, “ Tahkik ve teshil“ durumlarında iki hemze arasında Elifin dahil edilmesi ve bunun (Elif dahil edilmesinin) terki kırâatları bulunmaktadır. Ayrıca bir kırâatta, bu iki yerin ilkinde istifham, ikincisinde haber cümlesi ile diğer bir kırâatta ise bunun tersi ile gelmiştir.

 6

Bu Âyet-i kerîme, müşriklerin istiHazret-i a amacı ile acele azâbın gelmesini istemeleri hakkında nâzil olmuştur. Bir de senden iyilikten rahmetten önce acele kötülüğün azâbın gelmesini istiyorlar Hâlbuki onlardan önce nice örnek olaylar yani onlar gibi düşünenlerin başlarına gelen nice cezalar geçti. Hâlâ bunlardan ibret alsalar ya! Doğrusu Rabbin zulümlerine rağmen insanlara mağfiret sâhibidir. Aksi olsaydı yeryüzünde bir canlı bile bırakmazdı. Bununla beraber Rabbinin azâbı O'na âsi olanlar için gerçekten çok şiddetlidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ mesülat”lafz-ı ”semüretün”Vezninde olan, “mesuletün” kelimesinin çoğuldur.

 7

Küfredenler, “Ona Muhammed’e asa, el ve deve gibi Rabbinden bir mu'cize indirilse ya!“ diyorlar. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Sen ancak bir uyarıcısın kâfirleri korkutucusun. İstedikleri mu'cizeleri getirmek senin görevin değildir. Her kavmin de bir yol göstereni kendilerini ona, verdiği mu'cizelerle-onların bekledikleri şeylerle değil-Rablerine (imana) çağıran peygamberleri vardır.

 8

Allah, her dişinin neye gebe olduğunu erkek midir dişi midir, tek midir, birden fazla mıdır vs ve rahimlerin hâmilelik müddetinden neyi eksiltip o müddetten neyi ziyade edeceğini bilir. Onun katında her şey bir ölçü iledir. O ölçüyü aşması mümkün değildir.

 9

O gaybı uzakta olanı ve hazırı müşahede edileni bilendir, büyüktür ve kahrı ile mahlûkatı üzerine her şeyden yücedir.

Âyet-i kerîme’de geçen ”el-Müteâlı “ Lafz-ı ya'lı da okunmuştur, ya'sız da okunmuştur.

 10

Sizden sözü gizli söyleyen veya açığa vuran ile, gece karanlığı ile gizlenip karanlığın kaybolması ile gündüz yolunda ortaya çıkan, ona göre Allahü teâlâ'nın ilminde müsavidir.

 11

Onun insanın önünde ve arkasında kendisini Allah'ın emri ile cinlerden ve diğer yaratıklardan koruyan takipçiler onu takip eden melekler vardır. Şüphesiz ki, bir millet kendilerindeki güzel hallerini masiyetle değiştirmedikçe, Allah da onlarda bulunanı değiştirmez. Nimetini onlardan çekip almaz. Allah bir kavme kötülük azap dilerse ne takipçi melekler ne de başkaları tarafından artık onu önleyecek yoktur. Onlar için Allah'ın haklarında kötülük murad ettiği kimseler için ondan yani Allah'tan başka o azâbı onlardan alıkoyacak hiçbir veli yoktur.

Âyet-i kerîme’de geçen “ min”lafz-ı, zaiddir.

 12

Size seferde olanlar için yıldırımlardan korkarak ve mukim olanlar için yağmurun gelmesini ümid ederek şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren yaratan O'dur.

 13

Ra'd-Bulutları sevk etmekle görevli meleğin adıdır-O'na hamde ile bürünerek tesbih eder. Yani ”sübhanellahi ve bihamdihi “ der. Melekler de Onun yani Allah'ın korkusundan tesbih ederler. Ve yıldırımlar- Bulutlardan çıkan bir ateş türüdür-da onlarla dilediğini çarpar ve gelen yıldırım çarptığı kimseyi yakıverir. Sadedinde bulunduğumuz Âyet-i kerîme Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendisini İslâm’a davet etmek amacıyla gönderdiği elçiye: “Allah'ın Resûlü de kim oluyor? Allah da neymiş? Altından mı yapılmış, gümüşten mi yoksa bakırdan mı? ” karşılığını veren ve kendisine bir yıldırım çarparak kafatası kemiğini götüren adam hakkında nâzil olmuştur. Böyle iken onlar yani kâfirler Allah katında mücadele ederler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le çekişirler. Hâlbuki O kuvveti yahut yakalaması pek şiddetli olandır.

 14

Hak davet yani Hak söz ki,-o da ”lâ ilâhe illallah “sözüdür- ancak Allahü teâlâ içindir. Müşriklerin O'nu bırakıp da yani O'ndan başka ibâdet ettikleri şeyler ise- ki, onlar da putlardır- kendilerine istedikleri şeylerden hiç bir şeyle icabet edemezler. Onların icabeti ancak, kuyudan kendisine doğru yükselmek suretiyle ağzına gelsin diye, kuyunun kenarında durup suya doğru iki avucunu açana yani iki avucunu açan ve suya dua eden kimsenin icabetine benzer ki, o su, ebediyen ona yani ağzına gelmez. Aynı şekilde putlar da kendilerine dua edenlerin dualarına icabet etmezler. kâfirlerin putlarına ibâdetleri yahut bizzat duaları ancak dalâlette zayi olmaktadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “yed'une ”lafz-ı, “ Ta “ ile de okunmuştur.

 15

Göklerde ve yerde kim varsa, kendileri de, gölgeleri de sabah, akşam mü'minler gibi isteyerek de, münafıklar ve kılıçla ikrah edilenler gibi istemeyerek de Allah'a secde ederler.

 16

Ey Resûlüm Muhammed!“ göklerin ve yerin Rabbi kimdir? ” diye kavmine sor ve şayet onlar “Allah'dır“ demez iseler, “Allah'dır“ de. (Bunun) bundan başka bir cevabı yoktur. Onlara, “siz Allah'ı bırakıp yani ondan başka kendilerine dahi bir fayda ve zarar a malik olmayan bir takım putları veliler mi edindiniz ki, faydaya ve zarar a malik olan Allah'ı terk ettiniz de onlara ibâdet ediyorsunuz? ” Buradaki istifham tevbih (azarlamak) içindir. “ hiç körle, gören, kâfirle mü'min bir olur mu? Yahut karanlıklarla küfürle aydınlık îman bir olur mu? ” hayır olmaz “ de. Yoksa Allah'a onun gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratmaları birbirine mi benzettiler? Yani ortakların yarattıklarını Allah'ın yarattıklarına mı benzettiler de, yaratmalarıyla ibâdete lâyık olduklarına inandılar? Buradaki istifham, inkâr içindir. Yani işin hakikati böyle değildir. İbadete de ancak yaratabilen lâyık olabilir. De ki: “Allah, her şeyi yaratandır. Bu konuda onun hiç bir ortağı yoktur. İbadet konusunda da onun hiç bir ortağı yoktur Bir olan ve kulları için kahhar olan O'dur. Bundan sonra Yüce Allah Hak ve bâtıla bir örnek vererek şöyle buyurdu:

 17

Yüce Allah, gökten su yağmur indirdi de vadiler kendi suları miktarlarınca sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Köpük, pislik ve benzeri şeylerden oluşup su üzerine çıkan şeydir. Eritilince zinet veya kendisi ile faydalanılabilecek kap ve kacak gibi eşya yapmak için, ateşte üzerini körüklediğiniz altın, gümüş ve bakır gibi yeryüzünün madenlerinden de onun gibi yani sel suyunun üzerine çıkan köpük gibi bir köpük çıkar. Bu köpük de, körüğün madenlerden ayırdığı pisliktir işte Allah hakla bâtıla da bu zikredilen şekilde misal verir. Yani onların örneklerini de bu şekilde beyan eder. Selden ve körüklenen madenlerden oluşan köpüğe gelince o, hiç bir işe yaramadan atılır gider. İnsanlara faydalı olan kısım ise- ki, onlar da su ve madenlerdir-belirli bir süre yerde kalır. İşte bâtıl da böyledir; her ne kadar bazı zamanlar hakkın üzerine çıksa da, çökmeye ve zail olmaya mahkûmdur. Hak ise daimidir, bakidir. Allah işte bu mezkûr şekilde misalleri beyan eder.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Tükîdüne ”lafz-ı, “ya “ ile de okunmuştur (Ki, bizim kırâatimiz da budur-çeviren).

 18

İbadet ve tâat ile Rablerinin emrine icabet edenlere, daha güzeli cennet vardır. O'na icabet etmeyenler ise- ki, onlar da kâfirlerdir-yerde bulunan şeylerin hepsine, bir o kadarıyla beraber sahip olsalar, azaptan kurtulmak için hepsini verirlerdi. İşte bunlar var ya! Hesabın kötüsü onlar içindir. Hesabın kötüsü, tüm yaptıklarından, onlardan hiçbiri mağfiret edilmeden aynen sorgulanmalarıdır Sığınakları da cehennemdir. O ne fena yataktır O.

 19

Bu Âyet-i-i kerîme, Hazret-i Hamza ve Ebû cehil hakkında nâzil olmuştur: Hiç Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen ve ona îman eden bir kimse, onun hak olduğunu bilmeyen ve ona îman etmeyen kör gibi olur mu? Elbette ki, olmaz. Ancak akıl sahipleri öğüt alır.

 20

Onlar ki, âlem-i zerrede iken kendilerinden alınmış olan Allah'ın ahdini yahut bütün ahitlerini yerine getirirler, îman etmemek ve farzları eda etmemek suretiyle verdikleri sözü bozmazlar.

 21

Ve onlar ki, îman, akrabalık haklarına riâyet ve bunlar gibi Allah'ın idamesini emrettiği şeyleri gözetirler, Rablerinden yani O’nun tehdidinden korkarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Aynısı geride geçmişti.

 22

Onlar ki, yalnızca Rablerinin rızasını kazanmak için ibâdet ve belaya karşı sabrederler ve masiyetten geri dururlar. Bunun dışında, dünya maksatlarından herhangi birini elde etmek İçin değil. Namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve aşikâr itâat uğruna infak ederler. Kötülüğü de iyilikle defederler. Sataşmayı hilimle, eziyeti sabırla defetmek gibi. İşte bunlar var ya! Âhiret yurdunun sonucu onlarındır. Yani âhiret yurdunda sevimli âkıbet onlarındır.

 23

O sevimli âkıbet, Adn ikâmet cennetleridir. Onlar buralara, atalarından, zevcelerinden ve soylarından sâlih olanlarla îman edenlerle beraber girecekler. Bunlar, her ne kadar, onların amellerini işlememiş olsalar bile, onlara hürmeten makamlarında bulunacaklar. Onlar cennete ilk girdiklerinde tebrik amacı ile melekler cennetin kapılarından yahut köşklerin kapılarından her kapıdan yanlarına girecekler ve onlara:

 24

 “sabretmenize karşılık selâm size, yurdun sonu ne güzel “ (derler) Selâm size! Bu sevap, dünyada sabretmeniz sebebi iledir. (Dünya) yurdunun sonucu olan sizin sonucunuz (cennet) ne güzeldir“ diyecekler.

 25

Ama Allah'ın ahdini sağlama bağladıktan sonra bozanlar ve Allah'ın eklenmesini emrettiği bağları koparanlar, yeryüzünü küfür ve masiyetlerle fesada verenler yok mu? Onlara da ancak lânet Allah'ın rahmetinden uzak olmak vardır. Yurdun kötüsü de âhiret yurdunda kötü âkıbet de-ki, o da cehennemdir-onlaradır.

 26

Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir, dilediği kimseye de onu daraltır. Onlar yani Mekkeliler, dünya hayatı ile yani dünyada nail oldukları nimetler ile, şımarıklık sevinciyle ferahlanmaktadırlar. Hâlbuki âhiret hayatının yanında dünya hayatı, ancak bir meta'dan kendisi ile faydalanılan ancak yok olmaya mahkûm az bir şeyden ibarettir.

 27

Yine Mekkelilerden o inkâr edenler “ Ona Muhammed'e Rabbinden, asa, el ve deve gibi bir mu'cize indirilseydi ya!“ Onlara de ki: ” Hiç şüphesiz Allah şaşırtmasını dilediği kimseyi şaşırtır. Bu mu'cizeler bile onlara hiç bir fayda sağlayamaz kendisine yönelen kimseyi de kendine dinine iletir.

 28

Onlar ki, îman etmişlerdir ve kalbleri Allah'ı yani Onun vadini hatırlamakla huzura erer. Bilmiş olun ki, kalbler mü'minlerin kalbleri ancak Allah'ı zikirle yatışır.

 “Âyet-i kerîme’de geçen ”ellezîne ”lafz-ı celili, bir önceki Âyet-in sonunda bulunan“ men“ den bedel düşer.

 29

Îman edip yararlı işler yapanlara mutluluk ve güzel bir dönüş vardır.

Âyet-i kerîme’de geçen ”ellezîne ”lafz-ı mübteda. “ Tuba”lafz-ı da haber düşer. Ayrıca” Tuba” kelimesi ”et-Tıyb” kökünün (çukur) mastarı, yahut cennette bir ağaç olup, bir binitli gölgesinde yüz yıl yol almasına rağmen onu katedemez.

 30

İşte tıpkı senden evvel peygamberler gönderdiğimiz gibi, seni de kendilerinden önce nice ümmetler geçmiş bir ümmet içinde gönderdik ki, sana vahyettiğimizi yani Kur’ân-ı onlara okuyasın. Onlar, Rahmân'ı inkâr ediyorlar. Şöyle ki, Rahmân'a secde etmekle emrolunduklarında “Rahmân neymiş? ” demişlerdi. Ey Resûlüm Muhammed! Onlara De ki: “O, benim Rabbimdir. Ondan başka ilah yoktur. Ben ancak O'na dayandım, tevbe de ancak O'nadır. “ Aşağıdaki Âyet-i kerîme, müşriklerin Hazret-i Peygamber'e: “ eğer peygambersen, Mekke'nin etrafını çevreleyen dağları bizlerden uzaklaştır da, yerlerini bizim için nehirlere ve kaynak sularına çevir ki, ağaç dikip ziraat yapalım. Ayrıca bizim için ölmüş atalarımızı dirilt de senin peygamber olduğuna dair bizimle konuşsunlar“ demeleri üzerine nâzil olmuştur. Bir Kur’ân ki, onunla dağlar yürütülse yerlerinden kaldırılsalar veya onunla yer yarılsa, yahut onunla diriltilmek suretiyle ölüler konuşturulsa, o kâfirler yine îman etmezler. Fakat bütün işler, Allah'a aittir. Başkalarına değil. Binaenaleyh; o kâfirlere ileri sürdükleri mu'cizeler verilse bile, ancak Allah'ın imanını dilediği kimseler îman eder. Onların dışında kimse îman etmez. Sahabe-i Kiram, müşriklerin îmanlarını ümit ederek, Hazret-i Peygamber'den ileri sürdükleri mu'cizeleri izhar etmesini arzu edince Âyet-i kerîme’nin devamı nâzil oldu: Îman edenler hâlâ bilmedi mi ki, eğer Allah dileseydi, hiç mu'cizeye gerek kalmadan bütün insanları toptan imana hidâyete erdirirdi. Mekkelilerden küfredenlere ise, kendi yaptıkları yüzünden yani küfretmeleri yüzünden öldürülmek, esirlik, harb ve kıtlık gibi belânın tüm çeşitlerinden onları helâke götürecek bir musibet gelip duracak yahut Ey Resûlüm Muhammed! sen ordunla birlikte yurtları Mekke yakınlarına konaklayacaksın. Nihayet Allah'ın onlar üzerine zafer vaadi gelecektir. Şüphesiz ki, Allah, vaadinden dönmez. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hûdeybiye'de konaklamış ve nihayet Mekke'nin fethi gelip çatmıştır.

 32

Yemin olsun, tıpkı seninle alay edildiği gibi senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir teselli niteliğindedir. Ben de o küfredenlere biraz mühlet verdim. Sonra onları azapla yakaladım. Benim azâbım nasılmış? Yani O, tam varacağı noktaya varmıştır. İşte seninle alay edenlere de böyle yapacağım.

 33

Her nefsin bütün kazandıkları yaptıkları; hayır ve şer üzerinde kâim gözcü olan zat- ki, O da Allah (celle celâlühü)'dır-hiç böyle olmayan putlar gibi olur mu? Elbette ki, olmaz “ Bu tefsire, Âyet-i kerîme’nin devamı delâlet etmektedir: Halbuki onlar, Allah'a ortaklar koştular. De ki: “Onların adlarını Allah'a söyleyin bakalım! Kimlermiş onlar? ”yoksa Allah'a yeryüzünde bilmediği bir şeyi yani bir ortağı mı haber vereceksiniz? ” Buradaki istifham, inkârîdir. Yani O’nun hiçbir ortağı yoktur. Çünkü şayet olsaydı, mutlaka ortaktan münezzeh olan Allah, bunu bilirdi. Hayır aksine siz onlara dilde söz olsun diye, gerçekte bir hakikati olmayan boş bir zanla “ortaklar“ adını veriyorsunuz.

Aslında küfredenlere hileleri küfürleri süslü gösterildi ve doğru yoldan hidâyet yolundan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onu yolagetirecek yoktur.

 34

Onlara dünya hayatında ölüm ve esaret ile bir azap vardır. Âhiretazâbı ise elbet dünyadaki azaptan daha çetindir. Onları Allah'tan koruyacak ( O’nun azâbından) alıkoyacak da yoktur.

 35

Takva sahiplerine vaat olunan cennetin sıfat (lar) ı size aktaracağımız şekildedir: Altından ırmaklar akar. Yemişleri yani cennette yenilecek olanlar daimîdir. Gölgesi de daimidir. Güneş onu kaldıramaz. Çünkü orada güneş diye bir şey yoktur. İşte bu yani cennet şirkten sakınanların âkıbetidir. kâfirlerin âkıbeti ise ateştir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ meselü ”lafz-ı celili mübteda olup haberi mahzûftur. Takdiri: ” fîma nakussu aleyküm“ dir.

 36

Abdullah b Selâm ve ondan başka Yahûdilerden îman etmiş olanlar gibi kendilerine kitap verdiklerimiz, yanlarında bulunan kitaba muvaffakat etmesi sebebiyle sana indirilenle ferah duyuyorlar. Müşrik ve Yahûdilerden sana düşmanlıkta gruplaşmış olan hiziplerden onun bir kısmını inkâr edenler de var. Müşriklerin“Rahmân'ın zikredilmesini, Yahûdilerin de İsrâîl oğulları haberleri dışında kalan âyetleri inkâr etmeleri gibi. De ki: ” Ben bana indirilen Kur’ân da yalnız Allah'a kulluk etmekle ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Yalnız O'na davet ederim, dönüşüm de yalnız O'nadır. “

 37

İşte biz onu yani Kur’ân’ı böyle Arapça Arap diliyle insanlar arasında kendisiyle hükmedeceğin bir hüküm olarak indirdik. Yemin olsun! Eğer sana (vahiyle) gelen bu tevhid noktasındaki bilgiden sonra farz-ı muhal onların yani kâfirlerin seni davet ettikleri; dinlerine tâbi olma konusunda hevalarına uyacak olursan, sana Allah'tan ne bir veli yardımcı vardır, ne de onun azâbından bir koruyan alıkoyan! Müşriklerin Hazret-i Peygamber! (sallallahü aleyhi ve sellem) çok kadınla evlendi diye ayıplamaları üzerine,

 38

Bu Âyet-i kerîme nâzil oldu. Yemin olsun ki, biz, senden önce de Peygamberler gönderdik. Onlara da zevceler ve evlât verdik. Sen de onlar gibisin. Allah'ın izni olmadıkça onlardan hiçbir peygamberin bir mu'cize getirmeye kudreti yoktur. Çünkü onlar da Allah'ın tasarrufu altında olan kullardır. Her ecel için süre için, bu sürenin sınırının yazılı bulunduğu bir kitap vardır.

 39

Allah, bu kitaptan dilediğini silip iptal eder. Dilediği ahkâm ve sair şeyleri de sabit bırakır. Kendisinde hiç bir değişikliğin söz konusu olamayacağı kitabın aslı,- ki, o da ezelde yazmış olduğu kitaptır- O’nun katındadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “yüsbitü ”lafz-ı celili, şeddesiz ve şeddeli olarak okunmuştur

 40

Onlara kendisini vaat ettiğimizin yani azâbın bir kısmını sana hayatında göstersek, (Allah'ın iradesi) bu olmuş olur. Yahut onları azaplandırmadan seni vefat ettirsek, sana düşen ancak tebliğdir. Tebliğden öte senin hiç bir görevin yoktur. Hesap da bize aittir. Bize vardıkları zaman onlara yaptıklarının karşılığını vereceğiz.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İmma” lâfzı, “in-i şartiyye “ nin Nun'u” ma-i Zâide “ye idğam edilmiştir. Ayrıca “İn-i şartıyye “ nin cevabı mahzûf olup ”fezake ” Takdirindedir.

 41

O Mekkeliler görmediler mi ki, biz arza geliyoruz arzı kastediyoruz da onu Hazret-i Peygamber (sav)'e fethetmek suretiyle etrafından eksiltip duruyoruz. Allah yaratıkları hakkında dilediği şekilde hükmeder. O’nun hükmü peşine düşecek O'nu reddedecek yoktur. Hem O, çabuk hesap görendir.

 42

Onlardan önceki ümmetler de tıpkı bunların sana hile yaptıkları gibi, peygamberlerine hile yaptılar. Fakat bütünüyle hile (nin cezası) Allah'a mahsustur. Onların hileleri Allah'ın hilesi gibi olamaz Çünkü Allahü teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Ve ona göre karşılığını verir. İşte bütünüyle hile budur. Çünkü bu onlara hiç bilmedikleri taraftan gelir. Yarın kâfir -burada cins kastedilmiştir- de yurdun âkıbetinin yani âhiret yurdundaki güzel âkıbetin kimin olduğunu, onların mı, yoksa Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbının mı olduğunu bilecektir.

Âyet-ikerîme’de geçen ”el-Kâfirü ”lafz-ı, bir kırâatta (ki, bizim kırâatimiz da budur-çeviren) “ el küffarü “ (kâfirler) şeklinde okunmuştur.

 43

 kâfirler sana: ”Sen Allah tarafından gönderilmiş değilsin“ diyorlar. Onlara de ki: ” Benimle sizin aranızda benim doğruluğuma dair şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap ilmi bulunanlar- ki, onlar da Yahûdi ve Hıristiyanların mü'minleridir-yeter. “

0 ﴿