42- ŞÛRA SÛRESİ

53 Âyettir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım.

1

Hâ, mîm.

2

Ayn, Sîn, Kâf. Bu harflerden muradının ne olduğunu en iyi bilen Allah'dır.

3

 O mülkünde Azîz ve tasarrufunda hikmet sâhibi olan Allah işte Sana böyle tıpkı burada vahyettiği gibi vahyediyor. Ve senden evvelki peygamberlere de (yine böyle) vahyetmişti.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lafzatullah“ “yûhî“ fiilinin failidir.

4

Göklerde ve yerde ne varsa, gerek mülk, gerek yaratık ve gerekse kullar olarak hepsi O’nundur. O yaratıkları üzerine yücedir, büyüktür.

5

 Nerede ise gökler üstlerinden çatlayacaklar. Allahü teâlâ'nın azametinden neredeyse her bir gök bir sonrakinin üzerinde çatlayıverecek. Melekler hamd ile, hamde bürünür oldukları hâlde Rablerini tesbih ediyorlar ve mü'minlerden yeryüzünde bulunanlara mağfiret diliyorlar. Dikkat edin! Hiç şüphe yokki Allah, dostlarının günahlarını çok bağışlayıcı, onlara karşı çok merhametlidir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Tekadü “ lâfzı yâ'lı ve tâ’lı olarak okunmuştur. Ayrıca âyetin devamındaki ”yenfatırne ” lâfzınun ile okunmaktadır. Bir kırâatta ise tâ'lı ve şeddeli olarak ”yetefattarne “ şeklinde okunmuştur.

6

 Allah'dan başka putları dostlar edinenlere gelince, Allah kendilerine yaptıklarının cezasını vermek için onların üzerlerinde gözcüdür, yaptıklarını zapta geçirmektedir. Sen onların üzerine kendilerinden isteneni onlardan koparacak vekil değilsin. Senin görevin sadece tebliğ etmektir.

7

 Ve işte böylece tıpkı buradaki vahiy gibi sana Arapça bir Kur’ân vahyettik ki, şehirlerin anasını ve etrafındakileri Mekkeliler! ve diğer insanları uyarasın, korkutasın. Bir de toplanma gününün Kıyâmet gününün tüm yaratıklar bugün biraraya toplanacak dehşetiyle insanları korkutasın. Ki, onda hiç bir şüphe yoktur. Onlardan bir fırka cennette, bir fırka da cehennemde, ateştedir.

8

 Eğer Allah dileseydi bütün insanları tek bir ümmet aynı dinin mensupları yapardı. Ki, o da islam dinidir. Lakin O dilediğini rahmetine koyuyor. Zalimlere, kâfirlere ise ne bir dost vardır, ne de kendilerinden azâbı uzaklaştıracak bir yardımcı.

9

 Yoksa O'ndan başka putları dostlar mı edindiler! edindikleri şeyler haddi zatında dostlar olamaz! İşte Allah! Gerçek veli, mü'minlerin yardımcısı ancak O'dur. Ölüleri o diriltir. O her şeye kadirdir.

Âyet-i kerîme’de geçen ”em” lâfzı munkatia olup, intikal için olan“bel”Ve inkâr için olan hemze mânâsındadır. Ayrıca âyetini devamındaki “ fellahü “ lâfzı üzerindeki “ fa “sâd ece atıf içindir.

10

 Kâfirlerle dinî ve dünyevî olarak ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm Allah'a kalmış dır. Kıyâmet günü o aranızda hükmedecektir. Rasûlüm! Onlara de ki: “İşte bu Allah, benim Rabbimdir. Ben ancak O'na tevekkül ettim ve yalnız O'na yönelirim“ dönerim.

11

 O, göklerle yerin yaratıcısıdır, onları yoktan var edendir. Size kendinizden eşler yarattı. Nitekim Hazret-i Havva’yı, Hazret-i Âdem'in kaburgasından yarattı. Davarlardan da erkekli dişili çiftler.....Sizi burada, bu zikredilen yaratma (biçimi) çerçevesinde üretmektedir, yaratmaktadır. bu sebeple üreme yoluyla sizleri çoğaltmaktadır. O’nun benzeri hiç bir şey yoktur. O söyleneni hakkıyla işiten yapılanı en iyi görendir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ küm” zamiri tağlib yoluyla insanlara ve davarlara birlikte şamildir. Ayrıca âyetin devamındaki ” kemislihı “ lâfzında yer alan Kaf, zâidedir. Çünkü Allahü teâlâ nın benzeri yoktur.

12

 Göklerin ve yerin anahtarları göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları -meselâ yağmur bitki ve diğer şeyler- Onundur. Dilediğine denemek için rızkı bol verir. Ve dilediğinden de imtihan için kısar, daraltır. Çünkü O her şeyi hakkıyla bilendir.

13

Nûh'a tavsiye ettiğini - ki, Hazret-i Nûh, şeriat peygamberlerinin ilkidir- sana vahy buyurduğumuzu; İbrâhîm'e, Mûsa'ya, ve Îsa'ya tavsiye ettiğimizi size de şeriat yaptı. Şöyle ki, dini doğru tutun, orada ayrılığa düşmeyin. İşte meşru kılınan, tavsiye edilen ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahy buyurulan şeriat budur ki, bu da tevhidden ibarettir. Müşriklere kendilerini davet ettiğin şey -ki, o da tevhiddir- büyük, ağır geldi. Allah ona, tevhide dilediklerini seçecek ve kendisine itâate yönelenleri ona hidayet edecektir.

14

 Onların dinlere mensub olan insanların bir kısmı tevhid ehli olup, bir kısmı da küfretmesi suretiyle, din hususunda ayrılığa düşmeleri ise, kendilerine tevhide dair ilim geldikten sonra sırf kâfirler tarafından dualarında (oluşturulan) çekememezlikten dolayıdır. Eğer Rabbinden muayyen bir ecele Kıyâmet gününe kadar cezanın tehir edildiğine dair bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında kâfirlerin dünyada iken azaplandırılması ile hüküm verilmiş olurdu. Onlardan sonra kitaba varis kılınanlar da -ki, onlar Yahûdi ve hırıstiyanlardır- ondan, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den muhakkak şek verici, tereddüte düşürücü bir şüphe içindedirler.

15

 İşte bu tevhid için Ey Resûlüm Muhammed! sen derhal insanları davet et ve emrolunduğun gibi bu tevhid üzere istikamet tut. Onların onu terketmen hususundaki hevalarına uyma ve de ki: ” Ben, Allah'ın indirdiği kitaba îman ettim ve aranızda hükmetmede adil olmakla emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin ammeleriniz sizedir. Dolayısıyla herkes yaptığının karşılığını görecektir. Bizimle sizin aranızda hüccet, husumet yoktur. - Bu hüküm, cihad ile emrolunmadan evvel geçerli idi. (Sonradan nesh edilmiştir) - Allah hepimizi bir araya toplayacaktır, varış dönüş ancak O'nadır. “

16

 Mu'cizesinin zuhuru dolayısıyla kendisine îman ile icabet olunduktan sonraAllah'ın dini hakkında onun peygamberi ile tartışmaya girenlere gelince -ki, onlar da Yahûdilerdir- onların delilleri, rableri katında bâtıldır. Onların üzerlerine hem bir gazâb vardır, hem de kendileri için çetin bir azâb vardır.

17

Allah, kitabı, Kur’ân’ı ve mizanı adaleti hak ile indirendir. Ne bilirsin, belki de Kıyâmet onun gelişi yakındır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Bil-hakki “ lâfzi “ enzele “ fiiline tealluk etmektedir. Ayrıca âyetin devamındaki ”Lealle ” lâfzi makablîndeki fiili amelden talik etmiş ve mabadı iki mef’ûlü yerine kaimdir.

18

Onu acele isteyenler ise, ona inanmayanlardır. Çünkü bunlar Kıyâmetin gelmeyeceğini sandıkları için “ kıyâmet ne zaman gelecek? ” derler. Îman edenler ise ondan korkarlar ve hak olduğunu bilirler. Dikkat edin! O Kıyâmet hakkında mücadele edenler uzak bir sapıklık içindedirler.

19

Allah kulları (nın tamamı) na, itâatkâr olanlarına da, günahkâr olanlarına da çok lütufkardır ki, günahları sebebiyle onları açlıktan helâk etmemektedir. Onlardan her birinden de dilediğini dilediği kadar rızıklandırır. Muradı üzerine kuvvetli, Azîz, işi üzerine galib ancak O'dur.

20

 Her kim ameli ile âhiret ekinini kazancını -ki, maksad sevaptır- arzu ederse onun için sevabını bir iyiliği on katına ve daha fazlasına kadar çıkarmak suretiyle artırırız. Ve her kim de dünya menfaatini arzu ederse, ona da hiç bir artırım yapmaksızın dünyalıktan payına düşen ne ise onu veririz. Fakat âhirette ona hiç bir nasip yoktur.

21

Yoksa onların, Mekke kâfirlerinin bir takım şerikleri var da, onlar şerikleri kendilerine, o kâfirlere, geçersiz olan dinden; şirk koşmak ve tekrar dirilmeyi inkâr etmek gibi Allah'ın izin vermediği şeyleri meşru mu kıldılar? Eğer o fasıl kelimesi cezanın Kıyâmete bırakıldığına dair geçmiş hüküm olmasaydı, muhakkak kâfirler ile mü'minlerin aralarında, kâfirleri dünyada azaplandırmak ile hüküm verilmiş idi. Şüphesiz o zâlimler, kâfirler var ya! (Evet) onlar için pek acıklı, elem verici bir azap vardır.

22

Kıyâmet günü o zâlimleri dünyada iken kazanmış oldukları günahlarından dolayı, onların cezasıyla karşılaşma endişesi ile titrerlerken, korku içerisinde göreceksin. Halbuki o, yaptıkları kötülüklerin cezası, Kıyâmet günü çaresi yok, başlarına gelecektir. Îman edip, sâlih ameller işleyenler ise, cennetlerin bahçelerinde, dereceleri kendilerinden düşük olanlara nisbetle en nezih bahçelerdedirler. Onlara Rableri katında ne isterlerse vardır. İşte büyük lütuf budur.

23

 İşte bu (lütuf) dur ki, Allah onu, îman edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdeler. De ki: “Ben bu görevimden dolayı risaleti tebliğ etmemden dolayı sizden akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem, ben sizden sadece benim akrabalığıma sevgi beslemenizi istiyorum ki, bu aynı zamanda sizin de akrabalığınızdır - “Nitekim Hazret-i Peygamberin, Kureyş'in her koluyla bir akrabalığı vardır. Kim bir hasene, ibâdet kazanırsa, biz onun güzelliğini, onun karşılığını kat” kat vermek suretiyle ziyadeleştiririz. Çünkü Allah günahları çok bağışlayıcı, işlenen az iyiliklere eksiksiz karşılık verici ve ona kat kat mükâfat vermek suretiyle mukabele edicidir.        

Âyet-i kerîme’de geçen “yübeşşirü “ lâfzı, Beşaret kökünden olup şeddesiz ve şeddeli olarak okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ İlla'l-meveddete ” lâfzındaki istisna, munkatidir.

24

Yoksa” kur’ân’ı Allahü teâlâ'ya nisbet etmekle Allah'a bir yalan iftira etti ” mi diyorlar? Allah dilerse senin kalbini, onların bu ve benzeri sözlerle yaptıkları ezalara karşı sabırla mukabelede bulunmaya bağlar. Ve nitekim öyle yapmıştır. Allah, onların söyledikleri bâtılı mahveder ve Pegyamberlerine indirilen kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir, onu isbat eder- Çünkü O, sinelerdekileri kalblerdekileri hakkıyla bilendir.

25

 O, kullarından tevbeyi kabul eder. Tevbe edilen günahlardan af buyurur ve onların bütün yaptıklarını bilir.

Âyet-i kerîme’de geçen “yefâlûne ” lâfzı, “ya” Lı ve “ Te ” Li olarak okunmuştur.

26

Îman edip sâlih ameller işleyenlere arzu ettikleri şeylerde icabetde bulunur. Fazlından onlara ziyade de ihsan eder. kâfirlere gelince; onlar için pek şiddetli bir azap vardır.

27

 Eğer Allah kullarının tamamına rızkı bol bol verseydi, mutlaka onların tamamı yer yüzünde taşkınlık ederdi azarlardı. Lakin O, rızıklardan dilediği ölçüde indirir ve onu dilediği bir takım kullarına bol bol veriyor, bir kısmına ise bol bol vermiyor; Rızkın bol bol verilmesinden de azgınlık sudur ediyor. Şüphesiz O, kullarının bütün hallerinden haberdardır, her şeyi görendir.

28

 O, kullar ineceğinden ümidlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini saçandır, yağmurunu bol bol verendir. Veli, mü'minlere ihsanda bulunan O, Hamîd, mü'minler nazarında daima övülen O'dur.

29

 O’nun âyetlerinden biri de gökleri ve yeri, bir de onlar da ürettiği, ayırıp yaydığı her canlıyı - Dabbe; yer yüzünde debeleyen canlı demektir. Bu insana da diğer canlılara da şamildir- yaratmasıdır. O, dilediği zaman haşr için onları toplamaya da kadirdir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ hum” zamirinde, Akıl, gayr-ı akile tağlib edilmiştir.

30

Başınıza -Buradaki hitab, mü'minleredir- her ne musibet, bela ve güçlük gelirse, hep kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir. kendi kazandığınız günahlarınız yüzündendir. Çoğunlukla işler, eller kullanılarak görüldüğü için, eller ile tabir edilmiştir. Böyle iken onların bir çoğunu da bağışlar ve onların cezasını vermez. Allahü teâlâ, dünyadaki cezayı âhirette tekrar etmeyecek kadar lütuf ve kerem sâhibidir. Günahkâr olmayan kimselere gelince; bunların dünyada başlarına gelen musibetler, âhiretteki derecelerini yükseltmek içindir.

31

 Ey müşrikler siz yer yüzünde kaçarak Allah'ı âciz bırakacak ve böylelikle 0'nun hışmından kurtulacak değilsiniz. Ve sizin için Allah'ın dışında O'ndan başka, hiç bir veli ve O’nun azâbını başınızdan savabilecek hiç bir yardımcı yoktur.

32

Denizde büyüklük bakımından dağlar gibi akıp giden gemiler de O’nun âyetlerindendir.

33

Dilerse rüzgârı durduruverir de gemiler suyun üstünde durakalırlar, sabit olup akamaz olurlar. Şüphesiz bunda, her çok sabırlı ve çok şükreden için bir çok ibretler vardır. Maksad mü'mindir. Mü'min; zorluk anında sabreder, bolluk anında şükreder.

34

Yahut kazandıkları yüzünden onları helakeder. o gemileri içindekilerin işledikleri günahlar sabebiyle, bir kasırga çıkararak içindekilerle birlikte batırır. Ama Allah onlardan çoğunu bağışlar ve sahiplerini boğmaz.

Âyet-i kerîme’de geçen “yûbikhünne ” lâfzı, (bir önceki âyette geçen ) ”yüskin“ üzerine atfedilmiştir.

35

Âyetlerimiz hakkında mücadele edenler bilmelidir ki, kendileri için azaptan kaçacak bir yer yoktur.   

Âyet-i kerîme’de geçen “ya'lemü “ lâfzı, merfû’ okunabilir. Bu durumda cümle-i istinâfiyedir. Mensûb da okunabilir. Bu durumda da mukadder bir ta'lil cümlesi üzerine matufdur. Buna göre mânâ şöyledir (meâlen): “Allah onları boğar ki, onlardan intikam alsın, bir de âyetlerimiz hakkında mücadele edenler. Âyet-i kerîme’de geçen nefi cümlesi ”ya'lemü“ fiilinin iki mef’ûlü yerine kaimdir. Nefi edatı onu amelden talik etmiştir.

36

Hâsılı, size -Bu hitab, îman edenlere de etmeyenlere de şamildir- dünya malından verilen şey, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Dünyada iken ondan faydalanılır, sonra ise yok oluverir. Allah katındaki sevap ise; îman edenler ve yalnızca Rablerine tevekkül edenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

37

Hem onlar ki, büyük günahlardan ve açık rezaletlerden, haddi gerektiren suçlardan kaçınırlar. Öfkelendikleri vakit de onlar bağışlayıverirler, gördükleri kusurları affederler.

Âyet-i Kerîme’de geçen ”ellezîne ” lâfzı, bir önceki âyette zikri geçen zevat üzerine matuftur. Ayrıca âyetin devamındaki “Ve'l-fevahişe ” lâfzı, cüz'ün kül üzerine atfı kabilindendir.

38

Onlar ki, Rablerine icabet etmekte, kendilerini çağırdığı tevhid ve ibâdet noktasında O'na icabet etmekte namazı dosdoğru kılmaktadırlar. Onu kılmaya devam etmektedirler. Akıllarına gelen işleri de hep aralarında danışmadır. Yapacakları iş konusunda birbirleri ile görüş alışverişinde bulunurlar ve çabuk karar vermezler. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah'a itâat yolunda sarf ederler. Buraya kadar zikredilenler, bir gruptur.              

39

Onlar ki, kendilerine haksızlık, zulüm isabet edince yardımlaşırlar. Bunlar da bir diğer gruptur. kendilerine zulmedenlerden aynı ölçüde intikam alırlar. Tıpkı Allahü teâlâ'nın buyurduğu gibi:      

40

 Kötülüğün cezası da, onun gibi kötülüktür. Şekil itibariyle birincisine benzemesi dolayısıyla ikincisine de ” kötülük“ denmiştir. Yaralama cinâyetlerinde uygulanmakta olan kısasta bu durum ortaya çıkmaktadır. Bazı âlimlere göre; biri kendisine, “Allah belânı versin“ demiş olsa, buna mukabil “Allah belânı versin“ cevabını verir. Fakat her kim kendisine zulmedeni bağışlar da kendisi ile bağışlanan kimse arasındaki dostluğu onarırsa, artık onun mükâfatı Allah'a kalmıştır. kuşkusuz kuşkusuz kuşkusuz Allahü teâlâ kendisini mükâfatlandıracaktır. Şüphesiz O, zâlimleri zulmü başlatanları sevmez. Bundan dolayı da O’nunazâbı üzerlerine terettüb eder.

41

 Elbette kim zulme uğradıktan bir zâlim kendisine zulmettikten sonra öcünü alırsa, artık böyleleri aleyhine bir yol mesuliyet yoktur.

42

 Yol, ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksızlıkta ileri gidenler, günah işleyenler üzerinedir. İşte onlar için acıklı elem verici bir azap vardır.

43

 Her kim de sabreder de öç almaya teşebbüs etmez ve bağışlarsa, affederse, işte bu sabır ve af, azmedilecek yapılmaya değer işlerdendir. Şer'an istenilen şeylerdendir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Lemin azmi'l-Umûri ” lâfzındaki masdar, ismi mef'ul mânâsındadır.

44

 Kimi de Allah şaşırtırsa, artık bundan sonra onun için hiç bir veli yoktur. Allahü teâlâ kendisini şaşırttıktan sonra hidayetini üstlenecek hiç kimse yoktur. Zalimleri göreceksin ki, azâbı görünce “Acaba dünyaya geri dönmeye bir yol var mıdır? ” diyeceklerdir.

45

Onları göreceksin ki, oraya ateşe atılırken zilletten boyunlarını bükerek, korku ve tevazu içinde o ateşe doğru göz ucuyla gizli gizli, zayıf bir bakışla alttan alttan bakarlar. Îman etmiş olanlar da, “ gerçekten hüsrana uğrayanlar, Kıyâmet günü hem kendilerine -onları ebedî ateşe duçar ederek- hem de mensuplarına îman etmeleri halinde cennette kendileri için hazırlanacak olan hurilere vasıl olmamakla- yazık edenlermiş!“ diyeceklerdir. Dikkat edin! Hakikat zâlimler kâfirler kalıcı daimi bir azap içindedirler. Bü son cümle, Allahü teâlâ'nın kelâmındandır.

46

Onların Allah'ın dışında O'ndan başka kendilerine yardım edecek, Allah'ın azâbını onlardan savabilecek dostları da yoktur. Her kimi de Allah saptırırsa, artık onun için; dünyada iken hakka varan, âhirette iken cennete varan bir yol yoktur.

47

Rabbiniz için davetini kabul edin tevhid ve ibâdet ile O’nun davetine icabet edin. Allah'dan, reddine çare olmayan bir gün -ki, o da Kıyâmet günüdür- gelmeden evvel..... Allahü teâlâ o günü bir getirdi mi bir daha onu geri çevirmez. O gün sizin için ne kendisine iltica edebileceğiniz bir sığınacak yer vardır ne de günahlarınızı inkâra çare!.....

48

Onlar yine icabet etmekten yüz çevirirlerse, biz de seni onlara bekçi göndermedik ki, yaptıklarını kendilerinden istenene muvafık olacak şekilde gözetesin! Sana düşen, ancak tebliğdir. Bu hüküm, cihad ile emrolunmadan evvel yürürlükte idi! Bir de biz insana tarafımızdan -bir rahmet, zenginlik ve sıhhat gibi bir nimet tattırdığımız vakit, ona sevinir. Fakat onlara ellerinin takdim ettikleri yüzünden - kendilerinin takdim ettikleri yüzünden. -Çoğu işler eller kullanılarak görüldüğü için eller ile tabir edilmiştir- bir kötülük, bela isabet etse, o vakit insan nimete karşı tam bir nankör kesilir.

Âyet-i kerîme’de yeralan“İn“ ma-i nâfıye mânâsındadır. Ayrıca âyetin devamındaki ”hum” zamiri, cinse itibarla “İnsan“ a racidir.

49

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; Çocuklardan dilediğine kızlar, dilediğine de erkekler bahşeder.

50

 Yahut onları, hem erkek hem de kız çocuklar olmak üzere çift verir. onları (çift) yaratır. Dilediğini de kısır bırakır. Böylelikle bu kimse ne çocuk doğurabilir, ne de ondan çocuk olabilir. Çünkü O, ne yaratacağını hakkıyla bilendir, diledikleri üzerine gücü yetendir.

51

 Hiç bir insanla Allah (doğrudan doğruya) konuşacak değildir. Ancak rüyada yahut ilham yoluyla vahiy ile kendisine vahy olunarak, veya ancak perde arkasından; zatını görmediği hâlde -Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) örneğinde olduğu gibi- ona kelâmını işittirerek yahut ancak bir Resûl Cibrîl gibi bir melek göndererek, kendi, Allah'ın izni ile, o elçinin gönderildiği kimseye Allah'ın dilediğini vahyetmesi, onunla konuşması sureti ile olur. Çünkü O, yaratılanların sıfatlarından çok yüce, tasarrufunda hikmet sâhibidir.

52

Ve işte Ey Resûlüm Muhammed! Sana aynen bunun gibi tıpkı senin dışındaki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, Sana vahyetmekte olduğumuz emrimizden bir ruh vahyettik. Ruhtan maksat, Kur’ân-ı Kerîm'dir; Onun sayesinde (ölü) kalpler diri olur. Sen, Sana vahyetmeden evvel kitap, Kur’ân nedir, îman, onun şeriatleri ve fıkhî bilgileri nedir bilmiyordun. Lâkin biz onu Ruhu, yahut kitabı bir nûr yaptık. Onunla kullarımızdan dilediklerimize hidayet veriyoruz. Ve muhakkak ki, sen, Sana vahyetmemiz ile doğru bir yola, İslâm dinine hidayet ediyorsun, davet ediyorsun.

Âyet-i kerîme’de geçen Nefy cümlesi, “ Tedrî“ fiilini amelden ta'lik etmiştir. Mâ-ba’di ise iki mef ulu yerine kaimdir.

53

O Allah'ın yoluna ki, göklerde ve yerde ne varsa mülk, yaratık ve kullar bakımından hepsi O’nundur. Dikkat edin! Bütün işler sonunda ancak Allah'a döner.

0 ﴿