13"Onlara: "- insanların imân ettiği gibi siz de imân edin!" dendiği zaman: "- Biz hiç o sefihlerin (beyinsiz, akılsız, cahil) imân ettiği gibi imân eder miyiz? derler." Dikkat edin! Onlar gerçekten sefihlerin ta kendileridir, fakat onlar bunu bilmezler." Mü'minler önce münafıkları münkerden (kötülük) nehy (men) etmişler sonra nasihat ve irşadı ikmal için emri bilmâruf (iyiliği emretmek) kabilin, den "diğer insanlar gibi siz de gerçekten inanın" demişlerdir, A- "Onlara, insanların imân ettiği gibi siz de imân edin!" dendiği zaman..." Burada insanlardan maksat, insanlıkta kemal mertebesine ermiş, aklın hükmünü uygulayan insanlardır. Çünkü bir cins isim, müsemması için kullanıldığı gibi, özel kapsamlı bir anlam için de kullanılır. Nitekim "o insan, insan değil" denir. Şâir de diyor ki: "Bilâdün bihâ künnâ ve nahnü nühibbühâ İze'n-nâsü nâsün ve'z-zemânü zemânün." "Bizim eller, ne güzel ellerdi; severdik bu elleri; Ama o günler insanlar insan zaman da zamandı. " Yahut burada insanlardan maksat, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ona imân eden Ashab'ıdır. Yahut o münafıkların aşiretlerinden (Yahudi kökenli) Abdullah b. Selâm ve benzerleridir. Hulâsa, siz de, o insanların imânı gibi nifak şaibesinden uzak, halis ve muhlis imân edin denir! Ama onlar: B- "Biz hiç o sefihlerin (beyinsiz, akılsız, cahil) imân ettiği gibi imân eder miyiz? derler." Münafıklar, mârufun (iyiliğin) emrine, münker (çirkin) bir inkâr ile karsilık veriyor, o makbul ve vakur mü'minleri taşıdıkları vasıfların zıddı ile vasıflandiriyorlar. Münafıklar, "sefihler" kelimesiyle yukarıda anılan o kâmil nisanları kast ediyorlar. Sefihlik, akıl eksikliğinden ileri gelen bir hafiflik ve düşünce zafiyetidir. Bunun mukabili de, halindik ve ağırbaşlılıktır. O kâmil mü'minler, rüşdün, ağırbaşlılığın ve vakarın en yüksek seviyesinde iken, münafıkların onlara sefahat izafe etmeleri, kendilerinin sefahet ve azgınlıkta ısrar etmelerinden ve kendi kötü işlerini güzel bulmalarından dolayıdır. Çünkü dalâleti hidâyet sananlar, mutlaka hidâyete dalâlet diyeceklerdir. Yahut da münâfıklar, mü'minleri tahkir için böyle demişlerdir. Zira mü'minlerin çoğu yoksul idi. Suheyb ve Bilâl-i Habeşî Hazretleri gibi bazıları da köle idi. Yahut eğer insanlardan maksat Abdullah b. Selâm ve benzerleri ise, bu ağır sözleri inat ve serkeşlik maksadı ile ve kendi soydaşlarından imân edenlere aldırmadıklarını belirtmek için söylemiş olabilirler. Kur’ân'ın veciz ifadesinin ve yüce şânının gereği, münafıklar, bu ağır sözleri mü'minlerin huzurunda ve onların nasihatlerine cevap olarak sarfetmiş olmalıdırlar. Hulâsa, münafıkların o samimî Müslümanlara sefihlik izafe etmeleri ve onların imânlarını eleştirmeleri, aslında kendilerinin küfürlerini açığa vurmuş olmaları şeklinde telâkki edilebilir. Ancak kelâmın sibak ve siyakı (başı ile sonu) onların açık kâfir oldukları mânâsını teyid eder nitelikte değildir, İşte bundan dolayıdır ki bazı müfessirler; münafıkların bu sözleri, mü'minlerin yüzlerine karşı değil, fakat kendi aralarında söylemiş oldukları kanısındadırlar. İmam Vakıdî diyor ki: "Münafıklar bu sözleri mü'minlerin huzurunda değil, kendi aralarında söylemişlerdi. Yüce Allah da onların bu sözlerini Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minlere haber verdi." Ancak tartışan iki taraftan birinin gıyaben söylediklerıni yüze karşı söylenmiş gibi açıklamak, icâz (az sözle çok mânâ ifade etmek) makamına uygun olmadığı gibi diğer kelâmlarda da alışılmış bir şey değildir. Su hâlde kaçınılmaz gerçek şudur: Münafıkların bu sözleri, her ne kadar onlara nasihat eden mü'minlerin huzurunda söylenmişse de bu, onların küfürlerini açığa vuran kâfirler olmalarını gerektirmez. Çünkü bu, kendilerince küfrün hoşa giden bir çeşidi ve nifakın aslî bir sanatıdır: Onların bu söyledikleri de: " Dinle dinlemez olası!" sözleri onların karakterini yansıtmaktadır. Münafıkların bu sözleri de kendileri gibi iki yüzlü olup şerre de, hayra da yorumlanabilir. Çünkü: "- Dinle, dinlemez olası!" sözü, "- Dinle, bizden razı olmayacağı bir kelâm dinleyesi!" gibi şer anlama gelebileceği gibi, Dinle, bizden kötü bir söz dinlemeyesi!" gibi hayır anlama da gelebilir. Münafıklar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay etmek için ona bu sözlerle hitab ediyorlardı. Onlar görünürde bu sözleriyle, güya hayrı kasdediyorlardı oysa içlerindeki şerri gizliyorlar ve onunla tatmin oluyorlardı. Bundan dolayıdır ki Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle hitap etmekten men' olundular. İşte onların bu sözleri şerre yorumlanabileceği gibi itham edildikleri nifakın reddi ile diğer insanların imânına benzer imân mânâsına da yorumlanabilir. Yani bu o takdirde şöyle demek olur: "- Biz, imân etseler bile imânlarının bir değeri olmayan sersemler ve deliler gibi mi imân edelim!? Biz, onlar gibi imân etmeyiz. Siz bize o imanı mı emrediyorsunuz?" C- "Dikkat edin! Onlar gerçekten sefihlerin ta kendileridir. Fakat onlar bunu bilmezler." Münafıklar, kendilerine nasihat eden mü'minleri yukarda belirtilen sözlerle hem alaya almaya çalışıyor hem de güya içlerindeki şerri gizleyip hayrı açığa vurma rolü yapıyorlardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, kelâm-ı beliğ ile onların iddialarını kesin olarak reddetti ve cehaletlerini ortaya koydu. Nitekim daha önce de, "Dikkat edin! Onlar, gerçekten bozguncuların ta kendileridir." cümlesinin izahında belirtildiği gibi ibarenin başında iki te'kıt harfi bulunmaktadır ve kendilerinin farkında olmadıkları aşırı bir sefahati, yani akıl zaafını onlara münhasır kılmaktadır. Bu açıklamalarla "Biz ancak ıslah edicileriz" âyetinin mânası da vuzuha kavuşmuş oluyor. Çünkü cumhûrun görüşü münafıkların, bu sözü mü'minlerin yüzüne karşı söylemiş olmalarının, onların hâl ve tavrına ters düştüğü şeklindedir. Şayet münafıklar kendilerine nasihat eden mü'mınlere karşı kendilerine yasaklanan şeyin ifsat değil de ıslah olduğunu iddia etmiş olsalardı bizzarur düşmanlıklarını açığa vurmuş ve nifak tünelinden müba reze (karşılıklı cenk) meydanına çıkmış olurlardı. Münafıkların men' edildikleri şeyden maksad, müşriklere müdara etmeleri, onlara hoş görünmeye çalışmalarıdır. Nitekim bazı tefsirlerde böyle zikredilmiştir. Ve münafıkların ıslahtan maksatları da, kendileriyle mü'minlerin arasını bulmaktır ve "Dikkat edin! Onlar, gerçekten bozguncuların ta kendileridir" cümlesinin yorumu da "münafıkların bazı hareket ve davranışları ile mü'minlerin menfaatlerini ifsad ve ihlâl ettikleridir. Onlar ıslah amacı ile hareket ettiklerini sanabilirler, belki bu iddialarında doğru da olabilirler fakat yaptıklarının fesad çıkarmaktan başka bir şeye yaramadığı gerçeğini değiştiremezler. Kaldı ki münafıkların, iddialarında yalancı ve mü'minlerle münasebet kurarken amaçlarının yalnız İslâm dinine zarar vermek ve mü'minlere ihanet etmek olduğunda hiç şüphe yoktur." Şu hâlde burada müşkilatı çözmenin tek yolu, daha önce yaptığımız açıklamadır. Filhakika münafıkların: "- Biz yalnız ıslahçılariz" sözü, yalan; mü'minlerin onlara izafe ettikleri ifsadı inkâr anlamında da yorumlanabilir. Yani münafıklar, biz ancak ıslahçılarız bizi men' ettiğiniz ifsad, bizden sadır olmaz; demek istiyorlardı. Ama aslın da içlerinde yaşattıkları yalandı. İşte bundan dolayıdır ki "- Dikkat edin! Onlar, gerçekten bozguncuların (müfsid) ta kendileridir" İlâhî kelâmı vârid olmuştur. Yüce Allah, mukaddes Kitabının satırları arasına yerleştirdiği esrar hazinesini cümleden daha iyi bilir. Yüce Rabbimizden, bizleri günâhlardan korumasını ve bizleri doğru yola hidâyet buyurmasını niyaz ederiz! Bu âyet-i kerîme, "Fakat onlar bunu bilmezler" cümlesi ile sona erer. Bu da cehaletin çeşitlerinden olan sefahatin zilirine çok uygun düşer. Bir de hak ile betik birbirinden ayırdetmesini bilenler; mü'minlerin hak, münafıkların da bâtıl üzerinde sabit olduklarını bilirler. Bilmek de ancak tefekkür ve delillendırme ile olur. Nifak, nifaktan kaynaklanan fitne ve fesad asgarî akıl ve şuur sahibi olan herkes tarafından tanınır. |
﴾ 13 ﴿