16

"İşte onlar hidâyete karşılık dalâleti satın almışlardır. Onların ticareti kazanç sağlamamış ve kendileri hidâyeti de (doğru yolu) bulamamışlardır."

A- "İşte onlar hidâyete karşılık dalâleti satın almışlardır".

Âyetin başındaki (Ülâike), kendilerini mü'minlerden ayıran o seni (kötü sıfatları) taşıyan münafıklara aittir. Bu işaret iki türlü yorumlanabilir:

1- O şeni sıfatlar, öylesine mükemmel bir ayırt edici (mümeyyiz / temyiz edici, ayırıcı) olmuştur ki, o sıfatları taşıyanlar nerede olurlarsa olsunlar sanki gözle görülen hâzırlar gibi kabul edilmiş ve onlara bu sebeble "ülâike" denmiştir.

2- Münafıkların, şer ve kötülükleri (sû-i hal) o kadar uzak bir konaktadır (menzil) ki, onların mü'minlere zarar vermeleri mümkün değildir. İşte "ülâike" kelimesi bu anlamı ifade için kullanılmıştır.

Bu cümlede "ülâike / İşte ... "mübtedadır"; hidâyete karşılık dalâleti satın almışlardır" ilâhî kelâmı da onun haberidir.

Münafıkların, hidâyete karşılık dalâleti satın almış olmaları, onların cehaletlerinin ne kadar derin olduğunu gösterir. Nitekim onların dilinden anlatılan söz ve fiillerin çirkinliği öyle güzel hikâye ve tasvir edilmiştir ki akıl sahipleri söyle dursun, en azından temyiz kudretini hâiz olanlar bile o söz ve hareketlerle ilgilenmezler.

Lûgatta dalâlet, kasden (a'ni'l-kasd) doğru yoldan sapmaktır, hidâyet ise doğru yola yönelmektir (teveccüh etmek). Istılahta ise dalâlet, dinde doğru olandan sapmaktır; hidâyet de, dinde doğruyu, istikameti bulmaktır.

Hidâyete karşılık dalâleti satın almak ise dalâlete rağbet ederek hidâyetten yüz çevirmek demektir. Satın almak (iştira), bir metaı bedeli (semen) karşılığında kendi mülkiyetine geçirmektir. Ancak âyetin bu ifadesi, akidden önce münafıkların hidayet üzere olduklarını, satım (bey') akdinden önce dalâlette olmadıklarını akla getirmektedir. Oysa münafıklar, her zaman hidayeten uzak bulunmuşlar ve dalâlette kalmışlardır. Bundan dolayı bedelin ne olduğunu izah etmeye ihtiyaç vardır. İşte bunun için, Allah'tan başarı (tevfık) dileyerek deriz ki:

Satım akdine konu olan şeyden (mebi) murad, küfrün bütün sınıflarına şamil olan dalâlet cinsinden değildir; fakat münafıklara mahsus dalâletin en yüksek derecesidir.

Bir de dalâlet (ed-dalâle) kelimesinin başındaki "lâm" ahd söz, va'd, yemin) içindir. Bu, tuğyan içindeki münafıkların şaşkınlılarının artışına makrundur. Dalâletin bu derecesi ise, ancak onların hidâyetinden umit kesildiği ve kalbleri mühürlendiği zaman hasıl olur. Yine bu âyetteki Hidâyetten maksat hidâyetin kendisi değil fakat sebeblerin desteklemesi ile hasıl olan tam hidâyet imkânıdır. Ve hiç şüphesiz münafıklar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından gösterilen açık delil ve belgeler (âyât-ı bahire), ilina edici, her türlü şüphe ve itirazı ortadan kaldıran mucizeler (mû'cizât-ı kaahire) ve yer yüzünde fesat çıkarmamak, içtenlikle imân etmek (imâni'l-sahîh sahibi olmak) gibi mü'minlerden duydukları öğütler (nesâihi'l-mü'minîn) sayesinde hidâyete yönelmenin tam imkânlarına sahip bulunuyorlardı. Ancak onlar, bu imkân ve fırsatları arlıalarına attılar ve onun yerine azgınlık çölündeki şaşkınlıktan ibaret olan o korkunç dalâleti aldılar.

Buradaki hidâyeti, herkesin doğuştan sahip olduğu aslî fıtrat olarak.-.., rumlamak isabetli olmaz. Çünkü bu fıtratı zayi etmek, münafıklara malı değildir. Eğer bu kayıptan, münafıklara mahsus olan ve kalblerin mühürlen meşine kadar varan bir kayıp kast edilirse, bu aklî ve naklî dek" (müeyyıdât-ı akliye ve nakliye) ile desteklenen fıtratı zayi etmek kadar büyük değildir. Kaldı ki, bu hidâyet, tabi-î ve fıtrî olarak yorumlandığı takdirde renin başından buraya kadar zikredilen tafsilatın bir anlamı da kalmamış olur. Bundan daha uzak bir yorum da, seçme imkânı ellerinde olduğunu düşünmeksizin dalâleti hidâyete tercih etmiş olmaları yorumudur. Çünkü böyle bir hidâyet, bir kere anılan meziyetleri taşımamakla beraber, gelecek temsillerin ışığına da gölge düşürmektedir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar, münafıkların hidâyete karşı dalâleti yatın almaları, yukarıda anlatılanlara göredir ki, zikredilen cevabî âyetlerin nazmına uygun olan da budur. Ama eğer münafıkların hidâyete karşılık dalâleti satın almaları, onların sayısız cinayetlerinden başka bir cinÂyetin izahı, ise, o zaman hidâyetten maksad, münafıkların sahip bulundukları, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem), nübüvvetinin doğruluğunu (sıhhat-i nübüvveti'n-nebî) ve İslâm dininin gerçekliğini anlamak imkânıdır. Çünkü bu Yahudi münafıklar. Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarım (na't-ı nebî) Tevrat'ta okuyor ve bu konuda kesin bilgi (yaktîın) sahibi bulunuyorlardı. Hattâ müşriklere karşı onunla şöyle, istiftah ediyorlardı (fetih istiyor, yardım ve zafer diliyor):

"- Ey Allah'ım! Vasıflarını Tevrat'ta bulduğumuz, âhir zamanda gönderilecek (ba'sedilecek) o Peygamberle bize yardım eyle!"

Ve yine müşriklere:

O, Bizim söylediklerimizi tasdik eden bir Peygamberin zuhuru yaklaştı, o çık ıkınca, vaktiyle Ad ve irem kavimleri öldürüldüğü gibi, onunla beraber bız de sizi öldüreceğiz!" diyorlardı. Ama sonunda o bildikleri peygamber gelince, onu inkâr ettiler. Nitekim ileride bunları anlatan âyetler gelecektir.

Yine, bu hidâyet, münafıklar mü'minler ile karşılaştıklarında yaptıkları riyakârlıklar olarak da yorumlanamaz; çünkü onların bu yaptıkları katmerli bir dalâlet idi.

B- "Onların ticareti kazanç sağlamamış..."

Münafıkların bu alış-verişlerinden doğan sonuç büyük bir zarardır. Âyette "ticaretleri zarar etmiş" yerine "kazanç sağlamamış" denmiş olmasının faydası, bu zararın büyük olduğunu ifade etmek ve bu zararın umumî olduğunu, diğer işlerine de sirayet ettiğini bildirmek içindir.

C- "...Ve kendileri hidâyeti de (doğru yolu) bulamamışlardır"

Zira ticaretin gayesi sermayeyi korumanın yanısıra bir de kâr sağlamaktır. Ama bir akidde kâr edilmezse, başka bir akidde telâfi edilebilir. Çünkü sermaye yerinde duruyor. Fakat hem kâr, hem sermaye kaybedilme, bu hiç ticaret sayılmaz. İşte sermayeleri hidâyet olanlar, onu dalâlete değişmek île, hem kârı, hem de sermayeyi kaybetmiş olurlar. Böylece onlar büyük bir hüsrana uğrayarak ticaret yolundan bin konak uzaklaşmışlardır,

16 ﴿