76

"Onlar imân edenlerle karşılaştıkları (mülâkıî oldukları) zaman:

- Biz de imân ettik; derler!

Birbirleriyle baş başa kaldıkları (halvet oldukları) zaman da:

- Allah'ın size açtığı (fethettiği) bilgileri Rabbinızın katında size karşı hüccet (de ki) olarak ileri sürsünler diye mi onlara anlatıyorsunuz? Hiç düşünmez misiniz? derler."

A- "Onlar imân edenlerle karşılaştıkları (mülâkıî olduk) zaman:

- Biz de imân ettik!" derler."

Bu istinaf cümlesi, Peygamberimizin çağdaşı olan Yahudilerden sadır olan son derece çirkin bir davranışı ortaya koymaktadır. Bu, onların imânından ümit kesmek demektir. Bu davranış onlardan bir kısınının münafık olduğunu gösterir. Bu münafıklar, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'taki vasıflarını mü'minlere anlatarak kendilerinin de inandıklarını söylüyorlardı. Fakat birbirleriyle yalnız kaldıklarında mulıatabları onları verdikleri bilgilerden dolayı ayıplıyorlardı.

Mü'minlerden maksat, Peygamberimizin Ashab'ıdır. Ashab ile karşılaştıklarında imân ettiklerini söyleyenler, Yahudilerin tamamı değil ancak bir kısmı idi. Bir kısmı da sükût ediyorlardı. Âyetteki ifade "filân oğulları, filânı öldürdüler" kabilindendir. Oysa katil, o kabileden yalnız bir kişidir. Âyetin bu şekilde tefsir edilmesi, münafık kelimesini takdir edip "onların münafıkları böyle diyorlardı" şeklinde tefsir edilmesinden daha anlamlıdır. Çünkü böylece o münafık Yahudileri, Peygamberimizin Tevrat'taki vasıflarını mü'minlere anlatmalarından dolayı önce sükût edip sonra ayıplayanların nifakı, onların hallerindeki bu değişiklik ve fikirlerindeki çelişki de ifade edilmiş olur.

Münafık Yahudiler, mü'minlerle karşılaş tıklarında kendilerinin de imân ettiklerini söylemekle yetinmeyip imânlarının gerekçesini de açıklıyorlardı. Peygamberimizin . vasıflarını Tevrat'ta bulduklarını ve müjdelenen Peygamberin o olduğunu da söylüyorlardı. Nitekim âyetin:

"Birbirleriyle baş başa kaldıkları (halvet oldukları) zaman da:

- Allah'ın size açtığı (fethettiği) bilgileri Rabbinizın katında size karşı hüccet (deki) olarak ileri sürsünler diye mi onlara anlatıyorsunuz? İliç düşünmez misiniz?" bölümü bunu bildirmektedir.

B- "Birbirleriyle başbaşa kaldıkları (halvet oldukları) zaman da:

- Allah'ın size açtığı (fethettiği) bilgileri Rabbinizın katında size karşı hüccet (deki) olarak ileri sürsünler diye mi onlara anlatıyorsunuz?"

"Münafık Yahudilerin mü'minlerle karşılaşmaları sırasında sükût eden Yahudiler, münâfıklık yapan Yahudî arlıadaşları ile başbaşa kaldıkları zaman..."

Bu ifade, sükût edenlerin de nifak sırasında huzurda bulunduklarını gösterir. Çünkü başbaşa kalmak (hulüvv), ancak bir meşguliyetten sonra olur. Bir de, sükût edenlerin, münafıkları ayıplamaları, yalnız hulüvv (başbaşa kalmak) hâline bağlanmıştır. Buna göre eğer sükût edenler de, münafıkların mü'minlerle olan söyleşileri sırasında hazır olmasalardı, "birbirleriyle başbaşa kaldıkları ve diğerleri de bunu duyduklar zaman" şeklinde bir ifade kullanılması gerekirdi. Bunda, yukarıda anılan mânâya göre, onlar için daha büyük tahkir vardır. Çünkü önce sükût ediyorlar, sonra da onları ayıplıyor, sitem ve serzenişte bulunuyorlar.

Son Peygamberin Tevrat'ta yazılı vasıflarıyla ilgili bilgilerin âyette "fetih" olarak ifade edilmesi, Yahudilerce bunun bir gizli sır telaliki edildiğini, kapısının kapalı olduğunu, kendilerinden başka hiç kimsenin bunu bilmediğini belirtmek içindir.

"Size karşı hüccet olarak ileri sürsünler diye mi" cümlesinden maksat, karşı çıkma anlamını tekid ve uyarıyı pekiştirmedir. Çünkü onlara göre, Peygamberimizin Tevrat'taki vasıflarını Ashab'a anlatmak, elbette kendilerince hoş karşılanmıyordu. Fakat bu bilgilerin Allah'ın huzurunda Yahudilere karşı Müslümanlar tarafından bir hüccet olarak kullanılması amacıyla anlatılması da kimsenin aklına gelmezdi. Ama bu onların düşüncesine göre bilgi vermelerinin tabiî sonucuydu. Onlar şunu söylemeye çalışiyorlardi:

"- Siz, onlara bunları size karşı hüccet getirerek sizi susturmaları için mı anlatıyorsunuz?"

Bunları Ashab'a anlatanlar, her ne kadar bu niyeti taşımıyorlarsa da, bu sual onların akıllarındaki zafiyeti ve düşüncelerindeki karışıklığı gösterir.

"Rabbınızin katında", Rabbinizın hükmünde ve kitabında demektir. Nitekim "O, Allah'ın indinde (yanında) böyledir" dendiğinde, "Allah'ın kitabında ve şeriatinde o böyledir" demektir.

Bir görüşe göre ise, kıyamet gününde Allah katında demektir. Ancak bu görüş reddedilmiştir. Çünkü onların. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'taki vasıflarını gizlemeleri buna engel değildir. Zira kendileri de biliyorlar ki, onlar, bu vasıfları anlatsalar da anlatmasalar da, kıyamet günü onlara karşı bu hüccet kullanılacaktır. Buna, kıyamet gününde mü'minlerin, onlara:

"- Siz, dünyada, kitabınıza göre de bizim dinimizin hak olduğunu, Peygamberimizin sâdık olduğunu bize anlatmamış mıydınız?" demek suretiyle kendilerini ilzam ve isliât edecekleri yorumu ile izah getirmek, daha fahiş bir yanlışlık olur.

C- "Hiç düşünmez misiniz?"

Bu cümle kelâmın siyakından anlaşılan gizli bir cümleye atıftır ve onların serzeniş ve ayıplamalarının devamıdır. Sanki şöyle sorulmaktadır:

"- Siz, hiç düşünmez, yaptığınız fahiş hatayı anlamaz mısınız?"

Yahut:

"- Siz yaptığınızın yanlışlığı ortada iken bunu nasıl anlamıyor da uyarılmanıza ihtiyaç hasıl oluyor?"

Bir görüşe göre ise, "Hiç anlamaz mısınız?" hitabı, bundan önceki âyetteki "umuyor musunuz?" cümlesine bağlı olarak, Allah tarafından mü'minlere yöneliktir. Yani sanki şöyle denmektedir:

"- Siz, bunların hâlini ve onların imâna gelecekler diye bir beklenti içinde olmamanız gerektiğini, hiç anlamaz mısınız?"

Ancak bundan sonra gelen "Onlar bilmiyorlar ki..." âyeti buna mânidir.

76 ﴿