81"Hayır öyle değil. Her kim bir kötülük işler ve kötülüğü onu kuşatırsa (ihata ederse) İşte onlar ateşin yaranıdırlar (ashabü'n-nâr). Onlar hep (muhalleden) orada kalacaklardır." A- "Hayır öyle değil (Belâ). Her kim bir kötülük işler ve kötülüğü onu kuşatırsa." Bu Yahudilerin sözlerini ibtal ve hakîkat-i hâli beyan etmek için Allahü teâlâ tarafından verilen bir cevaptır. Bu cevap gerek Yahudilerin gerekse diğer kâfirlerin yalanlarını kapsayan genel bir şeriat kuralı zımnında ifade edilmiştir. Yahudilere cevap vermek; (Resûlüm, sen de onlara de ki...) emriyle Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ihale (tefviz) edilmiştir. Çünkü kâfirlere karşı, hüccet getirip onları susturmak, Peygamberimizin vazifelerindendir. Bir de, bunun, Allah tarafından deruhte edilmesi gerekmeyen kolay bir şey olduğunu bildirmek için bu görev Peygamberimize verilmiştir. Burada kötülükten (seyyi’e-çoğulu: seyyiât) maksat, bu kâfirlerin işledikleri gibi fahiş kötülük veya büyük günâhlardan (el-kebâir) biridir. Kesb, lügat ta kazanmak, elde etmek menfaat sağlamak demektir. Kesbin, burada günah, kötülük (seyyiât) için kullanılması, "Onları acıklı bir azab ile müjdele kabilindendir. Yani bu kim büyük bir günâh işler ve bu işlediği günâh, her yönden onu kuşatır; kalbini, dilini (lisan) ve bedeninin diğer uzuvlarını (cevârih) kaplarsa (istilâ ve istimal eder), bu günâh, onun özelliklerinden biri hâline gelirse demektir. Nitekim kötülüğün ona izafesi de, bu mânâyı ifade eder. Kötülüğün bu hâli alması, ancak kâfirlerde olur. İşte bundan dolayıdır ki, İbn-i Ebî Hâtem Abdurrahman el-Razî'nin, Ibn-i Abbas (radıyallahü anh) ve Ebû Hüreyre'den ve İbn-i Cerir Muhammed el-Taberî'nin de, (radıyallahü anh) Ebî Vâil, Mücâhid, Katâde, Ata ve Rebî'den rivâyetlerinde görüldüğü gibi, Selef (Ashab ve Tabiîn), bu âyetteki seyyieyi (kötülük) küfür olarak tefsir etmişlerdir. Bir başka görüşe göre ise, "seyyie", küfür; "hatîa" ise, büyük günâhtır. Diğer bir görüşe göre de bunun tersidir. Son bir görüşe göre ise "seyyie" ile "hatia" arasında şu fark vardır: "Seyyie", bazen bizzat kastedilen günâh için "hada", ise, genellikle kastedilen yanlış için kullanılır. Çünkü hatîa, hata kökünden gelir. "Hatîa" çoğul olarak da okunur. Bu da, onların küfürlerinin çok çeşitli olduğunu ifade eder. B- "İşte o kimseler ateşin yaranıdırlar. Onlar hep orada kalacaklardır." "Ülâike — İşte onlar..." işaret isınınin kullanılması, o kâfirlerin, bu vasıfları yüzünden ateş ehli olduklarını bildirmek içindir. Çünkü işaret isimleri, işaret edilen nesne ile o nesnenin vasıflarını gösterir. "Ülâike", aslında uzakta bulunan bir nesneyi işaret için kullandır. Buradaki kullanımı, o kâfirlerin, küfür ve hatalardaki derecelerinin, imân ve istikametten çok uzakta olduğunu ifade etmek içindir. "Men / her kim", aslında lâfız itibarı ile tekildir. Ondan sonra kendisine râci olarak gelen üç zamir de, tekil olarak geldiği halde, "ülâike" işaret isınınin çoğul olarak gelmesi, "men / her kim" kelimesinin çoğul mânâsına dikkat çeker niteliktedir. Çünkü iki hâle de münasip olan budur. Zira kişinin kötülük kesbetmesi ve hatasının kendisini kuşatması, kişinin münferit hâline mahsustur. Ateşe girmekse toplu hâlde olmaktadır. Başka bir deyişle kötülük kesbeden veya işleyen, hataları kendini kuşatan gibi sıfatları taşıyan kimseler, âhirette ateş ehli olup oradan hiç çıkmayacaklardır. Tıpkı onların dünyada, Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini yalanlamak, Allah'ın (celle celâlühü) kelâmını tahrif etmek ve O'na iftira etmek gibi, ateş gerektiren sebeplerden hiç ayrılmadıkları gibi. Niçin cevap, onların hâline tahsis edilmemiş, mesela, "öyle değil, onlar ateş ehlidir" denmemiştir? Çünkü burada bir genelleme, genel bir kural koyma ve sonucun korkunçluğunu beyan vardır. Bir de daha önce de belirtildiği gibi bu üslûpta gerekçeyi bildirme kasti da olabilir. Onlar, ebedî ve sonsuz olarak orada kalacaklardır. O hâlde onların iddia ettiği gibi yedi veya kırk gün sonra oradan kurtulmaları söz konusu değildir. Bu âyette, büyük günâh (kebîre) işleyenlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarına (hulûduna) dâir bir delil (hüccet) yoktur. Çünkü bildiğiniz gibi bu âyet, kâfirlere mahsustur. Ve âyetteki (hep orada kalacaklar diye tefsir edilen) "hulûd"u, "uzun zaman orada kalmak" anlamında yorumlamaya da gerek yoktur. |
﴾ 81 ﴿