118

"O hiçbir şey bilmeyenler:

-Allah bizimle konuşsaydı veya bize de bir âyet gelseydi, ya!... derler.

Bundan öncekiler de tıpkı, böyle söylemişlerdi. Onların kalbleri birbirine benziyor. Biz iykaan eden (gerçeği bilmek isteyen) bir topluluk için âyetleri apaçık gösterdik."

A- "O hiçbir şey bilmeyenler:

-Allah bizimle konuşsaydı veya bize de bir âyet gelseydi ya!"

Yüce Rabbimiz burada putperest Arapların çirkin hallerinden birini daha ortaya koymaktadır. Müşrikler, Allah'a çocuk nisbet etmek suretiyle hem islâm'ın tevhid inancına hem de Peygamberine dil uzattılar.

Bunu söyleyenlerin kimler oldukları konusunda ihtilaf edilmiştir.

İbn Abbâs'a göre "Bunu söyleyenler Yahudilerdi."

Mücâhid'e göre Hristiyanlardı.

Âyette onların bir şey bilmemek (cehl-i mürekkeb) ile vasıflandırılmasi, onlardan (lâ ya'lemûne / bilmeyenler) olarak bahsedilmesi tevhid ve nübüvvet hakkında gerekli bilgilere sahip olmamalarından ya da bildiklerinin gereklerini yapmadıklarından veyahut onlardan sâdır olan hareketlerin en az bilgiye sahip olanlardan bile sâdır olmadığındandır."

Katâde ve müfessirlerden birçokları da diyorlar ki:

Bunu söyleyenler Arap müşrikleri idi. Nitekim,

"Hayır, onun söyledikleri adğasü ahlam (bir takım tutarsız, saçma sapan rüyalar). Hayır o, onu uyduruyor. Hayır o, bir şâirdir. Öyle ise, bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin!" ile;

"Bizim likamızı (kavuşmamızı) ummayanlar şöyle dediler:

Bizim üzerimize ya melekler indirilmek ya da Rabb'imizi görmeliyiz!" âyetlerindeki sözleri de Arap müşrikleri söylemişlerdi. Onlar hiçbir ölçü tanımayan şu sözleri de sarfetmişlerdi:

"- Allah, vasıtasız olarak meleklerle konuştuğu gibi bizimle de öylece konuşup bize emirler ve nehiyler vermeli! Senin nübüvvetin konusunda bizimle açıkça konuşmak ya da senin iddianın doğru olduğunu gösterecek bizim istediğimiz bir belge ve hüccet gelmek!"

Bu kâfirler, azginlıkta ve kibirde öyle bir noktaya gelmişlerdi ki, peygamberlerin ve meleklerin tavassutu olmadan Allah'a muhatab olmaya kalkışıyorlardı. Yine onlar, inat ve kibirde öyle bir dereceye varmışlardı ki, sağır dağların bile karşısında secdeye kapandığı o apaçık mucizeleri mucize saymıyorlardı. Allah, onları kahreylesin nasıl da haktan çeviriliyorlar?!

B- "Bundan öncekiler de tıpkı böyle söylemişlerdi. Onların kalbleri birbirine benziyor."

O inat ve fesaddan kaynaklanan haksız ve çirkin sözlerinin benzerlerini eski ümmetler de peygamberlerine söylemişlerdi. Nitekim onlar da:

"- Allah'ı bize apaçık göster"

"- Biz, bir çeşit yemeğe dayanamayacağız!"

"- Rabb'in bize gökten donatılmış bir sofra indirebilir mi"

"- Ey Mûsâ! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap demişlerdi. O eski kâfirlerle bu kâfirlerin kalbleri körlük ve inatta birbirine benziyordu. Ancak bâtıl ve haksız sözleri birbirinden farklı idi.

C- "Biz iykaan eden (gerçeği bilmek isteyen) bir topluluk için âyetleri apaçık gösterdik."

"Biz, âyetlerimizi apaçık indirdik" ifadesi âyetlerimiz önceleri açık değildi de sonradan açık kıldık anlamında değildir. Bu da, "sivrisineği küçük, fili ise büyük lalan Rabb'imi tesbih ederim" kabilin dendir.

İykaan edenler, yakıin sahibi olmak ve gerçeği bilmek isteyenler; kesin bilgi peşinde koşanlar, hakikatlere kesin olarak inananlar, evham ve şüpheye itibar etmeyenler demektir.

Açıkça görüldüğü gibi âyet, bu mütekebbir ve inatçı kâfirlerin kendi anlayışlarına göre belge ve mucize taleplerini reddeder.

Mucize, delil ve belge anlamına gelen "âyet" kelimesinin harfi tarifli ve çoğul olarak "el-âyât" şeklinde vârid olması, "ityân" (getirmek) yerine, açiklığa kavuşturmak anlamına "tebyîn" kelimesinin kullanılması, âyetin fesahat ve belâgatini gösterir.

Hulâsa,  bu, "onlar, bir tek mucize taleb ettiler; oysa Biz, hak ve yakın (kesin bilgi) tâlibleri için apaçık belgeler ve mucizeler gönderdik" demektir.

"Allah bizimle konuşmak değil miydi?!" sözlerine ise hiç cevap verilmemesi, onun redde ve cevaba değmeyecek kadar abes bir söz olduğundandır.

118 ﴿