286"Allah, kimseye gücünün üstünde, kaldıramayacağı bir yük yüklemez. Kişinin kazandığı sevab da, işlediği günah da kendisine aittir. Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yaptığın gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetircmeyeceğimiz bir şeyi bize yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et ve bizi muzaffer kıl." A- "Allah, kimseye gücünün üstünde, kaldıramayacağı bir yük yüklemez ." Bu cümle, kulların talebi ve niyazı olmadan daha başlangıçta Allah'ın lütuf ve rahmetinin güzel eserlerini izhar eder. Nitekim ileride bu hakikat açıklanacaktır. Rivâyet olunuyor ki, "İçinizdekileri açığa vursanız da, gizieseniz de, Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir." (Bakara 2/284) mealindeki âyet nazil olunca, bunun hükmü, Ashâb-ı Kiram'a çok zor geldi. Resûlüllah'a huzurunda diz çökerek dediler ki: "- Ya Resûlallah! Biz namaz, oruç, hacc ve cihad gibi gücümüzün yettiği amellerle mükellef kılındık. Şimdi de sana bu âyet nazil oldu; buna ise bizim gücümüz yetmez." O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "- Siz de, sizden önceki iki Ehl-i Kitab (Yahudiler ve Hıristiyanlar) gibi "işittik ve isyan ettik" demek mi istiyorsunuz? Hayır, siz şöyle deyin: "- İşittik ve itaat ettik, ey Rabbimiz gufranını dileriz! Dönüş yalnız Sanadır; buyurdu." (Bakara 2/285) Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda bulunan cemaat de bunu okumaya başladılar. İşte o zaman "Amene'r-resûlü" âyeti nazil oldu. Bundan bîr süre sonra da; "Allah, kimseye gücünün üstünde, kaldıramayacağı bir yük yüklemez" âyeti indirildi.39 Bakara (2) sûresinin 284. âyetindeki "içinizdekileri gizieseniz de" den maksadın, insanların sakınmaya güçlerinin yetmediği o gayri ihtiyarî akla gelen şeyler değil fakat özellikle gerçekleştirmeye azmettikleri kötülükler olduğu beyân buyruldu. Böylece onların ağır gördükleri yükler hafifletildi. Teklif; kişiye yükümlülük, mükellefiyet yüklemek, içinde külfet ve meşakkat bulunan bir işi ilzam etmek, yapmaya zorlamaktır. el- Vüs'u', lügatta bolluk, gına, servet, güç, kuvvet, takat, kudret; vüs'a't ise genişlik, bolluk, kudret, kuvvet, takat demektir. İnsanın vüs'u'nda veya vüs'a'tinde olan da insana sıkıntı ve darlık vermeyen, genişlik içinde yapılabilen işlerdir. Hulâsa, Allah'ın sünneti, değişmez kanunu odur ki, bu ümmete kendi katından bir lütuf ve rahmet olarak, güçlerini ve imkânlarını sonuna kadar kullanmadan, genişlik içinde, kolaylıkla yapabildikleri işlerle onları mükellef kılmıştır. Nitekim meâlen, " Allah sizin için kolaylık diler; zorluk dilemez." (Bakara 2/185) buyurulmuştur. Bu ilâhî kelâm, Allah'ın (celle celâlühü), kullarını muhal işlerle mükellef kılmadığına delâlet eder; fakat bunun imkânsız olduğuna da delâlet etmez. B- "Kişinin kazandığı sevab da, işlediği günah da kendisine aittir ." Bu ifâde, mükellefiyetlerin vecibelerini korumaya ve onları ihlâl etmekten sakınmaya teşviktir. Çünkü her şahsın mükellefiyetleri, hafifletme ve kolaylaştırma nimetini taşımakla beraber, ilâve bir fayda daha sağlamaktadır ve bu fayda başkasına değil, bizzat kendisine dönmektedir. O mükellefiyetlerin ihlâli de, bir zarar doğurur ve bu zarar da, başkasını değil, yalnız ihlâl edenleri kuşatır. Zira bir fiilin faydasının failine mahsus olması, o fiilin tahsiline en büyük teşviktir. Onun zararının da yalnız kendisine âit olması, o fiili işlemeye en büyük engeldir. Herkesin yapmakla mükellef olduğu hayrın sevabı yalnız kendinedir; müstakil veya müşterek olarak başkasına değildir ve yine herkesin terk etmekle mükellef olduğu hâlde iktisap ettiği şerrin azabı da, müstakil veya müşterek olarak başkasına değil fakat yalnız kendinedir. Şer için iktisab kelimesi kullanılmıştır. Çünkü iktisabta, işi benimsemek anlamı vardır ki bu da nefsin şerre fazla ilgi göstermesinden ve tahsili için fazla çaba harcamasından ileri gelmektedir. C- "Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma)." Daha önce teklifin sırrı beyân edildikten sonra burada da mü'minlerin diğer duaları ifâde ediliyor. Şöyle ki: "- Ey Rabbimiz! Yükümlülüklerimizi yerme getirmekte unutma (nisyan) veya yanılma (hata) sonucu doğan taksir ve ihmalden ya da sırf unuttuğumuzdan ve yanıldığımızdan dolayı bizi muaheze eyleme!" Çünkü unutma ve yanılmadan dolayı sorumlu tutulmaya aklen bir engel yoktur. Zira günahlar zehirler gibidir. Bu itibârla unutarak veya yanılarak da olsa, günahlara bulaşmak bile azab sebebi olabilir. Ve Allah'ın kullarını bundan dolayı sorumlu tutmayacağını va'd buyurması da, bunun vukuunun imkânsızlığını gerektirmez. Çünkü bu, Allah'ın lütuf ve rahmetinin eseridir. Nitekim Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rüfia' a'n ümmeti el- hatâü ve'n-nisyan / Ümmetimden hatâ ve nisyandan doğan sorumluluk kaldırılmıştır" şeklindeki sözleri de bu hakikati açıklar. Rivâyet olunuyor kı, eski İsrâıloğulları döneminde Yahudiler, unutarak bir günah işledikleri zaman, onlara acilen bir azab geliyordu. Şu hâlde mü'minlerin, unutma ve yanılma sonucu olarak işledikleri günahlardan sorumlu tutulmayacaklarını bildikleri hâlde bu duada bulunmaları, bu lütfün devamı için bir niyaz ve bu nimete büyük önem vermek anlamındadır. Nitekim: "Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vasıtasıyla va'dettiklerinı de ikram eyle ve kıyamet günü bizi rüsvay etme." (Al-i İmran 3/194) âyetinde ki duâ da bu anlamdadır. Ç- "Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yaptığın gibi bize de ağır bir yük yükleme ." Bu cümle de, kendisinden önceki duâ cümlesi üzerine atıftır. İki cümle arasına nidanın girmesi (Ey Rabbimiz! denmesi) yakarışı (tazarruu) daha fazla tebarüz ettirmek içindir. "Isr", lügatte, kişiyi yerinde hapseden (hareket ettirmeyen) ağır yük anlamındadır. Burada kastedilen mânâ ise, zor mükeliefiyetlerdir. Bununla beraber bu cümledeki kelimeler değişik mânâlara gelecek şekillerde de okunmuştur. Şöyle ki: 1- Isr, tevbesi olmayan günahtır. Buna göre anlam; "- Bizi bu günahı işlemekten koru ya Rabbi!" olur. Isr kelimesi "yükler" anlamında çoğul olarak "asar" dır. Buna göre anlam; "- Bizi bu günahları işlemekten koru ya Rabbi!" olur. "Velâ tahmil / yükleme!", kelimesi mânâda mübalağa için teşdid ile "velâ tühammil" şeklinde de okunmuştur. Bu takdirde mânâ; "- Ey Rabbimiz! Bizden önce İsrâiloğullarına yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!" olur. Eski İsrâiloğullarının mükellef bulundukları ağır yükler şöyle sıralanabilir: Tevbede nefsi (aşırı mahrumiyetlerle) zelil ve kahretmek, Necasetin eşyaya bulaştığı yeri kesip atmak, Bir gün bir gecede cilt namaz kılmak, - Malların dörtte birini zekât olarak vermek ve benzeri diğer ağır mükellefiyetler. Isrâiloğulları, toplum olarak büyük bir hatâ işledikleri zaman daha önce kendilerine helâl olan bazı yiyecekler onlara haram kılınıyordu. Nitekim Allah (celle celâlühü) meâlen şöyle buyurur: "Yaptıkları zulümler ve bir çoklarını Allah yolundan alıkoymalarından dolayı daha önce kendilerine helâl kılınmış olan tertemiz şeyleri (tayyibatı) Yahudilere haram kıldık." (Nisa 4/160) Oysa Allah bu ümmeti kendi lütuf ve rahmetiyle bunların benzeri ağır yüklerden korumuş ve onlar hakkında meâlen şöyle buyurmuştur: "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir." (A'raf 7/157) Peygamber'de (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: "Büı'stü bi'l-hanîfiyyeti'l sehleti's-semhah / Ben hanîflik, kolaylık ve müsamaha dini ile gönderildim." Yine Cenab-ı Allah, bu ümmeti, eski ümmetlerin duçar oldukları mesh'ten (şekli değiştirilmek), hasften (yerin altına geçirilmek) ve benzen hâllerden korumuştur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: "Rüfia' a'n ümmeti el-hasfü ve'l-meshu ve'l-ğarak / Benim ümmetimden hasf, mesh ve gark (topyekûn suda boğulma) kaldırılmistir." D- "Ey Rabbimiz! Güç yeüremiyeceğimiz bir şeyi bize yükleme !" Bu cümle de, önceki duâ cümlesi üzerine atıftır. Bu duada da, tefrit ve taksirat yüzünden gelecek ilâhî azablardan muafiyet niyaz edilir. Niyaz şudur: "- Ey Rabbimiz! Bizi ağır yükümlülüklere muhatab kılma ve o yükümlülükleri muhafazadan doğacak tefritlerimiz ve taksiratımız yüzünden de bize azab eyleme!" Ancak bu noktada değişik tefsirler vardır: 1- İlâhî azabların indirilmesinin, tahmil (yükleme) olarak ifâde edilmesi, bu azablara sebebiyet veren mükellefiyetler itibariyledir. 2- Bu duâ cümlesi de bir öncekinin tekrarıdır. Ancak önceki duada yer alan "ısr / ağır yük" burada mübalağalı olarak "lâ taakate / güç yetmeyen" ifadesiyle tasvir edilmiştir. 3- Bu Allah'tan İl hakikaten beşerî gücün yetersiz kaldığı şeylerle mükellef olmaktan muafiyet dilemektir. Bu da bunun aklen caiz olduğuna delildir. Çünkü eğer caiz olmasa, ondan kurtulmak niyaz edilmezdi. E- "Bizi Affet, bizi bağışla, bize acı ." Daha açık bir deyişle: "- Bizim günahlarımızın eserlerini sil! Bizim ayıplarımızı, kusurlarımızı ört! Şahitlerin huzurunda bizi rezil, rüsvay etme! Bize lütuf ve merhamet eyle!" Bu duada aff ve mağfiret talebi, rahmet talebinden önce zikredikcüştir, Çünkü tahliye, tehliyeden (süslemeden) önce gelir. (Bir mekân önce tahliye edilir, sonra güzelleştirilir.) F- "Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et ve bizi muzaffer kıl." "-Sen bizim Efendimizsin, biz de Senin kullarınız, Sen bizim yardımcımızsın, Sen bizim bütün işlerimizin mütevellisisın; artık kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle!" Çünkü Mevlâya, düşmanlarına karşı savaşan kuluna yardım etmek yaraşır. Burada kâfirlerden murad, genel olarak bütün kâfirlerdir. Âyetin bu son cümlesi suna işaret eder: "Bu sûre-i celîle içinde emrolunduğu veçhile, i'lây-ı kelimetullah (Allah'ın kelâmını yüceltmek, hâkim kılmak) mü'minlerin nihâî talebleridir." Rivâyete göre: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu dualarla duâ edince, her duanın sonunda Allah bitarafından kendisine "Faa'ltü / Yaptım!" buyuruldu." Başka bir rivâyete göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah bu iki âyeti cennet hazinesinden indirmiştir. Mahlûkat yaratılmazclan iki bin sene önce Allah, onları kendi eliyle yazmıştır. Her kim o iki âyeti yatsıdan sonra okursa, o geceyi ihya etmiş olmak için yeter." Rivâyete göre yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim Bakara sûresinin o iki âyetini okursa kendisine yeter." Bu hadîs-i şerif, bu sûreye "Bakara/Inek sûresi" demeyi mekruh görenler aleyhine hüccettir. Bunu savunanlar diyorlar ki: Bu sûreye, "ineğin anlatıldığı sûre" demek gerekir. Nitekim Peygamber buyuruyor ki: "- ineğin anlatıldığı sûre, Kur’ân'ın büyük çadırıdır. Bundan dolayı onu öğrenip okumak berekettir; onu terk etmek ise teessüftür ve betâle'nin gücü ona hiçbir zaman yetmeyecektir." Sordular: "- Ya Resûlallah betâle nedir? " Cevap verdiler: "- Betâle, sihirbazlardır." |
﴾ 286 ﴿