2

"Allah'tan başka ilâh yoktur. O, ezelî ve ebedî olarak diri (el-Hayy) dir, yarattıklarını her an gözetip duran (el- Kayyûm) dır."

A- "Allah'tan başka ilâh yoktur ."

Mâbûdiyete müstahak ve lâyık yegâne ilâh Allah'tır (celle celâlühü); O'ndan başka hak ve gerçek ilâh (ma'bûd-i bı'l-hak) yoktur.

B- "O, ezelî ve ebedî olarak diri (el-Hayy)dir, her an yarattıklarını gözetip Duran (el-Kayyûm)dır ."

Bu cümle, mâbûdiyete istihkak ve liyakatin yalnız Allah'a (celle celâlühü) mahsus olduğunun delili gibidir. Daha önce (Ayete'l- Kürsî') de geçtiği gibi Hay)7, ezelden ebede bakî olan ve kendisi için ölüm ve fena (yokluk) ihtimali bulunmayan varlık; Kayyûm ise bütün kâinatı sürekli yöneten ve koruyan, görüp gözeten demektir. Ve bu iki sıfatın Allah'a (celle celâlühü) hâas oluşunun zorunlu sonucu olarak, mâbûdiyete istihkak da O'na mahsus olur. Zira bu iki sıfat olmadan mâbûdiyete istihkak mümkün değildir.

Rivâyete göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın Ism-ı Azami (Allah'ın bütün isimlerinin mânâlarını cami olan ismi) Kur’ân'ın üç sûresindedir:

1- Bakara (2) sûresinin 255. âyeti:

"Allah'tan başka ilâh yoktur. O, ezelî ve ebedî olarak diridir (el-Hayy), yarattıklarını her an gözetip Durandır (el-Kayyûm) ."

2- Al-i İmrân (3) sûresinin 1 - 2. âyetleri:

"Elif, Lâm, Mîm. Allah'tan başka ilâh yoktur. O, Hayy'dır, Kayyûm'dur ."

3- Tâ-Hâ (20) sûresinin 11 1. âyeti:

"Bütün yüzler, O Hayy ve Kayyûm için eğilmiştir ."

Bu konuda başka rivâyetler de vardır. Şöyle ki:

1- İsrâıloğulları, Mûsa'ya (aleyhisselâm) Ism-i Azami sordukları vakit, Mûsa (aleyhisselâm): "- İsm-i Azam, el-Hayyu'l- Kayyûm'dur" demiş.

2- İsâ (aleyhisselâm), ölülere hayât vermek istediği zaman: "- Yâ Hayyu, yâ Kayyûm!" diye duâ edermiş.

3- Asâf b. Berahya da (Süleyman Peygambere) Belkısin tahtını getirmek istediği zaman:

"- Yâ Hayyu, yâ Kayyûm!" diye duâ etmiş.

{Asâf b. Berahya, Süleyman'ın ilmi, tedbiri ve akıllılığı ile ünlü veziri, mutemedi ve sırdaşı idi.}

Bir kırâete göre, "el-Hayyü'l- Kayyûm", "el-Hayyu'l Kayyâm" şeklinde de okunmuştur.

Bu âyet-i kerîme, İsa'nın ilâh olduğunu iddia edenlerin iddiasını red ve ibtal eder. Rivâyet olunur ki:

(H. 8-9 yıllarında) Necran Hıristiyanları Medine'ye altmış kişilik bir hey'et (vefd) gönderdiler. Aralarında onların eşrafından ondört kişi vardı. Hey'et başkanı Benî Bekir b. Vâil kabilesinden baş kadılık, baş rahiblik ve baş müderrislik gibi en önemli üç görevi uhdesinde toplamış bulunan Ebû Harise Ibn-i Alkame; yardımcısı da Abdülmesîh adlı bir rahib idi. Kervan el-Eyhem'in riyasetinde idi. Rûm hükümdarları, Ebû Harise îbn-i Alkame'yi ilim ve içtihatlarından dolayı takdir ve taltif etmişler, mal ve mülk vermişler, çeşitli ikramlarda bulunmuşlar ve ona kiliseler yaptırmışlardı.

Ebû Hârise'nin yanında kardeşi Kürz b. Alkame de vardı. Bir ara yolda giderken Ebû Hârise'nin katırının ayağı sürçtü. O zaman Kürz, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek:

"- O uzaklardaki ölsün!" dedi. Sonra konuşma şöyle sürdü: Ebû Harise:

"- O değil, anan ölsün!". Kürz:

"- Niye böyle söylüyorsun?" Ebû Harise:

Vallahi o, bizim beklediğimiz peygamberdir!" Kürz:

"- Sen bunu bildiğin hâlde seni ondan engelleyen nedir?" Ebû Harise:

"- Çünkü bu hükümdarlar bize çok mal verdiler ve bize çeşidi ikramlarda bulundular. Biz ona imân edersek, bize verdiklerinin hepsini geri alırlar!"

Bu sözler Kürz'ü derinden sarstı ve Müslüman oluncaya kadar bunu gizledi. Müslüman olduktan sonra ise bunu herkese anlattı.

Nihayet Medine'ye ulaşan heyet ikindi namazından sonra Resûlüllah in (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidi'ne vardı. Çok değerli Yemen kumaşlarından abalar, cübbeler, hırkalar giymişlerdi. Sahabîlerden bazıları hayretlerini,

"- Bu güne kadar böyle bir heyet görmedik" sözleriyle izhar ediyorlardı.

O sırada onların namaz vakti geldi. Mescid'de namaz kılmak için ayağa kalktılar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Sahabîlerme:

"- Onlara engel olmayın, serbest bırakın!"buyurdu.

Onlar da doğuya yönelerek namazlarını kıldılar. Sonra yukarıda anılan üç kişi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşmaya başladılar ve lafı İsa'nın (aleyhisselâm) ulûhiyyetıne getirerek:

"- İsâ, Allah'ın kendisidir. Çünkü o, ölülere hayât verirdi. Anadan doğma âmâların gözlerini açardı. Gaybden haberler verirdi. Çamurdan bir kuş heyeti yapar, ona üfler ve kuş uçardı."

Devamla:

"- İsâ, Allah'ın oğludur; çünkü onun bilinen bir babası yoktur."

"- İsâ, üç ilâhın üçüncüsüdür. Çünkü Allahü teâlâ: "yaptık, söyledik" şeklinde çoğul olarak konuşmaktadır. Oysa eğer Allah bir olsaydı, "yaptim, söyledim" şeklinde tekil konuşurdu" dediler.

Sözleri bitince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Müslüman olmalarını teklif etti.

"- Biz senden önce Müslüman olduk" dediler.

Bundan sonra görüşme iki taraf arasında soru-cevap seklinde sürüp gitti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Siz yalan söylüyorsunuz; Allah'a (celle celâlühü) oğul isnad etmeniz, sizin İslâmınıza mânidir."

Onlar:

"- Pek iyi, eğer İsâ, Allah'ın oğlu değilse, onun babası kimdir? " Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Siz, bilmiyor musunuz kı, her çocuk, mutlaka babasına benzer?" Onlar:

"- Evet, öyle." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Siz bilmiyor musunuz ki Rabbimiz, Hayy'dir, hiçbir zaman ölmez; İsâ ise, fânidir?" Onlar:

"- Evet, öyle." Peygamber

"- Siz bilmiyor musunuz ki bizim Rabbimiz her şeyin Kayyûmüdur; her şeyi korur ve rızkını verir?"

Onlar:

"- Evet, öyle." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Pekiyi, İsâ, bunların her hangi birine mâlik midir?" Onlar:

"- Hayır, değildi." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Siz bilmiyor musunuz ki yerde, gökte ne varsa, hiçbir şey Allah'a (celle celâlühü) gizli değildir?"

Onlar: "- Evet, öyle." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Pekiyi İsâ, o bildikleri dışında bir şey biliyor muydu?" Onlar:

Hayır, bilmiyordu." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Siz bilmiyor musunuz ki Rabbimiz, İsa'yı ana rahminde iken dilediği gibi sûretlendirmiştir ve bizim Rabbimiz yemez, içmez ve abdest bozmaz?"

Onlar:

"- Evet, öyledir." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

Siz bilmiyor musunuz ki İsa'nın annesi, diğer kadınlar gibi kendisine hamile kalmış, diğer kadınlar gibi onu doğurmuş; İsa diğer çocuklar gibi beslenmiş, büyümüş, yemiş, içmiş ve abdest bozmuş?"

Onlar da:

"- Evet, öyle."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- O hâlde bu, sizin iddia ettiğiniz (ulûhiyyet) nasıl mümkün olabilir?!"

O zaman delilsiz, gerekçesiz inatçı bir inkâr içinde susup kaldılar.

İşte bu hâdise üzerine Allah (celle celâlühü), Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda gösterdiği delil ve hüccetleri; onların şüphelerine verdiği cevapları açıklamak ve onların şüphe ile baktıkları hakkı ortaya koymak üzere başından seksen küsur âyetine kadar bu sûreyi indirdi.

2 ﴿