165"(Bedir'de) onlara iki katını dokundurduğunuz bir musibet (Uhud'da) size dokununca mı (bu nereden) diyorsunuz ? Daha önce, mü'minlerden sâdır olan bazı fâsid zanlar ve bâtıl sözler, ibtal ve reddedildikten sonra burada da o kabil zan ve sözlerin bir kısmı daha ibtal ve reddedilmektedir. Burada Müslümanların uğradıkları musibetten maksad, Uhud savaşında yetmiş şehit vermeleridir. Müşriklerin uğradıkları iki katı musıîbetterı de maksad, Bedir savaşında yetmiş ölü ve yetmiş esir vermeleridir. Yani daha önce müşriklere isabet eden zayiatın yarısı size isabet edince mi sabırsızlık gösterip feryâd ettiniz ve: "Bu nereden çıktı?" dediniz? Daha önceki âyetlerde İlâhî nusret va'dinin zikredilmesi, burada ise, özellikle o vakitte kendilerinden sâdır olan sözlerden dolayı onlara serzeniş, red ve azar tevcih edilmesi, durumun onların şikâyetlerini değil, bunun aksim gerektirdiğindendir. Zira düşmanlarının uğradığı musibet, kendi musibetlerinin iki kati olması, sorunu hafifletir ve teselli kaynağı olur. Yahut siz yaptıklarınızı yaptıktan sonra onun sonuçları size isabet edince mi "Bu nereden çıktı?" dediniz? Yani bu musibetin sebebini bizzat kendileri hazırladıkları hâlde onu garipsemelerinin doğru olmadığı vurgulanmaktadır. C- "(Resûlüm) de ki (Kul): "- O kendi nefsiniz dendir !" Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir " Bundan önce onların o suallerinin haksız olduğu, inkâr ve azar ile tesbıt edildikten sonra burada da Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onların o haksız suallerine cevap vermesi, o musıîbetin, kendi kusurlarından, ganimete olan hırslarından ve bunun sonucu mevzilerini terk etmelerinden başlarına geldiğim beyân ederek onları susturması emrolunmuştur. Onların kendilerinden kaynaklanan kusur ne idi? Bu konuda değişik görüşler vardır. Şöyle ki: 1- Bir görüşe göre onların kusurları, Medine'den çıkıp dışarıda savaşmayı kabul ve tercih etmeleridir. Ancak, " Andolsun ki Allah, size olan va'dini yerine getirdi." (Al-i İmrân 3/152) âyetinde de belirtildiği üzere nusret va'dinin bundan sonra olması, bu tefsire engeldir. Bir de savaşı Medîne dışında kabul konusunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in onların isteklerini yerine getirmesi onların suçlarını hafifletmiştir. Kaldı ki, Medine'den çıkıp dışarıda savaşmayı tercih eden ve bunun için ısrarda bulunan kimselere, zaten o gün Allahü teâlâ, şehidlik ikram etmişti. Onun için onların "enna hâza / bu nereden" sözünü söylemiş olmaları mümkün değildir. 2- Bir başka görüşe göre ise, kendilerinden kaynaklanan kusur Bedir savaşında onlara izin verilmeden onların fidye alıp esirleri serbest bırakmalarıdır. Bu görüşlerin en zahiri ve kuvvetlisi birici görüştür. Başka bir deyişle mü'minlerden bir zümrenin emre muhalefet etmesidir. Mü'minlere müteveccih iki İlâhî hitab (bu âyetin başındaki hitab ile bundan sonraki âyetin başındaki hitab) arasında Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yönelen hitab (sen de ki...), yalnız birinci görüşü teyid eder. Çünkü faili fiilinden dolayı kınamak, eğer o fiili nehyeden kimse tarafından yapılırsa, tesiri daha fazla olur. (Ve Uhud savaşında Peygamberimiz, onlara mevzilerini bırakmayı nehyetmişti.) Mü'minlere emre itaatleri hâlinde nusret etmek, emre muhalefet hâlinde de onları nusretten mahrum bırakmak, Allahü teâlâ'nın kudreti dahilindedir, işte siz, O'nun itaatinden çıkınca, başınıza o felâketler geldi. Âyetin bu cümlesi, makablinin mefhûmunu açıklar mâhiyette bir zeyl gibi olup geçen emre (Resûlüm, de ki...) dahildir. |
﴾ 165 ﴿