167"Bir de münafıkları bilmek (ayırd etmek) içindir. Onlara: "- Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapm!"dendıği zaman onlar: "- Eğer savaşmayı bilseydik elbette size tabî olurduk" dediler. O gün onlar îmândan çok küfre yakın idiler. Kalblerinde olmayanı ağızları ile söylüyorlardı. Allah, onların içlerinde gizlediklerini en iyi bilendir." A- "Bir de münafıkları bilmek (ayırd etmek) içindir." Burada "A'lime / bilmek" fiilinin iade edilmesi, başka bir deyişle ikinci kez tekrar edilmesi mü’minleri teşrif, onları münafıkların kapsamına dahil olmaktan tenzih ve ilm-i ilâhînin iki fırkaya taallûk cihetinden farklı olduğunu bildirmek içindir. Çünkü İlâhî bilginin, mü'minlere taallûku, geçen taallûk şekli iledir. Münafıklara taallûku ise yeni bir veçhe iledir. Yani o gün size isabet eden musibet, îmânda sebat edenleri ve nifak gösterenleri birbirlerinden ayırmak için idi. B- "Onlara : "- Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın." dendiği zaman onlar : "- Eğer savaşmayı bilseydik elbette size tabî olurduk." dediler.." 1- Abdullah İbn Abbâs (radıyallahü anh)a göre: "Bu münafıklar Abdullah b. Übeyy ve arkadaşlarıdır. Onlar Uhud günü Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrılıp geri dönerken Abdullah b. Amr b. Hıram (radıyallahü anh) onlara: "- Size Allah'ı hatırlatıyorum; Peygamberinizi ve kavminizi yardımsız bırakmayın!" diye seslendi ve onları savaşa davet etti. İşte âyetteki "Teâ'lev kaatilû fi sebîlillâhi evidfeû' / Gelin Allah yolunda savaşın veya savunma yapın." ifâdesi, bunu anlatır." 2- İsmail el-Süddî'ye göre: "Evidfeû' —" veya savunma yapın" ifâdesi, "- Eğer bizimle beraber çarpışmayacaksanız, hiç olmazsa yanımızda durarak mevcudumuzu çok göstermek suretiyle onların bize saldırmalarını önleyin!" demektir. 3- Bir görüşe göre de: Eğer Allahü teâlâ yolunda çarpışmayacaksanız, hiç olmazsa yurdunuzu, ailenizi ve evlerinizi savunun!" demektir. 4- Onların söyledikleri kelâmın seyrinden akla gelen bir suale cevab mahiyetindedir. Sanki: "- Pek iyi onlar o iki seçenek arasında muhayyer bırakılınca ne yaptılar?" sorusuna böyle cevap vermişler ve şöyle demişlerdir: "- Eğer biz savaşmayı bilseydik ve savaş gücümüz olsaydı, size tabî olurduk, sızın peşinizden gelirdik!" Ancak onlar bu sözleri hile ve alay maksadı ile söylemişlerdi. Savaşa muktedir olmamak, savaşı bilmemek olarak ifâde edilmiştir. Çünkü ihtiyarî fiillere olan kudret, onu bilmeyi de gerektirir. 5- Bu sözler şu anlamda da söylenmiş olabilir: "- Eğer biz bunu gerçek bir savaş olarak bilseydik, sizin peşinizden gelirdik; fakat sizin bu yapmak istediğiniz asla bir savaş değil, ancak nefsi tehlikeye atmaktır." Onların "Biz savaşmayı bilseydik, elbette size tabî olurduk "demeleri ve asıl maksud olan savaşmaktan söz etmemeleri de, onların savaştan geri durduklarına delildir. C- "O gün onlar îmândan çok küfre yakın idiler." Onlar, bu sözleri söyledikleri gün îmândan daha çok küfre yakın idiler. Zira bundan önce onlar îmânlarını izhar ediyorlardı ve onların küfürlerim bildiren bir emare, kendilerinde görülmemişti. Fakat onlar Müslüman askerlerinden ayrılıp o sözleri sarfedınce, haklarında beslenen zandan, îmândan uzaklaştılar ve küfre yaklaşmış oldular. Bir görüşe göre, o gün onlar îmân ehlinden daha çok küfür ehline yardıma daha yalan idiler. Çünkü onların Müslümanlardan ayrılarak mevcudu azaltmaları, müşrikleri takviye oldu. Ç- "Kalblerinde olmayanı ağızları ile söylüyorlardı." Bu istinafı cümle, makablini açıklar mâhiyettedir. Âyette ağızların ve kalblerm zikredilmesi, onların nifakını tasvir etmek ve onların zahirlerinin (dışlarının) bâtınlarına (içlerine) uymadığını açıklamak içindir. Onlar kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. O sözden maksad, - ya bazen dillerinde, bazen de kalplerinde oluşan kelâmın kendisidir. Buna göre ısbat ve nefyedılen sözlerin yerleri değişik ise de, kendileri aynıdır. - ya da yalnız ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. Bu takdirde nefyedılen, sözlerin menşei ağızdır, söylenen söz de ondan ayrı değildir. Bu takdirde sözün menşei olan ağzın söz olarak ifâde edilmesi, aralarındaki sıkı bağlılıktan dolayıdır. Bunun anlamı şudur: "Onlar öyle bâtıl sözler sarfetmışlerdır ki o sözlerin kalblerinde yeri yoktur. Nitekim onlar bu sözleriyle, kalblerinde asla mevcut olmayan iki şeyi izhar ettiler: 1- Savaşmayı bilmediklerini, 2- Savaşmayı bilmiş olsalardı o takdirde Müslümanların peşlerinden gideceklerini. Oysa onlar her iki hâlde de apaçık yalan söylüyorlardı. Çünkü onlar, savaşmayı biliyorlardı ve Müslümanların peşlerinden gitmeye de niyetlen yoktu. Hayır, onlar Müslümanlara yardım etmemekte kararlı ve irtidada azimli idiler. D- "Allah, onların içlerinde gizlediklerini en iyi bilendir." Bundan önce, onların kalblerinde söyledikleri sözlere uygun bir şey olmadığı belirtilmişti. Şimdi burada, onların kalblerınin, şer ve fesatla meşgul olduğu ifâde; küfür ve nifakları ziyadesiyle tesbit ediliyor. "Vallâhü ea'lemü / Allah en iyi bilendir" buyrulmak suretiyle bilme fiilinde tafdîl kıpı kullanılmıştır. Çünkü o münafıkların, mü'minleri zemmetmeleri, görüşlerini yanlış saymaları, başlarına musibetler gelmesine sevinmeleri gibi nifak hükümlerinden gizledikleri şeyleri mü'minler de icmâk olarak biliyorlardı. Bunların tafsilât ve keyfiyetlerinin bilgisi ise ilm-i ilâhîde mevcuttur. |
﴾ 167 ﴿