193

Ey Rabb'ımız! Şüphesiz biz, "Rabb'inize îmân edin!" diye bizi îmâna çağıran bir münâdîyi işittik de hemen îmân ettik.

"- Ey Rabb'ımız! Sen artık bizim günahlarımızı bağışla (mağfiret et) ve kötülüklerimizi ört ve bizim canlarımızı ebrâr ile beraber al!"

A- "Ey Rabb'ımız (Rabbena)! Şüphesiz biz (Innena), "Rabbinıza îmân edin!" diye bizi îmâna çağıran bir münâdîyi işittik de hemen îmân ettik."

Bundan önce o mü'minlerin, aklî delilleri tefekkürler ve buna binaen yaptıkları duaları hikâye edilmişti. Şimdi burada da, onların semi (kulağa hitap eden) delilleri düşünmeleri ve buna binaen yaptıkları duaları hikâye ediliyor.

Dua âyetinin başında nida bulunması (ey Rabbimiz denmesi), tazarruun kemâlini ifâde içindir.

Cümlenin tekidli olması (innena / şüphesiz ki, denmesi), bu sözlerin, kendilerinden büyük bir rağbet ve şiddetli bir arzu ile sâdır olduğunu bildirmek içindir.

"Münâdi'den murad, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dır. Münâdî kelimesi "dâi / dâvetçi" kelimesine tercih edilmiştir. Çünkü münâdî kelimesi, davet işine son derece önem verdiğine; risaleti yakına da, uzağa da tebliğ ettiğine delâlet eder. Zira münâdî, yüksek sesle çağırmak demektir.

"Yünaclî lilîmani / îmâna çağırıyordu" cümlesi, âlimlerin cumhûruna göre münâdînin sıfatıdır. Üslub pek hoş ve güzeldir. Ayrıca nazm-i kerîmin özel bir meziyeti daha vardır. Çağıran, münâdî olarak isimlendirildikten başka bir de îmâna çağırmakla vasıflandırılmıştır. Bu, "bir konuşan işittim; hikmet konuşuyordu" kabilindendir. Âyette bu üslup tercih edilmiştir. Çünkü ibhâmdan sonra tefsir ve itlaktan (mutlak ifâdeden) sonra takyit tarzındaki ifâde, insan ruhunu daha çok etkiler ve daha fazla kabul görür.

Bir diğer görüşe göre, âyetteki münâdî, Kur’ân-ı Azîm'dir. Bu takdirde anlam şöyle olur:

"- Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz "Rabbinize, Mâlikinize, işlerinizin mütevellisine, sizi kemâle eriştiren Yaradanıniza îmân edin!" diye îmâna çağıran Resûlüllah'ı, Kur’ân-ı Azîm'i işittik de emrine uyduk ve dâvetine icabet ettik."

İmânın mutlak olarak zikredilmesinden sonra takyidi, Allahü teâlâ'nın şânını tazim içindir.

B- "- Ey Rabbimız (Rabbena)! Sen artık bizim günahlarımızı bağışla ve kötülüklerimizi ört ve bizim canlarımızı ebrâr ile beraber al."

"Rabbena / Ey Rabb'ımız!" nidasının tekrarı, O'na duâ ile beraber, O'nun ulûhiyet ve rubûbiyyetini itiraftır.

"Fağfırlena / artık bizi mağfiret et" kelimesinin başinndaki "f " harfi, mağfiret veya mağfiret duasının, Allahü teâlâ'ya îmân ve ulûhiyetini ikrarın sonucu olduğunu belirtir.

"Zünûb" tan (günahlardan) murad büyük günahlar (kebâir)dir. Nitekim îmân, daha önce işlenmiş bütün günahları kesip atar.

"seyyiât" ise, küçük günahlardır. Zira büyük günahlardan sakınan mü'minlerin küçük günahları affedilir.

"Ebrâr", her cihetçe iyi olanlardır. Niyaz edilen, iyilerin arkadaşlığıdır; iyilerle sohbet hâlinde, iyilerle komşu ve iyiler zümresine dahil olmaktır.

Bu dualardan zımnen anlaşıldığına göre, "Ebrâr" ölümle gerçekleşen Allahü teâlâ ile buluşmayı arzu ediyorlardı. "Ve men ehabbe likaaellâhü, ehabbellâhü likaaehu / Kim, Allah ile buluşmak isterse, Allah da onunla buluşmak ister."

193 ﴿