83

"Onlara güven veya korkuya dâir bir haber gelince, onu yayarlar. Oysa eğer onu Resûl'e veya kendilerinden yetki sahibi olanlara götürselerdi, onlardan işlerin iç yüzünü anlamak isteyenler, onun ne olduğunu öğrenirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, muhakkak şeytana uyardınız."

A- "Onlara güven veya korkuya dâir bir haber gelince, onu yayarlar..

Oysa eğer onu Resûl'e veya kendilerinden yetki sahibi olanlara götürselerdi onlardan işlerin iç yüzünü anlamak isteyenler, onun ne olduğunu öğrenirlerdi."

Bu âyet, bazı konularda muradın anlaşılmanıasina binaen vehmedebilecek ihtilaf şaibesini ortadan kaldırır ve çelişki, tutarsizlik, aykırılık gibi hâllerin, âyetlerin mânâlarının sonuçlara uymamasından değil, fakat o haberleri yayanların, ilâhî kelâmın mânâsını kaynaklandığını ortaya koyar. Şöyle ki:

1- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine vahye dilen zafer vaadi veya kâfirlerden gelebilecek tehlikeler gibi bazı hâlleri,

- hâdiseler hakkında bilgi ve deneyimi olmayan bazı zayıf Müslümanlara haber verince onlar, bunların gerçek mânâlarına nüfuz edemeden ve sonuçlarını kavrayamadan,

- kendi anlayışlarına göre, o İlâhî müjde ve uyarıları kâfirlerin de duyabileceği şekilde etrafa yayıyorlardı.

2- O haberlerin gerçek mânâlarını anlasalar da, bazen o mânâlar, birtakım şartlara bağlı oluyor ve bu haberlerin yayılmasıyla o şartlar ortadan kalkıyor ve böylece beklenen sonuçlar gerçekleşmiyordu.

3- Ayetlerin haber verdiği sonuçlar gerçekleşmeyince, o âyetler ihtilaf / uyuşmazlık, çelişki, aykırılık gibi vehimlerin menşei oluyordu.

4 -İşte bundan dolayı o zayıf Müslümanların bu durumu teşhir edilerek kendilerine buyruldu ki:

"Eğer onlar, duyduklar vahyi, gerçek mânâsını ve onun öngördüğü tedbirleri anlamak için Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) arzedip ondan açıklama isteseler veya basiret sabibi büyük Sahabîlere (radıyallahü anh) sorsalardı, gerçeği bütün kapsamıyla öğrenirlerdi."

"Onu sana..." değil de "onu Resûl'e götürselerdi / velev reddûhu ile'r-resûk" buyrulması, risâletin müracaat ve hâl mercii olmasındandır.

Zamir (onlar) yerine "işlerin iç yüzünü anlamak isteyenler..." ifâdesinin kullanılması onların anlamadıklarını Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve büyük Sahabîlere götürmeleri, işin gerçek sebeb ve sonuçlarını sorup öğrenmeleri gereğine işaret etmek içindir.

Hulâsa,  eğer o zayıf Müslümanlar, anlamadıkları konuları Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve büyük Sahabîlere götürselerdi, gerçeği öğrenirler ve yaptıklarını yapmazlardı. Netice olarak da, ihtilaf şüphesi ve vehmi zuhur etmezdi.

Bir diğer görüşe göre ise, bunun anlamı şudur:

Bazı olaylar vardı ki onların mânâlarını ancak Sahabeler arasında zekâ, bilgi ve tecrübeleriyle savaş hile ve tuzaklarını bilenler kavrayabilirdi.

Bir başka görüşe göre ise, bazı Müslümanlar, Resûlukahin (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği müfrezelerin güveni, selâmeti, korku ve başarısızlıkları ile ilgili bir haber aldıkları zaman, onu çevreye yayıyor ve bu da zararlı oluyordu. Eğer onlar, o haberi Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve büyük Sahabîlere götürselerdi, onlar zekâ ve savaş konusundaki bilgi ve tecrübeleriyle alınması gereken tedbirleri isabetle takdir ederlerdi.

Bir başka görüşe göre ise, söz konusu bu zayıf Müslümanlar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile büyük Sahabîlerden edindikleri güvenilir ve sağlam haberleri çevreye yayınca bilgi, düşmana ulaşıyor ve işin seyri değişiyordu. Eğer onlar bunu Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve büyük Sahabîlere bıraksalardı ve hiç duymamış gibi davransalardı, işlerin iç yüzünü bilen Resûlüllah ile seçkin Ashabı, nasıl bir tedbir uygulayacaklarını, neleri yapacak ve neleri yapmayacaklarını doğruca takdir ederlerdi.

Son bir görüşe göre de, o Müslümanlar, düşman üzerine gönderilen seriyye (müfreze)lere dair, münafıkların ağzından doğruluğu şüpheli ve ekseriyetle tahmine dayanan bazı haberler duyuyorlar ve bunu yayıyorlardı ve bu da mü'minlere zarar veriyordu. Eğer onlar:

"- Biz, bunu Resûlüllah ve yakınındaki Sahabîlerden duyuncaya ve bu haberin yayılmasında sakınca olup olmadığını onlardan öğreninceye kadar şimdilik susmakyiz!" demiş olsalardı daha doğru hareket etmiş olurlardı.

İşte burada, münafıkların suçları ve şer planları anlatddaktan sonra bazı zayıf Müslümanların hatâh davranışları ortaya konuyor.

B- "Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, muhakkak şeytana uyardınız."

Bu hitap, iltifat yoluyla söz konusu zayıf Müslümanlar içindir. Yani Allahü teâlâ'nın, sizi hak yola, şüpheli konularda Resûlüllah'a ve büyük Sahabîlere müracaat yoluna irşad buyurması rahmetinden olmasaydı, Kitab'ın esrarına vâkıf olan ve hükümleri hakkında köklü bilgilere sahip bulunan büyük Sahabîler müstesna, muhakkak ki şeytana veya münafıklara uyardınız ve doğru yola erişmezdiniz.

Diğer bir görüşe göre de, eğer Allahü teâlâ'nın, Resul (aleyhisselâm) göndermek ve Kitab indirmek lütuf ve rahmeti olmasaydı, muhakkak şeytana uyardınız. Ancak Kuss b. Sâide el-İyadî, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ve Varaka b. Nevfel gibi Allahü teâlâ'nın kendilerine lütfettiği üstün bir akıl ile (câhiliye devrinde) hak ve doğru yolu bukmuş ve bu aklı sayesinde şeytana uymaktan kendini koruyabilmiş pek az kimse vardır. İşte bunlar müstesna şahsiyetlerdir.

Başka bir görüşe göre de, burada Allah'ın lütuf ve rahmetinden maksad, düşmanlara karşı nusret ve zaferdir. Yani eğer sürekli ve birbiri ardından nusret ve zaferler hâsıl olmasaydı, mutlaka şeytana uyardınız. Ancak,

- hakikatleri gören,

- kuvvetli niyet, geçerli azim sahibi olan,

- bu dinin hak olduğunu bilen ve bilgisi hakke'l-yakîn derecesine yükselmiş bulunan,

- bunun içindir ki fetih ve zafer gibi dinin gerçekliğinin eserlerini müşahede etmek ihtiyacını duymayan,

pek az sayıdaki faziletk mü'min müstesna.

Son bir görüşe göre ise bunun anlamı şudur:

"Eğer Allahü teâlâ'nın lütuf ve rahmeti olmasaydı, mutlaka şeytana uyardınız; ancak pek azınız hak din yolunu seçerdi."

83 ﴿