171

"Ey Ehl-i Kitab! Dininizde gulüv (aşırılık, taşkınlık) yapmayın. Allah hakkında yalnız hakkı söyleyin. Meryem oğlu İsâ Mesîh sadece Allah'ın Resulü, Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Artık Allah'a ve Resullerine îmân edin ve "Allah üçtür" demeyin. Kendi hayrınıza bundan vazgeçin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehdir. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter."

A- "Ey Ehl-ı Kitab ! Dininizde gulüv (aşırılık, taşkınlık) yapmayın."

Burada, hitab yalnız Hıristiyanlara tahsis edilmiştir. Maksad, onları içinde bulundukları küfür ve dalâletten men'etmektir. Demek istenen şudur:

"- Ey Hıristiyanlar! İsa'nın şânını yüceltmek için ifrata kaçmayın ve onun tanrılığını iddia etmeyin.

Yahudilerin İsa'nın (aleyhisselâm) değerini düşürmek için onu, nesebi belli olmayan biri gibi gösterme cinayetleri, daha önce teşhir edilmişti.

B- "Allah hakkında yalnız hakkı söyleyin ."

Allah'ı kendisi hakkında imkânsız olan hulul (başkasının varlığında görünmek), ittihat (başkasının varlığıyla birleşmek) ve eş, çocuk edinmek gibi vasıflarla vasıflandırmayın. O'nu bütün bunlardan tenzih edin!

C- "Meryem oğlu İsâ Mesîh, sadece Allah'ın Resulü ; Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve O'ndan bir ruhtur."

Mesîh kelimesinin tefsiri, Al-i İmrân (3) sûresinde geçti, Bu kelime bir kırâete göre, mübalağa sıygasiyle "Missîh" olarak da okunmuştur.

1-Burada "Meryem oğlu İsâ" kimliğinin açıkça söylenmesi, onu Allahü teâlâ'nın oğlu şeklinde tavsifin bâtıl olduğunu belirtmek içindir.

Bu istinaf cümlesi, o bâtıl sözün niçin men'edildiğini açıklar. Bu da, onun zıddı olan Hakk emridir. Yani İsa'nın (aleyhisselâm) mertebesi, risalede sınırlıdır; bunu geçmez.

2-İsâ (aleyhisselâm), baba ve nutfe (meni) olmadan, Allahü teâlâ'nın Meryem'e ulaştırdığı "Kün/Ol!" kelimesi ve emri ile var edilmiştir (mükevvene bikeîimetihi ve emrihi-llezî hüve kün min gayri vâsıtati ebın velâ nutfetin). Allahü teâlâ, onu Meryem'in rahmine Cebrâîl’in üfürmesiyle koymuştur (Evsaleha ileyha ve cea'leha fîha bineflııi cibrîle).

Allahü teâlâ, onu, Meryem'e müjde olarak bildirmiş, haber vermiştir. Nitekim diğer bir âyette de meâlen şöyle buyrulur:

"Hani melekler şöyle demişlerdi:

"- Ey Meryem! Şüphesiz Allah, seni kendinden bir kelime ile müjdeler. Onun ismi Meryem oğlu İsâ Mesîh'dir." (3/45)

Âyet-i kerîmede geçen "rûh"un nasıl anlaşıkması gerektiği hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Şöyle ki:

1- Ruh, Cebrâîl’in (aleyhisselâm), Meryem'in gömleğine üfürmesidir. Bunun sonucu olarak Meryem, Allahü teâlâ'nın izniyle hâmile kalmıştır.

"Minhü / O'ndan" kelimesindeki "min" harfi,

başlangıç ve son (ibtidâ ve gaye) mânâsı vermek içindir (yanı o ruhun başlangıcı Allahü teâlâ'dır; son ulaştığı yer de Meryem'dir);

Hıristiyanların iddia ettiği gibi ba'ziye değildir (rûh Allahü teâlâ'dan bir parça değildir).

Anlatıldığına göre, Halife Harun el-Reşîd'in Hıristiyan olan tabibi, bir gün Ali b. Hüseyin el Vakıdî el- Mervezî ile tartışmaya girip:

"- Sizin Kitabınız Kur’ân'da, İsa'nın (aleyhisselâm) Allahü teâlâ'nın bir parçası olduğuna delâlet eden ifadeler var." dedi ve bu âyet-i kerimeyi okudu.

Bunun üzerine Vakıdî de:

"O, göklerde ne varsa, yerde ne varsa hepsini kendi katından size müsahhar kıldı." (Câsiye 45/13) âyetini okudu ve:

"- Sizin anlayışınıza göre, bu eşyanın hepsinin Allahü teâlâ'nın bir parçası olmak gerekir. Oysa Allah (celle celâlühü) bundan münezzehdır." dedi.

Onu dinleyen Hıristiyan hekim, cevabtan âciz kaldı ve Müslüman oldu. Harun el-Reşîd, buna çok sevindi ve Vakıdî'ye değerli armağanlar verdi.

Hulâsa bu rûh, Allahü teâlâ cihetinden Meryem'e ulaştırılmıştır. Onu Cebrâîl (aleyhisselâm) de üfürmüş olsa, bu üfürme Allahü teâlâ'nın emriyledir. Bu sebeble onun Allahü teâlâ'dan olduğu ifade edilmiştir.

2-İsâ idi, ölülere hayât verdiği için (li-ihy âhi'l-emvat) "Rûh" ismiyle isimlendirilmiştir

3-İsâ (aleyhisselâm), kalblere hayât verdiği için (k-ıhyâhi'l-kulûb) kendisine "Rûh" adı verilmiştir. Nitekim,

"İşte böylece sana da emrimizden bir Rûh (Kur’ân) vahyettik." (Şûra 42/52) âyetinde ifade edildiği gibi Kur’ân'a da, aynı sebepten dolayı "Rûh" denmiştir.

4- Buradaki ruhtan maksad, Meryem'e müjde olarak yapılan vahiydir.

5- Câri âdete göre, insanlar bir şeyi son derece temiz olarak vasıflandırmak istedikleri zaman, "Bu gerçekten ruhtur / İnnehu ruhun" derlerdi. Bu noktadan hareketle, İsâ (aleyhisselâm) da, nutfeden değil, fakat üfürmeden vücud bulduğu için rûh olarak vasıflandırılmıştır.

Âyette, İsa'nın (aleyhisselâm) Allah'ın Resulü sıfatının, vücude gelmesinden ve Allahü teâlâ'nın kelimesi ve ruhu olmasından önce zikredilmesi, ışın basında, tevile yer vermeyen kesin bir ifade ile hakkı tesbit ve tayın etmek ve bâtıl, tevil kapısını önceden kapatmak içindir.

Ç- "Artık Allah'a ve Resullerine îmân edin ve "Allah üçtür" demeyin. Kendi hayrınıza bundan vazgeçin!"

Ulûhiyeti yalnız Allahü teâlâ'ya tahsis edin ve bütün Peygamberlerini de o sıfatlarıyla tanıyın. Onların bir kısmını ilâh mertebesine çıkartmayın ve:

"- ilâh üçtür: Allah, Mesîh ve Meryem" demeyin.

Nitekim,

"Allah:

Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara "Allah'ı bırakıp da beni ve annemi iki ilâh edinin!" diye sen mi söyledin?" (Mâide 5/116) meâlindeki âyet de bunu bildirir.

Eğer Hıristiyanların:

"- Allah bir cevherdir; üç uknum (asıl)u vardır: Baba, Oğul, Ruhui-Ku -düs" dedikleri;

birincisinden zatı veya vücûdu,

ikincisinden ilmi,

üçüncüsünden hayatı kasdettikleri doğru ise, söz konusu âyetin beyanı bu iddiaya karşıdır.

D- "Allah, ancak bir tek ilâhtır. O çocuğu olmaktan münezz elidir."

Allahü teâlâ zâtı itibarıyla herhangi bir veçhile taaddütten (kesretten, adetten) münezzehdir.

"Sübhanehu " kelimesı, gizli bir fiiün mefûlüdür (tümlecidir). Yani,

"- Ben O'nu çocuk sahibi olmaktan tenzih edelim", ya da:

Siz O'nu çocuk sahibi olmaktan tenzih edin! "demektir.

Çünkü çocuk sahibi olmak, ancak benzeri bulunan ve fâni olan varlıklar için tasavvur edilebilir. Allahü teâlâ ise, bu gibi şeylerden münezzehdir.

E- "Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter."

Bu istinaf cümlesi, Allahü teâlâ'nın niçin bundan münezzeh olduğunu açıklar. Yani göklerde ve yerde bulunan her şey, yaratılış, mülk ve tasarruf itibariyle yalnız O'nundur; İsa'nın da dahil olduğu bütün eşya, O'nun hâkimiyeti dışına çıkamaz. O halde İsa'nın Allahü teâlâ'nın oğlu olduğu nasıl düşünülebilir?

Herkes işlerini O'na havale eder. O, bütün âlemlerden müstağnidir. Şu halde işlerini yürütmek için yerlerine geçecek birilerine muhtaç olan âcizlerin şânı olan çocuk edinmek, O'nun hakkında nasıl tasavvur edilebilir?

171 ﴿