172"Mesîh ve Mukarrabîn (Allah'a çok yakın) melekler, Allah'a kulluktan asla kaçınmazlar (istinkâf etmezler). Kim O'na kulluktan kaçınır ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini huzurunda toplayacaktır." A- "Mesîh ve Mukarrabîn melekler, Allah'a kulluktan asla kaçınmazlar." Mesîh İsâ Allahü teâlâ'nın kuludur ve kulluğunun gereği olarak, taât ve ibâdete devamdan âr duymaz. Çünkü bu, en yüksek şereftir. Kaldı ki İsâ (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'ya kul olmakla iftihar eder. Nitekim onun hallerinden ve sözlerinden bu husus açıkça anlaşılır. Bilindiği üzere İsâ'nın (aleyhisselâm) insanlara ilk sözü: "- Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab verdi ve beni Peygamber yaptı." (Meryem 19/30) olmuştur. Ancak burada kâfirlerin söylediklerine cevap verildiği için bu kadarla yetinilmiştir. Rivâyet olunuyor ki, Medine'ye gelen Necran Hıristiyan heyeti, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e: "- Sen niçin bizim adamımızı küçültüyorsun (Lime ta'yebü sâhibena)?" dediler.7 Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sordu: "- Sizin adamınız kim (Ve men sâhibiküm)?" Onlar: "- İsa'dır" dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yine sordu: "- Ben ne diyorum ? " Onlar: "- Sen onun için Allah'ın kulu diyorsun (Tekuulü lehu a'bdullah)" dediler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem). cevab verdi: "- Allah'ın kulu olması onun için bir âr değil ki (İnnehu leyse biâ'ri en yekûne a'bde-llâh)!.." Onlar: "- Hayır, bu, onun için bir nakısadır" dediler. İşte bu olay üzerine bu âyet nazil oldu. Ar veya utanç sebebi sayılan şeyin, Allahü teâlâ'ya ibâdet değil de, O'nun kulu olmak şeklinde zikredilmesinin sırrı da budur. Buna ilâve olarak, bu ifadenin bir faydası daha vardır ki, o da, İsa'nın bu hususta hiç âr duymadığının belirtilmiş olmasıdır. İsa'nın Allah'a (celle celâlühü) kul olmaktan âr duymaması, O'na ibâdetten de âr duymaması demektir. Allahü teâlâ'ya yakın melekler de, Allah'a (celle celâlühü) kul olmaktan ar duymazlar. Meleklerin, Peygamberlerden üstün olduğunu söyleyenler, bu âyeti hüccet göstererek derler ki: "- Burada meleklerin zikrinden maksad, Hıristiyanların, İsâ Mesih'i kulluk makamından yukarı çıkarmak iddialarını reddetmektir. Melekler Allah'a kulluktan âr duymadıklarına göre İsa'nın (aleyhisselâm) da Allah'a kulluk ve ibâdetten evleviyetle âr duymaması gerekir." Buna şöyle cevap verilebilir: Hıristiyanların küfürlerinin ana sebebi, İsa'nın (aleyhisselâm) babasız olarak doğması, bazı gayb olaylarını bilmesi, göğe yükseltilmiş olması gibi özellikleri sebebiyle kulluktan öte bir mertebeye çıkarmaktır. Burada dereceleri çok yüksek (mukarreb) meleklerin Allah'a Ülkul olmaktan âr duymadıkları ifade edilirken, İsa'nın (aleyhisselâm) da Allah'a (celle celâlühü) kul olmaktan âr duymadığına atıf yapıkmıştır. Çünkü bikndiği gibi melekler de, babasız ve anasız yaratılmışlardır; onlar da insanların bilmediği birçok gayb haberlerini bilirler; göklerin yüksek katlarında bulunurlar. Bu hususlarda onların derece itibariyle insanlardan daha yüksek olduğunda bir tartışma yoktur. Tartışma ibâdetlerden hasıl olan sevab bakımından insanlardan üstün olup olmadıkları noktasındadır. Bu âyeti, meleklerin Peygamberlerden üstün olduğuna delil sayanlara diğer bir cevap da şudur: Bu âyet, yalnız Hıristiyanlar için değil fakat aynı zamanda meleklere tapanların inançlarını da reddetmek amacına matuftur. Bu takdirde, âyetin onların söyledikleri ile bir ilgisi kalmaz. Eğer bu âyetin, Hıristiyanların iddialarını redde mahsus olduğu habul edikrse herhalde burada meleklerin İsa'ya (aleyhisselâm) atfından maksad: 1-Teksir ve tafsil itibariyle olan mübalâğadır; yoksa tekbir ve tafdîl (üstün kılma)itibariyle olan mübalağa değildir. 2-Eğer tafdîl kasdedıldiği kabul edilirse, bu ifade olsa olsa, Mukarrabîn meleklerin yani Arş in etrafında bulunan "Kerubiyyûn veya Kerrubiyyûn" meleklerin veya mertebece daha yüksek meleklerin, Mesîh Peygamberlerden daha üstün olduklarına delâlet eder. Bundan da, mutlak olarak bir cinsin (meleklerin) diğer cinse (Peygamberlere) üstünlüğü lazım gelmez. Tartışma konusu olan ise, mutlak olarak bir cinsin diğer cinse üstünlüğüdür. B- "Kim ona kulluktan kaçınır ve büyüklük taslarsa bilsin kı O, onların hepsini huzurunda toplayacaktır." Burada ibâdetten maksad, Allahü teâlâ'ya itaattir. Bu itibarla bütün kâfirleri kapsar. Çünkü onların Allahü teâlâ'ya gerçek itaati yoktur. Onların itaatsizlik vasıflarını inkâr etmelerine de imkân yoktur. Eğer, "- Niçin âyette, onların Allahü teâlâ'ya itaatsizliği, istinkâf (çekinmek, kaçınmak, ar duymak) şeklinde ifade edilmiş; oysa onların bu inançları, istinkâf yoluyla değil, fakat bunun Allahü teâlâ tarafından olduğunu inkâr yoluyla idi." denirse cevap olarak deriz ki: "- Onlar, Resûlüllah'a itaatten istinkâf ediyorlardı. Bu ise, Allahü teâlâ'ya itaatten istinkâf etmekten başka bir şey değildir. Çünkü; "- Kim Resûl'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa 4/80) âyetinde açıkça belirtildiği gibi Peygamber yalnız Allah'ın emirlerini dile getirmiştir. Istıkbâr (kibir, büyüklük taslamak), istihkakı (liyakati) olmadığı halde nefsinde büyüklük görme' isteğidir. Bu, kendi nefsini büyük sayıp öyle inanmak demektir. Bunun isteğe delâlet eden bir kelime ile ifade edilmesi, netice olarak bir istekten ibaret kaldığını, matlûbun hasıl olamayacağını bildirmek içmdir. Nitekim, "Onlar, Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve o yolu eğriltmek isterler." (A'raf 7/45, Hûd 11/19) meâlindeki âyette de buna benzer çabalar, taleble ifade edilmiştir. Çünkü âyetin konusu olan zâlimler, Allahü teâlâ'nın bu yolunun, eğriliğine inanıyorlar ve öyle hükmediyorlardı. Ancak bunun taleb olarak ifade edilmesi, az önce söylendiği gibi, orada talebin ötesinde bir şey olmadığını bildirmek içindir. Istıkbâr kelimesi, istinkâftan daha hafif bir vasıf belirtir. Zira istinkâf, istinkâf edilen şeyden âr ve nakısa bulaşmak vehmini de kapsar. Âyetin başında ne Mesîh, ne de Mukarrabîn meleklerin, Allahü teâlâ'ya kul olmaktan isünkâf etmedikleri zikredildiği halde tafsilat bölümünde (Kim O'na kulluktan kaçınır ve büyüklük taslarsa...) o iki fırkadan birinin zikredil memesi, tafsilatın iki fırka hakkında olduğunun bilinmesi ve bir fırkanın haşrinin (Allah'ın huzurunda toplanmasının), diğerinin de haşrini gerektirdiği içindir. Zira hasrın, bütün insanlar için olduğu, zorunlu olarak kabul edilen bir gerçektir. Nitekim "Allah'a îmân edip de..." (Nisa 4/175) âyetinde ki tafsilattan önceki hitab umumi olup iki fırkayı da kapsar. Fakat tafsilatta iki fırka da zikredilmemiştir. Bunun sebebi iki fırkadan birinin mükâfatlandırılmasının, diğerinin cezalandırılmasını gerektirdiği içindir. Zira cezanın (amellerin karşılığının verilmesinin) hepsine şümulü zarurîdir. Bir diğer görüşe göre ise "onlar" zamiri, isünkâf edenlere râcidir ve burada mukadder (gizli) bir cümle vardır. Yani Allah (celle celâlühü), mükâfat ve cezalarını vermek üzere bütün kulları huzuruna toplayacağı gün istinkâf edenleri de toplayacaktır. Ancak bu görüşe itiraz olarak denebilir ki münasib olan, hepsinin haşrinin icmalen birden zikredilmesidir. |
﴾ 172 ﴿