93

"İman edip sâlih amel işleyenlere; sakındıkları (takva veya sorumluluk sahibi oldukları, ittika ettikleri) imanlarında sebat ve sâlih amel işlemeye devam ettikleri, sonra yine sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine sakındıkları ve ihsanda bulundukları takdirde daha önce yedikleri şeylerden dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik eden (muhsin)leri sever."

A- "İman edip sâlih amel işleyenlere; sakındıkları (takva veya sorumluluk sahibi oldukları, ittika ettikleri) imanlarında sebat ve sâlih amel işlemeye devam ettikleri, sonra yine sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine sakındıkları ve ihsanda bulundukları takdirde daha önce yedikleri şeylerden dolayı bir günah yoktur."

"Ta'm", yemek, tadına bakmak, hoşlanmak anlamlarına gelmekle beraber içmeyi de kapsar. Bu kelimenin içmek anlamında kullanımı da yaygındır. Nitekim,

"Vaktâ ki Tâlût askerleriyle ayrıldı (Felemma fesale Tâlûtü bi'l-cünûdi). Onlara dedi ki (Kale):

"- Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla sınıyor. Artık kim ondan içerse benden değildir. Ama onu tatmayan bendendir. Eliyle bir avuç içen müstesna. " (Bakara 2/249) âyet-i kerimesinde de "ta'm" kelimesi içmek anlamında kullandmıstır.

Rivâyete göre (H.5. yılda vuku bulan) Ahzâb (Hendek) savaşından sonra içkiyi yasaklayan âyet inince, Ashabdan bazıları dediler ki:

"Filan, Bedir savaşında; filan da Uhud savaşında şehid oldu; o zamanlar onlar içki içiyorlardı. Yine de biz, onların cennettik olduklarına şahadet ederiz."

Diğer bir rivâyete göre, içki ile kumarı haram kılan âyet nazil olunca, Sahabelerden kimileri dediler ki:

"-Ya Resûlallah! İçki içtikleri ve kumar kazancından yedikleri zamanlarda ölen din kardeşlerimizin hak ne olacak?"

Bir diğer rivâyete göre Ebubekir (radıyallahü anh) dedi ki:

"-Ya Resûlallah! İçki içerken ve kumar oynarken ölen Müslümanların hak ne olacak? "

İşte o zaman bu âyet-i kerime nazil oldu. İman edip sâlih amel işleyen Müslümanlar,

yemelerinde, içmelerinde, haramdan sakınırlar;

imanlarında ve sâlih amel işlemekte sebat ederler;

önce helâl veya mubah iken sonra haram kılınmış olan şeylerden sakınırlar ve onların haram olduklarına inanırlar;

imanlarında sebat ederler ise, bunların daha önce yedikleri ve içtikleri şeylerden dolayı kendilerine bir günah yoktur.

Hulâsa,  her seferinde şart koşulan, o anda tattıklarının mubah olmasıdır; yoksa daha önce tattıklarının mubah olması değil. Çünkü o anda bir kısım hükümler neshedilmiş olabilir. Onlar kalbi ve bedenî güzel amelleri kapsayan iyi ve güzel işler yapmaya devam ettikleri takdirde, haram kılınmadan önce tatmış oldukları şeylerden dolayı bir günah söz konusu değildir.

Âyette, bu hallerin zikredilmesi, hükmü onlara tahsis etmek için değil fakat taaddüd ve tekerrürü beyan içindir. Yani Müslümanlar,

haramlardan sakındıkları,

imanda ve salih amel işlemekte sebat,

Allahü teâlâ'ya itaat, emir ve yasaklarına riayet ettikleri,

her defasında mubahlardan bir şey kendilerine haram kılınınca ondan sakındıkları ve sonra hep bu şekilde yaşadıkları takdirde,

tattıkları yiyecek ve içeceklerden dolayı kendilerine hiçbir günah yoktur. Çünkü tattıkları zaman onlarda bir haram yoktur.

Haramlardan sakınmak dışında sayılan güzel sıfatların, günahta bir dahlı olamayacağı aşikârdır. Onların şart zımnında zikredilmesi, halleri sorulan eski Müslümanların,

bu vasıflara sahip olduklarına şahadet,

- onları bu vasıflarla medh-u sena etmek içindir.

Görüldüğü gibi bu sıfatlar her seferinde sakınmadan sonra zikredilmiştir.

Nazm-i kerimin ibare cihetinden siyakı, her ne kadar şart kelimesinden sonra zikredilen sıfatları taşıyan o eski Müslümanların hallerini beyanı istihdaf etmekteyse de, ayni zamanda onlar hakkında nassın delaletiyle istidlali bir hüküm vazi için, onlara ilişkin soruya bir cevab mahiyetindedir.

Bu da, o eski Müslümanların, bu sıfatlarla meşhur olmalarındandır. Bu itibarla sanki şöyle buyrulur:

"O eski Müslümanlar için hiçbir günah yoktur; çünkü onlar, Allahü teâlâ'ya itaat ediyorlardı. Üstelik onların, övgüye şayan sıfatları vardı. Kendilerine bir şey emredilince, onu saygıyla karşılıyorlardı. Onların, hayatlarında içki ve kumarla tanışmış olmaları, o zamanlar bunların henüz haram kılınmadığındandır. Eğer o zamanlar içki ve kumar haram kılınmış olsaydı, daha baştan onlardan sakınırlar di."

Başka bîr kavle göre, takva (sorumluluk duygusu, sakınma)daki tekrar, üç vakit ve üç hale ilişkindir. Şöyle ki:

1-İnsanın, kendisi ile nefsi;

2-İnsanın, kendisi ile diğer insanlar;

3-İnsanın, kendisi ile Allahü teâlâ arasındaki hal.

İşte bundan dolayıdır ki, âyette üçüncü defasında iman yerine ihsan zikredilmiştir.

Bu, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) in ihsan hakkında söylediklerine işarettir.7 Yahut söz konusu tekrar, üç mertebeye işarettir:

1-Mebde'(başlangıç),

2-Vasat (orta),

3-Müntehâ (son).

Yahut bu tekrar, salandan şeyler itibariyledir:

1-Takva yolunda, ilâhî azabtan korunmak için haram olan şeyleri terk.

2-Haramlara düşmekten korunmak için şüpheli şeyleri terk.

3-Nefsi denaetten (alçaklıktan) korumak ve nefsi tabiat pisliğinden arındırmak için bazı mubahları terk.

Bir başka görüşe göre ise, bu tekrar, sırf tekid içindir. Tıpkı, -

"Kellâ sevfe ta'lemûn / Hayır yakında bileceksiniz."

" Hayır, Hayır. Yalanda bileceksiniz." (Tekâsür 102/3, 4) âyetlerinde olduğu gibi.

Bir diğer görüşe göre:

Birinciden murad, küfürden;

İkinciden murad, büyük günahlardan;

Üçüncüden murad, küçük günahlardan sakınmaktır.

Hiç şüphesiz bu tefsirlerin hepsi bu makama uygundur. Artık hakikate ermek için gereği gibi düşün.

B- "Allah iyilik eden (muhsin)leri sever."

Bu cümle, makablinin içeriğini en mükemmel şekilde açıklayan bir zeyl mahiyetindedir.

93 ﴿