2

"Sizi çamurdan yaratan, sonra da bir ecel takdir eden O'dur.

O'nun katında belli bir süre (ecel-i müsemma) vardır. Sonra siz yine de şüphe ediyorsunuz."

A- "Sizi çamurdan yaratan, sonra da bir ecel takdir eden O'dur."

a- "Sizi çamurdan yaratan..."

Bundan önce kâfirlerin, tevhidi mûcib olayları açıkça görüp durdukları halde Allahü teâlâ'ya ortak koşmalarının yanlışlığına dikkat çekilmişti. Şimdi, bu istinafı cümle ile âhiret hayatına imam gerektiren deliller karsısında da onu inkâr etmenin ne kadar bâtıl ve anlamsız olduğu açıklanıyor.

Ahiret hayatının gerçek olduğuna delâlet eden bunca vaakıa içinden insanların yaratılışı zikre değer görülmüştür. Oysa, göklerin ve yerin yaratılışı, bu delillerin en açık olanlarındandır. Nitekim bir âyette şöyle buyurulur:

" Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini de yaratmaya kaadir olamaz mı? " (Yâ-sîn 36/81)

Tartışma konusu, onların âhiret hayatı olduğu için insanın yaratılışı zikredilmıstir. Çünkü ilkte insanın yaratılışı, âhiret hayatı için ikinci kez yaratılabileceğinin en açık delildir. Hüccet (delil)lerin en beliğini görmemek elbette çok çirkin ve hatta daha çok takbih ve tevbîhe sebebtir.

"O Allah (celle celâlühü) ki, sizi çamurdan yarattı." Evet, bütün insanların ilk maddesi, Âdem'in (aleyhisselâm) menşei çamurdur.

Ahiret hayatının varlığına inanmak ve şüpheleri yok etmek için Ademin (aleyhisselâm) çamurdan yaratıldığını bilmek yeterlidir. Çünkü diğer insanları Âdem'e (aleyhisselâm) kıyas etmek yolu açıktır.

Ayrıca bu ifadede bir hakkı tesbit ve gizli bir hikmete dikkat çekme vardır. O da, beşerin her ferdinin, Âdem'in (aleyhisselâm) çamurdan yaratılmasından bir payı olduğudur. Çünkü Âdem'in fıtratı,

- kendi nefsine münhasır değil,

- fakat insan cinsinin diğer fertlerinin fıtratını da icmali olarak içeren bir numunedir. O fevkalade numune fıtratının eserlerini kendisinden sonra gelen bütün fertlere intikalim gerektirmiştir. Bu itibarla Âdem'in çamurdan yaratılması, onun neslinden gelen her ferdin de çamurdan yaratılmış olması demektir.

Ve Âdem'in fıtratının, zürriyetinin bütün fertlerine sâri neviden olması, bunun sadece kendi nefsine muhasır kalmasından elbette çok daha önemlidir. İşte bu Hallak (her şeyi yaratan) ve Alîm (her şeyi bilen) Allahü teâlâ'nın kudretinin azametine, ilim ile hikmetinin kemaline delâlet eder.

Bir de, muhatablarm ilk hallerinin son hallerine ölçü (mi'yar) olması daha uygun (evlâ) olur.

Bunlardan dolayı âyetteki o ifade kullanılmıştır. Aferin, Kur’ân'ın şânına, bunca mükemmeliyetine!..

" Andolsun ki, sizi yarattık; sonra size şekil verdik (sizi sûretlendirdik).. ."(A'raf 7/11)

" Daha önce sen hiçbir şey değilken de seni yaratmıştım." (Meryem 19/9) âyetlerinin sırrı da işte budur. Nitekim tefsirleri ilerde gelecektir.

Diğer bir görüşe göre ise, bu cümlenin metninde muzaf mahzûftur. Yani,

"O Allah ki, sizin babanızı çamurdan yarattı." demektir.

Bir diğer görüşe göre ise, mânâ şöyledir:

"Allahü teâlâ, onları, topraktan yetişen gıdalardan hasıl olan nutfe (meni) den yarattı."

Bu mânâlardan hangisi olursa olsun, bu ilâhî kelâm, Allahü teâlâ'nın âhirette insanlara yeniden hayat vermeye kemaliyle muktedir olduğuna delâlet eder.

Çünkü,

hayat kokusunu hiç duymamış bir varlığa hayat vermeye muktedir olan,

bir müddet hayatla beraber olmuş, canıyla kanıyla yaşamış bir varlığa yeniden hayat vermeye evleviyetle muktedirdir.

b- "Sonra da bir ecel takdir eden O'dur."

Sizin her birinize yaşam süresi olarak belli bir zaman, belli bir vade kararlaştırmıştır. Sürenin bitiminde o kimse mutlaka ölecek, yok olacaktır.

"Sümme / sonra", kelimesi, Allahü teâlâ'nın üstün hikmetinin gereği olarak, yaratılış zamanı ile ecel tayini zamanının farklı olduğunu bildirir.

B- "O'nun katında belli bir süre (ecel-i müsemma) vardır."

1- Âhirette hepinizin yeni bir hayata kavuşturulması için O'nun katında belli bir süre vardır.

Allahü teâlâ'nın ilminde tesbit ve tayin edilmiş öyle bir ecel (süre, vade) vardır ki,

o asla değişmez;

onun ne zaman geleceğini ne icmali, ne de tafsili olarak hiç kimse bilmez.

Ölüm eceli, icmali ve takribî olarak bilinebilir. Zira ölümün emareleri ölümden önce ortaya çıkar.

Yahut insanların normal ömürleri bilinmektedir.

Buna ecel denmesi, insanların mezarlarında kaldıkları müddetin sonu olması itibariyledir; yoksa kıyametin başlangıcı olması itibarıyla değildir.

Nitekim ölüm zamanına ecel denmesi, hayat müddetinin sonu olması itibariyledir; ölüm ötesi müddetin başlangıcı olması itibariyle değildir. Çünkü ecel lügatte, müddetin başına değil, müddetin sonuna denir.

2-

Diğer bir görüşe göre ise,

birinci ecel, hayat ile ölüm;

İkinci ecel, berzah denilen ölüm ile ikinci diriliş arasıdır.

Ecel, müddetin sonu için kullanıldığı kadar, müddetin tamamı için de kullanılır. En uygun olan mânâ da budur.

Rivâyete göre İbn Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

"Allahü teâlâ, her kimse için iki ecele hükmetmiştir;

biri, doğumdan ölüme kadar,

diğeri de, ölümden ikinci diriliş (ba's-ü ba'del-mevt)e kadar. Eğer bu kimse,

iyilik eden, takva sahibi ve sıla-ı rahmi gözeten biriyse, ikinci diriliş ecelinden alınarak ömür eceli uzatılır;

yok eğer kötülük eden ve sıla-ı rahmi gözetmeyen biriyse, ömür eceli kısaltılıp ikinci diriliş eceli uzatılır. İşte:

" Kendisine ömür verilenin ömrünün uzatılması da, ömründen eksıltılmesi de muhakkak bir kitabda yazılıdır." (Fâtır 35/11) âyeti bu hakikati bildirir.

Bu görüşe göre, ecelin değişmemesi, iki ecelin toplamının sonunun değişmemesi demektir.

Ancak birinci görüş, daha meşhur ve Allahü teâlâ'nın ilmine mahsus ikinci eceli tazime ve büyük felakete (kıyamete) mukarin (yakın) olması itibariyle onu korkunç göstermeye daha elverişlidir.

İkinci ecelin kısmen insanlarca bilinmesi ve büyük belâlar vaakıi olmadan geçmesi, tazını ve korkunç göstermek mânâsına kesinlikle halci getirmektedir.

İbn Abbâsin (radıyallahü anh) sözlerindeki ecelin artması va eksilmesi ise, birinci ecelin tehir edilmesi veya takdimi (öne alınması) demektir.

C- "Sonra siz yine de şüphe ediyorsunuz."

Bu cümle, müşrik kâfirlerin, âhiret hayatının varlığına delâlet eden bunca delilleri gördükten sonra yine de şüpheye düşmelerini, red ve ibtal anlamını ifade eder. Yani şöyle demek ister:

"- Siz, bu konudaki şüpheleri tamamen ortadan kaldıran delilleri nefsinizde müşahede ettikten sonra yine onun vukuundan ve gerçekleş meşinden şübhe mi ediyorsunuz?

Hayatı, ona bağlı olarak bilgiyi, kudreti ve diğer beşerî kemelâtı bunların hiçbirine istidadı oknayan bir maddeye bol bol vermeye muktedir olan bir Zât, bunlara istidadı olan ve bir müddet bunlarla beraber yaşamış bulunan bir maddeye vermeye muktedir olamaz mı?"

Bu izahtan açıkça anlaşıldığı gibi:

- birinci ecelin uyku,

- ikinci ecelin ölüm; yahut

- birinci ecelin geçmiş,

- ikinci ecelin geri kalan insanlar için; yahut

- birinci ecelin, her insanın ömründen geçen kısım,

- ikinci ecelin ise geri kalan ömrü olduğu yolundaki yorumların hakikatle hiçbir münasebeti yoktur.

Müşrikler kesin olarak âhirete inanmıyorlardı ve bu inkârlarını ısrarla sürdürüyorlardı. Nitekim,

" Öldüğümüz, toprak ve ve bir yığın kemik okluğumuz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?" (Sâffât 37/16) âyeti ve benzerleri bu durumu bildirir.

Gerçek böyleyken, müşriklerin şüphe ile vasıflandırılmaları onların inançlarının, inkârda ne mertebe ileri olduğunu göstermek içindir.

2 ﴿