3

"Göklerde de, yerde de O, Allah'tır. Gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir; ne kazandığınızı da bilir."

A- "Göklerde de, yerde de O, Allah'tır. Gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. "

Bundan önce insanların yaratılış keyfiyeti ve ecellerinin tayini açıklanmış ve bu vesileyle âhiretin vukuuna işaret edilmişti. Şimdi makabline matuf olan bu cümle ile de, Allahü teâlâ'nın;

ulühiyyetınin bütün kâinatı kapsadığı,

ilminin, kulların ahvalini ve işlerinin tafsilatını ihata ettiği beyan edilmektedir kı, bu da, mutlaka mükâfat ve mücazatı gerektirir.

1- "Ei's-semevâtı ve fı'l- ardz / göklerde ve yerde" kelimeleri, ısm-i celilin (Allah'ın) bildirdiği vasfı mânâya taalluk eder.4"

Bu,

ya kelimenin asıl iştikakı ve hak mabuda özel isim olması itibariyledir: Bunun anlamı "göklerde ve yerde yegâne hak mabûd Allah'tır" olur;

ya da Zâtın kendisinin şöhret bulduğu kemal sıfatları ile şöhret bulan bir isim olması itibariyledir:

Bunun da anlamı "yegâne külli mâlik, yegâne kâmil mutasarrıf ve müdebbir Allah'tır "olur. Nitekim,

" Gökteki ilâh da, yerdeki İlâh da O'dur." (Zuhruf 43/84)

âyet-i kerimesi bu kabildendir.

Ancak bundan maksad, ism-i çektin lügat mânâsına, yahut mâlik ve mutasarrıf gibi bir mânâya hamledilmesi değil, fakat anılan mânâlardan birinin bunun zımnında mülâhaza edilmesidir. Nasıl ki, "bana karşı arslan kesilir" deyiminden arslanın kendisiyle şöhret bulduğu cür'et mânâsı kasdedılmış olur.

Şu açıklamalarla anlaşılıyor ki, bu âyetin tefsiri sadedinde söylenen,

"- Göklerde ve yerde Allah olarak bilmen yegâne O'dur" yahut,

"- Göklerde ve yerde kemal sıfatları, ülûhiyyet ve benzerleri ile maruf ve meşhur olan yegâne O'dur."

seklindeki yorumlar, hakikatten uzaktır. Çünkü isim ile beraber itibar edilen, kendisiyle şöhret bulduğu vasıftır. Zira az önce belirtildiği gibi makamın gerektirdiği budur.

2-

Diğer bir görüşe göre ise, "fi's-semevâtı ve fi'l - ardz" kelimeleri, hasr terkibinin ifade ettiği "tevehhüd / tek olmak" ve "teferrüd / bir olmak" mânâsına taalluk eder. Sanki,

"Göklerde ve yerde ilâh olarak bulunan "mütevehhid / tek" varlık O'dur" denmiştir.

3-

Bir diğer görüşe göre ise, "fı's-semavât...", herkesçe kesin olarak bilinen bir mânâya taalluk eder ki, o da, bu ism-i celikn yalnız O'nun için kullanılmasıdır. Sanki şöyle buyrulmuştur:

"Göklerde ve yerde kendisine Allah denilen yegâne varlık O'dur; bu isimle O'nun hiçbir ortağı yoktur."

Bu görüşe göre de, yukarıda belirtildiği veçhile zorunlu sonuç olarak, tevehhüd veya kavi (deyiş)manasma itibar edilmektedir. Yoksa ism-i celile, ülûhiyyet ile mütevehhid (tek) mânâsı yükleme yoluyla değil.

4-

Başka bir görüşe göre ise, anılan kelâmın mânâsı şöyledir:

"Yegâne Allah O'dur. O, göklerde ve yerdedir."

Bu görüşe göre, Allahü teâlâ'nın göklerde ve yerde olması, göklerde ve yerde olanları ziyadesiyle bilmesi demektir. Bu da, Allahü teâlâ'nın, huzûrî olduğu için suret ve maddeden münezzeh ilminin, O'nun göklerde ve yerele olması gibi düşünülmesi ve temsil yoluyla böyle tasvir edilmesi demektir. Bu temsil ve tasvir, Allahü teâlâ'nın ilminin göklerdeki ve yerdeki halinin, O'nun göklerde ve yerdeki durumuna teşbih edilmesindendir.

Bu görüşe göre, "Ya'lemu sırraküm ve cehraküm / Gizlediğinizi de, açıkladığınızı da bilir" cümlesi, onun anlamını beyan ve izah ve ondan murad olan mânâyı tesbit demektir. Yani Allah sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız bütün söz ve davranışlarınızı,

yahut gizlediğiniz ve açıkladığınız neyiniz varsa, hepsini bilir.

Bu görüşe göre, Allahü teâlâ'nın ilmi, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kuşattığı halde, geçen cümlenin beyanı olan bu kelâmda Allah'ın (celle celâlühü) ilminin, yalnız insanların gizli veya açık söz ve işlerine bağlanması, muhatablarm halinin beyanında nazm-ı kerimin siyakına uymak içindir.

Keza bu cümle, ikinci veçhe göre de böyledir (geçen cümlenin beyan ve izahıdır). Çünkü ısm-i celilin, yukarıda belirtildiği veçhile, külli mâlik ve kâmil mutasarrıf olarak mülâhaza edilmesi, O'nun ilminin ihata edici olmasını kesin olarak gerektirir. O halde bu cümle kesinlikle ona beyan ve izah olur.

Yukarıda zikredilen diğer üç tefsir vechıne göre ise, bu cümlenin geçen cümleye beyan olması mümkün değildir. Bazılarına göre bunun mümkün olmayışının sebebi şudur:

Allahü teâlâ'nın ilminde gizli ve açığın bir olması, göklerde ve yerde itibar edilen mabûdiyete ve mabûd ismine mahsus olmak mânâlarına delâlet etmez. Çünkü bazen kâmil ilme sahip olmayana da tapılır ve ona da mabûd ismi verilir.

Fakat bu izah, kesin olarak bâtıldır; çünkü yukarıda zikredilen mabûddan maksad, hak mabûddur ve mahsus olmaktan maksad da, ism-i celile (Allah'a) mahsus olmaktır. Ve şüphesiz bunların, kâmil ilim sahibi olmayanlar hakkında tasavvur edilmediği de bediihidir.

Anılan diğer üç veçhe göre, bu cümlenin, geçen cümleye beyan ve izah olmasının mümkün olmayışının sebebi şudur:

Zikredilen kâmil ilim, ne hak mabûdiyet mânâsında, ne de ism-i celile mahsus olmak mânâsında kabul edilmiyor ki, bu kâmil ilim (gizliyi ve açığı bilme ilmi) ona beyan olsun.

Bu izahat ile anlaşılıyor ki, üçüncü tefsir vechine göre de, bu cümle, geçen cümleye beyan olamaz.

Üçüncü veçhe göre ülûhiyyet tevehhüdü (tek ilah olmak), kâmil ilim mefhûmu olarak itibar edilmiyor ki bu ona beyan olsun. Ülûhiyet tevehhüdünün itibar edildiği varlık, mütevehhid (kendisinden başka ilâh olmayan, tek) denilen Zattır. Bu da, beyan olması için yeterli değildir.

Âyette, muhatablann gizlilerinin ve açıklarının, göklerde ve yerde gizledikleri ve açıkladıkları şektinde ifade edilmesi (zira gizlilerinin ve açıklarının, gökler ile yerden sonra zikredilmesi bunu ifade etmektedir), daireyi genişletmek ve gökler ile yerin neresinde olursa olsun hiçbir şeyin Allahü teâlâ'nın bilgisinden gizli kalmayacağını belirtmek içndir. Yoksa gizlilerin ve açıkların bazen göklerde olduğu için değildir. Bu hitabı gök ehline de teşmil etmek ise, apaçık bir zorlama olur.

B- "Ne kazandığınızı da bilir."

Allahü teâlâ, bir menfaati celbetmek veya bir zararı önlemek için kalbi veya bedenî, gizli veya açık, yaptığınız her şeyi bilir.

Bu cümlenin mânâsı da, bundan önce geçen gizli ve açığın, ikinci vecih tefsirine göre onlara dahil olduğu halde burada ayrıca zikredilmesi, buna son derece itina gösterildiğini bildirmek içindir. Çünkü mükâfat ve mücazât buna bağladır. Zaten burada "bilir" fiilinin tekrar edilmesinin sırrı da budur.

3 ﴿