80"(Resûlüm) onlar için istiğfar etsen de etmesen de birdir. Onlar için yetmiş defa istiğfar etsen de Allah onları asla mağfiret etmez. İşte bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerindendir. Allah, fâsık (yoldan çıkmış)lar topluluğuna hidayet etmez." A- "(Resûlüm), onlar için istiğfar etsen de etmesen de birdir. Onlar için yetmiş defa istiğfar etsen de Allah, onları mağfiret etmez." Bu ifâde, "(Resûlüm) de ki: "- İster gönüllü, ister gönülsüz infak edin." kabilindendır. Rivâyet olunuyor ki, ihlâsk mü'minlerden Abdullah b. Abdullah b. Übeyy, hastalığı sırasında münafikların reisi olan babası için Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) mağfiret dilemesini rica etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da bunu yaptı. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Bununla beraber Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dualarda adedî mertebelerin muayyen sınırları olup her birinin hükmünün, daha yukarısının hükmünden farklı olduğu gerçeğine bağlı kalarak: "- Şüphesiz Allah bana ruhsat verdi; ben de yetmişin üstünde sayıyı arttıracağım!" buyurdu. İşte bunun üzerine: " Onlar için mağfiret eklesen de, dilemeseıı de birdir; Allah onları asla mağfiret etmeyecektir." âyeti nazil oldu. Mutlak çokluk ifâde etmek için, yedi, yetmiş ve yedi yüz sayıları, insanlar arasında yaygın olarak kullanılır. Çünkü yedi sayısı, sayıların bütün kısımlarına şamil olduğundan sanki sayıların tamamı olmuş olur. Diğer bir görüşe göre, yedi sayısı, sayıların en mükemmelidir. Sayıların mânâlarını kendisinde toplamıştın Çünkü alü sayısı, ilk tamsayıdır; tam kesirleri, kendisine eşittir; altı sayısının yarısı üç, üçte biri iki; altıda biri de birdir; bunların toplamı, bir sayısı ile beraber yedidir. Bu itibarla mükemmel bir sayıdır. Ondan sonra kemâl (mükemmeliyet) mertebesinden başka mertebe yoktur. Yetmiş sayısı da, kemâlin nihayetidir. Çünkü birler basamağının nihayetidir, onlar basamağıdır. Yedi yüz sayısı da, onlar basamağının nihayetidir. B- "İşte bu onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerindendir. Allah, fâsık (yoldan çıkmış)lar topluluğuna hidayet etmez." Onlar için ne kadar af dilenirse dilensin onların bağışlanmaları imkânsızdır. Bu sonuç Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) af dilemesinin geçersiz oluşundan değil fakat onların, Allah (celle celâlühü) ile Resulünü (sallallahü aleyhi ve sellem) haddi tecavüz derecesinde inkâr etmelerindendir. Fısk, yoldan çıkmak, isyan, inkâr ve günahta temerrüt ve haddi aşmaktan ibarettir. Allah (celle celâlühü) onlara maksada ulaştıracak hidayet bahşetmez. Çünkü bu, yaratıksın ve ilâhî kanunun hikmetine ters düşer. Hakka ulaştıran yola delâlet anlamına gelen hidayet, şüphesiz herkes için söz konusudur. Fakat onlar, kötü seçimleriyle bunu kabul etmemişler ve yoldan çıkmışlardır. Bu kelâm, mâkablindeki hükmü pekiştiren bir zeyl mahiyetindedir. Zira kâfirin bağışlanması, ancak küfürden tamamen sıyrılmak ve hakka yönelmekle olur. Küfre tamamen batmış ve kalbi küfürle mühürlenmiş olan kimse ise, bundan çok uzaktır. Bu âyet-i kerime, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar için af dilemekte mazur olduğunu gösterir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların kalblerinin azgınlık ve dalâletle mühürlendiğini bilmediğinden imanlarından umudunu kesmemişti. İlerde görüleceği gibi Berâe - Tevbe sûresinin 113, âyetinde belirtildiği üzere, halleri iyice anlaşıldıktan sonra kendileri için mağfiret dilemek yasaklandı. |
﴾ 80 ﴿