2

"İnsanları uyarsın ve iman edenleri Rableri katında bir ka-dem-i sıdk (yüksek doğruluk makamı) ile müjdelesin diye içlerinden bir ere vahyetmenıiz o insanlar için şaşırtıcı bir şey mi oldu ki kâfirler:

"- Bu, şüphesiz apaçık bir sihirbaz!" dediler."

Burada insanlardan murat, Mekke kâfirleridir. Onların bu şaşmalarının sebebi, küfürleridir. Böyle olduğu halde kâfirler değil de insanlar olarak ifâde edilmesi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarındaki ortak vasfı tesbit etmek, kendi iddialarına göre taaccüp sebebini belirlemek, sonra inkâr ve taaccüblerini belirterek onların hatalarını ve iddialarının bâtıl olduğunu açıklamak içindir.

" içlerinden bir er", ya kendi cinslerinden bir beşer demektir; nitekim diğer bir âyette de şöyle buyurulur:

" Dediler ki:

Allah, Peygamber olarak bir beşer mi gönderdi?" ya da mal, servet bakımından onların büyüklerinden olmayan bir kimse, demektir; nitekim diğer bir âyette de şöyle buyurulur:

" Ve dediler ki:

"- Bu Kur’ân, o iki şehirden (Mekke ile Taif ten) bir büyük adama indirilseydi ya!.." Her iki mânâya göre de, kâfirlerin bu iddiası, son derece bâtıl ve yanlıştır.

Birincisine göre yanlıştır, çünkü bir meleğin Peygamber olarak gönderilmesi, ancak, kendilerine Peygamber gönderilenlerin, melekler olması hâlinde mümkün olabilir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulur:

" (Resûlüm) de ki:

" Eğer yeryüzünde gezip dolaşanlar melekler olsaydı elbette onlara gökten bir melek Resul indirirdik." Beşerin avamı ise, meleklerle ilişin kurmaktan uzaktır. Bu ihşkiler, arada münasebet ve cinsiyet birliği bulunmasına bağlıdır. Bu itibarla onlara melek göndermek, tekvin (yaratılış) ve teşriin dayandığı hikmete ters düşer.

Hikmetin gereği, özellikle arınmış bir ruha sahip olan, kudsî bir kuvvetle desteklenen, ruhanî ve cismanî her iki âlemle de irtibatı bulunan, havastan insanlara (Peygamberlere) bir melek gönderilmesidir.

İşte bu vasıfları taşıyanlar, vahyi bir taraftan (meleklerden) alır diğer tarafa (insanlara) aktarırlar.

İkinci mânâya göre de, kâfirlerin iddiaları yanlıştir. Çünkü nübüvvet ve risalet için seçilmek, ancak bu güzel ve yüce sıfatlarda ileri mertebede bulunmak, vehbî (yaradılıştan) ve kısbî (sonradan kazanılan) yüksek fazilet ve üstün melekeleri haiz olmakla mümkündür.

Ve insaf ehlinden hiç kimsenin şüphesi yoktur ki, Peygamber bu konuda en yüksek mertebede bulunur.

Dünyevî riyaset ve servet sahibi olmanın, bu üstün vasıflara hâiz olmakta kesinlikle dahli yoktur. Hatta servet ve zenginlikte ileri olmak için genellikle o üstün vasıfların ihlâli gerekir.

Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr hadislerinde şöyle buyurur:

"- Eğer dünyanın Allah katinda sivrisinek kanadı kadar bir değeri olsaydı, Allah, dünyadan kâfire bir yudum su bile vermezdi."

Onların, "Bu şüphesiz apaçık bir sihirbazdır" sözünden, kasdettikleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) idi.

Diğer bir kırâete göre ise, bu cümledeki "sâhir / sihirbaz" kelimesi, "sihir" seklinde de okunmuştur. Buna göre, onlar, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyolunan, Kur’ân'ı,

"- Bu, apaçık sihirden başka bir şey değil" diye vasıflandırmış oluyorlardı.

Onlar bu sözleriyle, aslında farkında olmadan bir gerçeği itiraf ediyorlardı:

-Gördükleri, beşer takatinin üstünde bir şeydi,

-O Kur’ân, kuvvet ve kaderin yaratıcısı Allah (celle celâlühü) tarafından indiriliyordu.

Onların Kur’ân'ı sihir, Peygamberi'de (sallallahü aleyhi ve sellem) sizhirbaz olarak vasıflandırmaları, aşırı inatlarından başka bir şey değildi.

Nitekim büyüklük taslayan inatçıların ve hüccet karşısında susmak zorunda kalan kimselerin tavrı her zaman böyle olmuştur.

2 ﴿