İSRÂ SÛRESİ

Mekke'de nazil olmuştur. 111 âyettir. 26, 32, 33, 57. âyetiyle 73-80. âyetleri Medine'de nazil olmuştur.

1

"Kendisine âyetlerimizden, bir kısmını göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi işitenin, her şeyi bilenin ta kendisidir."

A- " Kendisine âyetlerimizden bir kısmını göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketk kıldığımız Alescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir."

İsrâ, özellikle gece seyir ettirmek (yolculuk yaptırmak) anlamında olduğu halde, âyette bir de gece kelimesinin zikredilmesi, İsrâ zamanının az olduğunu ifade etmek içindir. Zira "leylen / gece" kelimesindeki nekrelik, bir bölüm mânasını ifade etmektedir.

Âyette Peygamberimiz'in kul olarak ifade edilmesi, Peygamberimiz'in, kendini tamamen Allah'a (celle celâlühü) kulluk etmeye verdiğini ve bunda en uzak mertebeye, en yüksek dereceye eriştiğini bildirmek içindir. Nitekim İsrâ'nın başlangıcı ve nihayeti de buna işaret etmektedir.

İsrâ'nın başlangıç mekânı hakkında ihtilâf edilmiştir.

Bir görüşe göre Mescid-i Haramin kendisidir, zahir olan da budur. Nitekim Peygamberimizin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben, Alescid-i Haram'da Beytullah'ın yanında Hıcir'de bulunduğum bir sırada, uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken, Cebrâîl bana Burak'ı getirdi."

Diğer bir görüşe göre, Isrâ'nin başlangıç mekânı, Ümmü Hâni binti Ebî Talibin evidir.

Mescid-i Haram'dan murat, haremdir. Mescidi ihata ettiği için ona bu isim verilmiştir. Yahut bütün harem mescit olduğu için böyle ifade edilmiştir.

İbn-i Abbâsin (radıyallahü anh) şöyle dediği rivâyet edilmektedir:

" Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazından sonra Ümmü Hânî'nın evinde uyurken olanlar oldu ve o da bunları Ümmü Hânî'ye anlattı. Sonra Resûlüllah mescide çıkmak üzere ayağa kalkınca, Ummü Hânî, kavmi kendisini yalanlar endişesiyle, gitmesini engellemek üzere elbisesinden tuttu.

Resûlüllah:

" Beni yalanlasalar da, gidip anlatacağım" dedi.. Nihayet Resûlüllah, Mescid-i Haram'a çıkınca, Ebû Cehil, gelip onun yanma oturdu. Resûlüllah da Ebû Cehil'e Isrâ hâdisesini anlattı. Bunun üzerine Ebû Cehil:

" Ey Kâ'b b. Lüey b. Gaalib topluluğu! Yanıma koşun!" dedi ve onlar gelince de bunu kendilerine anlatti. O zaman taaccüp ve inkâr ifadesi olarak kimi insanlar, el çırpmaya, kimileri de ellerini baslarının üzerine koymaya başladılar ve îman etmiş olanlardan bazıları da dinden döndüler. Bazıları da, Hazret-i Ebû Bekir'e (radıyallahü anh) koşup olanları ona anlattılar. O da

" Eğer o söylediyse, doğru söylemiştir" dedi.

Hazret-i Ebû Bekir'e (radıyallahü anh):

" Bunda da mı onu tasdik edeceksin?" dediler. Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) de:

" Size göre bu olaydan daha çok akıl ötesi bir durum olsa da, ben yine onu tasdik ederim" dedi.

İşte bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir'e (radıyallahü anh) "Sıddık" adı verildi.

İsrâ hâdisesini dinleyenler içinde Beytülmakdisi bilenler vardı. Onlar da, Beytükrıakdisi (Hazret-i Süleyman mabedi) kendilerine anlatmasını istediler. O anda Beytüîmakdis, gayet açık olarak Resûlüllah'a gösterildi ve o da, bakarak anlatmaya başladı. Soranlar:

" Anlattıkları kesinlikle doğru" dediler.

Sonra:

" Bir de, bizim yoldaki kervanımızı anlat" dediler.

Resûlüllah da onlara kervandaki develerin sayısını ve durumların anlattı ve :

"- Kervan, şu gün, güneşin doğmasıyla beraber, önde alacak bir deve olduğu halde gelecek" dedi. O gün gelince, Seniye tepesi tarafına çıkıp kervanı gözlemeye başladılar. Derken onlardan biri:

" Vallahi, işte güneş!" diye haykırdı, diğer biri de:

" Vallahi, işte kervan geliyor; önde de Muhammed'in dediği gibi alacak bir deve var!" dedi. Sonra yine de îman etmediler. Allah onları kahreylesin!

Isrâ'nın tarihinde de ihtilâf edilmiştir.

Bir görüşe göre Hicret'ten bir sene önce olmuştur. Enes ve Hasen'dan rivâyet olunduğuna göre İsrâ, peygamberlik gelmeden vuku bulmuştur.

İsrâ'nın, uyanıklık hâlinde mi, yoksa uykuda mı olduğu konusunda da ihtilâf vardır. Hasen'dan rivâyet olunduğuna göre İsrâ, uyku hâlinde olmuştur. Ancak görüşlerin, ekseriyeti bunun aksinedir.

Hak olan görüşe göre İsrâ, peygamberlikten önce uykuda, peygamberlikten sonra da uyanıklık hâlinde vuku bulmuştur.

İsrâ'nın cisimle mi, yoksa ruhla mı olduğu noktasında da ihtilâf edilmiştir. Hazret-i Âişe'den rivâyet olunduğuna göre, Resülullah'ın bedeni kaybolmamış, miraç ruhuyla olmuştur.

Muâviye'nin rivâyetine göre de Resülullah'ın İsrâ'si, yalnız ruhuyla gerçekleşmiştir.

Hak olan görüşe göre ise İsrâ, bedenen gerçekleşmiştir. Nitekim bu durum, İsrâ hâdisesinin başındaki tenzihten (Sübhane) ve onun zımnen ifade ettiği taaccüpten de anlaşılmaktadır. Zira bedenle olan İsrâ, harikulade bir hâdise olma ve imkânsız görülüp reddedilme noktasında, ruhla olan İsrâ gibi değildir, işte bundan dolayıdır ki, Kureyş buna taaccüp etmiş ve onu mümkün olmayacak bir olay olarak kabul etmiştir.

Aslında bunda bir imkânsızlık yoktur. Zira Hendesede (Geometride) sabittir ki, güneşin kutru (çapı), dünyanın yüz altmış küsur katıdır. Sonra dünya feleğinin tersine dönen en büyük feleğin hareketiyle, bir saniyeden az bir zamanda dünyanın alt tarafı, üst tarafına gelmektedir. Ve sabit bir gerçektir ki, cisimler, hareketin de dahil olduğu durumları kabul etmekte eşit bulunuyorlar. Ve Allah (celle celâlühü), imkân dahilinde olan her şeye kaadirdir. Bu itibarla Allah (celle celâlühü), o hareketi, hatta ondan hızlı bir hareketi Peygamberimizin bedeninde veya onu taşıyan, binitte yaratmaya da muktedirdir. Zaten eğer Mırac, normal şartlara göre imkânsız olmasaydı, mucize sayılmazdı.

Mescid-i Aksa, Beytülmakdis'tır. Ona Mescid-i Aksa (en uzak mabet) denilmesi, onun ötesinde Müslümanlarca kutsal kabul edilen başka mescit olmamasındandır. Aksa (en uzak) vasfının kullanılması, tenzih ve taaccüp mânasını açıkça güçlendirmektedir.

Mescid-i Aksa çevresinin bereketi, din ve dünya bereketidir. Zira orası vahyin indiği ve peygamberlerin (aleyhisselâm) ibadet ettikleri topraklardır.

Isrâ'da Peygamberımiz'e gösterilen bir kısım büyük âyetlerden biri de, gecenin bir kısmında bir aylık yol gitmesidir. Bu yolculuğun, henüz gideceği yere ulaşmadan, Beytülmakdis'i görmeden, peygamberler kendisine temessül etmeden ve onların yüce makamlarına vâkıf olmadan gerçekleşmiş olması, onun Miracin gayelerinden olmasına halel getirmez.

B- "Şüphesiz O, her şeyi işitenin, her şeyi bilenin ta kendisidir."

Allah Peygamberimizin sözlerini, kulağa gerek kalmadan işitenin ve onun fiillerini göze ihtiyaç duymadan görenin ta kendisidir. Böylece Allah (celle celâlühü), Resulüne İsrâ ile ikramda bulunmaktadır ve onu Kendisine yaklaştırmaktadır. Bu da delâlet ediyor ki Isrâ, sadece Peygamberimiz'e ikramda bulunmak ve mertebesini yükseltmek içindir. Yoksa Allah'ın (celle celâlühü) Peygamberimizin sözlerini ve fiillerini ihata etmesi, onu Kendisine yaklaştırmaya hacet olmadan da hâsıl olmaktadır.

Necm sûresinde zikredilen Peygamberimizin göklere Miracının ve onda vuku bulan o mahiyeti tamamıyla kavranamayan hâdiselerin bu sûrede zikredilmemesi, İsrâ'yi dinleyenlerin kabulüne yaklaştırmak içindir.

1 ﴿