10

"Allah'ın lûtfu ve merhameti üzerinize olmasaydı ve Allah, gerçekten tevbeleri çok kabul edici ve mutlak hikmet sahibi olmasaydı, haliniz harap olurdu."

Minnet makamına hakkını vermek için, burada hitap, değiştirilerek zinâ isnadında bulunanlara ve kendilerine bu isnat yapılanlara tevcih edilmiştir.

Yani eğer Allah'ın (celle celâlühü) lûtfu merhameti üzerinize olmasaydı, tevbeleri kabulünde son derece müsamahakâr ve bütün fiillerinde ve hükümlerinde ve ezcümle sizin için meşru kıldığı Liân hükmünde hikmet sahibi olmasaydı, kelimelerle anlatılamayacak kadar başınıza büyük işler gelirdi. Ezcümle eğer size bu, meşru kılınmasayclı, kocaya suçlama haddi (cezasi)nin uygulanması lâzım gelirdi. Halbuki zahire göre, onun iddiası doğrudur; çünkü kendi karısının hâlini en iyi bilen odur ve zahire göre karısına iftira da etmez; çünkü ortaya çıkacak rezîl-rüsvalık ikisi arasında müşterektir. Bir de, Allah bunu kendileri için meşru kıldıktan sonra da eğer erkeğin şâhitliklerini, suçlama haddınin kendisine uygulanmasını gerektirseydi, onun durumu değerlendirme imkânı kalmazdı. İşte bütün bu hükümlerin, Allah'ın hikmetinden, lûtfu merhametinden ileri geldiğinde hiç şüphe yoktur. İşte bundan dolayı, ikisinden birinin yalancı olduğu kesin olmakla beraber, her birinin şahitliği, kendisine yönelen dünyevî cezayı ortaya çıkarmaktadır. Bunların ikisinden yalancı olan, şâhıdikleri esnasında, kendisinden kaldırdığı azabın daha ağırı ile müptela olmaktadır. Bunun da, ilâhî üstün hikmetin hükümlerinden ve lûtfu rahmetinden olduğu açıktır. Doğru söyleyen taraf için böyle olduğu zahirdir. Yalancı tarafa gelince, bu lûtfu merhamet, ona mühlet verilmesi, dünyada suçunun örtülmesi, had cezasının ondan kaldırılması ve onu tevbeye maruz bırakmak şeklinde tezahür etmektedir. Nitekim burada Allah'ın (celle celâlühü) Tevvâb (tevbeleri çok kabul edici) unvanının zikredilmesinden de bu anlaşılmaktadır. Şânı pek yüce, rahmeti pek geniş ve hikmeti pek ince olan Allah'ı tesbih ederim!

10 ﴿