12"Bu bühtanı işittikleri zaman, erkek ve kadın mü’minlerin, kendi nefisleri hakkında hüsnü zanda bulunarak: "Bu, apaçık bir bühtandan ibarettir." demeli değil miydiler?" Bundan önce Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına olan hitap değiştirikp mezkûr iftirayı dillerine dolayanlara tevcih edilmiş ve îman sahibi oldukları belirtilmekle, tevbihleri ve teşnileri tekit edilmiştir. Zira onların îmanla vasıflandırılmaları, kendilerini, kendi nefisleri hakkında hüsnü zanda bulunmaya ve kendi nefislerine kötülük etmekten alıkoymaya sevk eder. Bunda asla şüphe yoktur. Kendi nefisleri, kendi nefisleri derecesinde olan hemcinsleri demektir. Nitekim "Sonra siz kendi nefislerinizi öldürüyorsunuz..." ile "Ve kendi nefsinizi kötü lakaplarla çağırmayın" âyetlerdekı ifadeler de bu kabildendir. Bu itibarla onların îman vasfının gereğini ihlal etmeleri, daha çirkin, daha şenî ve onun tevbihi daha haklı olur. Bir de, âyetin bu ifadesi, iftira işine bulaşanların sarih tevbıhlerine vesile olmaktadır. Eğer âyetteki îmandan murat, hakiki îman ise, mezkûr şeyleri gerektirmesi, gayet açık olur ve tevbih, mü’minlere mahsus olur. Yok eğer bu îman, münafıkların da zahiren gösterdikleri îmanı da kapsayan mutlak îman ise, mezkûr gerektirmesi, onların, zahirî iddialarının aksini göstermekten kaçınmaları cihetiyledir. Buna göre tevbih, hepsine yöneltilmiş olur. Yani mü’min erkekler ve kadınlar, bu bühtanı bizzat uydurandan, yahut başkasından ilk işittiklerinde hiç gecikmeden ve tereddüt etmeden kendileri gibi olan o mü’minler hakkında hüsnü zan da bulunmak idiler ve o anda şunu demeli idiler: Bu, apaçık bir bühtandan ibarettir. O halde Hazret-i Ebû Bekir El-Sıddıykin kızı, mü’minlerin validesi ve Resûlüllah'ın zevcesi Hazret-i Âişe El-Sıddıyka (pek dürüst) hakkında böyle bir şey nasıl mümkün olabilir! |
﴾ 12 ﴿