7"Rabbin, Âd Kavmine, o şehirler içinde benzeri yaratılmamış direkli İremlilere, o vadide kayaları yontan Semûd Kavmine, kazıklar sahibi Fir’avun'a ne yaptı, görmedin mi? Kı onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler de, oralarda fesadı alabildiğine çoğalttılar. Bunun için Rabbin de, onların üstüne azap kamçısı indirdi. Çünkü hiç şüphe yok ki, senin Rabbin, gözetlemededir." A- "Rabbin, Ad Kavmine, o şehirler içinde benzeri yaratilmamış direkli irem'lilere, o vadide kayaları yontan Semûd Kavmine, kazıklar sahibi Fir’avun'a ne yaptı, görmedin mi?" Bu ifâde de, "Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartışanı görmedin mi?" "onların her vadide başıboş dolaştiklarını görmedin mı?" âyetleri kabilindendir. Yani senin Rabbinin, Âd ve benzerlerini nasıl azaba uğrattığını kesin olarak bilmedin mi? İşte Rabbin, bu kâfirlere, de azap edecektir. Zirâ bu kâfirler de, küfür ve günahlarda onlara suç ortağı olmuşlardır. Ad'dan murat, Hûd Peygamberin kavmi olan Âd'ın evladıdır. Âd, Avs'ın oğlu, o da irem'in oğlu, o da Sâm'ın oğlu, o da Nûh Peygamberin oğludur. Ad evladı, babalarının ismiyle adlandırılmışlardır, dipkı Hâşımin oğullarına Hâsım denildiği gibi. Ad'ın evladından eskilerine ilk Ad denilir; sonrakilerine de son Ad denilmektedir. İmadüddin İbni Kesir, (tefsirinde) diyor ki: "Kur’ân'da Ad ile ilgili bütün zikredilenler, ilk Âd'ın haberleridir. Ancak Ahkâf süresindeki müstesna. İrem'liler... de, Adin kimler olduklarının îzâhi olup bunların ilk Ad olduklarını bildirmek içindir. Yani onlar, İrem'in torunlarıdır. Yahut İrem, onlarin yaşadıkları kentin veya toprakların adı olup "onlar, İrem halkıdır" demektir. İrem'lılerin direkli olmaları, direkler gibi uzun olmaları (sırık gibi adamlar olmaları) demektir. Yahut çadırlı, direkli olmaları demektir. Yani onlar, çadırlarda yaşayan bedeviler idi. Yahut İrem, onların kentinin adı olup yüksek binaları, yahut sütunları olan irem demektir. Rivâyet olunuyor ki, Âd'ın, Şedîd ve Şeddâd adlarında iki oğlu vardı. Kendisinden sonra oğulları birlikte hükümdarlık yapıp halklarını yönelttiler. Sonra Şedîd öldü ve yönetim, yalnız Şeddâd'a kaldı. Şeddâd, (o zaman bibnen) dünyanın tamamına hâkim oldu; bütün hükümdarlar ona bağlılıklarıni bildirdiler. Sonra cennetin vasıflarını duydu. Bunun üzerine: "Ben de onun gibi bir cennet bina ederim!" dedi ve Aden'in sahra kısmında üç yüz sene içinde İrem şehrini yaptırdı. Bu şehir, pek muazzam bir şehir olup saraylarında altın ve gümüş kullanılmış; sütunlarında da zümrüt ve yakut kullanılmış; çeşitti ağaçlar ve her zaman akan ırmaklar meydana getirilmişti. Nihayet bu şehrin binası tamamlanınca, halkıyla birlikte oraya doğru yola çıka. Nihayet İrem şehrine bir gün bir gecelik mesafede olan bir yere vardıklarında, Allah, onların üzerine korkunç bir ses gönderdi de hepsi orada helâk oldular. Abdullah b. Kılabe'den rivâyet olunduğuna göre, kendisi, bir devesini aramaya çıkmış da, bu arada yolu İrem şehrinin yerine düşmüş ve devesine yükleyebildiği kadar tarihî eşya alıp getirmiş. Bu haber Muaviye'ye ulaşınca, onu huzuruna çağırmış; o da gördüklerini Muaviye'ye anlatmış. Bunun üzerine Muavıye, Kâ'b'ül Ahbar'a haber gönderip onu yanma çağırmış ve bunu kendisine sormuş. O da: "O, direkleri olan irem şehridir. Senin zamanında Müslümanlardan kızılca tenli, kısa boylu, kaşında ve ökçesinde ben bulunan bir adam, devesini aramaya çıkacak..." dedikten sonra dönüp İbni Kılabe'ye bakmış ve: "işte o adam budur" demişti. İrem'den insanlar murat ise, o insanlar gibi cüsseli ve güçlü insan yaratılmamış, demektir. Nitekim o insanların boyu dört yüz zira idi. Bu dev yapılı insanlardan bir şahıs tek başına koca kayaları kaldırıp bir kabilenin üstüne yuvarlayarak onları yok ediyordu." (Zira arşın anlamında kullanılıyorsa da, çok eski devirlerde, santim veya daha da küçük bir uzunluk birimi olarak kullanılmış olabilir.) İrem, bir şehrin adı olduğu görüşüne göre ise, şehirler içinde Şeddâd şehri gibisi yaratılmamıştır, demektir. Semûd, meşhur bir kabile olup dedeleri Semûd'un adını almışlardır. Semûd, Cedîs'in kardeşidir. Bu iki kardeş, Amir'in oğullarıdır. Amir de, İrem'in oğludur, o da Sâm'in oğlu ve o da Nûh Peygamberin, oğludur. Bunlar, halis Araplar olup Hicaz ile Tebük arasında Hicr denilen bölgede yaşıyorlardı. Bunlar da, Ad gibi putlara tapıyorlardı. Semûd Kavmi, dağlardan kestikleri kayalarla vadide binalar yapıyorlardı. Nitekim, diğer bir âyette de "Ve siz dağlardan evler yontuyorsunuz." denilmektedir. Deniliyor ki, ilk önce dağları, kayaları ve mermerleri yontan, bu insanlardır. Semûd Kavmi, bin yedi yüz şehir yapmışlardı, bunların hepsinin binaları taştan idi. Fir’avun'a kazıklar sahibi denilmiş, çünkü çok sayıda askerleri ve onların ordugâhlarında kurdukları çadırları vardı. Yahut Fir’avun, kazıklarla cezalandırdığı için bu vasfı almıştır. B- "Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler de, oralarda fesadı alabildiğine çoğalttılar. Bunun için Rabbin de, onların üstüne azap kamçısı indirdi." Yani bu kavimlerden her biri, kendi ülkesinde azgınlık etti de, oralarda küfür ve diğer günahlar ile, fesadı çoğalttılar. Onlar bu azgınlık ve fesadı çıkardıktan sonra Rabbin de, onların üstüne tarifi imkânsız bir şiddetli azap indirdi. Bu azaplar, onların uğratıldıkları çeşitti azaplardır ki, bunlar, diğer sûre-i kerimelerde açıklanmıştır. Bu azaba kamçı denilmesi, şuna işaret etmek içindir: onların dünyada uğratıldıkları azap, ahrette kendileri için hazırlanmış olan azaba göre, kamçı darbesinin, kıkç darbesine göre olan acısı gibidir. Diğer bir görüşe göre ise, burada (Genellikle kamçı mânâsında kullanı-lan) Savt, bazı şeyleri birbirine karıştırmak anlamındadır. Buna göre, yani onlar için karıştırılmış çeşidi azaplar demektir. C- "Çünkü hiç şüphe yok ki, senin Rabbin, gözetlemededir." Bu kelâm, mâkabk için illet mahiyetinde olup bildiriyor ki, mezkûr kavimlere isabet eden azapların bir benzeri de, Peygamberimizin kavminin kâfirlerine isabet edecektir. |
﴾ 7 ﴿