20

"Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doğru yola dönmezler. Bir kısmı da, karanlıklarda, gök gürlemeleri ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan ölmek korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayan kimseye benzer. Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır,- onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini giderirdi. Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sâbûnî, el-Mieteyn'de bildirir: İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, "Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır" ayeti, İslâm'ın izzetinden faydalanan münafıklar için verdiği bir örnektir. Onlar müslüman olduklarını açıklamakla, müslümanlarla evlenmekte, müslümanlara vâris olmakta ve ganimetleri paylaşmaktaydılar, ölünce Allah onlardan bu izzet ve şerefi sıyırıp almış, kendilerini azab içinde bırakmıştır. Onlar hidayeti duymazlar, görmezler ve anlamazlar. Onlar belalar getiren ve şimşekler çakan yağmura tutulmuş gibidir. Kur'ân'ın ayetleri bu örneklerle münafıkların gizli durumlarını açığa çıkarmaktadır. Münafıklar, İslam'ın izzetinden faydalandıkları müdetçe rahatlık içinde olurlar, Müslümanlar bir sıkıntıya maruz kalınca ise, "İnsanlar içinde Allah'a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir bela gelirse yüz üstü döner. Dünyayı da, âhiretî de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur"' ayetinde belirtildiği üzere küfürlerine geri dönerler."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Mes'ûd ve sahabeden bazıları, "Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler..." âyetinin manası hakkında şöyle dediler:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman, bazıları İslam'a girip, sonra münafık oldular. Böylece bu insanların durumu, aydınlanmak için karanlıkta ateş yakan, böylece çevresinde bulunan zararlı şeyleri gören daha sonra ise ateşi sönerek çevresindeki zarar veren şeyleri göremeyen kişinin durumuna benzetilmiştir. Bu kişi aydınlıktayken ışık söner ve ateş sönünce hangi şeyden korunacağını bilemez. Münafık ateş yakan bu kimseye benzer. Daha önce inkarcılığın karanlıkları içerisinde bulunur, Müslüman olarak helali haramı, hayır ve şerri öğrenerek aydınlanmış olur. Bu durumdayken inkâr ederek helal haram tanımaz, hayır ve şer bilmez duruma düşer. İşte bunlar, sağırdırlar, dilsizdirler, konuşamazlar ve İslam'a dönemezi er."

İbn Mes'ûd der ki: Medine münafıklarından iki adam, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) kaçıp müşriklerin yanına giderken, Allah'ın âyette zikrettiği, gök gürlemesi, şimşek ve sağanak yağmura tutuldular. Bunun üzerine ikisi de, şimşek kulaklarından girip kendilerini öldürmesin diye parmaklarını kulaklarına soktular. Şimşek çaktığı zaman, onun ışığında yürüyorlar, şimşek çakmayınca ise önlerini göremiyorlardı ve bu sebeple yerlerinde duruyorlardı. Bu sebeple ikisi de:

“Keşke sabaha çıksak ta Muhammed'e gidip elimizi eline koysak" dediler. Sabah olunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip İslam'a girip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat ettiler ve güzel iki Müslüman oldular. Allah bunların durumunu Medine'deki münafıklara örnek verdi. Münafıklar, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinde bulundukları zaman, aleyhlerinde bir vahiy geleceğinden veya aleyhlerine bir şey anlatılarak öldürüleceklerinden korkarak, önceki iki münafığın yaptığı gibi parmaklarıyla kulaklarını tıkıyor ve onu dinlemek istemiyorlardı. Yine Medine'de yaşayan bu münafıkların mallan çoğaldığı, erkek çocukları olduğu ve ganimetten pay almaları durumunda İslam'dan hoşlanıyor "Muhammed'in dini doğru bir din" diyorlar ve doğru yolda devam ediyorlardı. Tıpkı bu iki münafıkın şimşeğin aydınlatmasıyla yürümeleri gibi. Medine- deki münafıkların malları helak olduğu, çocuklarının kız doğduğu ve başlarına bir felaket geldiğinde ise "Bu, Muhammed'in dininin yüzünden oldu" diyorlar ve kalblerindeki inkar üzerinde karar kılıyorlardı. Tıpkı bu iki münafığın, şimşek çakmadığı durumda, bulundukları yerde kalmaları gibi."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs:

“Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır." Allah ateş yakan bu kimseyi münafığa misal vermiştir. Nur, onunla konuştukları imanlarıdır. Karanlık ise onların dalâleti ve küfrüdür. "Sayyib" ise yağmur demektir. Münafığın, Allah'ın Kitab'ından bildiklerini söylemesi ve insanların arasındayken amel yapması ışığa, yalnız kalınca bunun tersini yapması, bu kişi böyle devam ettiği müddetçe karanlığa benzetilmiştir. Karanlıklar; dalâlet, şimşek ise iman dernektir. "Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar..." ayetinde kastedilenler Ehli kitaptır. Onlardan biri şimşek parıltısında yol almak gibi hakkın sadece bir ucundan tutup ilerlemeye çalışır. Bu parıltıyla görünen alanın da dışına çıkamaz."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, bu âyetler hakkında şöyle demiştir:

“Allah, hakkı görüp ikrar eden, küfrün karanlığından çıkınca, küfürleriyle bu ışığı söndüren, bu sebeple yüce Allah'ın kendilerini karanlıkta bıraktığı ve doğru yolu göremeyen, hakka yönelemeyen münafıklara misal vermiştir. Bunlar hayra karşı kördür, hidayete ve hayra dönemezler. Onlar küfür ve sizin tarafınızdan öldürülme korkusu içinde olduklarından dolayı tıpkı yağmura ve şimşeklere tutulmuş kişi gibidirler. Bu kişi ölüm korkusuyla parmaklarıyla kulaklarını kapatır. Ama Allah ona belayı indirerek o belayla kendisini kuşatmıştır. Hak ışığının kuvveti neredeyse gözlerini kör edecekti. Hakkın her ışık vermesinde, onlar hakkı bilip söylerler ve sözleriyle doğru görünürler. Haktan sapıp küfre döndükleri zaman, şaşkın bir şekilde kalırlar. Eğer Allah dileseydi, hakkı bildikten sonra terk ettikleri için onların duyma kabiliyetlerini yok ederdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır" ayetindeki ateşin ışık saçması, onların müminlere ve doğru yola yönelmeleridir. Işıklarının yok olması ise, kafirlere ve dâlalete yönelmeleridir. Şimşeğin ışık saçması ve ışığının yok olması da aynı şey için misal verilmiştir. "...Allah kâfirleri kuşatmıştır" âyetinden kasıt ise, Allah'ın onları Cehennemde toplamasıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır" ayetini Allah münafıklara misal vermiştir. Münafık "Lâilâhe İllallah" dediği zaman, bu sözü söylediği için müslümanla evlenebilir, mirasçı olabilir, Müslümanların hakkı olan şeylerde kendisinin de hakkı olur, canı ve malı emniyette olur. Ölüm anında ise bu kelimenin kalbinde bir yeri olmaz ve amelinin de gösteriş için yapıldığı için geçerliliği olmaz. Bu sebeple, söylemiş olduğu kelime kendisinden çekilip alınır ve körlüğün karanlıkları içinde bırakılır. Dünyada, Allah'a karşı ve Ona itaatte kör olduğu gibi, âhirette de bu körlük içinde, hakka karşı sağır olduğu için âhirette de kimse onu duymaz, hakka karşı dilsiz olduğu için kimse kendisiyle konuşmaz, hakka kör olduğu için de kimse kendisine bakmaz. Bu kişiler, içinde bulundukları dalâletten dönmezler, tövbe etmezler ve hakkı hatırlamazlar. "Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşalan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve şimşek bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır" ayetiyle Allah, münafığın korkaklığına örnek vermiştir. Her ses duyuşunda birisinin kendisine geldiğini, her sayhada öleceğini zanneden toplumun en korkak ve hakkı en çabuk terk eden kişisidir. Yüce Allah bu konuda:

“...her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar..." buyurmaktadır. "Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır..."ayetindeki şimşekten kasıt, İslam'dır. Karanlık ise bela ve fitnedir. Münafık; İslam'da emniyet, afiyet, rahatlık ve güzel yaşam gördüğü zaman:

“Biz sizinleyiz ve sizdeniz" der. Ama zorluk ve belayla karşılaştığı zaman, zorluk karşısında, buna tahammül gösterip, ecrini Allah'tan beklemez ve hemen geri çekilir. Böyle olan kişi, Allah'ın vasfettiği gibi, dünya için yaşar, dünya için kızar ve dünyalığa razı olur.

Vekî, Abd b. Humeyd, Ebü Ya'lâ, Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: İbn Abbâs, "Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşalan..." ayetinde gökten boşaldığı söylenen şeyin yağmur olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, Mücâhid, Rabî ve Atâ'dan aynı rivayette bulunmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta bildiriyor: Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), eliyle gökyüzüne işaret ederek:

“Sayyib (yağmur) işte buradan iner" buyurduğunu nakleder.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır..." ayetiyle ilgili şöyle dedi: Eğer şimşeğin çakması devam edecek olsaydı gözlerini kör ederdi. Kur'ân'da, (.....) ve (.....) kelimeleri, her zaman eğer manasına gelir ve o şeyin hiç olmayacağını gösterir.

Vekî'nin, Mübârek b. Fadâla'dan bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu ayeti, (.....) şeklinde okumuştur.

20 ﴿