127"İbrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) sözünden kastedilenin, Kâbe'nin temelleri olduğunu söyledi. Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Ebî Hâtim, el-Cenedî, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Saîd b. Cübeyr: “Ey gençler! Bana istediğinizi sorunuz; çünkü aranızdan ayrılmam yakındır" deyince, insanlar ona birçok şey sordular. Bir adam: “Allah seni ıslah etsin. Sence Makâm bizim dediğimiz gibi mi?" diye sorunca, İbn Cübeyr: “Sen Makâm hakkında ne diyorsun ki?" karşılığını verdi. Adam şöyle dedi: “Hazret-i İbrâhîm Mekke'ye gelince, Hazret-i İsmâil'in hanımı ona inmesini teklif etti. Hazret-i İbrâhim kabul etmeyince, Hazret-i İsmail'in hanımı kendisine bu taşı getirdi" derdik." İbn Cübeyr şöyle dedi: Mesele dediğin gibi değildir. İbn Abbâs der ki: Kadınlar arasında uzun eteği ilk kullanan kişi, Hazret-i İsmâil'in annesidir. Hazret-i İsmâil'in annesi kemer kuşanarak Sâra'nın kendi izini bulmasını engellemek istemiştir. Sonra İbrâhim onu ve oğlu îsmâîl (a.s.)'ı emzikli iken getirip Mescid'in üst tarafındaki Zemzem kuyusunun üstündeki büyük bir ağacın yanına koydu. O gün Mekke'de kimse yoktu ve orada su da bulunmuyordu. İbrâhîm her ikisini oraya yerleştirdi ve içinde hurma olan bir torbayı ve su bulunan bir kabı yanlarına bıraktı. Sonra Hazret-i İbrâhim oradan ayrıldı. İsmâil'in annesi O'nun peşine düştü ve: “Ey İbrâhim! Hiçbir insanın ve eşyanın bulunmadığı bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?" Bu sözünü defalarca tekrar etmesine rağmen Hazret-i İbrâhim ona hiç bakmıyordu. Hâcer: “Bunu sana Allah mı emretti?" deyince Hazret-i İbrâhim: “Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hâcer: “Öyleyse O bizi helak etmez" deyip geri döndü. Hazret-i İbrâhim (aleyhisselam) onların göremeyecekleri bir yere varınca yüzünü Kâ'be'ye doğru çevirerek elini kaldırıp şu duayı okudu: “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır.'" İsmâil'in annesi çocuğunu emziriyor ve kırbadaki sudan da içiyordu. Kırbadaki su bitip kadın ve çocuk susayınca, kadın susuzluktan tepinmekte olan çocuğa bakıp, bir şey yapmadan başucunda durmayı istemediğinden gidip en yakınında olan Safâ tepesine çıktı. Sonra vadiye dönüp kimseyi görebilir miyim diye baktı, ama kimseyi göremedi. Safâ'dan inip vadiye ulaştığında elbisesinin bir kenarını kaldırdı. Sonra bitkin insanların koşması gibi koştu ve vadiyi geçerek Merve'ye gelip orada durdu. Sonra kimseyi görebilir miyim diye baktı, ama kimseyi göremedi. Safâ ile Merve arasında böylece yedi defa gidip geldi." İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu sebeple insanlar Safâ ile Merve arasında sa'y ederler" buyurmuştur. Kadın Merve'ye çıkınca bir ses duydu ve kendini kastederek: “Sessiz ol"! dedi. Sonra dinleyince aynı sesi bir daha duydu ve: “Eğer yardım edebileceksen sesini duyurdun" dedi ve baktığında Zemzem'in bulunduğu yerde bir meleğin olduğunu gördü. Melek topuğuyla -veya kanismiyle- toprağı eşeleyip suyu çıkardı. Bunun üzerine kadın eliyle havuz yapıp suyun dağılmasını engellemeye çalışarak kırbasına su dolduruyor, o avuçladığı kadar yerden fışkırıyordu.. İbn Abbâs der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah îsmâil'in annesine merhamet etsin. Eğer Zemzem'i kendi haline (akmaya) bıraksaydı yahut avuçlamasaydı, Zemzem şimdi ırmak haline gelirdi" buyurmuştur. Hacer zemzemden içti ve çocuğunu emzirdi. Melek ona: “Yok oluruz diye korkma! Şurada Allah'ın bir evi (Beyt) vardır. İşte bu çocukla babası onu bina edecekler. Allah, o işin ehlini asla zayi etmiyecektir" dedi. O zamanlar Beyt, yerden küçük bir tepe gibi yüksekte idi. Sağından solundan seller gelip akardı. Uzun zamandır böyle idi. Hacer böyle yaşıyorken nihâyet Cürhümlülerden bir grup ya da bir aile Kedâ yolundan sükûn edip (Mekke'ye) geldiler. Mekke'nin alt kısmında konakladılar. Havada bir kuşun bir yer üzerinde uçtuğunu görünce, "Mutlaka buralarda su vardır, oysa daha önce burada su yoktu" dediler ve oraya doğru bir ya da iki kişi gönderdiler. Onlar gidip su olduğunu görünce geri dönüp onlara bildirdiler. Hep birden suyun yanına geldiklerinde İsmâil'in annesiyle karşılaştılar ve: “Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" diye bir teklifte bulundular. Hâcer: “Evet, konaklayabilirsiniz, ama suda mülkiyet hakkınız yoktur" karşılığını verince onlar: “Tamam" dediler. İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “İsmail'in annesi buna sevinmişti, çünkü o insanlarla ünsiyet kurmayı severdi" buyurdu. Nihâyet orada konaklayıp ailelerine haber saldılar; onlar da gelip orada konakladılar ve orasını kendilerine vatan edindiler. Hazret-i İsmâil büyüyüp, Cürhümlülerden Arapça'yı öğrenince, ondan hoşlandılar ve kendilerinden olan bir kızla onu evlendirdiler. Daha sonra İsmâil'in annesi öldü. Nihâyet Hazret-i İbrâhim geride bıraktıklarını görmeye geldi. Hazret-i İsmâil'i bulamayınca hanımına nerede olduğunu sordu, hanımı: “Rızkımızı temin etmek için gitti" cevabını verince, ona burada nasıl yaşadıklarını ve neler yaptıklarını sordu. Kadın: “Durumumuz kötü, şiddetli darlık ve sıkıntı içinde yaşıyoruz" diyerek şikâyette bulununca, Hazret-i İbrâhim: “Kocan geldiği zaman benden ona selâm ilet ve kapısının eşiğini değiştirmesini de söyle!" deyip oradan ayrıldı. İsmail dönünce, bir şeyler hissetti ve: “Buraya kimse geldi mi?" diye sordu. Hanımı: “Evet, yaşlı bir adam geldi, seni sordu ve nasıl yaşadığımızı ve geçindiğimizi sordu. Ona sıkıntıda olduğumuzu söyledim" cevabını verince, Hazret-i İsmâil: “Peki sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Hanımı: “Evet, sana selam söylememi ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi" cevabını verince, Hazret-i İsmâil: “O, benim babamdır. Bana seni boşamamı emretmiştir. Haydi, ailene dön" dedi ve onu boşayıp aynı kabileden başka bir kadınla evlendi. Hazret-i İbrâhim onlara uzun bir süre sonra tekrar geldi, fakat yine İsmâil'i bulamadı ve hanımına nerede olduğunu sordu. Hanımı: “Rızkımızı temin etmek için gitti" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim: “Geçiminiz nasıl gidiyor?" diye sordu. Hanımı: “Allah'a şükür iyi gidiyor. Hiçbir sıkıntımız yoktur, gâyet rahatız" cevabını verince Hazret-i İbrâhim: “Yemeğiniz nedir?" diye sordu. Kadın: “Et" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim: “İçeceğiniz nedir?" diye sordu. Kadın: “Su" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim: “Allahım! Onların etlerine ve sularına bereket ver!" diye dua etti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zamanlarda hububat yoktu. Eğer hububat olsaydı İbrâhim onun da artması için dua ederdi" buyurmuştur. Hazret-i İbrâhim'in duası bereketiyle et ile su, Mekke'den başka bir yerde oradaki kadar hiç kimsenin sıhhatine o denli yaramazdı. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil'in hanımına: “Kocan geldiği zaman, benden ona selâm ilet ve kapısının eşiğini sağlam tutmasını söylediğimi bildir" dedi. Hazret-i İsmâil gelince: “Yanınıza gelen oldu mu?" diye sordu. Hanımı: “Evet, yaşlı bir adam geldi. Güzel yüzlü idi, seni sordu. Ben de senin nerede olduğunu bildirdim. Yaşantımızın nasıl olduğunu sordu, ben de gâyet iyi yaşadığımızı söyledim" karşılığını verince, Hazret-i İsmâil: “Peki sana herhangi bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Hanımı: “Evet, sana selâm söylememi, bir de kapının eşiğini sağlam tutmanı tavsiye etti" cevabını verince, Hazret-i İsmâil: “O, benim babamdır. Eşik te sensin ve seni değiştirmememi emretti" dedi. Hazret-i İbrâhim onlardan bir müddet daha ayrı yaşadıktan sonra tekrar döndü ve Hazret-i İsmâil'in Zemzem'e yakın bir yerde büyük ağacın altında kendisine ait bir oku sivriltmekte olduğunu gördü. Hazret-i İsmâil babasını görünce kalkıp çocuğun babaya ve babanın da çocuğa davrandığı gibi sarılıp Müsafaha ettiler. Sonra Hazret-i İbrâhim: “Ey İsmâil! Allah bana bir şey emretti" deyince, Hazret-i İsmâil: “O halde Allah'ın emrini yerine getir!" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim: “Sen de bana yardım eder misin?" diye sorunca, Hazret-i İsmâil: “Tabiî ederim" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim: “Allah bana burada bir Beyt yapmamı emretti" deyip etrafındaki yüksekçe bir yeri gösterdi. İşte böylece Hazret-i İbrâhim, Kâbe'nin temellerini yükseltti. Hazret-i İsmâil ona taş taşıyor, Hazret-i İbrâhim de binayı yapıyordu. Bina yükselince bu taşı (Haceru'l-Esved'i) getirip bulunduğu yere koydu. Sonra üzerine çıkıp binayı tamamlamaya başladı. O binayı inşa ediyor, Hazret-i İsmâil ise taş taşıyor ve ikisi de şöyle diyorlardı: “Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir, hem bilirsin." Ma'mer der ki: Bir adamın: “Hazret-i İbrâhîm, onların yanına geldiğinde Burak'la geliyordu" dediğini duydum. Başka bir kişinin de: “Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İsmâil buluştukları zaman o kadar ağladılar ki, kuşlar da onların ağlamasına katıldılar. İbn Sa'd, Tabakât'ta Ebû Cehm b. Huzeyfe b. Ğânim'den bildiriyor: “Allah, Hazret-i İbrâhim'e vahyederek Harem bölgesine gitmesini emredince, Hazret-i İbrâhim, Burak'a binip iki yaşındaki Hazret-i İsmâil'i önüne, Hâcer'i arkasına bindirdi. Beraberinde, ona Kâbe'nin yerini göstermesi için Cibrîl de vardı. Mekke'ye geldiklerinde Hazret-i İsmâil'i ve annesini Beyt'in yanında indirdi, sonra Şam'a gitti. Sonra Allah, Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'yi inşa etmesini emretti. O zaman Hazret-i İbrâhim yüz yaşında, İsmâil ise otuz yaşındaydı ve binayı beraber inşa ettiler. Hazret-i İsmâil, babasından sonra vefat etti ve Kâbe'nin önünde Hicr'de annesinin yanına defnedildi. Babasından sonra Kâbe'nin sorumluluğunu da, dayıları olan Cürhümlülerle oğlu Nâbit aldı." Deylemî'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “ibrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyetiyle ilgili şöyle buyurdu: “Yüce Allah, başı bulunan bir bulut gönderdi. Buluttaki bu baş: «Kabe'yi, benim gölgemin düştüğü yere veya benim kapladığım yere yap" dedi ve Hazret-i İbrâhim ve İsmâil Kâbe'yi bulutun gölgesinin düştüğü yere yaptılar.» İbn Ebî Şeybe, İshâk b. Râhûye, Müsned'de, Abd b. Humeyd, Hâris b. Ebî Usâme, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, el-Ezrakî, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de Hâlid b. Ar'ar tarikiyle Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor: Bir adam ona: “Bana Kâbe'den bahseder misin? Kâbe yeryüzünde yapılan ilk yapı mı?" diye sorunca, Hazret-i Ali şöyle cevap verdi: “Hayır. Ama insanlar için yapılan ilk evdir. Onda bereket, hidâyet ve Hazret-i İbrâhim'in Makâmı vardır. Ona giren emniyette olur." Sonra Hazret-i Ali, Hazret-i İbrâhim'den bahsederek şöyle devam etti: Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'yi inşa etmesi emredilince onu nasıl yapacağını bilemedi. Allah ona iki başlı bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar Kabe'nin etrafını süpürdü. Kendilerine rüzgarın durduğu yerde Kâbe'yi yapmaları emredildi. Hazret-i İbrâhim inşaya başlayıp Haceru'l-Esved'in konulacağı yere gelince Hazret-i İsmâil'e: “Git ve buraya koymam için bir taş ara" dedi. Hazret-i İsmâil oraya uygun taşı bulmak için dağlarda dolaşmaya başlayınca Cibrîl inerek Haceru'l-Esved'i yerine koydu. Hazret-i İsmâil dönüp taşı görünce: “Bu taş nereden geldi?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: “Senin ve benim inşa etmemize tevekkül etmeyen biri getirdi" cevabını verdi. Allah'ın dilediği bir müddet geçtikten sonra Kâbe yıkılınca onu Amâlika denilen kavim inşa ettiler. Sonra yine yıkılınca Cürhümlüler inşa ettiler. Sonra bir daha yıkılınca Kureyşliler inşa ettiler. Kureyşliler Haceru'l- Esved'i yerine yerleştirecekleri zaman onu kimin koyacağı konusunda kimse diğerine bu hakkı vermek istemedi ve sonunda: “Şu kapıdan çıkıp gelen ilk kişi bu taşı yerine yerleştirsin" dediler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Şeybe kapısından girince, bir elbise istedi ve getirilen elbiseyi açıp taşı üzerine koyarak. Kureyş'in her kolundan bir kişinin elbisenin bir kenarından tutup kaldırmasını istedi. Elbiseyi kaldırdıklarında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Haceru'l-Esved'i kendisi alıp yerine yerleştirdi.' Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Ezrakî ve Hâkim, Saîd b. el-Müseyyeb tarikiyle Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i İbrâhim yanında rüzgarla Ermeniya'dan geldi, rüzgar kendisine tıpkı örümceğin ağını ördüğü gibi Kâbe'nin inşa edileceği yeri gösteriyordu. Hazret-i İbrâhim Rüzgar'ın işaret ettiği yerin altını kazarak temelleri attı. Temelde kullandığı taşları ancak otuz adam yerinden oynatabilirdi. Ravi der ki; ben "Ey Muhammed'in babası! Allah: «İbrâhim ve İsmâil, Kabenin temellerini yükseltiyordu...» buyuruyor" deyince: “Hazret-i İbrâhim ve İsmâil'in inşası daha sonra olmuştur" cevabını verdi. Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Ciibeyr'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İbrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyetini açıklarken: “Hazret-i İbrâhim ve İsmâil'in yükselttiği temeller daha önce inşa edilmiş olan Kâbe'nin eski temelleridir" dedi. Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve el-Cenedî, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! Neden meleklerin sesini duymuyorum?" deyince, Allah: “İşlediğin günahın yüzünden. Yeryüzüne inip Benim için bir ev yap, sonra meleklerin, semadaki evimin etrafında döndüğünü gördüğün gibi sen de onun etrafında dön" buyurdu. İnsanlar, Hazret-i Âdem'in, Beytullah'ı şu beş dağdan yaptığı kanaatındedirler. Hira, Lübnan Tûru Zeytâ, Tûr-u Sinâ, ve Cûdî dağlarıdır. Hazret-i Âdem'in Kâbe'yi inşa etmesinden sonra, birkez daha onu inşa eden Hazret-i İbrâhim'dir." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: Allah, Hazret-i Âdem'i Cennetten indirdiği zaman: “Seninle beraber, Arş'ımın etrafında tavaf yapıldığı ve yanında namaz kılındığı gibi etrafında tavaf yapılıp namaz kılınan bir Ev indireceğim" buyurdu. Tufan olduğu zaman Beytullah göğe çekildi. Hazret-i Nuh'tan sonra gelen Peygamberler Kâbe'nin bulunduğu civarda hac yapıyorlar; ama Kâbe'nin yerini tam olarak bilemiyorlardı. Nihâyet Allah, Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'nin yerini bildirdi. Hazret-i İbrâhim de Kâbe'yi beş dağdan (taşıdığı taşlarla) yaptı. Bu dağlar, Hira, Lübnan, Sebîr, Tur ve Hamr dağlarıdır. Hamr dağı, Beytu'l-Makdis'in bulunduğu dağdır." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah, Kâbe'yi dünya yaratılmadan iki bin yıl önce suyun rükünlerinden dört rüknün üzerine kondurdu. Sonra yeryüzü, Kâbe'nin altında yuvarlandı." Abdürrezzâk, el-Ezrakî, Tarihu Mekke'de ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid şöyle dedi: “Allah, yeryüzünden hiçbir şey yaratmadan iki bin yıl önce Kâbe'nin yerini yarattı. Kâbe'nin temelleri, yerin yedinci katına kadar inmektedir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İlbâ b. Ahmar der ki: Zu'l-Karneyn Mekke'ye gelip Hazret-i İbrâhim ve İsmâil'in beş dağdan getirdikleri taşlarla Kâbe'yi inşa ettiklerini görünce: “Benim toprağımdan neden taş alıyorsunuz" diye sordu. Onlar: “Biz kuluz. Bize Bu Kâbe'yi inşa etmemiz emredildi" cevabını verdiler. Zu'l-Karneyn: “İddia ettiniz şeyin doğru olduğunu gösteren delil getirin" deyince, Kâbe'nin duvarına konmuş olan beş tane taş: “Biz İbrâhim ve İsmâil'in doğru söylediğine, Kâbe'yi inşa etmekle emrolunduklarına şahitlik ederiz" deyince, Zu'l-Karneyn: “Peki razı oidum ve kabul ettim" deyip gitti. İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre Harem'in üstü, Arş'a kadar haremdir. Kâbe, Hazret-i Âdem yeryüzüne indirildiği zaman onunla beraber indirildi ve yüce Allah: “Seninle beraber, Arş'ımın etrafında tavaf edildiği gibi etrafında tavaf edilecek Ev'imi indiriyorum" buyurdu. Hazret-i Âdem ve ondan sonra gelen Müslümanlar Kâbe'nin etrafında tavaf yaptılar. Nûh tufanı olduğu zaman Allah, Hazret-i Nûh'un kavmini helak etti ve Kâbe'yi semaya çekti ve Kâbe sele maruz kalmadı. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'nin yerini araştırıp bulduktan sonra eski temelleri üzerine tekrar inşa etti. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Kâbe, dört dağdan getirilen taşlarla inşa edildi. Bu dağlar: Hira, Zeytâ, Sinâ ve Lübnan dağlarıdır." Beyhakî, Delâil'de, Süddî'den bildiriyor: Hazret-i Âdem Cennetten, bir elinde taş, diğerinde kâğıtla çıktı. Kâğıdı Hindistan'a attı. Orada gördüğünüz güzel kokuların sebebi budur. Taş ise ışık saçan beyaz bir yakuttu. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi taşın olduğu yere kadar örünce İsmâil'e: “Buraya koymam için bana bir taş getir" dedi. Hazret-i İsmâil kendisine dağdan bir taş getirince, Hazret-i İbrâhim: “Bundan başkasını getir" deyip, getirdiği taşları defalarca kabul etmeyerek geri çevirdi. Hazret-i İsmâil'in taş bulma için gittiği bir sırada Cibrîl, Hazret-i Âdem'in Cennetten çıkarken yanında çıkardığı taşı Hindistan'dan getirdi ve yerine koydu. Hazret-i İsmâil gelip: “Bu taşı kim getirdi?" diye sorunca, Hazret-i İbrâhim: “Senden daha zinde olan biri getirdi" cevabını verdi. Sa'lebî, Ebu'l-Kâsım el-Hasan b. Muhammed b. Habîb'den, Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Kattân el-Belhî'nin -Kur'ân'ı iyi bilen biriydi- şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim, Süryanice, Hazret-i İsmâil ise Arapça konuşurdu. İkisi de birbirinin dediğini anlar, ama karşı tarafın diliyle konuşamazdı. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil'e: “Hel lî Kebîben (Bana taş ver)" der, Hazret-i İsmâil de: “İşte taş al" karşılığını verirdi. Kâbe'de bir taşın yeri kalınca, Hazret-i İsmâil oraya koyacak taş aramaya başladı. Bu sırada Cibrîl semadan bir taş getirdi. Hazret-i İsmâil dönüp Hazret-i İbrâhim'in taşı yerleştirdiğini görünce: “Babacığım! Buraya koyduğun taşı kim getirdi?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: “Taşı, senin inşa etmene tevekkül etmeyen biri getirdi" cevabını verdi ve Kâbe'nin yapımını tamamladılar. Yüce Allah'ın: “İbrâhim ve İsmâil, Kâbe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyeti buna işaret etmektedir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Şihâb anlatıyor: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ergenlik çağındayken bir kadın Kâbe'yi tütsülerken bir ateş parçası Kâbe'nin örtüsüne sıçradı ve Kâbe'yi yaktı. Bunun üzerine Kâbe'yi yıkıp yeniden yapmaya başladılar. Rükn'ün konulduğu yere yetiştiklerinde Kureyşliler Rükn'ü kimin yerleştireceğinde ihtilafa düştüler, bunun üzerine: “Gelin, yanımıza ilk geleni hakem tayin edelim" dediler. O zaman bir çocuk olan Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), üzerinde çizgili bir örtüyle yanlarına gelince onun hakem olmasını istediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) rüknü kaldırılıp bir giysi üzerine konulmasını emretti. Daha sonra her bir kabile başkanına emrederek elbisenin bir tarafını tutturdu. Arkasından kendisi duvarın üzerine çıktı. Rüknü ona doğru kaldırdılar ve rüknü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yerine yerleştirdi. Kureyşliler onun herkesi razı edecek doğru bir yol bulmasından dolayı memnun oldular. Kureyş Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz vahiy gelmeden, kendisine "el-Emîn (Güvenilir)" adını vermişlerdi. Bu olaydan sonra artık her deve kesmelerinde onu çağırıyorlar ve onun dua etmesini istiyorlardı. Ebu'l-Velîd el-Ezrakî, Tarihu Mekke'de, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ka'bu'l-Ahbâr der ki: “Allah gökleri ve yeri yaratmadan kırk yıl önce Kâbe su üzerinde köpük halindeydi. Yeryüzü o köpükten döşenmiştir." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah, yeryüzünde hiç bir şey yaratmadan önce Kâbe'yi yaratmıştır" dedi. el-Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildirir: “Allah, gökleri ve yeri yaratmadan önce Arş suyun üzerindeyken, Allah hızlı esen bir rüzgar gönderdi. Rüzgar suyu sürünce Kâbe'nin yerinde ortaya kubbe şeklinde bir tepe çıktı. Allah yeryüzünü onun altından döşedi ve yeryüzü yayıldıkça yayıldı. Allah yeryüzünü dağlarla sabitleştirdi. Yeryüzüne yerleştirilen ilk dağ Ebû Kubeys dağıdır. Bu sebeple Mekke'ye Ümmu'l-Kurâ denildi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce Kâbe suda dört rükün üzerindeydi. Yeryüzü onun altından döşenmeye başlamıştır" dedi. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre bir adam Ali b. Hasan'a: “Bu Ev'in etrafında tavaf etmek ne zaman başlamıştır ve neden tavaf yapılır?" diye sorunca, Hasan şöyle cevap verdi: “Bu Ev'i tavaf etmeye şöyle başlanmıştır: Yüce Allah Meleklere: “Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım..." buyurduğu zaman, melekler: “Ey Rabbimiz! Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan akıtacak, birbirlerini kıskanacak, birbirlerine buğzedecek, birbirlerine azgınlık yapacak bir halife mi yaratacaksın? Ey rabbimiz! O halifeyi bizden kıl. Biz yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayız, kan dökmeyiz, birbirimize buğzetmeyiz, birbirimizi kıskanmayız ve birbirimize karşı azgınlık yapmayız. Biz Seni hamd ile tesbih eder ve Seni takdis ederiz, Sana itaat eder, isyan etmeyiz" dediler. Bunun üzerine yüce Allah: “...Ben, sizin bilmediğinizi bilirim" buyurdu. Melekler, söyledikleri sözlerin Rablerine cevap vermek anlamına geldiğini ve Rablerinin kendilerine gazaplandığını zannederek Arş'a sığındılar ve başlarını kaldırıp parmaklarıyla işarette bulunarak Allah'tan af dilemeye başladılar. Arş'ın etrafında üç saat tavaf yaptıktan sonra Allah onlara nazar edip rahmetini indirdi. Sonra Allah Arş'ın altında kırmızı yakutlarla süslenmi zeberced'den dört köşeli bir ev yerleştirdi ve bu evin adını ed-Durâh koydu. Sonra meleklere: “Arş'ı bırakın ve bu Ev'in etrafında tavaf yapın" buyurunca, melekler Arş'ın etrafında dönmeyi bırakıp bu evi tavaf etmeye başladılar. Bu onlar için daha kolay oldu. Bu ev Yüce Allah'ın zikrettiği el-Beytu'l- Mâmûr'dur. Her gündüz ve gecede bu eve bir daha geri gelmemek üzere yetmiş bin melek girer. Sonra Allah meleklerini gönderip: “Benim için yeryüzünde bunun gibi ve aynı boyda bir ev yapın" buyurup yeryüzündekilere, sema ehlinin el-Beytu'l-Mâmûr'un etrafında tavaf yaptıkları gibi bu Ev'in etrafında tavaf yapmalarını emretti. el-Ezrakî, Leys b. Muâz'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “Bu ev, on beş evin on beşincisidir. Yedisi gökte, yedisi de yerin en alt tabakasına kadar olan yerdedir. En yukardaki Arş'tan sonra olan el-Beytu'l-Mâmür'dur. Bu evin haram bölgesi olduğu gibi, bu evlerden her birinin haram bölgesi vardır. Eğer bu evlerden biri düşecek olsa diğerlerinin üzerine düşer. Bu evi imar edenler olduğu gibi diğer evlerin de her birinin yeryüzü ve gökyüzü halkından imar edenleri vardır. " el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Yesâr el-Mekkî: “Bana bildirildiğine göre Allah, meleklerinden birini herhangi bir şey için yeryüzüne göndereceği zaman, o melek Kâbe'yi tavaf etmek için Rabbinden izin alır ve tehlil getirerek yeryüzüne iner" demiştir. İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî bildirir: Vehb b. Münebbih der ki: Allah, Hazret-i Âdem'in tövbesini kabul ettiği zaman, ona Mekke'ye gitmesini emretti. Allah, semaları ve yeri onun için dürünce Hazret-i Âdem, her kat semayı bir adımda gitmeye başladı. Allah yeryüzünün geçitlerini veya denizlerini birer adım yaptı, Hazret-i Âdem, Mekke'ye varıncaya kadar her adım attığı yer mamur ve bereketli oldu. Daha önce Hazret-i Âdem işlediği hata sebebiyle çok üzülmüş ve ağlamıştı. Hatta melekler bile onun bu haline üzülüp ağlamışlardı. Allah ona Cennet çardaklarından birini Mekke'ye Kâbe'nin bulunduğu yere yerleştirdi. O zaman Kâbe henüz orada değildi. Bu çardak Cennetin kırmızı yakutlarından yapılmıştı. Çardakta altından üç kandil vardı ve bu kandillerin ışığı Cennet nurundandı. O zaman bu çardakla beraber Rükün de inmişti. O zaman Rükün, Cennetin ortasında beyaz bir yakuttu. Hazret-i Âdem'in üzerinde oturduğı bir kürsüsü vardı. Hazret-i Âdem Mekke'ye gelince Allah onu ve Mekke'yi meleklerle korudu. Melekler, Mekke'yi yeryüzü sakinlerine karşı koruyorlardı. O zaman yeryüzünün sakinleri cinler ve şeytanlardı ve onların Cennet'ten herhangi bir şeye bakmaları yasaktı. Çünkü Cennet'ten bir şey görene o gördüğü şey vacip olurdu. O zaman yeryüzü temiz, güzel, kirlenmemiş, üzerinde kan dökülmemiş ve günah işlenmemişti. Bu sebeple Allah orayı melekler için mesken yapıp onları gökyüzünde tesbih ettikleri gibi yeryüzünde de tesbih edenler yaptı. Şu âyet buna işaret etmektedir: “Gece ve gündüz, bıkmadan tesbih ederler." Melekler, Harem'in nişanlarının yanında bir saf halinde durmuşlardı. Hill arkalarında, Harem'in tamamı ise önlerindeydi. Hiçbir cin veya şeytan onları geçip Harem'e giremezdi. Meleklerin orada durması sebebiyle Harem şimdiye kadar kutsal kabul edilmiş ve sınır işaretleri olarak ta meleklerin durduğu yerler kabul edilmiştir. Allah, Havva'ya, Cennette işlediği hata sebebiyle Harem'e girmeyi ve Hazret-i Âdem'in çardağına bakmayı yasaklamıştı. Havva vefat edene kadar kendisine yasaklanan bu şeylere bakmadı. Hazret-i Âdem herhangi bir gece onunla çocuk yapmak için buluşmak istediğinde harem bölgesinin dışına çıkar onunla öyle buluşurdu. Hazret-i Âdem vefat edene kadar çardağı orada durmuştur. Âdem vefat edince Allah çardağı semaya çekmiştir. Sonra Âdemoğulları onun yerine çamurdan ve taştan bir ev yapmışlardır. Bu ev Hazret-i Nûh zamanına kadar vardı. Tufan olunca sular evi yok etti ve yerini kimse bilmez oldu. Allah, Hazret-i İbrâhim'i gönderince Hazret-i Âdem'in çocuklarının çardağın yerine yaptıkları evin temellerini araştırdı ve temelleri bulana kadar toprağı kazdı. Hazret-i İbrâhim temeli bulunca Allah evin yerini bir bulutla gölgeledi. Bu bulut Hazret-i İbrâhim temelleri yükseltinceye kadar evin üzerinde gölge etmeye devam etti ve temeller yükselince bulut gitti. Şu âyet: “Hani İbrâhim'e Beytullah'ın yerini gösterdik..." Hazret-i İbrâhim'e gölge ederek Kâbe'nin yerini gösteren buluta işaret etmektedir. Allah'a hamd olsun ki bu ev, Hazret-i İbrâhim'in inşa ettiği zamandan bu yana hâlâ mâmur olarak durmaktadır. Vehb b. Münebbih der ki: “Kâbe'den bahseden eski kitaplardan birinde şöyle okudum: “Allah yeryüzüne gönderdiği her meleğe Kâbe'yi ziyaret etmesini emretmiştir. Melek Arş'ın yanından ihrama girerek iner ve Haceru'l-Esved'i istilam eder, sonra yedi şavt tavaf eder, Kâbe'nin içinde iki rekat namaz kılar ve sonra semaya yükselir." el-Cenedî, Fadâilu Mekke'de, Vehb b. Münebbih'in: “Allah bir meleği veya bulutu bir yere gönderdiği zaman, bunlar mutlaka Kâbe'ye uğrayıp tavaf ettikten sonra emredildikleri yere giderler" dediğini bildirir. Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Amr b. el-Âs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, Âdem ve Havva'ya Cibril'i gönderip: «Benim için bir ev yapın» buyurdu. Cibrîl onlara evin nereye yapacağını çizerek işaret edince Hazret-i Âdem kazmaya, Havva da toprağı taşımaya başladı. Suya ulaşınca altından: «Yeter ey Âdem!» diye seslenildi. Hazret-i Âdem evi yapınca Allah ona evi tavaf etmesini emretti ve Âdem'e: «Sen insanların ilkisin, bu da ilk evdir» denildi. Sonra nesiller geçti ve Hazret-i Nûh evi ziyaret etti. Sonra nesiller geçti ve Hazret-i İbrâhim onu temellerinden bir daha inşa etti. " İbn İshâk, el-Ezrakî ve Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Urve der ki: “Kâbe'yi, Hûd ve Sâlih dışında ziyaret etmeyen hiçbir peygamber yoktur. Hazret-i Nûh da Kâbe'yi ziyaret etmiştir. Tufan olduğu zaman yeryüzünün diğer bölgeleri gibi Kâbe de bundan etkilenmişti. Kâbe kırmızı bir tepe şeklindeydi. Allah Hazret-i Hûd'u gönderdiği zaman Hazret-i Hûd kavmiyle meşgul oldu ve Kâbe'yi ziyaret edemeden vefat etti. Sonra Allah, Hazret-i Sâlih'i gönderdi, o da kavmiyle meşgul oldu ve Kâbe'yi ziyaret edemeden vefat etti. Allah, evi Hazret-i İbrâhim'e inşa ettirdiği zaman, Hazret-i İbrâhim onu ziyaret etti ve ondan sonra hac etmeyen peygamber kalmadı." Ahmed, Zühd'de, Mücâhid'in: “Kâbe'yi yetmiş peygamber ziyaret etmiştir. Bunlar arasında, üzerinde pamuktan yapılmış kısa iki tane aba olan Hazret-i Mûsa ve: “Ey sıkıntıyı gideren buyur!" diyen, Hazret-i Yûnus da vardır" dediğini bildirir. el-Ezrakî, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “Allah, Hazret-i Âdem'i Cennetten yeryüzüne indirdiği zaman, başı gökte ayakları ise yerdeydi. Melekler ondan korkunca Allah onun boyunu altmış arşına kadar düşürdü. Hazret-i Âdem meleklerin sesini ve tesbihlerini duyamayınca: «Ey Rabbim! Neden meleklerin sesini duyamıyorum ve onlarla konuşamıyorum» diye sordu. Yüce Allah: «Bu, işlediğin hata sebebiyledir. Git, benim için bir ev yap ve meleklerin, Arş'ımın etrafında yaptığını gördüğün gibi sen de o evi tavaf et, onun etrafında beni zikret» buyurdu. Hazret-i Âdem yürümeye başlayınca yeryüzü kendisine dürüldü. Allah ondaki geçitleri ve denizleri onun için bir adımlık mesafe yaptı. Hazret-i Âdem'in bastığı yerler mâmur ve bereketli oldu. Mekke'ye varıp Kâbe'yi inşa etti. Cibrîl kanismiyle yere vurdu ve yerin yedi kat altına kadar giden bir temel ve en alttaki yedinci arzın üzerinde sapasağlam duran bir temel ortaya çıktı. Melekler ona kayaları getirip bıraktı. Bir tanesini otuz kişi dahi kaldıramazdı. Hazret-i Âdem, Kâbe'yi beş dağdan taşınan taşlarla yaptı. Bu dağlar: Lübnan dağı, Zeytâ dağı, Sina dağı, Cûdi dağı ve Hira dağı. Kâbe yapılınca onu ilk tavaf eden ve namaz kılan kişi Hazret-i Âdem'dir. Allah, gazap olarak verilen tufanı gönderince, tufanın gittiği yere Hazret-i Âdem'in de kokusu gitti. Tufan, Sind ve Hind diyarına yaklaşmadı. Tufan, Kâbe'nin yerini de yok etmişti. Sonunda Allah Hazret-i İbrâhim'i ve İsmâil'i gönderdi ve ikisi Kâbe'yi inşa ettiler. Daha sonra Kureyşliler tekrar inşa ettiler. Kâbe, el-Beytu'l-Mâmûr'un hizasındadır. Eğer el-Beytu'l-Mâmûr düşecek olsa Kâbe'nin üzerine düşerdi." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Allah, Hazret-i Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman Kâbe'nin bulunduğu yere indirdi. Hazret-i Âdem, yeryüzüne indirildiği zaman (dalgalarda sallanan) gemi gibi titriyordu. Sonra beyazlığından dolayı parlayan Haceru'l-Esved'i indirdi. Hazret-i Âdem, yalnızlığını gidermek için onu yanına aldı. Sonra Allah Hazret-i Âdem'e asa'yı indirdi ve Hazret-i Âdem'e: “Yürü ey Âdem!" denildi. Hazret-i Âdem yürüyünce Hind ve Sind diyarına geldi ve orada bir müdet kaldı. Sonra Rükn'ü özleyince kendisine: “Hac yap!" denildi. Hazret-i Âdem hac yapınca melekler kendisini karşılayıp: “Allah hacını kabul etsin ey Âdem! Biz senden iki bin yıl önce burada hac yapmıştık" dediler. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ebân der ki: “Kâbe, tek parça bir yakut veya inci olarak indirildi." İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs: “Kâbe, kırmızı bir yakuttu. Onun yeşil zümrüt olduğu da söylenir" dedi. el-Ezrakî, Atâ b. Ebî Rabâh'ın şöyle dediğini bildirir: İbnu'z-Zübeyr, Kâbe'yi inşa edeceği zaman işçilere, temele kadar yıkmalarını emretti. Temele indiklerinde gebe deve büyüklüğünde kayalar çıktı. İbnu'z-Zübeyr: “Daha kazın" deyince daha derine indiler ve ateş gibi bir havayla karşılaştılar. İbnu'z-Zübeyr: “Ne oldu?" diye sorunca, işçiler: “Daha fazla kazamayız. Büyük bir şey gördük" cevabını verdiler. Bunun üzerine İbnu'z-Zübeyr: “Kazdığınız temeller üzerine inşa etmeye başlayın" dedi. Atâ der ki: “İnsanlar o kayaların, Hazret-i Âdem'in Kâbe'yi inşa ederken koyduğu taşlar olduğu görüşündedir." el-Ezrakî, Ubeydullah b. Ebî Ziyâd'dan bildirir: Allah, Hazret-i Âdem'i Cennetten yeryüzüne indirdiği zaman: “Ey Âdem! Benim için, Semadaki evim hizasında bir ev yap. Meleklerin Arş'ımın etrafında ibadet ettikleri gibi sen ve çocukların onun etrafında ibadet edersiniz" buyurdu. Melekler yeryüzüne indi ve Hazret-i Âdem, yerin yedinci katına yetişinceye kadar temel kazdı. Temeller yeryüzünün seviyesine doluncaya kadar melekler onları kayalarla doldurdular. Hazret-i Âdem yeryüzüne, yakuttan ve içi boş olan dört beyaz rükünle inmişti. Hazret-i Âdem, bunları temele koydu ve bu rükünler Hazret-i Nûh zamanındaki tufana kadar orada kaldılar. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Sâc der ki: Bana anlatıldığına göre Hazret-i Âdem yola çıkıp Mekke'ye varınca, Kâbe'yi inşa etti ve bitirince: “Ey Rabbim! Her işçinin bir ücreti vardır. Benim de ücretim var mı?" diye sordu. Yüce Allah: “Evet! Benden iste" buyurunca, Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! Beni çıkardığın yere (Cennete) iade et" dedi. Yüce Allah: “Evet, bu isteğin olacaktır" buyurunca, Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! Zürriyetimden bu evi ziyaret için yola çıkan ve benim günahımı itiraf ettiğim gibi günahlarını itiraf edenleri de bağışla" dedi, Allah: “Evet, bu isteğin olacaktır" buyurdu. el-Ezrakî ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Muhammed b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Âdem, gökyüzünden indirildiği zaman yaptığı ilk şey Kâbe'yi tavaf etmekti. Melekler onu karşılayıp: “Allah hacını kabul etsin ey Âdem! Biz senden iki bin yıl önce burada hac yapmıştık" dediler." el-Ezrakî, Osmân b. Sâc'ın şöyle dediğini bildirir: Saîd'in söylediğine göre Hazret-i Âdem, yürüyerek yetmiş defa hac yaptı. Melekler de onu Mâzemîn'dekarşılayıp: “Allah hacını kabul etsin ey Âdem! Biz senden bin yıl önce burada hac yapmıştık" dediler. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mukâtil, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! İşlediğim günahı biliyorum, ama Nûrundan, kendisine (yönelip de) ibadet edilen hiçbir şey göremiyorum" deyince, Allah, ona Kâbe'nin genişliğinde olan Beytu'l-Mâmûr'u indirdi. Onun yeri Cennet yakutlarından, boyu ise gökle yer arası kadardır. Allah Hazret-i Adem'e onun etrafında tavaf yapmasını emretti ve böylece Hazret-i Âdem'in üzüntüsünü giderdi. Sonra bu ev, Hazret-i Nûh zamanında semaya çekildi. " el-Ezrakî, İbn Cüreyc kanalıyla Mücâhid'den bildiriyor: Bana anlatıldığına göre Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman, yeryüzüne ilk koyduğu şey Beytu'l- Harâm'dır. O zaman Beytu'l-Harâm içi boş kırmızı yakuttandı ve iki kapısı vardı. Kapıların biri doğuda, diğeri ise batı tarafındaydı. Allah Kâbe'yi Beytu'l- Mâmûr'un karşısına yapmıştı. Tufan olduğu zaman Kâbe iki ipek kumaş içerisinde semaya çekildi ve kıyamet gününe kadar orada kalacaktır. Allah Rüknü, Ebû Kubeys dağına koydu." İbn Abbâs der ki: “Kâbe altındandı ve tufan olduğu zaman semaya çekildi." İbn Cüreyc ise, Cuveybir'in: “Beytu'l- Mâmûr Mekke'deydi ve tufan zamanı gökyüzüne çekildi. Şimdi oradadır" dediğini bildirir. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr der ki: Öğrendiğime göre Allah, Kâbe'yi, tavaf yapması ve yanında ibadet etmesi Hazret-i Âdem'e, tavaf yapması ve yanında ibadet etmesi için koymuştur. Hazret-i Nûh da tufandan önce Kâbe'ye gelip hac yapmıştı. Tufan olup Hazret-i Nûh'un kavmi helak olunca, yeryüzünün uğradığı akibete Kâbe de uğramıştı. Tufandan sonra Kâbe'nin yeri kırmızı bir tepe şeklindeydi ve yeri belliydi. Allah, Hazret-i Hûd'u, Âd kavmine peygamber olarak gönderdiğinde, Hud, kavmiyle olan meşguliyetinden dolayı hac etmeden vefat etti. Sonra Allah, Hazret-i Sâlih'i, Semûd kavmine gönderdi. Hazret-i Sâlih te kavmiyle meşgul olduğundan hac etmeden vefat etti. Sonra Allah, Kâbe'yi Hazret-i İbrâhim'e yerini gösterdi. Hazret-i İbrâhim hac yaptı ve kendisine hac menâsiki öğretilip insanları hac için davet etmesi söylendi. Sonra Hazret-i İbrâhîm'den sonra gelen bütün peygamberler Kâbe'yi ziyaret edip hac ettiler. el-Ezrakî, Ebû Kılâbe'den bildiriyor: Yüce Allah, Hazret-i Âdem'e: “Seninle beraber evimi de indireceğim ve Arş'ımın etrafında tavaf yapıldığı ve namaz kılındığı gibi onun da etrafında tavaf yapılacak ve namaz kılınacaktır" buyurdu. Kâbe, tufan oluncaya kadar yeryüzünde kaldı ve tufan olunca semaya çekildi. Sonra yeri Hz İbrâhim'e gösterildi ve İbrâhim onu beş dağdan getirdiği taşlarla inşa etti. Bu dağlar: Hira, Sebîr, Lübnân, Tûr ve Ahmar dağlarıdır. el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Ma'mer der ki: “Hazret-i Nûh'un gemisi Kâbe'nin etrafında yedi defa döndü ve Allah, Nûh kavmini tufanla helak ettiği zaman Kâbe'yi semaya çekip sadece temeli yeryüzünde kaldı. Allah onun yerini Hazret-i ibrâhim'e gösterdi ve İbrâhim onu inşa etti. "ibrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyeti buna işaret etmektedir. Allah, (Nuh tufanında) Rükn'ü, Ebû Kubeys dağına koydu. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ederken, Ebû Kubeys dağı ona seslenerek: “Ey İbrâhim! Bu, rükündür" dedi. Hazret-i İbrâhim Ebû Kubeys dağına gidip kazarak Rükn'ü çıkardı ve Kâbe'deki yerine yerleştirdi. el-lsbehânî, Terğîb'de ve İbn Asâkir, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, Hazret-i Âdem'e: “Ey Âdemi Sana bir şey olmadan önce bu evi ziyaret et" diye vahyetti. Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! Bana ne olabilir ki?" diye sorunca ise Yüce Allah: “Bilmediğin bir şey yani ölüm" cevabını verdi. Hazret-i Âdem: “Ölüm nedir?" diye sorunca, Allah: “İleride onu tadacaksın" buyurdu. Hazret-i Âdem: “Ailemi, kime bırakayım?" diye sorunca, Allah: “Bunu, göklere, yere, dağlara" arzet" buyurdu. Hazret-i Âdem ailesini göklere emanet etmeyi teklif edince, gökler kabul etmedi. Yeryüzüne teklif edince o da kabul etmedi. Dağlara aynı şeyi teklif edince, dağlar da bu teklifi reddetti. Ailesinin sorumluluğunu yüklenmeyi, kardeşini öldüren oğlu kabul etti. Hazret-i Âdem, hac için Hindistan'dan yola çıktı ve nerede konaklayıp yiyip içtiyse orası daha sonra mamur ve meskûn olunan yer oldu. Mekke'ye geldiğinde melekler kendisini Bathâ'da karşıladılar ve: “Allah'ın selamı üzerine olsun ey Âdem! Allah haccını kabul etsin. Biz bu evi senden iki bin yıl önce haccettik" dediler." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla şöyle buyurdu: “O zaman Kabe, içi boş olan kırmızı yakuttandı ve iki kapısı vardı. Kâbe'yi tavaf edenler, onun içindekileri görürlerdi, Kâbe'nin içindekiler de tavaf edenleri görürlerdi. Hazret-i Âdem hac vazifesini bitirince Allah, ona: “Ey Âdem! Haccını yerine getirdin mi?" diye vahyetti. Hazret-i Âdem: “Evet ey Rabbim!" cevabını verince, Yüce Allah: “Bana istediğini söyle, istediğin verilecektir" buyurdu. Hazret-i Âdem: “Benim ve çocuklarımın günahını bağışlamanı istiyorum" deyince, Yüce Allah: “Ey Âdem! Senin günahını, henüz işlediğin zaman affettik. Çocuklarının günahına gelince, Beni bilip iman eden, peygamberlerimi ve Kitabımı tasdik edenlerin günahlarını bağışladık" buyurdu." İbn Huzeyme, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Deylemî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hazret-i Âdem, Hindistan'dan, yaya olarak ve hiçbir şeye binmeden Kâbe'ye bin defa gelmiştir. Bunlardan üç yüzü hac için, yedi yüzü ise umre içindir. Hazret-i Âdem, ilk baççında Arafât'ta dururken Cibrîl gelerek: “Ey Âdem! Allah haccını kabul etsin. Biz bu evi, sen yaratılmadan elli bin yıl önce tavaf ettik" dedi." Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kâbe'yi ilk olarak melekler tavaf etti. Hicr ile Rüknu'l-Yemânî arasında peygamberlerin mezarları vardır. Bir peygambere kavmi eziyet ettiği zaman onlardan ayrılır ve ölene kadar Kâbe'de Allah'a ibadet ederdi." el-Ezrakî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Âdem yeryüzüne indirildiği zaman, dünyanın genişliğini gördü ve onda kendisinden başka kimseyi göremeyince yalnızlık çekip: “Ey Rabbim! Burada, benden başka Seni tesbih edecek ve yüceltecek kimse yok mu?" diye sordu. Yüce Allah ona şöyle cevap verdi: “Yeryüzünde, senin zürriyetinden, Beni hamd ile tesbih edecek ve yüceltecek kimseleri yaratacağım. Onda Beni zikretmek için inşa edecekleri evler yapacağım. Bu evlerde kullarım Beni tesbih edecekler. Sana Kendim için seçtiğim bir evi göstereceğim. O evi ismimle bütün dünyadaki evlerden üstün tutacağım ve o eve benim evim adını vereceğim. Onu azametimle tanzim edecek, hürmetimle kuşatacağım. Bu evde beni zikretmeyi, bütün evlerdeki zikirlerden daha üstün tutacağım. Bu evi, Kendim için seçtiğim mübarek bir yerde koyacağım. Bu evin yerini, yerleri ve gökleri yarattığım zaman seçtim. Gökleri ve yerleri yaratmadan önce burası benim istediğim, şimdi ise diğer evlerden kendime seçtiğimdir. Ben o evde ikamet etmeyeceğim, zaten Ben evlerde ikamet etmekten münezzehim ve hiçbir ev beni taşıyamaz. O evi sen ve senden sonrakiler için harem ve emniyet yeri yapacağım. Onun hürmetiyle, onun üstünü ve altını da harem kılacağım. Kim Benim hürmetime onu kutsal sayarsa Beni ta'zîm etmiş olur. Kim onda haram olan şeyleri helal sayarsa Bana saygısızlık yapmış olur. Kim ailesini oraya teslim ederse, Benim güvencem altında olur. Onları korkutan, bana verdiği ahdi bozmuş olur. Beyt'ime saygı gösteren, gözümde büyür. Onu önemsemeyen ise gözümde küçülür. Her kralın bir korusu vardır. Mekke'nin ortası da Kendim için korumaya aldığım yerdir. Ben oraya Bekke adını verdim. Onun ehli, benim ve evimin komşularıdır. Onu imar edenler ve ziyaret edenler, Benim misafirimdir ve Benim korumam altındadır. Bu beyti insanlar için yapılan ilk ev kıldım ve onu sema ve yer ehline inşa ettirdim. İnsanlar ona saçları başları toz içinde topluluklar halinde, her bineğin üzerinde uzaktan yakından gelirler. Yüksek sesle tekbir getirip telbiyelerle yeri göğü inletirler. Sadece benim rızam için gelip umre yapan beni ziyaret etmiş, misafirim olmuş ve yanımda konaklamış olur. Benim de cömertliğimle bu kişiye ikramda bulunmam haktır. Cömert olanın, misafirlerine ikramda bulunması ve her ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermesi haktır. Ey Âdem! Sen sağken onu imar edersin. Senden sonra gelen nesiller, peygamberler, ümmet ümmet, nesil nesil onu imar edecekler. Sonunda, çocuklarından bir peygamber olan ve adına Muhammed denilen son peygamberi, onu imar edenler, orada ikamet edenler, himaye edenler ve ziyaretçilerinin sorumluluğunu yüklenenlerden yapacağım. Bu kişi hayatta olduğu müddetçe orada Benim eminim olacaktır. Vefat ettiği zaman, kendisine çok sevap ve yüksek Makamlar verdiğimi görecek. O evin adını, zikrini, şerefini ve mehdini çocuklarından bir peygamber olan ve son peygamberden önce gelen ve onun atası olan Hazret-i İbrâhim'e nisbet edeceğim. Evi onun eliyle inşa edeceğim, sikâyeyi ona verecek ve evin etrafındaki harem bölgenin sınırlarını ona göstereceğim. Ona haccın menasikini öğretecek ve tek başına onu, Bana boyun eğen, emrimi yerine getiren ve Benim yoluma davet eden bir ümmet yapacağım. Onu doğru yola yönelteceğim. Onu imtihan ettiğimde sabredecek, beladan kurtardığımda ise şükredecektir. Emrettiğimde yapacak, Bana adakta bulunduğunda adağını yerine getirecek, söz verdiğinde sözünde duracaktır. Ben de onun, kendisinden sonra gelecek çocukları için yaptığı duasını kabul edecek ve kendisini olara şefaatçi kılacağım. Onun çocuklarını, bidatler çıkarıp dinin hükümlerini değiştirene kadar bu evin ehli, oradakilere su vermekten sorumlu, ziyaretçilere hizmet eden ve evin bekçiliğini yapan kişiler yapacağım. Onlar bidatler çıkarıp dinin hükümlerini değiştirince, Benim de onların yerine başkalarını getirmeye hakkıyla gücüm yeter. İbrâhim'i o evin imamı ve o şeriatın sahibi yapacağım. O yerlere gelenler kendisine uyacak ve onun tavaf ettiği yeri tavaf edecekler, onun hac yaptığı şekilde hac yapacaklar. İbrâhim'in yaptığı gibi hac yapanların haccı kabul edilecek ve sevaba kavuşacak, onun yaptığı gibi yapmayanlar ise hac yapmamış olacak, sevaptan mahrum kalacak ve adağını yerine getirmemiş olacaktır. O gün o yerlerde benim nerede olduğumu soranlar bilsinler ki Ben oradaki saçı başı toz içinde olan, hac vazifesinin gereklerini yerine getiren, onların açıkladıklarını da gizlediklerini de bilen Rablerine yönelen toplulukla beraberim." el-Cenedî, İkrime ile Vehb b. Münebbih'ten, onlar da İbn Abbâs'tan merfu olarak aynı hadisi nakletmiştir. İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Âdem zamanında Kâbe'nin yüksekliği bir karıştı. Hazret-i Âdem'den önce melekler onu ziyaret ederlerdi. Sonra Hazret-i Âdem, Kâbe'yi ziyaret edince melekler onu karşıladılar ve: “Ey Âdem! Nereden geliyorsun?" diye sordular. Hazret-i Âdem: “Hac yaptım" cevabını verince, melekler: “Melekler, senden iki bin yıl önce Kâbe'yi ziyaret edip hac yaptılar" dedi." Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ der ki: Hazret-i Âdem Hindistan'a indirildiğinde: “Ey Rabbim! Neden, Cennette olduğu gibi meleklerin sesini duyamıyorum?" diye sorunca, Yüce Allah: “Günahın sebebiyle ey Âdem. Git ve Benim için bir ev yaparak meleklerin tavaf ettiğini gördüğün gibi sen de tavaf et" buyurdu. Hazret-i Âdem Mekke'ye gidip Kâbe'yi inşa etti. Hazret-i Âdem'in bastığı her yer köy, nehir ve binalarla doldu. Adımlarının arası ise geçit oldu. Hazret-i Âdem Hindistan'dan hac yapmak için kırk yıl Mekke'ye gidip geldi. Beyhakî, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: “Allah, Hazret-i Âdem'in tövbesini kabul ettiği ve Mekke'ye gitmesini emrettiği zaman, Hazret-i Âdem için yeryüzü dürüldü. Hazret-i Âdem Mekke'ye varınca melekler kendisini Ebtah'ta karşıladılar ve onu selamlayıp: “Ey Âdem! Bizi de seni bekliyorduk. Allah haccını kabul etsin. Biz, senden iki bin yıl önce bu evde hac yaptık" dediler. Allah Cibrîl'e emretti ve Cibrîl, Hazret-i Âdem'e haccın menasikini ve haccın yapıldığı yerleri gösterdi. Onu alıp Arafat'ta, Müzdelife'de, Minâ'da ve cemrelerin atıldığı yerde durdurdu. Allah, Hazret-i Âdem'e namazı, zekatı, orucu ve cünüplükten dolayı gusletmeyi emretti. Hazret-i Âdem zamanında Kâbe, Cennetten getirilen ve yıldızlar gibi ışık saçan kırmızı bir yakuttandı. Onun doğuda ve batıda olmak üzere saf Cennet altınından iki kapısı, ışık saçan üç kandili vardı. Kapısı Cennetten olan beyaz yakutlarla süslenmişti. O zaman Rükün de Cennetten gelmiş beyaz yakuttandı. Bu durum Hazret-i Nûh zamanındaki tufana kadar böyle devam etti. Tufan olduğunda Kâbe çekilip Arş'ın altına konuldu ve yeryüzü bin yıl harabe bir şekilde kaldı. Hazret-i İbrâhim zamanında Allah kendisine Kâbe'yi inşa etmesini emretti. Şanı yüce Allah başı bulunan, insan yüzü gibi yüzü olan ve konuşan bir bulut gönderdi. Buluttaki bu baş: “Ey İbrâhim! Gölgem kadar bir yere Kâbe'yi yap. Yaptığın gölgemden ne büyük, ne de küçük olsun" dedi. Hazret-i İbrâhim bulutun gölgesi kadar bir yere oğlu İsmâil ile beraber Kâbe'yi inşa etti ve tavanını yapmadı. İnsanlar Kâbe'nin içine süslerini ve eşyalarını atarlardı. Kâbe'nin içi dolmak üzereyken beş kişi içindekileri çalmak istediler ve dört kişi birer köşede durup beşincisi girmek için davrandı, ama başaşağı düşüp öldü. O zaman Allah, başı ve kuyruğu siyah olan beyaz bir yılan gönderdi. Bu yılan beş yüz yıl Kâbe'yi korudu ve Kâbe'ye (kötü niyetle) yaklaşanı öldürdü. Bu durum, Kureyş'in Kâbe'yi tekrar inşa etmesine kadar böyle devam etti." el-Ezrakî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ der ki: Ömer b. el-Hattâb Ka'b(u'l-ahbâr)'a: “Bana Kâbe hakkında bilgi ver" deyince, Ka'b şöyle cevap verdi: “Allah, bu evi, Hazret-i Âdem ile içi boş bir yakut olarak indirdi ve: “Ey Âdem! Bu Benim evimdir. Meleklerin, Arş'ımın etrafında tavaf yapıp namaz kıldıklarını gördüğün gibi sen de bunun etrafında tavaf yapıp namaz kıl" buyurdu. Hazret-i Âdem ile beraber melekler de inip temellerini taşla yükselttiler ve Kâbe bu temeller üzerine konuldu. Allah, Nûh kavmine tufanı gönderdiği zaman onu semaya çekti ve yerde sadece temelleri kaldı." Beyhakî, Atâ b. Ebî Rabâh tarikiyle, Ka'bu'l-Ahbâr'ın şöyle dediğini bildirir: “Kâbe, Rabbine şikâyette bulunup ağlayarak: «Ey Rabbim! Ziyaretçilerim azaldı ve insanlar benden uzaklaştı» deyince, Yüce Allah, ona: «Sana öyle bir güzellik vereceğim ve öyle ziyaretçiler göndereceğim ki, tıpkı güvercinin yumurtalarına olan şefkati gibi sana şefkat gösterecekler» buyurdu. el-Ezrakî ve Beyhakî, Abdurrahman b. Sâbit kanalıyla, Abdullah b. Damra es-Selûlî'nin şöyle dediğini bildirir: “Makâm, Rükün, zemzem kuyusu ve Hicr arasında, hac için gelip orada vefat ederek defnedilen yetmiş yedi peygamberin mezarı vardır." Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Tubba', Kâbe'yi yıkmak için gelirken Kurâu'l-Ğamîm denilen yere ulaşınca Allah ona bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar ayağa kalkmak isteyeni devirdi. Rüzgar onları kımıldamayacak duruma getirince Tubba' âlimlerinden iki tanesini çağırdı ve: “Bize gönderilen bu şey nedir?" diye sordu. Onlar: “Söyleyeceğimiz şeyden sonra bize eman verecek misin?" karşılığını verince, Tubba': “Tamam, emniyettesiniz" dedi. Bunun üzerine onlar: “Sen, kendisine saldıracaklara karşı Allah tarafından korunan bir eve saldırıyorsun" dediler. Tubba: “Bu rüzgârdan nasıl kurtulurum?" diye sorunca ise âlimler: Sadece iki elbiseyle kalıp: “Buyur, buyur!" dersin, sonra bu eve girip tavaf edersin ve oradaki kimseyle savaşmazsın" dediler. Bunun üzerine Tubba': “Eğer bunları yaparsam bu rüzgar gider mi?" diye sordu. Onlar: “Evet" karşılığını verince Tubba ihrama girip telbiye getirdi." İbn Abbâs der ki: “Tubba' böyle yapınca, karanlık gecenin aydınlanması gibi rüzgar da çekilip gitti." Beyhakî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye bakınca: “Merhabe ey Kâbe! Sen ne büyüksün ve kudsiyetin ne büyüktür. Müminin Allah katındaki kudsiyyeti senden daha büyüktür" buyurdu. Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye bakıp: “Allah seni ne kadar üstün, hürmetli ve kudsî yapmış. Müminin Allah katındaki kudsiyeti ise, senden daha büyüktür" buyurdu. Taberânî, M. el-Evsat'ta, Câbir'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman ona dönüp: “Sen Haremsin. Sen ve senin kudsiyetin ne büyük, kokun ne güzeldir. Müminin Allah katındaki kudsiyeti senden daha büyüktür" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve el-Ezrakî, Mekhûl'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdiğinde Kâbe'yi görünce, ellerini kaldırıp: “Allahım! Bu evin şerefini, yüceliğini, saygınlığını ve heybetini arttır. Hac ve umre yaparak evine hürmet ve ta'zimde bulunanların şerefini, saygınlığını ve iyiliğini de arttır" diye dua etti. Şâfiî, el-Umm'da, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'yi gördüğünde ellerini kaldırır ve: “Allahım! Bu evin şerefini, saygınlığını, yüceliğini ve heybetini arttır. Hac ve umre yaparak evine hürmet ve ta'zimde bulunanların şerefini, saygınlığını ve iyiliğini de arttır" diye dua ederdi. Taberânîn'in M. el-Evsat'ta, Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kabe'nin dili ve iki dudağı vardır. Kâbe, şikayette bulunup: «Ey Rabbim! Bana gelip ziyaret edenler azaldı» deyince, Yüce Allah: «Allah'tan korkan, Ona secde eden ve tıpkı bir güvercinin yumurtalarına şefkat göstermesi gibi sana şefkat gösteren insanlar yaratacağım» diye vahyetti." el-Ezrakî'nin, el-Cezerî'den bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr veya Selmân el- Fârisî Kâbe'nin gölgesinde oturup şöyle dedi: “Kâbe, etrafına dikilen putlar ve yanında çekilen fal okları sebebiyle Rabbine şikâyette bulununca, Yüce Allah ona: “Bir nur indirecek ve beşer yaratacağım. Bunlar tıpkı bir güvercinin yumurtalarına şefkat göstermesi gibi sana şefkat gösterecekler ve kuşlar gibi sana doğru gelecekler" diye vahyetti." Bir kişi: “Kâbe'nin dili var mı?" diye sorunca ise: “Evet, iki kulağı ve iki dudağı da vardır" cevabını verdi. el-Ezrakî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Cibrîl, beraberinde yeşil renkte ve üzerleri tozlu olan bir grupla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında durunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanındakilerin üzerindeki bu tozlar da nedir?" diye sordu. Cibrîl: “Kâbe'yi ziyaret ettim. Melekler Rükn'ün yanında izdiham oluşturdu. Bu gördüğün tozlar izdiham sırasında meleklerin kanatlarının çıkardığı tozdur" cevabını verdi. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Âdem hac edince: “Ey Rabbim! Her amel edenin bir ecri vardır" dedi. Yüce Allah: “Ey Âdem! Senin ecrin, günahını bağışlamamdır. Zürriyetin ise hac edip günahlarını itiraf ettikleri takdirde onların günahlarını da bağışlarım" buyurdu. Hazret-i Âdem hac yaptığı zaman melekler kendisini Redm'de karşılayıp: “Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Biz, senden iki bin yıl önce bu evde hac yaptık" dediler. Hazret-i Âdem: “Evin etrafında dönerken ne diyorsunuz?" diye sorunca, melekler: “Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür." diyoruz" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem de Kâbe'yi tavaf ederken aynı şeyi söylüyordu. Hazret-i Âdem, yedi hafta gece, beş hafta da gündüz tavaf ediyordu. el-Ezrakî, el-Cenedî ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Âdem hac yapıp Ev'i yedi şavt tavaf edince melekler ona tavaf ederken uğrayıp: “Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Biz, senden iki bin yıl önce bu evde hac yaptık" dediler. Hazret-i Âdem: “Evin etrafında dönerken ne diyorsunuz?" diye sorunca, melekler: (.....) "Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür" diyoruz" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem: “Söylediklerinize: (.....) "Güç ve kuvvet Allah'a aittir" sözünü de ekleyin" deyince melekler tavaf yaparken Hazret-i Âdem'in dediğini de söylemeye başladılar. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ettikten sonra hac yapınca melekler tavaf anında ona uğrayıp selam verdiler. Hazret-i İbrâhim: “Sizler tavaf yaparken ne diyordunuz?" diye sorunca, melekler: “Baban Âdem'den önce «Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür.» Diyorduk. Bunu kendisine söylediğimizde, bize: «Güç ve kuvvet Allah'a aittir» sözünü de ekleyin" dedi. Biz de onun dediği gibi yaptık" cevabını verdiler. Hazret-i İbrâhim: “Söylediklerinize (.....) "Yüce ve büyük" sözünü de ekleyiniz" deyince, melekler onun dediği gibi yaptılar. el-Cenedî ve Deylemî, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Âdem yeryüzüne indirilmeden önce Kâbe Cennet yakutlarından bir yakuttu. Onun biri doğuda, diğeri batıda olmak üzere yeşil zümrütten iki kapısı vardı. İçinde Cennet kandilleri vardır. Semadaki Beytu'l- Mâmür'u günde yetmiş bin melek ziyaret eder ve kıyamete kadar da bir daha geriye dönmezler. Beytu'l-Mâmür, Kâbe'nin üst hizasındadır. Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i Kâbe'nin bulunduğu yere indirdiği zaman, Hazret-i Âdem korkudan (dalgalarda sallanan) gemi gibi titriyordu. Sonra ona beyaz bir inci gibi parlayan Haceru'l-Esved'i indirdi. Hazret-i Âdem, yalnızlığını gidermek için onu yanına aldı. Sonra Allah Âdemoğullarından ahid aldı; onu Haceru'l-Esved'e koydu. Sonra Hazret-i Âdem'e asayı indirdi ve: “Ey Âdem! Adım at" diye emretti. Hazret-i Âdem adımını atınca kendini Hindistan'da buldu. Orada bir müddet kalıp Kâbe'yi özleyince kendisine: “Ey Âdem! Hac ibadetini yap" denildi. Bunun üzerine Hazret-i Âdem hac etmek için yola çıktı ve bastığı her yer, köy, adımlarının arası ise geçit oldu. Mekke'ye yetişince melekler kendisini karşılayıp: “Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Biz senden iki bin yıl önce hac yaptık" dediler. Hazret-i Âdem: “Tavaf yaparken ne diyordunuz?" diye sorunca, melekler: (.....) "Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür" diyorduk" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem, Kâbe'yi tavaf ederken bu sözleri söylüyordu. O, yedi hafta gece, üç hafta da gündüz tavaf ediyordu. Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! Zürriyetimden, bu evi imar edecek kişiler yap" deyince, Allah: “Onu, zürriyetinden ismi İbrâhim olan bir peygamber imar edecektir. Onu dost edineceğim ve Ev'i onun eliyle inşa edeceğim. Hac için gelenlerin su ihtiyacını karşılama gürevini ona vereceğim, harem sınırını kendisine gösterecek ve haccın menasikini ve yapıldığı yerleri kendisine öğreteceğim" diye vahyetti." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hazret-i Âdem: “Ey Rabbim! Zürriyetimden hac edip Sana ortak koşmadan ölenleri Cennette benim yanıma koymanı istiyorum" deyince, Yüce Allah: “Ey Âdem! Allah'a ortak koşmadan haremde öleni, kıyamet günü emniyet içinde diriltirim" buyurdu." el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Hazret-i Âdem, Kâbe'yi tavaf edince melekler onu karşılayıp mâsafaha ederek selam verdiler ve: “Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Bu evi tavaf et. Biz, bu evi senden iki bin yıl önce tavaf ettik" dediler. Hazret-i Âdem: “Tavaf yaparken ne diyordunuz?" diye sorunca, melekler: (.....) "Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd, Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür" diyorduk" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem: “Ben de, bu söylediklerinize: “ (.....) "Güç ve kuvvet Allah'a aittir" sözünü ekleyeceğim" dedi." el-Ezrakî bildiriyor: Mücâhid der ki: “Kâbe'nin yeri tufandan sonra Hazret-i Nûh ve Hazret-i İbrâhim zamanı arasında belli değildi. Onun yeri kırmızı bir tepeydi ve seller oraya yetişemezdi; ancak insanlar evin o tepede olduğunu biliyordu; ama yerini tam olarak tesbit edemiyorlardı. Yeryüzünün değişik yerlerinden mazlumlar oraya gelip sığınıyor, sıkıntıda olanlar orada dua ediyordu. Orada dua edip duası kabul edilmeyen pek azdı. Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'nin yerini bildirinceye kadar insanlar o tepeyi ziyaret ettiler. Allah, Kâbe'nin imarını, dininin açıklanıp hac yerlerinin insanlar tarafından bilinmesini istediği zamana kadar, Hazret-i Âdem'in yeryüzüne indirilişinden Hazret-i İbrâhim zamanına kadar gelen her ümmet Kâbeye gerekli saygıyı gösterip orayı kutsal kabul etti. Daha önce melekler de Kâbe'yi ziyaret edip hac yapıyorlardı." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Sâc şöyle der: Bize bildirildiğine göre Hazret-i İbrâhim, semaya çıkarıldığı zaman, yeryüzünün doğusuna ve batısına bakıp Kâbe'nin yerini seçti, melekler. "Ey Allah'ın Halili! Allah'ın yeryüzündeki haremini seçtin" dediler. Sonra Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi yedi dağdan getirdiği taşlarla inşa etti. Beş dağdan olduğu da söylenmektedir, melekler, o dağlardan Hazret-i İbrâhim'e taşları getiriyorlardı. el-Ezrakî, Mücâhid'den bildiriyor: “Hazret-i İbrâhim, sekinet (bulut), göçeğen kuşu ve Şam'dan olan mülkle gelince, sekinet: “Ey İbrâhim! Ev'i benim üzerime inşa et" dedi. Bu sebeple Kâbe'yi tavaf eden zorba bir kral olsun, kaba bir bedevi olsun orada sükûnet ve vakar içinde olur." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Bişr b. Âsim şöyle der: “Hazret-i İbrâhim, yanında sekinet (bulut), mülk ve göçeğen kuşunu kılavuz olarak almış Ermenistan'dan dönmüş, tıpkı örümceğin evine sığındığı gibi Kâbe'ye sığındı. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ederken ancak otuz kişinin kaldırabileceği bir kayayı kaldırdı. Sekinet: “Kâbe'yi benim üzerime inşa et" dedi ve Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi onun üzerine inşa etti. Bu sebeple Kâbe'yi tavaf eden kaba bir bedevi olsun veya bir zorba olsun, orada onun sükûnet ve vakar içinde olduğunu görürsün." el-Ezrakî bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib der ki: Hazret-i İbrâhim, yanında mülk, sekinet (bulut) ve göçeğen kuşunu kılavuz olarak almış, tıpkı örümceğin evine sığındığı gibi Kâbe'ye sığındı. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ederken ancak otuz kişinin kaldırabileceği deve büyüklüğünde kayalar çıktı. Sonra Allah ona: “Kalk ve bana bir ev inşâ et!" diye vahyetti. Hazret-i İbrâhim: “Yâ Rabbi, nereye inşâ edeyim?" diye sorunca Allah dili olup konuşan bir bulut gönderdi ve: “Ey İbrâhim! Rabbin sana bu bulutun ölçüsünü almanı emrediyor" dedi. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim buluta bakıp ölçüsünü aldı; işlem bitince bulut: “Ey İbrâhim! Ölçüyü aldın mı?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: “Evet" cevabını verince, bulut (sekîne) yükseldi ve sağlam zemine oturan bir temel açıldı. İbrâhim de Ev'i bu temelin üstüne inşâ etti. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Kâtâde, "İbrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bize bildirildiğine göre Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi beş dağdan getirdiği taşlarla inşa etti. Bu dağlar: Tûr, Zeytâ, Lübnân, Cûdî ve Hira dağlarıdır. Temellerine konan taşların ise Hira dağından getirildiği bildirildi. el-Ezrakî, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'yi inşa etmesi emredilince, onu örmeye başlayıp Haceru'l-Esved'in konacağı yere ulaşınca Hazret-i İsmâil'e: “İnsanların oradan tavafa başlamaları için işaret olacak bir taş getir" dedi. Hazret-i İsmâil bir taş getirince Hazret-i İbrâhim onu kabul etmedi ve kendisine bu taş getirildi. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil'e: “Bu taşı, beni senin getireceğin taşa muhtaç bırakmayan getirdi" dedi. el-Ezrakî ve Taberânî, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i İbrâhim'e, Haceru'l-Esved'i Cennetten getiren Cibril'dir ve taşı gördüğünüz yere koyan odur. Bu taş yerinde durduğu hayır üzeresiniz demektir. Gücünüz yettiğince ona sahip çıkınız. Cibrîl'in gelip bu taşı getirdiği yere tekrar götürmesi yakındır." Tirmizî ve İbn Huzeyme'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haceru'l-Esved, sütten daha beyaz bir şekilde Cennetten inmiştir. İnsanların günahları onu karartmıştır" buyurdu. Bezzâr, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haceru'l-Esved, Cennet taşlarındandır" buyurduğunu nakletmiştir. el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Rükün Cennetten indirilmiştir. Eğer Cennetten olmasaydı yok olurdu." el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Eğer, Rükn'e cahiliye pislikleri, zalimlerin ve günahkârların elleri değmemiş olsaydı, onun hürmetine her hastalıktan şifa istenirdi ve Allah'ın kendisini yarattığı günkü gibi beyaz kalırdı. İnsanlar Cennetin süsüne bakmasınlar diye Allah onun rengini değiştirmiştir. O, Cennetin beyaz yakutlanndandır. Allah, Hazret-i Âdem'i yeryüzüne henüz Kâbe yokken onun yerine indirdiği zaman Allah, Rüknü Hazret-i Âdem'le indirmiştir. O gün yeryüzü temizdi ve üzerinde henüz günah işlenmemiş, onu kirletecek kimse yoktu. Allah, Harem'i yeryüzündeki cinlerden korumaları için onun etrafında bir saf halinde melekler dizmişti. O gün yeryüzünün sakinleri cinlerdi ve Rükn Cennetten indiği için ona bakmaları caiz değildi. Çünkü Cennetten olan bir şeye bakan Cennete girerdi. Bugün o melekler hâlâ haremin sınırını çevirmiş onu korumaktadır. " Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah'ın Hazret-i Âdem'e yaptırdığı ev kırmızı yakuttandı ve biri doğuda diğeri batıda iki kapısı vardı. İçinde kandiller vardı ve bu kandillerin ışığı Cennet nurundandı. Kandiller altındandı ve Cennetin beyaz yakutlarıyla süslenmiş yıldız gibi parlıyordu. Rükün de o zaman bu yıldızlardandı. Allah, haremi korumaları için etrafına saf şeklinde melekler dizmişti. Çünkü Rükün, Cennettendi ve ona sadece Cennete girmeye hak kazanan bakabilirdi. Ona bakan da Cennete girerdi. Oraya Harem denmesinin sebebi, cinlerin ona yaklaşamamalarıdır. Allah, Hazret-i Âdem'e Kâbe'yi indirdiği zaman yeryüzü temizdi, üzerinde günah işlenmemişti ve onu pisletecek kimse yoktu. O zaman yeryüzünün sakinleri cinlerdi. " el-Cenedî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Haceru'l-Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etmeye yetişemeyip Haceru'l-Esved'i istilam eden Allah'a ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etmiş sayılır." el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Haceru'l-Esved Allah'ın, kullarıyla tokalaştığı sağ elidir" dedi. el-Ezrakî bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “Yeryüzünde, Cennetten sadece Haceru'l-Esved ve Makam vardır. Onlar cennet mücevherlerindendir. Eğer şirk ehli onlara dokunmasaydı, Allah onlara dokunan her hastaya şifa verirdi." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: “Rükün indirildiği zaman gümüşten daha beyazdı. Eğer cahiliye pislikleri ona dokunmamış olsaydı, ona dokunan her hasta şifa bulurdu." el-Ezrakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu taşı çokça istilam ediniz. Onu kaybetmeniz yakındır. İnsanlar bir gece onun etrafında tavaf ederken sabah bakacaklar ki Haceru'l-Esved yoktur. Allah, kıyamet gününden önce Cennetten indirdiği her şeyi tekrar Cennete iade edecektir" buyurmuştur. el-Ezrakî bildiriyor: Yûsuf b. Mâhek der ki: “Allah, İsrailoğulları için sofrayı bayram yaptığı gibi Rüknü bu kıble ehlinin bayramı yaptı. Haceru'l-Esved aranızda olduğu müddetçe hayır üzeresiniz demektir. Onu şimdi bulunduğu yere Cibrîl yerleştirmiştir." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: “Allah, kıyamet gününden önce insanların kalbinden Kur'ân'ı ve yeryüzünden Haceru'l-Esved'i kaldıracaktır." el-Ezrakî, Mücâhid'in: “Kur'ân kalplerinizden silinerek çekilip semaya çıkarıldığı ve Haceru'l-Esved'in yeryüzünden çekildiği zaman haliniz nice olur!" dediğini bildirir. el-Ezrakî, Osmân b. Sâc'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yeryüzünden ilk çekilecek şey Rükün, Kur'ân ve Peygamberi rüyada görmektir" buyurduğunu nakleder. İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: “Bu evi ziyaret ediniz ve bu taşı selamlayınız. Vallahi! Bu taş ya yeryüzünden çekilecek veya semadan başına bir iş gelecektir. Eğer Cennetten iki taş indirildiyse ve bunlardan biri semaya çekildiyse, diğeri de çekilecektir. Eğer dediğim gibi olmazsa, kabrime uğrayan kişi: «Bu, yalancı olan Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın mezarıdır» desin." Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Ömer'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Haceru'l-Esved'e dönüp onu istilam ettikten sonra onu öperek uzun süre ağladı. Sonra dönüp baktığında Hazret-i Ömer'in ağladığını gördü ve: “Ey Ömer! İşte burada gözyaşı dökülür" buyurdu. Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haceru'l-Esved, Cennet taşlarındandır. Yeryüzünde ondan başka Cennetten indirilen yoktur. O, billur gibi beyazdı. Eğer Cahiliye pislikleri ona dokunmamış olsaydı, ona dokunan her hasta şifa bulurdu" buyurdu. Taberânî, İbn Ömer'den bildirir: “Haceru'l-Esved, beyaz bir billur gibi semadan indirilip Ebû Kubeys dağına konmuştur. Orada kırk yıl kaldıktan sonra Hazret-i İbrâhîm'in yükselttiği temeller üzerine konmuştur." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İkrime der ki: Rükn, Cennet yakutlarından bir yakuttur ve sonunda Cennete dönecektir. İbn Abbâs: “Eğer cahiliye elleri ona dokunmasaydı ona dokunan körler ve alaca hastalığına yakalananlar iyileşirdi, dedi" el-Ezrakî bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “Allah, Rükn ve Makâm'ı Hazret-i Âdem ile beraber indirmiştir. Hazret-i Âdem indirildiği gece, Rükn ve Makâm'ın şimdi bulunduğu yere inmiştir. Sabah olup uyandığında Rükn ve Makâm'ı görüp onları tanıyarak onları bağrına basıp yalnızlığını giderdi." el-Ezrakî, Ubey b. Ka'b'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haceru'l- Esved'i semadan bir melek indirdi" dediğini bildirir. el-Ezrakî, İbn Abbâs'ın: “Allah, Haceru'l-Esved'i Çenetten, beyazlığından dolayı parlar bir şekilde indirdi. Hazret-i Âdem onu alıp bağrına basarak yalnızlığını giderdi" dediğini bildirir. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Âdem, Cennetten indiği zaman Haceru'l-Esved'i de koltuğunun altında indirmişti. Haceru'l- Esved o zaman Cennet yakutlarından bir yakuttu. Eğer Allah onun ışığını söndürmüş omasaydı ona kimse bakamazdı. Aynı zamanda Hazret-i Âdem yeryüzüne inerken beraberinde saban ve hurma ağacını indirmiştir." el-Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Ubey b. Ka'b'a Haceru'l-Esved'i sorunca, Ka'b: “Cennet mermerlerindendir" cevabını verdi. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Eğer hayız olan kadınlar ve cünüpler farkında olmadan Haceru'l-Esved'e dokunmasaydı, cüzamlı ve alaca hastalığı olan ona dokununca iyileşirdi." el-Ezrakî bildiriyor: Amr b. Şuayb, babasından, dedesinin şöyle dediğini bildirir: “Haceru'l-Esved süt gibi beyazdı ve boyu en uzun kişinin arşını kadardı. Onun siyah olmasının sebebi müşriklerdir. Müşrikler ona ellerini sürerlerdi. Eğer öyle olmasaydı, ona dokunan her hasta iyileşirdi." el-Ezrakî, Osmân b. Sâc'dan bildirir: İbn Nubeyh el-Hacebî, annesinin şöyle dediğini söyledi: Babamın anlattığına göre o, Haceru'l-Esved'i yangından önce beyaz renkteyken gördü. Kişi ona baktığında kendini görüyordu." Osmân der ki: Züheyr bana şöyle dedi: “Bana ulaştığına göre Haceru'l-Esved, Cennet yakutlarından bir çakıldır. Haceru'l-Esved, beyaz ve parlaktı. Onu müşriklerin pislikleri karartmıştır. Sonunda eskiden olduğu gibi beyaz olacaktır. Haceru'l-Esved, kıyamet günü Ebû Kubeys'in büyüklüğünde olacaktır. Onun iki gözü ve iki dudağı vardır. Ona, hak üzere istilamda bulunanları lehine, batıl üzere istilam edenlerin ise aleyhinde şahitlik yaparlar." İbn Huzeyme, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Haceru'l-Esved, Cennetin beyaz yakutlarından bir yakuttur. Onu müşriklerin günahları karartmıştır. Haceru'l-Esved kıyamet günü Uhud dağı büyüklüğünde gelecek ve dünya da onu istilam edip öpenlerin lehine şahitlik yapacaktır." Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, kıyamet günü Haceru'l-Esved'i, göreceği iki göz, konuşacağı dille haşredecek ve Haceru'l-Esved, onu hak üzere istilam edenlere şahitlik edecektir. " el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî der ki: “Rükn, Cennet taşlarındandır. Selmân'ın canı elinde olana yemin ederim ki; Haceru'l-Esved, kıyamet günü iki göz, dil ve iki dudağı olduğu halde gelecek ve onu hak üzere istilam edenlere şahitlik edecektir." el-Ezrakî bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “Rükün, Allah'ın yeryüzündeki, onunla kullarıyla tokalaştığı sağ elidir. Canım elinde olana yemin ederim ki, Allah, onun yanında kendisinden bir şey isteyen kulun istediğini mutlaka verir." İbn Mâce, Atâ b. Rabâh'tan bildirir: Atâ'ya, Haceru'l-Esved sorulunca, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini söyledi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ona (Haceru'l-Esved'e) yönelen Rahmân'a yönelmiş demektir" buyurduğunu işittim." Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu Haceru'l-Esved'in dili ve iki dudağı vardır. Kıyamet günü onu hak üzere istilam edenlere şahitlik edecektir" buyurduğunu nakleder. Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta, Abdullah b. Amr'dan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyamet günü Rükn Ebû Kubeys dağından daha büyük olarak gelir, onun dili ve iki dudağı vardır. Rükn halis niyetle onu istilam edenlerin lehinde konuşur. Rükn, Allah'ın yarattıklarıyla tokalaştığı sağ elidir. " Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu Haceru'l-Esved'i hayırlı şeylere şahit tutunuz. Çünkü bu, kıyamet günü şefaatçi olacak ve şefaati kabul edilecektir. Onun dili ve iki dudağı vardır ve kendisini istilam edenlerin lehine şahitlik edecektir" buyurdu. el-Cenedî, Atâ b. es-Sâib'in tarikiyle, Muhammed b. Sâbit'in şöyle dediğini bildirir: “Rükn, Makâm, Zemzem arasında doksan dokuz peygamberin mezarı vardır. Hazret-i Hûd, Şuayb, Sâlih ve İsmâil'in mezarları da oradadır." el-Cenedî, Atâ b. es-Sâib'in tarikiyle, Muhammed b. Sâbit'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peygamberlerden herhangi birinin ümmeti helak olunca Mekke'ye gider ve orada yanındakilerle beraber vefat edinceye kadar ibadet ederdi. Hazret-i Nuh, Hûd, Sâlih ve Şuayb orada vefat etmiştir. Mezarları ise Zemzem ile Hicr arasındadır" buyurduğunu nakleder. el-Ezrakî ve el-Cenedî, Atâ b. es-Sâib tarikiyle, Abdurrahman b. Sâbit'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Mekke'de, kan döken, faizle iş yapan tacir, halkın içinde koğuruculukla dolaşan kimseler ikamet edemez. Yeryüzü Mekke'den döşenmeye başladı. Melekler Kâbe'yi tavaf ederlerdi ve Mekke, içinde tavaf edilen ilk yerdir. Yine Mekke, Yüce Allah'ın: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım..." buyruğunda kasdettiği yerdir. Peygamberlerden herhangi birinin kavmi helak olduğu zaman o ve yanındaki salihler Mekke'ye sığınır, vefat edene kadar orada Allah'a ibadet ederlerdi. Hazret-i Nûh, Hûd, Şuayb ve Sâlih'in mezarları, Zemzem, Rükn ve Makâm arasındadır. " el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Hazret-i Mûsa, kırmızı bir deve üzerinde hac ederken Ravhâ'ya üzerinde pamuktan iki aba ile uğradı. Bunlardan birini izar, diğerini ise rida olarak kullanmıştı. Kâbe'yi tavaf ettikten sonra Safâ ile Merve arasında sa'y yaptı. Safâ ile Merve arasında telbiye getirip sa'yederken semadan bir sesin: «Buyur ey kulum! Ben seninleyim» diye seslendiğini duyunca hemen secdeye kapandı." el-Ezrakî bildiriyor: Mukâtil der ki: “Mescidu'l-Harâm'da, Zemzem ve Rükn arasında yetmiş peygamberin mezarı vardır. Hazret-i Hûd, Sâlih, İsmâil bunlardandır. Hazret-i Âdem, İbrâhim, İshâk, Yâkûb ve Yûsuf'un mezarları ise Beytu'l-Makdis'tedir." el-Ezrakî ve el-Cenedî, İbn Abbâs'ın: “Kâbe'ye bakmak imandandır" dediğini bildirir. el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre İbnu'l-Müseyyeb: “İnanarak ve tasdik ederek Kâbe'ye bakan, annesinden doğmuş gibi bütün günahlarından arınır" dedi. el-Ezrakî ve el-Cenedî, Züheyr b. Muhammed tarikiyle, Ebu's-Sâib el- Medenî'nin şöyle dediğini bildirir: “İnanarak ve tasdik ederek Kâbe'ye bakanın günahları, ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökülür. Tavaf edip namaz kılmasa da Mescidu'l-Haram'da oturup Kâbe'ye bakan kişi, evinde namaz kılıp Kâbe'ye bakmayan kişiden daha faziletlidir." İbn Ebî Şeybe, el-Ezrakî, el-Cenedî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Atâ'nın: “Kâbe'ye bakmak ibadettir. Kâbe'ye bakan, namaz kılan, oruç tutan ve Allah yolunda cihad eden gibidir" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Tâvus: “Kâbe'ye bakmak, devamlı oruç tutup namaz kılan ve Allah yolunda cihad edenin ibadetinden üstündür" dedi. el-Ezrakî, el-Cenedî, İbn Adiyy, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve el-lsbehânî, et-Terğîb'de, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her gün ve gecede Allah'ın yüz yirmi rahmeti bu eve inmektedir. Bunlardan altmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi ise Kâbe'yi seyredenlere" buyurduğunu nakleder. el-Ezrakî, İbrâhim en-Nehaî'nin: “Kâbe'ye bakan, başka yerde devamlı ibadet eden gibidir" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Kâbe'ye bakmak ibadettir" dedi. el-Cenedî, İbn Mes'ûd'un: “Kâbe yeryüzünden çekilip insanlar yerini unutmadan Kâbe'yi çokça tavaf ediniz" dediğini bildirir. Bezzâr, Müsned'de, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu Ev'den gereği gibi faydalanınız. Bu Ev iki defa yıkıldı, üçüncüsünde ise semaya çekilecektir" buyurduğunu nakleder. el-Cenedî bildiriyor: Zührî der ki: Kıyamet günü yüce Allah, Kâbe'yi Beytu'l- Makdis'e kaldıracak. Kâbe, Medine'deki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mezarına uğrayıp: «Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!» diyecek. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi seninde üzerine oldun ey Allah'ın Kâbe'si! Ümmetimin hali nasıldır?" diye karşılık verecek. Kâbe: “Ey Muhammed! Ümmetinden beni ziyaret için yola çıkanın durumuyla ben ilgileneceğim. Bana gelmek için yola çıkmayanların durumlarıyla ise sen ilgilen" diyecek. Ebû Bekr el-Vâsıtî, Fadâil Beyti'l-Makdis'te, Hâlid b. Ma'dân'dan şöyle bildirir: “Kâbe, (Beytu'l-Makdis'teki) kaya için gelin gibi süslenmedikçe kıyamet kopmaz. Bütün hac ve umre yapanlar ona asılacak ve kaya onu görünce: «Merhaba ey ziyaret eden ve ziyaret edilen!» diyecek." Vâsıtî'nin bildirdiğine göre Ka'b der ki: “Beytu'l-Harâm, Beytu'l-Makdis için süslenmedikçe kıyamet kopmaz. Onlar ehliyle beraber Cennete çekilecekler. Amellerin arzedilmesi ve hesap Beytu'l-Makdis'te olacaktır." İbn Merdûye, el-lsbehânî, et-Terğîb'de ve Deylemî, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyamet günü Kâbe mezarım için süslenir ve: «Allah'ın selamı üzerine olsun ey Muhammed!» der. Ben: «Allah'ın selamı senin de üzerine olsun ey Allah'ın Ev'i! Benden sonra ümmetim sana ne yaptı?» karşılığını veririm. Kâbe: «Ey Muhammed! Beni ziyaret edene ben yeterim ve ona şefaatçi olurum. Beni ziyaret etmeyene ise sen yetersin ve şefaatçi olursun» der. " el-Ezrakî, İbn İshâk'tan bildirir: Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi inşa ederken, yüksekliğini dokuz, Rüknü'l-Esved'den (Hacerü'l- Esved'den), Hicr'in bulunduğu Rüknü'ş-Şâmî'ye kadar olan genişliğini otuz iki, Rüknü'ş- Şâmî'den Rüknü'l-Garbî'ye kadar olan genişliğini yirmi iki, Rüknü'l-Garbı ile Rüknü'l-Yemanî arasındaki genişliğini otuz bir, Rüknü'l-Esved ile Rüknü'l- Yemânî arasındaki Yemânî Tavanı'nı ise yirmi arşın yaptı. Küpe benzediği için ona Kâbe denmiştir. Hazret-i Âdem'in de Kâbe'yi inşa ederken esas aldığı ölçü budur. Hazret-i Âdem girişini zeminle aynı seviyede yaptı ve kapı yerleştirmedi. Tubba'a b. Esad el-Himyerî, ona kapı ve kilit koydu ve üzerini örtüyle kapattı, yanında kurban kesti. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'nin yanına misvak ağacından bir gölgelik yaptı. Bu çardakta Hazret-i İsmâil'in koyunları kalıyordu. Hazret-i İbrâhim, girişin sağ tarafına depo mahiyetinde bir kuyu açtı. İnsanlar Kâbe'ye hediye olarak getirdikleri şeyleri onun içine attılar. Allah, tufan olduğu zaman Haceru'l-Esved'i Ebû Kubeys dağına koymuş ve dağa: “Halilimin evimi inşa ettiğini gördüğün zaman onu çıkar ve kendisine getir" buyurdu. Kâbe inşa edilirken Cibrîl onu getirip yerine yerleştirdi ve Hazret-i İbrâhim onun üzerine duvarı yükseltti. Haceru'l-Esved o zaman beyazlığından dolayı ışık saçıyordu ve ışığı harem sınırlarına yetişiyordu. Şimdi onun çok siyah olmasının sebebi, cahiliye ve İslam zamanında defalarca yangına maruz kalmasıdır. Mâlik, Şâfiî, Buhârî, Müslim ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Görmüyor musun kavmin Kâbe'yi inşa ettikleri zaman Hazret-i İbrâhim'in (aleyhi ve sellem) temellerini dışarıda bırakarak yapmışlar" buyurunca, ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Sen Kâbe'yi Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhi ve sellem) yaptığı temeller üzerine tekrar yapmayacak mısın?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı bunu yapardım" buyurdu. Abdullah b. Ömer şöyle der: Hazret-i Peygamber'in (s.a.v), Hacer'ul- Esved'den sonra gelen iki rüknü istilam etmemesini, Kâbe'nin Hazret-i İbrâhîm'in inşa ettiği temeller üzerine yapılmamasına hamlederim." el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: İbnu'z-Zübeyr Kâbe'yi, Hazret-i İbrâhim'in yaptığı ölçüde inşa etti ve: “Kâbe, küp şeklindedir. Bu sebeple ona Kâbe denmiştir" dedi. (İbn Cüreyc) der ki: “Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi kuru balçıktan değil taşlarla örmüştür." el-Ezrakî, İbnu'l-Murtefi'den bildirir: İbnu'z-Zübeyr ile beraber Haceru'l- Esved'in yanındayken, (Haccâc tarafından) mancınıkla atılan ilk taş Kâbe'nin üzerine düştü. O zaman Kâbe'nin, hastanın inlemesi gibi: “Ah, ah!" diye inlediğini duyduk. el-Cenedî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Rüyamda Kâbe'nin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşup: “Ey Muhammed! Eğer ümmetin günah işlemeyi bırakmayacak olursa silkinip her taşımı bir yere fırlatacağım" dediğini gördüm. el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Vuheyb b. el-Verd der ki: “Ben ve Süfyân b. Saîd es-Sevrî tavaf yaparken, Süfyân geri döndü ve ben tavafa devam ettim. Tavaftan sonra Hicr'e girip oluğun altında namaza durdum. Secdedeyken, Kâbe'nin örtüsü ve taşlar arasından bir sesin: “Ey Cibrîl! Etrafımda tavaf edenlerin yaptıklarını, şakalaşmalarını, bağırmalarını ve uğursuzluklarını önce Allah'a sonra sana şikâyet ediyorum" dediğini duydum, Ben bu sesi, Kâbe'nin, Cibrîl'e şikâyette bulunması olarak tevil ettim. "...Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir, hem bilirsin." Dârakutnî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iftar ettiği zaman: “Allahım! Senin için oruç tuttuk, Senin rızkınla iftar ettik. Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir, hem bilirsin" diye dua ederdi. İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte bildirir: A'meş, bu âyeti (.....) şeklinde okudu. |
﴾ 127 ﴿