152

"And olsun kî, Allah, sîze verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sîzi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur."

Beyhakî, Delâil'de Urve'den bildirir:

“Yüce Allah, sabır ve takvalarına karşılık Müslümanları beşbin seçkin melekle destekleyeceğini vaad etmiş ve bunu da yapmıştı. Ancak müslümanlar Allah Resûlü'nün emrini dinlemeyip safları terk edip, tepedeki okçular da dünyalık uğruna yerlerinden ayrılınca meleklerin yardımı kesildi. Yüce Allah da bu konuda:

“And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı..."' buyurdu. Yüce Allah, ifade ettiği gibi Müslümanlara yardım sözünü tutmuş ve başta onları üstün çıkarmıştı. Ancak verilen emirlere isyan ettiklerinde savaşı aleyhlerine çevirdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Süfyân ordusuyla birlikte Şevvâl ayının 3. gününde gelip Uhud'da karargahı kurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Müslümanlara savaş için çağrı yaptı ve onları topladı. Süvarilerin başına Zübeyr b. el-Avvâm'ı komutan olarak atadı. O günlerde Abdullah'ın yanında Mikdâd b. Esved el-Kindî'de vardı. Sancağı da Kureyşlilerden Mus'ab b. Umeyr adında birine verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hamza b. Abdulmuttalib'i zırhsız ve miğfersiz olan askerlerin başında önden gönderdi. Hâlid b. el-Velîd yanındaki İkrime b. Ebî Cehl ile atlıların başında karşıdan görününce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zübeyr'i ona karşı gönderdi ve:

“Hâlid'i karşıla ve ikinci emri sana verene kadar sakın onu gözünden ayırma!" buyurdu. Başka bir atlı birliğini de bir yere yerleştirdi ve:

“Ben size izin vermedikçe sakın yerinizden ayrılmayın" buyurdu.

Lât ile Uzza putlarını taşıyan Ebû Süfyân saldırıya geçince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zübeyr'e haber gönderip saldırıya geçme emrini verdi. Zübeyr de Hâlid b. el-Velîd'in atlı birliğine saldırdı ve yanındakilerle birlikte onu hezimette uğrattı. Yüce Allah bu konuda:

“And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz..." buyurmuştur. Zira Yüce Allah bu savaşta müminlere yardım edeceği ve yanlarında duracağı sözünü vermişti.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş öncesi Müslümanların arka tarafına bir gurubu (okçuları) yerleştirmiş ve onlara:

“Sizler burada durun ve arkamızdan bize yaklaşacak düşmanlara karşı koyun, arkamızı koruyun" emrini vermişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı meydanda müşrikleri hezimete uğrattı. Ancak arka tarafta yerleştirilen gurup, (okçular) müşrik kadınların dağa doğru kaçışmasını ve meydanda kalan ganimetleri görünce içlerinden bazıları:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına koşun! Başkaları bitirmeden önce ganimetlere siz de yetişin!" dediler. İçlerinden bazıları da:

“Hayır gitmeyelim! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrine uyup yerimizde kalalım!" karşılığını verdiler. İşte:

“...Dünyayı isteyeniniz de vardı...'" âyeti ganimetler için yerlerini bırakanlar, "...Ahireti isteyeniniz de vardı..."âyeti da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrine uyup bulundukları yerin terk edilmemesi gerektiğini söyleyenler hakkındadır.

Arkaya yerleştirilenler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Ancak yeri terk edip etmeme konusunda aralarında çekişmeleri ve yerlerini terk etmeleri savaşın seyrini değiştirdi. Yüce Allah bu konuda:

“...Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." buyurmuştur. Zira Müslümanlar zaferi ve ganimetleri başlarda görmüşlerdi.

Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah'ın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşı sırasında yaptığı yardım gibisini başka hiçbir yerde yapmış değildir" deyince onu dinleyenler bu sözünü biraz garipsediler. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi:

“Bu söylediğime inanmayan ve kabul etmeyenlerle aramızda Kur'ân hakem olsun. Yüce Allah, Uhud savaşı konusunda:

“And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri öldürüyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur" buyurmuştur. Burada kastettiği kişiler tepedeki okçulardır. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bir yere konuşlandırıp:

“Arkamızı koruyun! Öldürüldüğümüzü görseniz bile bize yardıma gelmeyin! Ganimetleri topladığımızı görseniz de katılmak üzere yanımıza gelmeyin!" emrini verdi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikleri hezimete uğratıp ganimetler ortada kalınca okçuların hepsi yerlerinden inip müşriklerin askeri karargahına girdiler ve ganimetleri toplamaya başladılar. Bu karagaşada Müslümanların safları şu şekilde (İbn Abbâs burada parmaklarını birbirine geçirdi) birbirine girip karıştı. Okçular konuşlandıkları yeri terk edince müşriklerin atlı birliği o yerden, Müslümanlara arkadan saldırıya geçti. Bu kargaşada herkes birbirini vurmaya başladı. Burada Müslümanlar birçok şehit verdi. Oysa günün ilk saatlerinde savaş, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabının lehineydi ve müşrik sancaktarlardan yedi veya dokuz kişi öldürülmüştü.

Arkadan gelen bu saldırıdan sonra Müslümanlar dağın etrafında dolandılar, ancak sığınmak istedikleri Ğâr denilen yere ulaşamadılar. Mihrâs denilen büyük kayanın alt tarafında iken Şeytan:

“Muhammed öldürüldü!" diye bağırdı. Bu haberin doğruluğu konusunda kimse şüpheye düşmedi. Bu şekilde öldürüldüğünden yana herhangi bir şüphe taşımazken dağın eteklerinden üst tarafa çıktığını gördük ki yürüyüşünden onu tanımıştık. Onu gördüğümüze o kadar sevindik ki başımıza geleni bile unuttuk. Bulunduğumuz yere doğru çıkarken de:

“Peygamberlerinin yüzünü kanatan bir topluluğa Yüce Allah'ın öfkesi çok şiddetli olacak!" diyordu. Arada bir de:

“Allah'a yemin olsun yanımıza kadar artık çıkamazlar!" diyordu.

Yanımıza ulaşınca az bir bekledi. O esnada Ebû Süfyân dağın alt tarafında:

“Hübel yüceldi! Hübel yüceldi! İbn Ebî Kebşe (Muhammed) nerede! İbn Ebî Kuhâfe nerede! Nerede İbnu'l-Hattâb!" diye bağırmaya başladı. Ömer:

Resûlallah! Ona cevap vereyim mi?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Ver" buyurdu. Ebû Süfyân bir daha:

“Hübel yüceldi!" diye bağırınca, Ömer:

“Allah daha yüce ve daha uludur!" karşılığını verdi. Ebû Süfyân bir daha:

“İbn Ebî Kebşe (Muhammed) nerede! İbn Ebî Kuhâfe nerede!" diye bağırınca, Ömer:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) işte burada! Ebu Bekr de burada! Ben de işte buradayım!" karşılığını verdi.

Ebû Süfyân:

“Bu gün, Bedir savaşının karşılığıdır! Günler karşılıklı savaşlar da bazen lehte bazen aleyhtedir" deyince, Ömer:

“Ama eşit değiliz! Zira bizim ölülerimiz Cennette, sizin ölüleriniz ise Cehennemdedir!" karşılığını verdi. Ebû Süfyân:

“Bu sizin iddianız. Öyle olacaksa kaybeden ve hüsrana uğrayan biz olacağız!" dedi ve ekledi:

“Ölülerinize müsle yapıldığını görürseniz bilin ki bu, liderlerin emirleri ile yapılmış değildir." Sonra cahili duyguları daha ağır bastı ve:

“Ama müsle yapılırsa da bundan rahatsızlık duymayız" dedi.'

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Uhud savaşı sırasında kadınlar Müslüman erkeklerin arkasında, müşriklerden yaralı düşenlere saldırıp öldürüyorlardı. O günde Müslümanlardan hiç kimsenin dünya peşinde olmadığına dair yemin etsem yeminimin yerinde olmasını umardım. Ne var ki daha sonra Yüce Allah:

“...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu..."" buyurdu. Müslümanlar (okçular) Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emirlerine itaat etmeyip yerlerini terk edince hezimet oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece dokuz kişiyle birlikte meydanda kaldı. Bunlardan yedisi Ensâr'dan ikisi de Kureyş'ten idi. Onuncuları da Allah Resûlüydü.

Müşrikler ona ulaştığında:

“Bunları bizden savacak kişiye Allah merhamet etsin" deyince Ensâr'den biri kalkıp bir süre gelenlerle savaştı ve öldürüldü. Müşrikler bir daha Allah Resûlü'ne yetiştiklerinde:

“Bunları bizden savacak kişiye Allah merhamet etsin" dedi ve başka biri onlara karşı savaşıp öldürüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), müşrikler kendisine yetiştiğinde bu şekilde dîye diye yanındakilerden yedi kişi onları savmak üzere çarpışıp öldürüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde öldürülenler için ashabına:

“Onlara pek de insaflı davranmadık!" buyurdu.

Müslümanlar dağa çekildikten sonra da Ebû Süfyân dağın eteğine gelip:

“Bizim Uzza'mız var ama sizin yok!" diye seslendi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbına:

“Ona, Allah bizim dostumuzdur, oysa kafirlerin dostu yoktur, cevabını verin" buyurdu. Sonra Ebû Süfyân:

“Bu gün, Bedir gününün karşılığıdır! Bir gün size bir gün bizedir. Bir gün üzülür, bir gün seviniriz. Hanzala'ya karşı Hanzala, filana karşı filan.. " deyince, Allah Resûlü:

“Biz eşit değiliz! Zira bizden öldürülenler diridirler ve rızıklandırılıyorlar. Oysa sizden öldürülenler Cehennemde azap görüyorlar" karşılığını verdi.

Sonra Ebû Süfyân:

“Ölülerinize müsle yapıldı, fakat bizden bir emir ile yapılmış değildir. Ancak ne müsle yapılmasını emrettim, ne de bundan alıkoydum. Müsle yapılmasına ne sevindim, ne de üzüldüm. Müsle yapılması beni ne mutlu ne de rahatsız etti" dedi. Daha sonra Müslümanlar ölülerine baktıkları zaman Hamza'nın karnının deşildiğini gördüler. Hind onun karnını deşmiş, ciğerini çıkarıp çiğnemiş ancak yutamamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) durumu öğrenince:

“Hind ondan bir şeyi yedi mi?" diye sordu. "Hayır!" dediklerinde, Allah Resûlü:

“Yüce Allah da Hamza'dan bir parçayı Cehenneme koyacak değildil" buyurdu.

Ölülerin namazlarının kılnması sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Hamza'yı öne koyup namazını kıldırdı. Sonra onu kaldırmadan Ensarlı birini getirip Hamza'nın yanına koydu ve onun da namazını kıldırdı. Namazı kılındıktan sonra Hamza yerinde bırakılıp Ensarlı olan kaldırıldı ve yerine başka bir Ensarlı getirildi. Onun da namazı kılınınca Hamza bırakılıp Ensarlı kaldırıldı yerine başka bir Ensarlı getirildi. Bu şekilde o gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hamza'nın yetmiş defa namazını kıldı.

Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Delâil'de Berâ b. Azib'den bildirir: Uhud savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), 50 okçunun başına Abdullah b. Cübeyr'i koydu. Onları önemli bir yere konuşlandırıp:

“Cesetlerimizi kuşların alıp götürdüğünü görseniz dahi ben size haber vermeden sakın yerinizden ayrılmayın!" emrini verdi. Müslümanlar, müşrikleri hezimete uğrattı. Vallahi Müşrik kadınların dağa doğru kaçışırken yukarı çektikleri eteklerinden bacakları ile halhallarını gördüm. Abdullah'ın yanında duranlar:

“Ganimet! Ahali, ganimete yetişin! Arkadaşlarınız zafer kazandı, hâlâ ne duruyorsunuz!" diye bağrışınca, Abdullah b. Cübeyr onlara:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) size söylediğini unuttunuz mu?" dedi. Ancak onlar:

“Vallahi yanlarına gidecek ve biz de ganimetten bir şeyler alacağız" karşılığını verdiler ve meydana indiler. Onlar inince de arkadan dolaşıp gelen müşrikleri göremez oldular. Arkadan gelen bu saldırıyla da Müslümanlar hezimete uğradı ve kaçışmaya başladılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) çağrılarına rağmen yanında sadece 12 kişi kalmıştı.

O gün bizden yetmiş kişiyi öldürdüler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı daha önce Bedir savaşında 70'i esir 70'i de ölü olmak üzere müşriklerden 140 kişiyi almışlardı. Savaş sonrası Müslümanlar dağa çekilince Ebû Süfyân aşağıdan üç defa:

“Muhammed aranızda mı?" diye seslendi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların cevap vermemelerini istedi. Ebû Süfyân ikişer defa:

“İbn Ebî Kuhâfe aranızda mı? İbnu'l-Hattâb aranızda mı?" diye seslendi. Ancak cevap gelmeyince arkadaşlarına dönüp:

“Bu sorduklarım ölmüşler. Onlardan istediğinizi aldınız!" dedi. Bunun üzerine Ömer dayanamadı ve:

“Vallahi yalan söyledin ey Allah düşmanı! Sorduğun kişilerin hepsi de hayatta! Seni hüsrana uğratacak kişiler hâlâ yaşıyor!" diye seslendi.

Ebû Süfyân:

“Bu gün, Bedir gününün karşılığıdır! Savaş da bir lehte bir aleyhte olur. Ölülerinizin uzuvlarının kesildiğini, onlara müsle yapıldığını göreceksiniz! Ben bunu emretmiş değilim, ama yapılmasına da üzülmedim" diye seslendi ve:

“Hübel uludur! Hübel uludur!" demeye başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara:

“Ona cevap vermeyecek misiniz?" buyurunca, Müslümanlar:

Resûlallah! Ona nasıl bir cevap verelim?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“«Yüce Allah daha yüce ve daha uludur!» deyin!" buyurdu. Ebû Süfyân:

“Bizim Uzza'mız var! Sizin ise bir Uzza'nız yok!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara:

“Ona cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu. Müslümanlar:

Resûlallah! Ona nasıl bir cevap verelim?" dediklerinde, Allah Resûlü:

“«Yüce Allah bizim mevlâmızdır! Oysa sizin bir mevlanız yoktur!» deyin" buyurdu.

Beyhakî, Delâil'de Câbir'den bildirir: Uhud savaşında hezimete uğrayan Müslümanlar kaçışmaya başlayınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Ensâr'dan 11 kişi ile Talha b. Ubeydillah dışında kimseler kalmadı. Onlar da dağa doğru tırmanırken müşrikler arkalarından yetişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunları savacak kimse yok mu?" diye sorunca, Talha:

Resûlallah! Ben savarım!" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen yerinde kal!" buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam:

Resûlallah! Ben savarım!" dedi ve dönüp gelenlerle çarpışmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yanındakiler tırmanmaya devam ettiler. Ensarlı öldürülüp müşrikler tekrar onlara yetişince, Allah Resûlü:

“Bunları savacak biri yok mu?" diye sordu. Talha aynı şeyi söyleyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam:

Resûlallah! Ben savarım!" dedi ve dönüp gelenlerle çarpışmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yanındakiler tırmanmaya devam ettiler. Ancak o da öldürülüp müşrikler tekrar onlara yetişti.

Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikler ona her yetişmede onları kimin savacağını soruyor, her defasında Talha:

Resûlallah! Ben savarım!" diyordu. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona izin vermiyor, Ensâr'dan biri izin isteyince ise ona izin veriyordu. O da çarpışıp diğerleri gibi öldürülüyordu. En sonunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Talha'dan başka kimse kalmadı. Müşrikler yine onlara yetişince Allah Resûlü:

“Bunları kim savar?" diye sordu. Talha:

“Ben savarım!" deyip öldürülen Ensarlı arkadaşları gibi müşriklerle çarpışmaya başladı. Aldığı bir darbe ile parmakları kesilince:

“Ahh!" diye inledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet inlemek yerine «Bismillah» deseydin veya Allah'ın adını ansaydın, tüm insanların gözü önünde melekler seni gökyüzüne kaldırırlardı" buyurdu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dağın başında toplanan ashabının yanına vardı.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf: (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi öldürmek anlamına gelir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan benzerini zikreder.

İbn Cerîr'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini:

“Öldürüyordunuz" şeklinde açıklamıştır.

Tastî, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“Öldürmek anlamına gelir" demiştir. Nafi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Şairin:

"Bizdendir Muhammed'in kılıcını alıp da

Herkesin önünde düşmanları öldüren" dediğini işitmedin mi?"

Taberânî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Onları öldürüyordunuz, anlamına gelir" demiştir. Nafi':

“Peki, Kur'ân Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) inmeden önce Araplar öylesi bir ifadeyi biliyorlar mıydı?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Şair Utbe el- Leysî'nin:

"Parlayan kılıçlarımızla kafataslarmı

Acı elma gibi doğrar öldürürüz" dediğini işitmedin mi?"

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi korkaklık, ödleklik anlamına gelir" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette bahsedilen olay Uhud savaşında geçmiştir. O savaşta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara:

“Bu savaşta zafer sizin olacaktır, ancak savaş tam olarak bitmeden de sakın ganimetlerin peşine düşmeyin!" buyurmuştu. Ancak Müslümanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği bu emri dinlemeyip isyan ettiler, ona verdikleri sözü unutup ganimetlere saldırdılar. Bu şekilde Yüce Allah onların arzu ettiği zaferi kendilerine gösterdikten sonra düşmanları onlara tekrar yönelip hezimete uğrattılar."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Abdirrahman:

“...Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşında Havvât'ın kardeşi Abdullah'ın komutasında ashabından 50 kişiyi Hâlid b. el-Velid ve başında olduğu süvari birliğini gözetlemekle görevlendirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikleri hezimete uğratınca bu elli kişiden yarısı:

“Gidip Müslümanlara katılalım ki ganimetten payımızı biz de alalım" derken, diğer yarısı:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisi emir verene kadar yerimizden ayrılmamamızı söyledi" dedi. Hâlid b. el-Velîd önemli bir yere konuşlandırılan bu elli kişilik gurubun sayılarının azaldığını görünce de o yönden saldırıya geçip kalanları da öldürdü. Bu konuda Yüce Allah:

“And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri öldürüyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." buyurdu ve yerlerinden ayrılan o kişileri isyancı olarak niteledi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Berâ b. Âzib:

“...Ama Allah size arzuladığınız şeyi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken:

“Arzulanan şeyden kasıt, ganimet ve müşriklerin hezimetidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ama Allah size arzuladığınız şeyi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Uhud savaşında Yüce Allah müminlere yardım edip müşrikler hezimete uğratıldı. Hatta müşrik kadınlar kaçışırken büyük küçük demeden develere atlayıp kaçmaya başladılar. Ancak Müslümanlardan bazıları Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği emri dinlemeyince durum Müslümanların aleyhine döndü."

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Uhud savaşında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlardan bir guruba:

“Müslümanların arkasını koruyun!" buyurarak onları önemli bir yere konuşlandırdı ve kendisi izin vermediği sürece bu yerden asla ayrılmamaları emrini verdi. Sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) meydanda Ebû Süfyân ve birlikleriyle karşılaştı ve onları hezimete uğrattı. Müslümanların arkasını korumak üzere yerleştirilen Müslüman birlik müşriklerin hezimete uğradığını görünce:

“Ganimet! Bitmeden ganimete koşun!" diye bağrışmaya başladı. İçlerinden bazıları da:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) izin vermeden yerimizden ayrılmayız!" deyip mekanı terk etmediler. İşte aralarındaki bu görüş ayrılığı konusunda Yüce Allah:

“...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu...'" buyurmuştur. Bu konuda İbn Mes'ûd da:

“Uhud savaşındaki durumu görene kadar hiçbir müslümanın dünya ve nimetlerini istediğini düşünmezdim" derdi.

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Uhud savaşında Yüce Allah müşrikleri hezimete uğratınca tepeye yerleştirilen okçulardan bazıları:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer Müslümanlara yetişin de onlar alıp bitirmeden ganimeten bizler de bir şeyler alalım!" dediler. Bazıları da:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize izin vermeden yerimizden ayrılmayız" dediler. İşte bu konuda Yüce Allah:

“...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu..." buyurmuştur.

İbn Cüreyc der ki: İbn Mes'ûd da bu konuda:

“Uhud savaşındaki durumu görene kadar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hiç kimsenin dünya ve nimetlerini istediğini düşünmezdim" derdi.

Ahmed, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Delâil'de sahih bir senedle İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu..." âyeti nazil olana kadar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hiç kimsenin dünya ve nimetlerini istediğini düşünmezdim.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanlar yerlerinden ayrılıp arkadan gelen müşrik birlikleri artık göremeyince, Bedir savaşında öldürülen müşrik sayısı kadar Müslüman öldürüldü. Bu savaşta Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası (Hamza) da öldürüldü. Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) ön dişlerinden biri kırıldı, yüzü yaralandı. Müslümanlar:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize zafer vaad etmemiş miydi?" diye söylenmeye başlayınca, Yüce Allah:

“And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri öldürüyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...And olsun ki O, sizi bağışladı..." âyetini açıklarken şöyle demiştin Yüce Allah bununla:

“Bana isyan etmenize rağmen sizleri bağışladım ve toptan yok edilmenize izin vermedim" demiştir. Affedildikleri belirtilen bu kişiler Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Allah yolunda, Allah düşmanlarına karşı savaştıkları halde Allah'ın öfkesine maruz kalmışlardır. Zira yapmamaları gereken bir şeyi, emre itaat etmeyerek yapmışlardır. Ardından böylesi bir sıkıntıya maruz kalıp itaatsizliğin karşılığını görmüşlerdir. Bu savaşta Müslümanlardan yetmiş kişi öldürüldü. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası da öldürüldü. Allah Resûlü'nün ön dişlerinden biri kırıldı, yüzü yaralandı. Oysa bugün fasıklar fasıkı olanlar her türlü büyük günaha kalkışır, türlü kötülüğe bulaşır yine de bir şey olmaz diyerek yaptığını önemsemez. Oysa neyin ne olduğunu daha sonra anlayacaktır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...And olsun ki O, sizi bağışladı..." âyetini açıklarken:

“Toptan yok edilmenize izin vermeyerek sizleri affetmiştir" demiştir.

Buhârî, Osmân b. Mevheb'den bildirir: Adamırı biri İbn Ömer'e geldi ve:

“Sana bir şey soracağım ama Kâbe'nin hürmeti aşkına bana doğrusunu söyleyeceksin" dedi ve:

“Uhud savaşı sırasında Osmân'ın kaçtığını biliyorsun değil mi?" diye sordu. İbn Ömer:

“Evet, biliyorum" dedi. Adam:

“Bedir savaşına da katılmadığını biliyorsun değil mi?" diye sorunca, İbn Ömer:

“Evet, biliyorum" dedi. Adam:

“Aynı şekilde Rıdvân Biatı'nda da hazır bulunmadığını biliyorsun değil mi?" diye sorunca, İbn Ömer:

“Evet, biliyorum" dedi. Adam bunları duyduktan sonra tekbîr getirince de İbn Ömer ona şöyle dedi:

“Gel bana sorduğun şeyleri sana tek tek anlatıp açıklayayım. Uhud savaşında kaçması konusunda şehadet ederim ki Yüce Allah onu (ve diğer kaçanları) affetti. Bedir savaşına katılmayışı konusu ise, o zamanlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kızıyla evleydi ve bu hanımı çok hastaydı. Allah Resûlü de ona:

“Burada kalıp ilgilenmen halinde sana Bedir savaşına katılan kişi gibi sevap ve ganimetten payın verilecektir" buyurmuştu. Rıdvân Biatı'nda hazır bulunmayışı konusuna gelince de, Allah Resûlü Mekke'ye birini gönderecekti. Orada bulunanlar içinde Osmân'dan daha değerli biri olsaydı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu gönderirdi. Ancak bu işe Osmân'ı uygun gördü ve onu gönderdi. Rıdvân Biati da Osmân'ın Mekke'ye gidişinden sonra oldu. Hatta biat sırasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sağ elini gösterip:

“Bu, Osmân'ın elidir" dedi ve diğer eline vurdu. Bu şekilde gıyabında onun biatini kabul etti. Şimdi işin gerçeğini öğrenmiş bir şekilde gidebilirisin."

152 ﴿