168"Başkalarını İki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz. De ki: «O» kendi tarafınızdandır.» Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir. İki birliğin karşılaştığı gön sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesı ve münafıkları ortaya çıkarması için idî. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın,- ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Savaşmayı bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik» dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir. Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdı» dediler. De ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşında müşriklerin size verdiği zararın iki katını sizler Bedir savaşında onlara vermiştiniz, anlamındadır." İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Bedir savaşında Müslümanlar, müşriklerden yetmiş kişiyi öldürmüş yetmiş kişiyi de esir almıştı. Uhud savaşında ise müşrikler, Müslümanlardan yetmiş kişiyi öldürmüşlerdir. İşte: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz..." âyeti bunu ifade etmektedir. Müslümanların: “Bizler müslümanız ve Allah için öfkelenip savaşıyoruz onlar ise müşrikler. Neden böylesi bir şeye maruz kaldık" şeklindeki söylenmelerine karşılık da Yüce Allah: “...De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." şeklinde cevap vermiş ve böylesi bir sonucun Peygamberin kendilerine verdiği emri yerine getirmeyip ona isyan etmeleri dolayısıyla gerçekleştiğini dile getirmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar Uhud savaşında kendilerinden bu kadar kişinin öldürüldüğünü görünce: “Neden öyle bir şey oldu? Kafirler bizden bu kadar kişiyi nasıl öldürebilirler?" demeye başladılar. Yüce Allah onların böyle söylendiklerini görünce: “Bunlar Bedir savaşında müşriklerden aldığınız yetmiş esire karşılıktır" cevabını vermiştir. Yüce Allah böylesi bir şeyle Bedir'de esir almalarının karşılığını vermiş ve ahirette bundan dolayı sorumlu tutulmamaları için cezalarını dünyada iken vermiştir. İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Cebrâîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi: “Ey Muhammed! Ashabının esir alma konusunu Yüce Allah pek de hoş karşılamadı. Yüce Allah, esirler konusunda ashabının iki şeyden birini tercih etmelerini emrediyor. Ya aldığınız esirlerin boynunu vurup öldürün veya diğer bir savaşa Müslümanlardan o kadar kişinin öldürülmesine karşılık fidye alarak onları serbest bırakın." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanları toplayıp bu konuyu onlara açtı. Onlar da: “Yâ Resûlallah! Bunlar sonuçta bizim aşiretimiz ve kardeşlerimizdir. Şâyet fidye karşılığında onları bırakırsak aldığımız fidyeyle düşmanlarımıza karşı daha da güçlü oluruz. Aldığımız esir kadarı da bizden şehit olsun. Şehit olmak ve şehit vermek bizim istemeyeceğimiz bir şey değil" karşılığını verdiler. Daha sonra yapılan Uhud savaşında da Müslümanlardan Bedir'de aldıkları esir sayısı kadarı yani yetmiş kişi şehit düştü. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) ile İbn Cüreyc: “...De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: Uhud savaşında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: “Yerinizden ayrılıp yanımıza gelmeyin!" emrini verdiği halde bu emre uymayıp karşı gelmelerinin cezasıdır. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu nereden, dersiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar: “Bizler müslümanız ve Allah için öfkelenip savaşıyoruz onlar ise müşrik. Neden böylesi bir şeye maruz kaldık" şeklindeki söylenmelerine karşılık Yüce Allah: “...De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." şeklinde cevap vermiş, Uhud savaşında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: “Yerinizden ayrılıp yanımıza gelmeyin!" emrini verdiği halde bu emre uymayıp karşı gelmelerinin cezası olduğunu ifade etmiştir. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz. De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Uhud savaşında Müslümanlar hezimete uğrayıp yetmiş şehit verdiler. Daha öncesinde Bedir savaşında ise müşriklerden yetmiş kişiyi öldürüp yetmiş kişiyi de esir almışlardı. Bize bildirilene göre Uhud savaşı öncesi Ebû Süfyân müşriklerle birlikte yola koyulunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını topladı ve: “Bizler sağlam ve korunaklı bir kalede (Medine'de) bulunuyoruz. Bırakalım müşrikler üzerimize gelsin, onlarla burada savaşalım" buyurdu. Ancak Ensâr'dan bazıları: “Medine sokaklarında ölü düşmeyi istemeyiz. Cahiliye döneminde bile burada savaşmaktan uzak duruyorduk. Müslüman olduktan sonra tabi ki daha fazla bundan kaçınacağız. Burada onlarla savaşmak yerine biz üzerlerine gidelim" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip zırhını giyindi. Bu arada müslümanlar: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey söyledi, ancak siz karşı çıkıp başka bir şey söylediniz. Ey Hamza! Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) git ve bu konuda onun görüşüne göre hareket edeceğimizi söyle" dediler. Hamza gidip bunu aktarınca Allah Resûlü: “Bir peygamber zırhını giydiği zaman aldığı kararı uygulamadan artık onu çıkarmaz. Bu yüzden de başınıza bir musibet gelecektir" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Bu musibet genel mi yoksa kişiye özel mi olacak?" diye sorunca, Allah Resûlü: "Bunun nasıl olduğunu göreceksiniz" karşılığını verdi. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “...Bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Savaşmayı bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik» dediler..." âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşı sırasında iki birliğin karşılaşması sonucu Müslümanların maruz kaldığı durum mümin ile münafıkların ayırtedilip ortaya çıkarılması içindir. Allah yolunda çarpışmaya çağrılan, ancak mazeret öne sürenler de Abdullah b. Ubey ile arkadaşlarıdır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Savaşmasanız dahi düşmana karşı sayıyı çok göstermek için katılın, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim, Ebû Hâzım'dan bildirir: Sehl b. Sa'd'ın: “Keşke evimi satıp Müslümanların katıldığı bir savaşta düşmana karşı ön saflarda olabilseydim" dediğini işittim. Ona: “Gözlerin görmezken bunu nasıl yapacaksın?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: “Yüce Allah'ın: “...Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın..." âyetini işitmedin mi? Ben de savaşamasam da Müslümanların sayısını çok gösteririm." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: “Savaşmasanız da düşmana karşı Müslümanların sayısını çok gösterin, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Avn el-Ensârî: (.....) âyetini: “Nöbet tutun" şeklinde açıklamıştır. İbn İshâk, İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İbn Şihâb ve başkalarından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından 1000 kişiyle birlikte Uhud'a doğru yola çıktı. Uhud ile Medine arasında bulunan Şavt denilen bahçenin yanına ulaştıklarında Abdullah b. Übey, çıkanların üçte birini yanına alıp ayrıldı ve: “(Muhammed) Savaş konusunda diğerlerinin sözünü dinledi, ama benim sözüme karşı çıktı. Vallahi burada birbirimizi ne diye öldüreceğimizi de bilmiyoruz" dedi. Sonra kendisine katılan münafıklar ve içlerinde şüphe olanlarla birlikte Medine'ye doğru yola koyuldu. Seleme oğullarından Abdullah b. Amr b. Harâm peşlerinden gidip: “İnsanlar! Allah'tan korkun! Düşmanların geldiği bir anda Peygamberinizi ve insanlarınızı bırakıp gitmeyin!" diye seslendi. Ancak onlar: “Kesin savaşacağınızı bilseydik sizleri böyle bırakıp gitmezdik, ancak ortada bir savaşın olacağını düşünmüyoruz" karşılığını verdiler. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Savaşmayı bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik, dediler..."âyetini açıklarken: “Abdullah b. Ubey hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşı için 1000 kişiyle birlikte yola çıktı. Sabretmeleri halinde de Müslümanlara zafer sözü verdi. Ancak çıktıktan sonra Abdullah b. Ubey 300 kişiyle birlikte geri döndü. Ebû Câbir es-Sülemî onları geri döndürmek için peşlerinden gitti. Ancak onları ikna edemedi. Ona da: “Ortada bir savaşın olacağını düşünmüyoruz. Sen de bizi dinle ve yanımızda geri dön" dediler. Yüce Allah da onların: “Sen de bizi dinle ve yanımızda geri dön" demeleri hakkında: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın" buyurdu. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler...'" âyetini açıklarken: “Bize bildirilene göre bu âyet, Allah'ın düşmanı Abdullah b. Ubey hakkında nazil oldu" demiştir." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini açıklarken: “Bu âyet, Allah'ın düşmanı Abdullah b. Ubey hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini açıklarken: “Bunu diyen Abdullah b. Übey'dir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: “Bunu diyenler Abdullah b. Ubey ile arkadaşlarıdır" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunu diyen kişi Abdullah b. Übey'dir. Dediği kişiler de Uhud savaşı için Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte çıkanlardır." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “...Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada Yüce Allah, herbir kişinin mutlaka öleceğini, ancak ellerinden geliyorsa ölümü kendilerinden uzak tutmalarını dile getirmiştir. Âyet, hayatta kalıp ölümden kaçmak hırsıyla Allah yolunda cihad etmeyi bırakıp bu yönde nifak yapmaları üzerine nazil olmuştur." İbn Ebî Hâtim, İbn Şihâb'tan bildirir: Yüce Allah, kaderciler (Kaderiyye) konusunda Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini indirmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bunu diyenler kafirlerdir. Kardeşlerinin cihad için savaş meydanında bulunmalarının kendilerini ecellerine yaklaştıracağını zannederek: “Şâyet yanımızda kalsalardı öldürülmeyeceklerdi" demişlerdir. |
﴾ 168 ﴿