8"Hani onlar şöyle demişlerdi: “Doğrusu biz güçlü bîr topluluk olduğumuz halde babamızın nezdînde Yusuf ile kardeşi bizden daha sevgilidir. Babamız herhalde apaçık bir hata içindedir" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Hazret-i Yâkub, Şam'da ikamet etmekteydi ve tek derdi Yûsuf ve kardeşi Bünyamin'di. Kardeşleri, babalarının kendisine olan sevgisinden dolayı Hazret-i Yûsuf'u kıskandılar. Hazret-i Yûsuf, rüyasında, "Onbir yıldız, Güneş ve Ay'ın bana secde ettiklerini..." görüp, bunu babasına anlatınca, babası, "Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar..." dedi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri rüyadan haberdar olunca onu kıskandılar ve: “Doğrusu biz güçlü bir topluluk olduğumuz halde (on kardeştiler) babamızın nezdinde Yusuf ile kardeşi (Bünyamin) bizden daha sevgilidir. Babamız (bizim hakkımızda) herhalde apaçık bir hata içindedir. Yusuf'u öldürün veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursunuz" tövbe edersiniz" dediler. İçlerinden Yahudâ: “Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur" dedi. Hazret-i Yûsuf'u kuyuya atma konusunda görüş birliğine varınca, babalarına gidip: “Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun!" dediler. Hazret-i Yâkub: “Onu sizinle göndermem. "Onu götürmeniz beni üzüyor; siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım" dedi. Onlar: “Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız" deyince, Hazret-i Yâkub, Hazret-i Yûsuf'u kendileriyle gönderdi. Onu babalarının yanından çıkarırken saygılı davrandılar, ama sahraya çıktıklarında düşmanlıklarını açığa çıkardılar ve ona vurmaya başladılar. Biri ona vurunca, Hazret-i Yûsuf başkasından yardım istiyor, yardım istediği kişi de kendisine vuruyordu. Hazret-i Yûsuf, içlerinde merhametli olan kimsenin olmadığını ve kardeşleri tarafından öldüresiye dövüldüğünü görünce: “Babacığım! Ey Yâkub! Cariyelerin çocuklarının oğluna ne yaptığını bilsen" diye bağırmaya başladı. Onu öldüresiye dövdüklerini gören Yahûda: “Onu öldürmeyeceğinize dair bana söz vermemiş miydiniz!" deyince, Hazret-i Yûsuf'u alıp kuyuya atmak için götürdüler. Onu kuyuya sarkıttıklarında, Hazret-i Yûsuf kuyunun kenarlarına tutununca, ellerini bağladılar ve gömleğini çıkardılar. Hazret-i Yûsuf: “Kardeşlerim! Gömleğimi geri verin de onunla kuyuda örtüneyim" deyince, "On bir yıldız, Güneş ve Ay'a dua et te sana yarenlik etsinler" karşılığını verdiler. Hazret-i Yûsuf onlara: “Ben bir şey görmedim" dedi. Onu kuyuya sarkıttıklarında, kuyunun yarısına gelince ölmesi için ipi bıraktılar. Kuyuda su olduğu için Hazret-i Yûsuf suyun içine düştü ve bu sebeple düşmesi dolayısıyla kendisine bir şey olmadı. Sonra bir kayaya çıkıp ağlamaya başlayınca kardeşleri kendisine seslendiler. Hazret-i Yûsuf, kardeşlerinin kalplerinin yumuşadığını zannedip cevap verince, üzerine bir kaya atıp öldürmek istediler, ama Yahûda onlara engel oldu ve: “Onu öldürmeyeceğinize dair bana söz verdiniz" dedi. Hazret-i Yûsuf kuyudayken Yahûda kendisine yemek getiriyordu. Sonra bir oğlağı kesip Hazret-i Yûsuf'un gömleğini kestikleri oğlağın kanına buladılar. Akşam vakti olunca da ağlayarak babalarına geldiler. Hazret-i Yâkub çocuklarının ağlamasını duyunca korktu ve: “Ey oğullarım! Neyiniz var, koyunlarınıza bir şey mi oldu?" diye sordu. Onlar: “Hayır" cevabını verince, Hazret-i Yâkub: “Yûsuf ne yaptı?" diye sordu. Onlar: “Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf'u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın." Bunun üzerine Hazret-i Yâkub, hıçkırarak ağladı ve: “Gömlek nerede?" diye sordu. Onlar, üzerine oğlağın kanının bulaştığı gömleği getirince, Hazret-i Yâkub gömleği alıp yüzüne koydu. Sonra yüzü gömlekteki kanla boyanıncaya kadar ağladı ve: “Ey Oğullarım! Bu kurt ne kadar da merhametliymiş! Nasıl oluyor da Yûsuf'un etini yiyor da gömleğini yırtmıyor!" dedi. "Bir kervan geldi, sucularını gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı..." Hazret-i Yûsuf ta ipe tutunup kuyudan çıktı. Kovanın sahibi Hazret-i Yûsuf'u görünce, arkadaşlarından Büşrâ adında birini çağırdı ve: “Ey Büşrâ! İşte bir oğlan" dedi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri onun seslenmesini duyup geldiler ve: “Bu, bizim kaçan kölemizdir" deyip, kendi dilleriyle (kervancıların anlamayacağı bir dile!) Hazret-i Yûsuf'a: “Eğer bizim kölemiz olduğunu inkar edersen seni öldürürüz. Kendisine, seni kurt yedi dediğimiz Yâkub'a geri döndüreceğimizi mi zannettin" dediler. Hazret-i Yûsuf: “Kardeşlerim! Beni Yâkub'a geri götürün. Ben, onun sizden razı olacağına kefil olurum ve bu yaptıklarınızı kendisine söylemem" dedi, ama bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf: “Ben, bunların kölesiyim" deyince, kovayı sarkıtan ve Büşrâ adındaki kişi kendisini satın aldıktan sonra götürdüler. Kervandakilere, buluntu olduğunu söyledikleri takdirde kendilerinin de bu kölede paylarının olduğunu iddia etmemeleri için: “Bunu satın aldık" demek üzere anlaştılar ve eğer: “Bu nedir?" diye sorarlarsa, kuyunun sahiplerinden satın aldıklarını söylemeye karar verdiler. "Onu ticari bir mal olarak sakladılar..." âyeti buna işaret etmektedir. Kardeşleri, "Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme (yirmi dirheme) sattılar" Hazret-i Yûsuf'u (satırı alanlar) Mısır'a götürünce, kendisini Mısır kralı Aziz satın alıp evine götürdü ve hanımına: “Ona güzel bak, belki bize faydası olur yahut ta onu evlat ediniriz" dedi. Aziz'in hanımı Hazret-i Yûsuf'u sevip: “Ey Yûsuf, saçların ne kadar güzel!" deyince, Hazret-i Yûsuf: “Saçlarım, bedenimden düşecek olan ilk şeylerdir" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı: “Ey Yûsuf, gözlerin ne kadar güzel!" deyince, Hazret-i Yûsuf: “Onlar, bedenimden yere akacak olan ilk şeylerdir" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı: “Ey Yûsuf, yüzün ne kadar güzel!" deyince, Hazret-i Yûsuf: “O, toprak içindir, toprak, onu, yiyecektir!" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı: “Haydi gel!" ((.....) sözü, Kıptîce: Haydi gelsene! demektir) deyince, Hazret-i Yûsuf: “(Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı" Ailesinde kendisine ihanet etmem" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı, Hazret-i Yûsuf'u bu konuda ikna edene kadar peşini bırakmadı. İkisi de birbirini arzuladı ve eve girdiler. Aziz'in hanımı, kapıları iyice kapattı. Hazret-i Yûsuf, şalvarını çözmek isteyince, evde Hazret-i Yâkub'un suretini parmağını ısırmış bir halde gördü. Hazret-i Yâkub şöyle diyordu: “Ey Yûsuf! Senin misalin — eğer onunla ilişkiye girmezsen— gökte uçan ve kimsenin kendisine güç yetiremediği bir kuşun misaline benzer. Eğer onunla ilişki kurarsan, senin misalin, o kuşun yere düşmesine benzer. Artık o kuş yere düştüğünde kendisini herhangi bir şeyin şerrinden koruyamaz. Yine senin misalin, —eğer ilişkiye girmezsen— zaptolunamayan bir boğanın misaline benzer. Ama ilişkiye girersen, senin misalin ölmüş olan ve burun deliklerine karıncaların dolduğu kendisini bir şeyden koruyamayan bir boğaya benzer." Hazret-i Yûsuf, şalvarını bağlayıp dışarıya çıkmak için davranınca, Aziz'in hanımı yetişip gömleğinin arka tarafından yakalayıp çekti ve gömlek Hazret-i Yûsuf'un üzerinden çıktı. Yûsuf gömleği bırakıp kapıya doğru koşunca, Aziz ve hanımının amcası oğlunun kapının önünde oturduğunu gördüler. Aziz'in hanımı kocasını görünce, "Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!" Bu, benden murad almak istedi, ben onu itip kendimden uzaklaştırırken gömleğini yırttım" dedi. Hazret-i Yûsuf: “Hayır. O benden murad almak istedi. Ben de kabul etmeyip ondan kaçarken bana yetişti ve gömleğimden yakalayıp yırttı" dedi. Kadının amcası oğlu: “Meselenin çözümü gömlektedir. Bakınız, eğer gömlek önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. Eğer gömlek arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylüyor, bu ise doğru söyleyenlerden demektir" dedi. Gömlek getirilip, Aziz onun arkadan yırtılmış olduğunu görünce, "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür. Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile!" bir daha böyle bir şey yapma" dedi. "Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: “Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusuf'un sevdası onun gönlüne işlemiş!" (kalbinin zarını delip içeriye kadar girmiş). Kadınların böyle dediğini duyan Aziz'in hanımı: “Onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi." Onlara yemeleri için turunç verdi ve Hazret-i Yûsuf'a: “Yanlarına çık" dedi. Hazret-i Yûsuf kadınların yanına çıkıp, kadınlar da kendisini görünce, onu gözlerinde büyüttük ve turuncu kestiklerini zannederek farkında olmadan ellerini kesmeye başladılar ve: “Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir" dediler. Aziz'in hanımı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki onun olmak istedim, fakat o iffetinden dolayı çekindi" şalvarını çözdükten sonra anlamadığım bir sebeple bundan vazgeçti. Hazret-i Yûsuf: “Rabbim! Hapis benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir" ey Rabbim! Hapis benim için, davet ettikleri zinadan daha sevimlidir" dedi. Aziz'in hanımı kocasına: “Bu İbrâni köle insanlar içinde beni rezil etti. İnsanlara özür beyan edip, benim kendisinden murad almak istediğimi söylüyor. Ben ise buna tahammül edemiyorum. Ya benim de çıkıp onun gibi özür beyan etmeme izin verirsin, ya da beni hapsettiğin gibi onu da hapsedersin" dedi. "Sonra, kadının ailesi delilleri Yusuf'un lehinde gördüğü halde, onu bir süre için hapsetmeyi uygun buldu" âyeti buna işaret etmektedir. Âyetteki Hazret-i Yûsuf'un lehinde gördüğü şey, gömleğin arkadan yırtılması ve kadınların ellerini kesmeleridir. "Hapse, onunla beraber, iki genç daha girdi." Kral, aşçısının kendisini evde zehirleyeceğini öğrenince, onu ve kendisine zehir verdiğini zannettiği sakisini hapsetti. Hazret-i Yûsuf hapse girince: “Ben rüya tabir ederim" dedi. Bu iki gençten biri diğerine: “Gel bu İbranî kölenin rüya tabirini deneyelim" deyip rüya görmedikleri halde görmüş gibi yalan söyleyerek rüya anlattılar. Hazret-i Yûsuf uydurdukları rüyalarını tabir etti. Saki: “Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm", aşçı ise: “Üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm" deyince, Hazret-i Yûsuf: Rüyanızda "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım" deyip şöyle devam etti: “Ey mahpus arkadaşlarım! Biriniz efendinize şarap sunacak" eski görevine geri dönecek, "diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir." Bunun üzerine ikisi de korkup: “Vallahi biz rüyamızda bir şey görmedik" deyince, Hazret-i Yûsuf: “Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir" Bu dediğim mutlaka gerçekleşecektir" karşılığını verip, sakiye: “Efendinin yanında beni an" dedi. Sonra Yüce Allah krala korkunç bir rüya gösterdi. Kral rüyasında, semiz yedi ineğin zayıf olan yedi ineği yediğini, yedi yeşil başağın, yedi kuru başağı yediğini gördü ve sihirbaz, kâhin ve rüya tabircilerini çağırarak onlara rüyasını anlattı. Onlar: “Bir takım karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz" dediler. Hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yusuf'u hatırladı ve: “Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni gönderin" dedi." İbn Abbâs der ki: Hapisane, şehir dışındaydı. Saki Hazret-i Yûsuf'a gidip: “Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler" deyince, Hazret-i Yûsuf: “Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın. Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (üzüm) sıkacaklar" karşılığını verdi. Saki, krala gidip Hazret-i Yûsuf'un söylediklerini bildirince: “Onu bana getirin, dedi. Yusuf'a elçi gelince, "Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir" dedi. Süddî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Eğer Hazret-i Yûsuf, kralın, durumunu bilmeden zindandan çıksaydı, Aziz, ona şüpheyle bakmaya devam eder ve: “İşte hanımımdan murad almak isteyen kişi buydu" derdi. Kral: “Bana o kadınları getirin" deyince, kadınları getirdiler ve şöyle dedi: “Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik" Aziz'in hanımı bize, kendisinin Hazret-i Yûsuf'tan murad almak istediğini, onunla eve girip şalvarını çözdükten sonra tekrar çekip bağladığını ve bunun sebebini bilmediğini söyledi" dediler. Aziz'in hanımı: “Şimdi gerçek ortaya çıktı; onuri olmak isteyen bendim" dedi. Hazret-i Yûsuf oraya getirilince: “Bu, azizin yokluğunda ona (ailesinde) hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" dedi. Aziz'in hanımı: “Ey Yûsuf! Şalvarı çözdüğün zaman da mı?" diye sorunca, Hazret-i Yûsuf: “Ben nefsimi temize çıkarmam" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf'a nisbet edilen günahtan uzak olduğunu anlayınca: “Onu bana getirin, yanıma alayım" deyip, Mısır'ın işleriyle görevlendirdi. Hazret-i Yûsuf, Mısır'ın alışverişi ve diğer mali işlerinden sorumluydu. O zaman yeryüzünde açlık baş gösterince, Hazret-i Yâkub'un yaşadığı bölgeye de açlık isabet etmişti, Hazret-i Yâkub, oğullarını Mısır'a gönderip, Hazret-i Yûsuf'un kardeşi Bünyamin'i yanında bıraktı. Kardeşleri, Hazret-i Yûsuf'un yanına girince, "Kendisini tanımadıkları halde o onları tanıdı." Onları görünce alıp yanında hububat ölçülen ölçekle onları eve soktu ve: “Bana durumunuzu bildirin. Ben sizin halinizi garipsedim" dedi. Onlar: “Biz, Şam diyarındanız" deyince, Hazret-i Yûsuf: “Neden geldiniz?" diye sordu. Onlar: “Yiyecek almak için geldik" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf: “Yalan söylüyorsunuz. Siz casussunuz. Sizin sayınız kaçtır?" diye sordu. Onlar: “On kişiyiz" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf: “Siz yirmi bin kişisiniz. Sizin her biriniz bin kişinin emiridir. Bana kendinizden bahsedin" dedi. Onlar: “Biz, Sıddîk bir adamın oğlu olan kardeşleriz ve on iki kişiydik. Babamız bir kardeşimizi çok severdi. Bu kardeşimiz bizimle kıra çıkınca orada öldü. Babamız, bu kardeşimizi en çok severdi" dediler. Hazret-i Yûsuf: “Babanız, ondan sonra kiminle huzur buluyor?" diye sorunca, "Onun küçüğü olan kardeşiyle" cevabını verdiler. Hazret-i Yûsuf: “Babanız, büyükleri bırakıp küçük olan kardeşinizi sevdiği halde, bana nasıl sıddik biri olduğunu söylüyorsunuz? Bu kardeşinizi de görmem için bana getirin. "Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da" deyince, onlar: “Babasını ikna etmeye çalışacağız ve her halde bunu yaparız" karşılığını verdiler. Hazret-i Yûsuf: “Onu getirmemenizden korkuyorum. Geri dönmeniz için birinizi rehin olarak bırakın" deyince, Şem'ûn'u rehin olarak bıraktılar. Hazret-i Yûsuf, onlara buğday ölçerken yanındaki görevlilere: “Karşılık olarak getirdiklerini de yüklerine koyun. Belki ailelerine varınca, onu anlarlar da bir daha dönerler" dedi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri babalarının yanına dönünce, dnunla konuşup şöyle dediler: “Ey babamız! Mısır kralı bize çok ikramda bulundu. Eğer onun yerinde bizden biri olan Yâkub oğullarından bir kişi olsaydı bu kadar ikramda bulunmazdı. Şem'ûn'u yanında rehin alıp bize: “Babanızın, ölen kardeşinizden sonra kendisiyle huzur bulduğu kardeşinizi getirin de göreyim. Eğer onu getirmezseniz, memleketime bir daha yaklaşmayınız" dedi. Hazret-i Yâkub onlara şöyle dedi: “Mısır kralına vardığınızda ona benden selam söyleyin ve: «Babamız, bize yaptığın iyilikten dolayı sana dua edip rahmet talebinde bulunuyor» deyin." "Yüklerini açınca karşılık olarak götürdükleri mallarının kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler ve babalarına gidip: “Ey babamız.' Daha ne isteriz; işte mallarımız da bize iade edilmiş, dediler.Bunu gören Hazret-i Yâkub: “Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim" dedi. Söz verdiklerinde: «Sözümüze Allah vekildir» dedi." Mısır'a girdiklerinde kendileri için: “Bütün bunlar bir adamın çocukları mı!" denilip nazar değmesinden korkarak: “Oğullarım! Tek bir kapıdan (yoldan) değil, ayrı ayrı kapılardan girin, dedi." Hazret-i Yûsuf'un yanına girdiklerinde, Hazret-i Yûsuf kardeşini tanıdı ve onları bir yerde konaklatıp bol yiyecek ve içecek gönderdi. Akşam olunca da kendilerine yatak gönderip: “Her iki kardeş bir yatağa yatsın" dedi. Her iki kişi bir yatakta yatıp, Bünyamin tek başına kalınca, Hazret-i Yûsuf: “Bu da benimle aynı yatakta yatar" dedi ve Bünyamin Hazret-i Yûsuf ile aynı yatakta yatınca, Hazret-i Yûsuf sabaha kadar onun kokusunu koklayıp bağrına bastı. Bunu gören Rûbîl: “Eğer bundan kurtulacak olursak, bu adam gibisini hiç görmedik" dedi. "Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu." Kardeşinin de bundan haberi yoktu. Yola çıkacakları zaman bir münadi şöyle bağırdı: “Ey kervancılar, siz hırsızsınız!" bunun üzerine takatleri kesildi ve: “onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) «Ben buna kefilim» dedi. «Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz» dediler. (Yusufun adamları) dediler ki: «Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?"» (Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri) Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız Bu kişiyi alırsınız ve sizin olur" dediler. "Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı" Sadece kardeşinin yükü kalınca da: “Bu çocuk çalmış olamaz" dedi. Onlar: “Vallahi! Onun da yüküne bakmadan olmaz, onun da yüküne bak ve müsterih ol, biz de böylece yolumuza gidelim" dediler. Bunun üzerine elini Bünyamin'in yüküne atıp su kabını çıkardı. Yüce Allah, bu konuda: “İşte biz Yusufa böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğerki Allah dileye" buyurmuştur. Su kabını kardeşinin yükünden çıkarınca, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin takatleri kesildi ve bir şey diyecek mecalleri kalmadı. Kardeşlerine: “Ey Râhîl'in oğulları! Sizden çektiğimiz nedir! Bu kabı ne zaman aldın?" dediler. Bünyamin: “Râhîl'in oğulları hala sizlerden dolayı sıkıntı çekmektedir. Kardeşimi götürüp kırda öldürdünüz. Bu su kabını, yüklerinize paralarınızı geri iade eden koymuştur" karşılığını verince, kardeşleri: “Dirhemlerden bahsetme. (Duyacak olurlarsa) onları tekrar alırlar" deyip kendisini kınayarak hakaret ettiler. Kendilerini Hazret-i Yûsuf'un huzuruna çıkardıklarında, Hazret-i Yûsuf su kabını istedi ve ona vurup kulağına yaklaştırdı. Sonra: “Bu su kabım, bana sizin on iki kardeş olduğunuzu, bir kardeşinizi de götürüp sattığınızı söylüyor" dedi. Bünyamin, bunu duyunca kalkıp Hazret-i Yûsuf'a secde etti ve: “Ey kral! Bu su kabına, o kardeşimin diri mi yoksa ölü mü olduğunu sor" dedi. Hazret-i Yûsuf, kaba vurduktan sonra: “Evet, yaşıyor. Daha sonra onu göreceksin" dedi: Bünyamin: “Bana dilediğini yap. Eğer kardeşim durumumu öğrenirse beni kurtarır" deyince, Hazret-i Yûsuf, odasına girip ağladı, sonra abdest alıp çıktı. Bünyamin: “Ey kral! Gördüğüm kadarıyla, su kabına vuruyorsun ve bu kap sana doğruyu söylüyor. Ona sahibinin kim olduğunu sor" deyince, Hazret-i Yûsuf, kaba vurdu ve: “Bu kabım kızmış ve: «Benim kimde olduğumu gördüğün halde, sahibimin kim olduğunu nasıl sorarsın!» diyor" cevabını verdi. Hazret-i Yâkub'un oğulları kızdıkları zaman onlara kimse karşı koyamazdı. Rûbîl kızarak kalktı ve: “Ey kral! Ya bize kardeşimizi verirsin ya da öyle bir bağırırım ki, Mısır'da çocuğunu düşürmeyen hamile bir kadın kalmaz" dedi. Rubil'in tüyleri diken diken olmuş, elbisesinden dışarı çıkmıştı. Hazret-i Yusuf yanındaki oğluna: “Git ve Rûbil'e dokun" dedi. Çocuk gidip Rûbîl'e dokununca öfkesi yatıştı ve: “Bu (bana dokunan) kimdir? Bu memlekette, babamız Yâkub'un tohumundan bir tohum vardır" dedi. Hazret-i Yûsuf: “Yâkub kimdir?" diye sorunca, Rûbîl kızarak: “Ey kral! Yâkub'u zikretme, o, Allah'ın sırdaşı, Allah'ın kurbanının ve Allah'ın dostunun oğludur" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf şöyle dedi: “Eğer doğru söylüyorsan, babanıza gittiğiniz zaman ona benden selam söyleyiniz ve: “Mısır kralı, oğlun Yûsuf'u görmeden ölmemen için Allah'a dua ediyor" deyiniz ki, yeryüzünde kendisinden başka sıddikler de olduğunu bilsin. Hazret-i Yûsuf'tan, Bünyamin'i almaktan ümitlerini kesince ve daha önce rehin olarak aldığı Şem'ûn'u kendilerine verince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Yaşça değil de, ilim olarak en büyükleri olan Rûbîl: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır" deyip Mısır'da kaldı. Diğer dokuz kişi Hazret-i Yâkub'a gelip olanları anlatınca, Hazret-i Yâkub ağlayarak: “Oğullarım! Her gidişinizde bir kişi eksiliyorsunuz. Bir defasında gittiniz, Yûsuf eksildi, bir defa daha gittiniz, Şem'ûn eksildi, üçüncü dişinizde ise Bünyamîn ve Rûbîl eksildi. "Artık bana güzelce sabır gerekir; belki Allah hepsini birden bana getirecektir, çünkü O bilendir, hakimdir" dedi. Onlara sırt çevirdi, «Vah, Yusuf'a yazık oldu!» dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. (Oğulları): «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler. Yakup: «Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi." Hazret-i Yûsuf hapisteyken Cibril, güzel yüzlü, güzel kokulu ve temiz elbiseli bir adam suretinde gelip ona selam verdi. Hazret-i Yûsuf: “Ey, güzel yüzlü, Rabbi katında değerli ve güzel kokulu melek! Bana Yâkûb'un nasıl olduğunu söyle" deyince, Cibrîl: “Senin için çok üzüldü" karşılığını verdi. Hazret-i Yûsuf: “Onun üzüntüsü ne kadar?" diye sorunca, Cibrîl: “İlk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadar" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf: “Buna karşılık ne kadar sevabı oldu?" diye sorunca, Cibrîl: “Yetmiş şehid sevabı aldı" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf: “Benden sonra kiminle teselli buldu?" diye sorunca, Cibrîl: “Kardeşin Bünyamin ile" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf: “Sence ben kendisiyle görüşebilecek miyim?" diye sorunca, Cibrîl: “Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf, babasının kendisinden sonra karşılaştığı şeylerden dolayı ağladı ve: “Eğer yüce Allah onu bana gösterirse, karşılaştığım zorlukları önemsemem" dedi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, Hazret-i Yâkub'a, kralın (Hazret-i Yûsuf'un) duasından bahsedince, bir şeyler sezip: “Yeryüzünde peygamberden başka sıddik yoktur" diyerek: “Umarım ki, o Yûsuf'tur" dedi. Sonra: “Ey oğullarım! Gidin, (Mısır'da) Yusufu ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden (Yûsuf'u geri göndermesinden) ümidinizi kesmeyin" dedi. Hazret-i Yûsuf'un yanına döndüklerinde: “Ey vezir! Biz ve çoluk çocuğumuz darlığa uğradık; pek değersiz bir malla geldik; (Daha önce değersiz malla gelmemize rağmen değerli para vermiş gibi ölçerek verdiğin gibi) ölçeği bize tam yap ve (değerli ile değersiz arasında olan mallardan) sadaka ver; Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır" dediler. O zaman Hazret-i Yûsuf kendilerine acıyıp: “Siz, Yusuf ve kardeşine bilmeden neler yaptığınızın farkında mısınız?" dedi. Onlar: “Yoksa sen Yusuf musun?"diye sorunca, Hazret-i Yûsuf: “Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu" karşılığını verdi. Bunun üzerine ondan özür dileyip: “Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün tutmuştur; doğrusu biz suç işlemiştik" dediler. Hazret-i Yûsuf: “Bugün sizi kınamak yok (işlediğiniz suçu hatırlatmayacağım), Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir" dedi. Sonra onlara: “Babam benden sonra ne yaptı?" diye sorunca, "Üzüntüden gözleri kör oldu" cevabını verdiler. Hazret-i Yûsuf: “Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin" dedi. Yahûda: “Ben, kana bulanmış gömleği Yâkub'a götürüp: “Yûsuf'u kurt yedi" demiştim. Bu gün de bu gömleği götürüp Yûsuf'un sağ olduğunu söyleyerek, daha önce üzdüğüm gibi şimdi de sevindireceğim" dedi ve babasına müjdeyi veren kendisi oldu. Kervan, memleketlerine dönmek için Mısır'dan Şam'a gitmek üzere ayrıldığında Hazret-i Yâkub, Yûsuf'un kokusunu aldı ve torunlarına: “Doğrusu ben Yusufun kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin" dedi. Torunları: “Allah'a yemin ederiz ki sen, (Yûsuf hakkında) hâlâ eski şaşkınlığındasın" karşılığını verdiler. Müjdeci olan Yahûda gelip gömleği babasının yüzüne bırakınca Hazret-i Yâkub'un gözleri açıldı ve Yâkûb, oğullarına: “Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum, dememiş miydim?"dedi. Sonra ailelerini ve çocuklarını alıp Mısır'a gittiler. Hazret-i Yûsuf, kralla konuştu ve beraber çıkıp ailesini karşıladılar. Hazret-i Yûsuf ailesiyle karşılaşınca: “Allah'ın dileğince, güven içinde Mısır'da yerleşin" dedi. Hazret-i Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde ana-babasını bağrına bastı, yani babasını ve teyzesini bağrına bastı ve onları tahta çıkardı. Hazret-i Yâkub vefat edeceği zaman, Hazret-i Yûsuf'a, kendisini Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İshâk'ın yanına defnetmesini vasiyet etti. Hazret-i Yâkub vefat edince, kendisine haşaratın ısırmasına karşı bir ilaç sürdü ve Şam'a götürdü. Hazret-i Yûsuf: “Rabbim! Bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaradanı! Dünya ve âhirette işlerimi yoluna koyan sensin; benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat" diye dua etti. İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah'tan ölümü isteyen ilk kişi Hazret-i Yûsuf'tur." Hadisi, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bölümler halinde Yûsuf Sûresinde rivayet etmişlerdir. İbn Cerîr, Vekî'den, o Amr b. Muhammed el-Abkarî'den, o Esbât'tan, Süddî'den aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Süleymân b. el-Eş'as'tan, o Hüseyin b. Ali'den, o Âmir b. el-Furât'tan, o Esbât'tan, o da Süddî'den aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen "Yusuf ve özkardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir cemaatiz" buyruğundaki kardeşten kasıt aynı anne ve babadan olan kardeşi Bünyamin'dir. (.....) ise sayıları on ile kırk arasında olan topluluğa denir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) cemaat demektir. "Babamız açık bir yanlışlık içindedir" âyeti ise: “Yakub, Yusuf'u ve öz kardeşini sevgisiyle bizlere tercih ederek apaçık bir hata içinde bulunmaktadır" mânâsındadır. |
﴾ 8 ﴿