11"Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur." İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Kebîr'de, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Delâil'de, Atâ b. Yesâr vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Erbid b. Kays ve Âmir b. et-Tufayl Medine'ye gelerek oturmakta olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip önünde oturdular ve Âmir: “Eğer ben müslüman olursam bana ne vereceksin?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslümanların lehine olan senin de lehine, onların aleyhine olan senin de aleyhine olacak" karşılığını verince, Âmir: “Eğer müslüman olursam senden sonra emri (hükümranlığı) bana verir misin?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, ne sana, ne kavminedir. Fakat atların dizginleri senindir" cevabını verince, Âmir: “Şimdi zaten Necd atlarının dizginleri benim elimdedir. Çöller benim, kasabalar senin olsun" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır" buyurdu. Erbid ve Âmir, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılırlarken Âmir: “Allah'a yemin olsun ki burayı sana karşı atlılar ve insanlarla dolduracağım!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah sana engel olacaktır" buyurdu ve onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurundan çıkınca, Âmir: “Ey Erbid, ben, Muhammed'i söze tutayım, sen de arkasından yaklaşıp kılıcınla işini bitir. Sen Muhammed'i öldürünce insanlar diyete razı olmaktan başka bir şey yapamıyacaklar, savaştan kaçınacaklardır. Diyetini veririz olur biter" dedi. Erbid: “Tamam" dedi ve plânlarını uygulamak üzere geri dönerek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Âmir: “Ey Muhammed, benimle beraber kalk, seninle konuşayım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı ve ikisi bir duvarın dibine durdular. Âmir, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında durup onunla konuşurken Erbid kılıcını çekmek için el atınca eli kılıcının kabzası üzerinde' kuruyup kaldı ve kılıcını çekemedi. Böylece Erbid Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vurmakta gecikti ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına dönüp de Erbid'i ve ne yaptığını görerek onlardan ayrıldı. Âmir, Erbid'e: “Sana ne oldu da yerinde donup kaldın ve ona vuramadın?" diye sorunca, Erbid: “Elimi kılıcımın kabzası üzerine koyar koymaz elim kurudu" karşılığını verdi. Âmir ve Erbid Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılıp Harratu Vâkim denilen yere (siyah volkanik taşlığa) gelince konakladılar. Bu sırada yanlarına Sa'd b. Muâz ve Useyd b. Hudayr çıktılar ve: “Ey Allah'ın düşmanları, Allah ikinize de lanet etsin, çıkın buradan, uzak olun buradan" deyip onlara hakaret ettiler. Âmir: “Ey Sa'd! Bu (yanındaki) kim?" diye sorunca, Sa'd: “Useyd b. Hudayr el- Ketâib'dir" cevabını verdi. Bunun üzerine Âmir: “Vallahi eğer bu kişi Hudayr'sa o benim dostumdur" dedi. Âmir, Medine'deki Rakım denilen yere gelince Allah Erbid'e bir yıldırım göndererek öldürdü. Âmir yola çıkıp Cerîb denilen yere gelince, Allah kendisine bir çıban gönderdi ve Âmir bu çıban sebebiyle öldü. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah, "Allah, her dişinin neye hamile kalacağını, rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir. O'nun katında herşey bir ölçü iledir. O görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, çok büyüktür, yüceler yücesidir. İçinizden birisi İster sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur" (Allah'ın emriyle gönderilen takipçiler Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) korurlar) buyurup sonra da Erbid'i ve onu neyin öldürdüğünü zikrederek "O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir. Gök gürlemesi O'na hamd ederek tespih eder. Melekler de O'nun korkusundan tesbih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır" buyurmuştur. İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyruğundaki koruma sadece Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir durumdur. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" âyetinden kastedilen, Allah'ın emrinden, onu önünden ve arkasından koruyan takipçilerin olmasıdır. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyruğundaki koruma, Allah'ın emriyle, Allah'ın emrinden (katından) koruma şeklindedir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre takipçilerden kasıt meleklerdir.. Allah'ın emrinden kasıt ise Allah'ın izin vermesidir. İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre takipçilerden kasıt meleklerdir. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre takipçilerden kasıt Allah'ın emrinden koruyan meleklerdir. İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre takipçilerden kasıt meleklerdir ve meleklerin onu koruması da Allah'ın emriyledir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs âyeti açıklarken şöyle dedi: Âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen, (kişiyi yoldan çıkarmaya çalışan) Şeytanın yanında ona emir veren, kişiyi önünden ve arkasından koruyan muhafızlardır. Yüce Allah: “Bunlar bu kişiyi Benim emrimden mi koruyorlar! Ben bir topluluk hakkında kölülük istersem bu kötülüğü defedecek yoktur" buyurur. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) kelimesini açıklarken şöyle dedi: “Krallar muhafızlar bulundururlar ve bu muhafızlar kralı önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından öldürülmemesi için korurlar. Yüce Allah'ın: “Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur" Yani kral hakkında bir kötülük dilediğinde, muhafızların krala bir faydası dokunmaz" buyurduğunu duymadın mı?" İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen idarecilerdir. İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "olfe." kelimesinden kastedilen meleklerdir. Bu melekler gece ve gündüz insanoğlunu takib edip amellerini yazar." İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen hafaza melekleridir. İbnü'l-Münzir başka bir kanalla Mücâhid'in, âyette geçen (.....) kelimesini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Melekler (insanoğlunu) gece ve gündüz takib ederler. Bana bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar (melekler) sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde (nöbet değişimi için) yanınızda bir araya gelirler" buyurmuştur. "Onun önünde ve arkasında" âyeti, "İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar" gibidir. Kişinin iyilikleri önünde, kötülükleri de arkasındadır. Sağındaki melek iyiliklerini, solundaki melek ise kötülüklerini yazar. Sağdaki, iyilikleri, soldaki meleğin şahitliği olmadan yazarken, soldaki melek sağdaki meleğin şahitliği olmadan kötülüğü yazmaz. Kişi yürüdüğü zaman da meleklerden biri önünde, diğeri arkasında durur. Oturduğu zaman ise biri sağına, diğeri soluna geçer. Yattığı zaman biri başucunda, diğeri de ayakucunda durur ve onun yaptıklarını kaydederler." Ebu'ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre "oidii" kelimesinden kastedilen Kirâmen Kâtibîn melekleridir. Bunlar, Allah'ın emriyle, Âdemoğullarının yaptıklarını kaydetmek üzere görevlendirilmişlerdir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhîm(-i Nehaî)'nin bildirdiğine göre "Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyruğunda kastedilen, takipçilerin kişiyi Cinlerden korumasıdır. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan (.....) kelimesinden kastedilen, kişiyi önünden ve arkasından koruyan meleklerdir. Kaderinde olan bir şey başına geleceği zaman ise melekler onu yalnız bırakırlar. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Hiçbir kul yoktur ki, onu uyurken ve uyanıkken cinlerden, insanlardan ve arslandan koruyan görevli melek olmasın. Ona zarar vermek isteyen olduğu zaman bu melek: «Geri dön!» der. Ancak Allah'ın kendisine isabet etmesine izin verdiği bir şeyse bu şey o kula isabet eder." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ka'bü'l-Ahbâr der ki: “Eğer Âdemoğlu her düzlük ve engebeli yeri görebilseydi, her yerde şeytanların olduğunu görürdü. Eğer Yüce Allah, sizi yemek yerken, su içerken ve ve gizli hallerinizde sizden şeytanları uzaklaştıran melekler görevlendirmiş olmasaydı, bu şeytanlar sizi çabucak kaparlardı." İbn Cerîr'in Ebû Miclez'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali namaz kılarken Murâd kabilesinden bir adam gelerek: “Kendine muhafız tut. Murâd kabilesinden bazıları seni öldürmek istiyor" deyince, Hazret-i Ali şu karşılığı verdi: “Her kişiyi, kendisi için takdir edilmemiş şeylerden korumakla görevli iki melek vardır. Kaderinde olan bir şey başına geleceği zaman bu melekler, kişiyi kaderiyle baş başa bırakır. Doğrusu ecel sağlam bir kalkandır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: “Her kişinin yanında onu koruyan bir melek vardır. Ancak kaderinde olan bir şey gelince melek onu kendisi için takdir edilen şeye teslim eder." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî âyet hakkında şöyle demiştir: “Her kulun meleklerden bir takipçisi vardır. Gündüz, iki melek bu kişinin yanında bulunur, gece olunca yükselirler ve onların ardından iki melek gelip sabaha kadar bu kişinin yanında bulunurlar. Bu melekler kişiyi önünden ve arkasından korurlar. Bu kişiye takdir edilmeyen hiçbir şey isabet etmez. Eğer onun için takdir edilmemiş bir şey başına gelecek olursa melekler bu şeyi kendisinden uzaklaştırırlar. Görmüyor musun? Kişi duvarın yanından geçiyor ve geçtikten sonra duvar yıkılıyor. Onun için takdir edilen bir şey başına geleceği zaman ise, bu kişiyi kaderiyle baş başa bırakırlar. Bu melekler Allah'ın emriyle böyle yapmakta ve onu korumaktadırlar." İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre, Ubey b. Ka'b, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Hiçbir kimse yoktur ki, onu, üzerine duvar düşmesinden veya kuyuya düşmesinden ya da yırtıcı hayvanın yemesinden ya da boğulmaktan, yangından koruyan melekler olmasın. Bu kişinin başına kaderinde olan bir şey geleceği zaman onu kaderiyle baş başa bırakırlar." Mekâyidu'ş-Şeytân'da İbn Eb i'd-Dünyâ, Taberânî ve Sâbûnî el-Mieteyn'de, Ebû Umâme'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:. "Mümin için üç yüz altmış melek görevlendirilmiştir. Bunlardan yedi tanesi gözü korurlar ve tıpkı yaz gününde sineklerin bal çanağından kovalandığı gibi belaları ondan defeder. Eğer (Şeytanı) görebilseydiniz onu her düzlükte ve dağda, ellerini ve ağzını açmış oarak görürdünüz. İnsanoğlu ona karşı bir an kendi kendine bıraküsaydı şeytanlar onu ele geçirirdi. " Ebû Dâvud el-Kader'de, İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Her kulu, üzerine duvar düşmemesi veya kuyuya düşmemesi ya da bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu korumakla görevli hafaza melekleri vardır. Bu kişiye takdir edilen bir şey isabet edeceği zaman hafaza melekleri kendisini kaderiyle baş başa bırakırlar ve Allah'ın dilediği şey bu kişiye isabet eder. —Ebû Dâvud'un lafzında ise ifade şu şekildedir:— "İnsanlardan hiç kimse yoktur ki, onu korumakla görevli olan bir melek bulunmasın. Bir hayvan veya başka bir şey kendisine zarar vereceği zaman bu melek: «Bundan sakın!» der. Bu kişi için takdir edilen bir şey olacağı zaman ise kendisini kaderiyle baş başa bırakırlar." İbn Cerîr, Kinâne el-Adevî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Osman, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girip: “Ey Allah'ın Resûlü! Bana kul ile birlikte kaç meleğin bulunduğunu haber verir misin?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: “Sağında bir melek var; sevaplarını yazar ve bu melek solundaki meleğin emîridir. Solunda bir diğer melek var, bu da günahlarını yazar. Sen bir iyilik işledin mi on olarak yazılır, bir kötülük işledin mi sol taraftaki, sağ taraftakine: «Yazayım mı?» diye sorar. Sağdaki melek: «Hayır, olur ki Allah'tan mağfiret diler yahut O'na tövbe eder» cevabını verir. Soldaki melek aynı soruyu üç defa tekrarladığı zaman sağdaki: «"Olur yaz. Evet, artık yazabilirsin. Allah bizi onun şerrinden korusun, ne kötü bir arkadaştır. Allah'ı gözetmesi ve Allah'tan utanması amma da azmış!" diye cevap verir» der. Yüce Allah ise: «İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar» buyurmuştur." İki melek de önünde ve arkanda var. Yüce Allah da: “Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyurmaktadır. Bir melek ise senin alnını yakalamıştır, Allah için alçak gönüllülük gösterecek olursan, seni yükseltir, Allah'a karşı büyüklenecek olursan, belini kırar. Dudaklarının üzerinde de iki melek vardır, bunlar senin ancak Muhammene ve aile halkına getirdiğin salâtü selâmı tesbit ederler. Bir melek de ağzın üzerinde dikilidir. O, yılanın ağzına girmesine fırsat vermez. Gözlerinin üzerinde de iki melek vardır. İşte herbir insan üzerindeki on melek bunlardır. Gece melekleri ile gündüz melekleri yer değiştirir dururlar. Çünkü geceleyin duran melekler, gündüzün duran meleklerle aynı değildir. İşte herbir insan üzerinde bu şekilde yirmi melek vardır. İblis de gündüzün Âdemoğlu ile birliktedir, onun çocukları ise geceleyin onunla birlikte bulunurlar. " Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez" âyetini açıklarken: “Onlar günahlara dalmadıkça, Allah onların üzerindeki nimetini değiştirmez. Günahlara daldıkları zaman ise üzerlerindeki nimetleri çeker" demiştir. İbn Ebî Şeybe el-Arş'ta, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah şöyle buyurur: «İzzet ve celalime, Arş'ımın üzerindeki yüceliğime andolsun ki, bir şehir; bir ev halkı, hatta çöldeki bir bedevi, benim hoşuma gitmeyen bir günah üzerindeyken,. bundan dönerse; bana sevimli gelen taatlara yönelirse ben de onların hoşuna gitmeyecek olan azabımdan, onların hoşuna gidecek olan rahmetime dönerim. Fakat bir şehir, bir ev halkı, hatta çöldeki bir bedevi benim hoşuma giden bir taat üzerinden, benim hoşuma gitmeyen bir günaha dönerse, ben de onların sevdiği rahmetimden onların hoşuna gitmeyecek olan azabıma dönerim.»" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre Âmir b. et-Tufayl ve Erbid b. Rabîa Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve Âmir: “Eğer ben müslüman olursam bana ne vereceksin?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen süvarisin. Sana atların dizginlerini veririm" cevabını verdi. Âmir: “Sadece bu kadar mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ne istiyorsun?" karşılığını verdi. Âmir: “Doğu benim, batı da senin olsun" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır" karşılığını verdi. Âmir: “Çöller benim, şehirler de senin olsun" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Âmir: “Allah'a yemin olsun ki burayı sana karşı atlılar ve insanlarla dolduracağım!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah ve Kayle oğulları (Evs ve Hazrec) sana engel olacaktır" buyurdu. Erbid ve Âmir Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıktılar ve Âmir, Erbid'e: “Bu adamı öldürürsek, onun için iki oğlak bir kavga etmez (kendisini savunmaz) ve kabilesi, olup bitmiş bir şey için savaşmayı istemeyip diyete razı olurlar" dedi. Erbid: “Eğer böyle istiyorsan yaparız"; dedi ve karar verdikten sonra biri diğerine: “Sen geri dön, ben onu lafa tutup meşgul ederim, sen de arkasından gelip bir kılıçla işini bitirirsin" dedi. Anlaştıkları gibi yaptılar ve birisi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına geçti, diğeri de: “Bize kıssalarını anlat" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne diyorsun?" diye sorunca ise o: “Bize Kur'ân'ını oku" dedi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile uğraşıp oyalamaya başladı. (Arkadaşının bir şey yapmadığını görünce de daha sonra): “Sana ne oldu da yerinde donup kaldın ve ona vuramadın?" diye sordu. Arkadaşı: “Elimi kılıcın kabzasına koyunca kurudu ve ne kılıcı çekebildim, ne bırakabildim, ne de kıpırdatabildim" dedi. Âmir ve Erbid oradan çıkıp Harre denilen yere gelince Sa'd b. Muâz ve Useyd b. Hudayr onların geldiğini duyup, ikisi de zırhlarını giyip kılıcını kuşanarak ellerinde mızraklarla onları karşıladılar ve Âmir b. et-Tufayl'a: “Ey pis kör! Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şart koşan sen misin? Eğer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sana verdiği eman olmasaydı buradan ayrılmadan boynunu vururduk" dediler. Âmir: “Bu kimdir?" diye sorunca, "Useyd b. Hudayr" cevabını verdiler. Âmir: “Eğer babası hayatta olsaydı bana böyle davranamazdı" dedi ve Erbid'e: “Ey Erbid! Sen bir Adene'ye git, ben de Necd'e gideyim ve adam toplayıp ona karşı birleşelim" dedi. Erbid yola çıkıp Rakım denilen yere gelince Allah ona yıldırımı olan bir yaz yağmuru gönderdi ve yıldırım onu yaktı. Âmir de yola çıkıp Cerîb vadisine varınca Allah kendisine veba hastalığını gönderdi ve Âmir: “Ey Âmir ailesi! Develerde görülen cinsten bir veba beni öldürecek ve Selûloğullarından bir kadının evinde mi öleceksin!" diye bağırmaya başladı. Bu kadın, Kays kabilesindendi. Yüce Allah'ın, "O görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, çok büyüktür, yüceler yücesidir. İçinizden birisi ister sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur" âyeti buna işaret etmektedir. Âyette takdim ve tehir vardır. Âyette geçen ve Allah'ın emriyle koruyan takipçiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir durumdur. Allah bu iki kişi hakkında: “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur. O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir. Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır. El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açarı kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır" buyurmuştur. Lebîd, kardeşi Erbid hakkında ağlayarak şöyle dedi: Erbid için ölümden korkardım ama, Balık ve aslan yıldızlarının ona musibet vereceğinden korkmazdım. Gök gürültüsü ve yıldırım canımı yaktı, O sıkıntılı günlerde imdada yetişen kahraman atlının ölümüne sebeb olarak. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez" âyetini açıklarken: “Değiştirmek insanlardan, kolaylaştırmak ise Allah'tan gelir. Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini değiştirmeyiniz" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) der ki: Yüce Allah, İsrâiloğullarının peygamberlerinden birine şöyle vahyetti: “Bir şehir, hatta bir ev halkı, Allah'a itaat üzereyken, bundan dönüp isyana dönerse, Allah onları sevdikleri şeyden sevmedikleri şeye döndürür." Bunu tasdik eden şey, Allah'ın Kitab'ındaki, "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez" âyetidir. Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Ebî Hîlâl'den bildirdiğine göre peygamberlerden birinin ümmeti çabucak günahlara dalınca kendilerine: “Size Rabbimin risaletini tebliğ etmem için etrafımda toplanın" dedi. Yanında toplandılar ve peygamber elinde bir küp varken: “Yüce Allah sizlere şöyle buyuruyor: “Göklere yetişecek derecede günah işlediniz. Eğer tövbe edip bu günahlardan sıyrılmazsanız şunun (küpün) kırıldığı gibi sizi kırarım" deyip çömleği yere attı ve çömlek kırılıp dağıldı. Sonra şöyle dedi: “Sizi birbirinizden ayırırım ve hiç kimseye faydanız dokunmayacak duruma gelirsiniz. Sonra üzerinize bahtsız kişiler gönderirim ve benim için sizden intikam alır. Sonra kendi nefsim için intikam alan ben olurum." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Haccâc(-ı Zâlim, halk için) bir cezadır. Allah'ın (gönderdiği) cezasını kılıçla karşılamayınız. Onu tövbe, tazarrû ve boyun eğerek karşılayın". Ebu'ş-Şeyh, Mâlik b. Dînâr'ın: “Her günah işlemenizde, Yüce Allah bu günahınıza karşılık size bir ceza gönderir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr der ki: “Bazı kitaplarda: “Ben, kralların sahibi Allah'ım! Kralların kalbi benim elimdedir. Kalplerinizi krallara sövmekle meşgul etmeyiniz. Bana dua edin ki onları size karşı iyi davranmasını sağlayayım" yazılı olduğunu okudum. Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur" âyetini açıklarken: “Allah'tan başka onlara dost olan, yardım eden ve sığındıran kimse yoktur" demiştir. |
﴾ 11 ﴿