29"İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Sevinç ve göz aydınlığı vardır" mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onlar için güzel şeyler vardır" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onlara gıpta edilir" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onlar için iyilikler vardır" mânâsındadır ve bu, Arapların kullandığı bîr deyimdir. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Arapça bir deyimdir ve: “Hayır elde ettin" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhim'den bildirdiğine göre âyeti, Yüce Allah'ın onlara verdiği hayır ve üstünlük mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyeti, Cennet mânâsındadır. İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Cennet mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tuba, Habeşî diliyle Cennetin adıdır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah cenneti yaratıp bitirdiği zaman, onu beğendi ve: “İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır" buyurdu. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in: “Tûba, Hint diliyle Cennetin adıdır" dediğini bildirir. İbnü'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'in: “Tuba, Hint diliyle Cennetin adıdır" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tûba, cennette bir ağacın adıdır" demiştir. Abdurrezzâk, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cenne'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: “Tûba, cennette bir ağaçtır. Allah ona: «Kulum için istediği her şeyi yarılarak içinden çıkar« buyurur. Bu ağaç da yarılarak ona içinden eğeri ve dizginleriyle beraber bir at çıkartır. Yine içinden eğer takımları ve dizginleri, yuları bulunan deve çıkartır. Yine onun istediği gibi en güzel elbiseleri de çıkartır." İbn Cerîr'in, Muâviye b. Kurra vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Tûba, Yüce Allah'ın kendi eliyle diktiği ve ona ruhundan üflediği bir ağaçtır. Bu ağaçtan, süs eşyaları ve elbiseler biter. Bu ağacın dalları cennetin Sur'unun ötesinden dahi görülür." Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Utbe b. Abd'in şöyle dediğini bildirir: Bir bedevi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Bahsettiğin Havz'ın nedir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Havzım, San'â ile Busra arasındaki mesafe büyüklüğündedir. Sonra Yüce Allah onu o kadar uzatır ki, hiçbir beşer onun kenarının nerede olduğunu bilemez" buyurdu. Bedevi: “Onda meyve var mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet Onda, Tûba adında Firdevs'i kaplayan bir ağaç vardır" cevabını verdi. Bedevi: “Bizim yerlerimizdeki hangi ağaca benzer?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin yurdundaki hiçbir ağaca benzemez. Şam'a hiç gittin mi?" karşılığını verdi. Adam: “Hayır" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tuba ağacı, Şam'da, ceviz diye bilinen bir ağaca benzer. O ağaç bir gövde üzerinde yükselir ve üst tarafı da yayılır" buyurdu. Bedevi: “Onun kökünün büyüklüğü ne kadardır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şayet yakınlarına ait dört yaşım bitirmiş bir dişi deveye binecek olsan, aşırı yaşlılıktan dolayı göğsünün kemiği kırılıncaya kadar (yol alırsın da) sen bunun gövdesinin etrafını dolaşamazsın" cevabını verdi. Bedevi: “Onda üzüm var mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verdi. Bedevi: “Bu üzümün salkımının büyüklüğü ne kadardır?" diye sorunca ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Alacakarganın bir ayda gidebileceği mesafe büyüklüğündedir" cevabını verdi. Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Hatîb Tarih'te, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Seni görüp sana iman edene Tûba var mıdır?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni görüp bana iman edene Tûba vardır. Sonra beni görmediği halde iman edene Tûba vardır, Tûba vardır, Tûba vardır" buyurdu. Bir adam: “Tûba nedir?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cennette yüz senelik yol uzunluğunda bir ağaçtır. Cennet halkının giysileri onun kabuklarından çıkar" cevabını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cenne'de ve İbn Ebî Hâtim'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sizden Cennete girip Tûba ağacına götürülmeyecek kimse yoktur. Onun için Tûba'nın dalları açılır ve ondan dilediğinden alır. Dilerse beyaz, dilerse kırmızı, dilerse yeşil, dilerse sarı, dilerse siyah. Onun dalları gelincik çiçeği gibi, son derece ince ve güzeldir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki: “Tûba, kökü Hazret-i Ali'nin odasında olan Cennetteki bir ağaçtır. Cennette hiçbir oda yoktur ki, bu ağacın dalarından biri o odada olmasın." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Şam ahalisinden biri olan Ebû Cafer'in şöyle dediğini bildirir: “Rabbin, bir inciyi alıp düzledi, sonra onu Cennetin ortasına yaydı. Sonra ona: “Benim rızama erişinceye kadar yayıl" buyurdu. İnci yayıldıktan sonra Yüce Allah bir ağaç alıp incinin ortasına dikti, sonra ona: “Rızama erişinceye kadar yayıl" buyurdu. Ağaç yayılınca onun köklerinden Cennetin nehirleri fışkırdı. Bu ağaç, Tuba'dır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ferkad es-Sebehî der ki: Yüce Allah, Hazret-i İsa'ya (aleyhisselam) İncil'de şöyle vahyetti: “Ey İsa! Emrimi yerine getirmede gayretli ol ve acizlik gösterme. Sözümü dinle ve emrimi yerine getir. Ey bakire olan Betûl'ün oğlu! Seni erkeksiz (babasız) yarattım, seni ve anneni âlemlere bir mucize kıldım. Bana ibadet et, Bana tevekkül et ve Kitaba kuvvetle sarıl." Hazret-i İşa (aleyhisselam): “Ya Rabbi! Hangi kitaba kuvvetle sarılayım?" diye sorunca, Allah şöyle buyurdu: “İncil'e kuvvetle sarıl ve onu Süryânilere açıkla. Onlara, Benim Allah olduğumu, Benden başka ilah olmadığını, Benim, diri, yarattıklarının işini çeviren, yoktan var eden, yok olmayan ve Dâim olan olduğumu bildir. Allah'a ve âhir zamanda gelecek olan ümmi peygambere iman edin, onu tasdik edip tâbi olun. O, deveye biner, önden açık olan yün elbise, asa taşıyan ve sarık takan biridir. Gözleri sürmeli, kaşları bitişik, şan ve şeref sahibidir. Onun nesli mübarek bir kadından -Hazret-i Hatice- devam eder Ey İsa! Onun, cennette altınlarla birleştirilmiş inciden kamışlarla yapılan ve içinde sıkıntı ve tasanın duyulmadığı bir köşkü vardır. Bu kadının bir kızı -Hazret-i Fâtıma- vardır ve onun da şehid edilecek iki oğlu -Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin- vardır. Onun zamanına yetişip sözlerini işitene Tûba vardır." Hazret-i İsa: “Ey Rabbim! Tûba nedir?" diye sorunca, Yüce Allah: “Kendi elimle diktiğim ve meleklerimi iskân ettirdiğim, kökü Rıdvân'dan suyu ise Tesnîm (denilen pınar)dan olan Cennetteki bir ağaçtır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Tûba cennette bir ağaçtır. Onun meyvesi kadın göğsü gibidir ve içinde giysiler vardır. İbn Ebi'd-Dünyâ el-Azâ'da ve İbn Ebî Hâtim, Hâlid b. Ma'dân'ın şöyle dediğini bildirir: “Cennette Tûba adında memeleri olan bir ağaç vardır. Bu ağaç, Cennet çocuklarını emzirir. Süt emme çağında ölen çocuklar, Tûba ağacının bu memelerinden emerler. Kadının düşürdüğü çocuk, kıyamet gününe kadar cennet nehirlerinden birinde dönüp durur ve (kıyamet günü) kırk yaşında olarak diriltilir." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Şehr b. Havşeb'den bildirdiğine göre Tûba, Cennette bir ağaçtır ve Cennetin bütün ağaçlan ondandır. Dalları, cennet surunun (duvarlarının) ötesindedir. İbn Cerîr, Şimr b. Atiyye'nin: “Tûba, Cennetteki bir ağacın adıdır" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: “Cennette Tûba adında bir ağaç vardır. Süvari olan biri onun gölgesinde yüz yıl gitse yine de kat'edemez. Bu ağacın çiçekleri incecik elbiseler, yaprakları çizgili kumaşlar, dalları amber, bulunduğu vadinin çakılları yakut, toprağı kâfur, balçığı misktir. Onun kökünden içki, süt ve bal nehirleri çıkar. Orası cennet halkının oturma yeridir. Onlar oturma yerlerinde otururlarken birden melekler soylu develer sürerek Rabları katından onlara gelirler. Develer altından zincirlerle gemlenmiştir. Yüzleri güzellikçe (ışık saçan) lâmbalar gibidir. Onların (develerin) yünü yumuşaklığında tiftik gibidir. Üzerlerinde levhaları yakuttan, yan yüzleri altından eğerler vardır. Elbiseleri atlastandır. Melekler, develeri çöktürürler ve: “Rabbımız kendisini ziyaret edesiniz, diye size bizi gönderdi" derler. Develere binerler. Develer kuştan daha hızlı, kelebekten daha hafif basışlı, hizmetçileri (seyisleri) olmayan soylu develerdir. Kişi, kardeşinin yanında onunla konuşarak ve fısıldaşarak yürür. Onlardan hiç bir binitin kulağı, diğerinin kulağına değmez. Hiç bir binitin göğsü diğerinin göğsüne değmez. O kadar ki kişinin kardeşiyle arasını ayırmamak için ağaçlar yollarından eğilip onlara yol verirler. Nihayet Rahman ve Rahîm olanın yanına varırlar ve Yüce Allah keremli yüzünü onlar için açar ve O'na bakarlar. O'nu gördükleri zaman: “Ey Allahım! Selâm Sensin, selâm Sendendir. Celâl ve ikram Senin için hak olmuştur" derler. İşte o zaman Yüce Allah: “Ben selâmım, selâm Bendendir. Rahmetim ve sevgim sizin için hak olmuştur, gaybda (Beni görmeksizin) Benden korkan ve emrime itaat eden kullanma merhaba" buyurur. Onlar: “Ey Rabbimiz! Sana lâyık bir şekilde hakkıyla ibâdet etmedik. Senin kadrini lâyıkı veçhile bilmedik. Önünde secde etmemize izin ver" derler. Allah: “Burası zahmet ve ibâdet yurdu değildir, Fakat mülk ve nimet yurdudur. Ben sizden ibâdet zahmetini kaldırdım. Benden dilediğinizi isteyin. Muhakkak ki sizden her birinin bir isteği vardır" buyurur. Onlar da Yüce Allah'tan isterler. O kadar ki onlardan isteği en kısa olanı: “Ey Rabbim! Dünya halkı dünyaları hususunda yarıştılar ve orada birbirlerini darlığa düşürdüler. Ey Rabbim! Dünyayı yarattığın günden dünyanın sona erişine kadar, onların içinde bulundukları her şeyin bir mislini bana ver" der. Allah: “Senin isteğin ne kadar kısa oldu. Muhakkak sen, derecenden daha aşağısını istedin. Bu, Benden sanadır. Ben, kendi katımdan sana bahşediyorum. Zira Benim vermemde zorluk ve azaltılma yoktur" buyurur. Sonra şöyle buyurur: “Kullarıma umutlarının ulaşamayacağı ve onlardan hiç birinin aklına gelmeyenleri arzediniz" buyurur. (Allah'ın nimetleri) onlara arz edilir ve onların içlerinde bulunan umutları çok kısa kalır. Onlara arz edenler içinde yan yana dizilmiş atlar vardır. Onlardan her dördünün üzerinde yekpare yakuttan bir taht vardır. Her tahtın üzerinde yekpare altından bir kubbe vardır. Onlardan her bir kubbenin içinde ise cennet yataklarından gösterişli yataklar vardır. Her bir kubbenin içinde hurilerden iki câriye bulunur. Her hurinin üzerinde cennetteki bütün renkleri üzerinde taşıyan iki elbise vardır ve bu huriler Cennetteki bütün kokulardan sürünmüşlerdir. Yüzlerinin aydınlığı kubbenin kalınlığından geçer. O kadar ki onları görenler, bu hurilerin kubbenin dışında olduğunu sanır. Tepeden tırnağa şeffaftırlar, o kadarki beyinleri kırmızı bir yakut içindeki beyaz iplik gibi görünür. Her iki câriye de (emrine verildikleri mümini) arkadaşına göre güneşin taşa olan üstünlüğünde veya daha üstün görür. (Mümin de) onlar için aynı şekilde düşünür. Onların yanına girince, Huriler onu selâmlar, onu öper ve kucaklayıp ona: “Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın senin gibisini yaratmış olduğunu sanmayız" derler. Sonra Allah meleklere emir buyurunca, Melekler, bu müminleri bir saf halinde cennete yürütürler ve nihayet onlardan her biri, kendisi için hazırlanmış olan yerine ulaşır." İbn Ebî Hâtim, başka bir kanalla Vehb b. Münebbih'ten, o da Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn b. Fâtıma'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Cennette Tûba adında bir ağaç vardır. Hızlı giden bir süvari onun gölgesini ancak yüz yılda geçebilir. Bu ağacın yaprakları yeşil kumaşlar, çiçekleri incecik sarı giysiler, salkımları ipek ve atlastan, meyveleri yeşil kaftanlar, zamkı zencebil ve bal, -kumsalı kırmızı yakut, yeşil zümrüd, toprağı misk, anber ve san kâfur; otu çok-geniş za'firan ve tütsüdür. Bu tütsüler, yakıtsız tüterler; kökünden, selsebil, kaynak ve halis içki nehirleri çıkar. Onun gölgesi Cennet ahalisinin sohbet etmek için buluştuğu meclislerinden bir meclistir. Onlar bir gün yine Tûba ağacının gölgesinde sohbet ederlerken birden, yakuttan şekillendirildikten sonra kendilerine ruh üflenmiş develeri süren melekler gelir. Bu develerin yuları altından, yüzleri ise kandiller gibi parlamakta, yünleri kırmızı ipektendir ve üzerinde beyaz çizgiler vardır. Görenler onlar gibi güzel develer görmemiştir. Bu develer, seyisleri olmadan sahiplerine boyun eğerler ve idman yapmamalarına rağmen hızlı giderler. Üzerlerinde levhaları mercanla süslenmiş iri inci ve yakuttan eğerler vardır. Melekler bu develeri, onlar için çökertirler ve şöyle derler: “Rabbiniz size selam söylüyor ve Sizin Ona nazar etmeniz, Onun da size bakması, Ona selam vermeniz ve Onun da size selam vermesi, Onunla konuşmanız ve onun da sizinle konuşması, fazlından ve bol rızkından size bolca ihsan etmesi için kendisini ziyaret etmenizi istiyor. Şüphesiz ki O, rahmeti geniş ve büyük fazıl sahibidir." Bu kişilerden her biri kendi bineğine geçer ve düzgün sıra hâlinde biri diğerini geçmeden, bir deve kulağı diğerininkinden, göğsü diğerinin göğsünden ileri geçmeden, aynı hizada giderler. Cennet ağaçlarının hangisinin yanından geçseler, o ağaç kendilerine meyvelerinden hediye eder ve saflarının bozulmaması veya birinin diğerlerinden ayrılmaması için kenara çekilip onlara yol verir. Nihayet Cebbâr olan Allah'ın huzuruna vardıklarında, Yüce Allah onlara keremli yüzünü açar ve azametiyle kendilerine tecelli ederek selam verir. Onlar: “Ey Rabbimiz! Selâm Sensin, selâm Sendendir. Celâl ve ikram Senin için hak olmuştur" derler. İşte o zaman Yüce Allah: “Ben selâmım, selâm Bendendir. Rahmetim ve sevgim sizin için hak olmuştur, vasiyetimi koruyan, ahdime riayet eden, gaybda (Beni görmeksizin) Benden korkan ve her durumda benden korkan kullarıma merhaba!" buyurur. Onlar: “Senin izzet ve celâline, mekânının yüksekliğine yemin olsun ki Seni hakkıyla takdir edemedik, Senin haklarını sana ödeyemedik! Önünde secde. etmemize izin ver" derler. Allah: “Artık üzerinizden ibâdet yükünü indirdim, bedenlerinizi rahat kıldım, düşünün, benim için ne uzun yıllar beden yormuştunuz, Benim için yüzler sürmüştünüz, şimdi Benim esenliğime, rahmet ve. ikramına koşup geldiniz. Benden dilediğinizi isteyin ve dilediğinizi temenni edin. Bugün sizi amellerinizle değil, rahmetim, keremim, mekânımın yüksekliğine ve şanımın yüceliğine yaraşır şekilde mükafatlandıracağım" buyurur. Bunun üzerine bağışlar talep ederler, o kadar çok isterler ki içlerinde en az isteyen Allah'ın yarattığı günden yok ettiği güne kadar dünyada var olan her şeyi ister. Rableri onlara: “Çok az istediniz, hak ettiğinizden aşağısına razı oldunuz, ama size o arzu ve isteklerinizi hepten verdim gitti, üstelik zürriyetlerinizi de size kattım, ayrıca hayal edemeyeceğiniz başka şeyleri de size verdim. Rabbinizin size verdiklerine bakınız" buyurur. Baktıklarında, Refiku'l-A'lâ'da kubbelerin ve inci ve mercandan yapılmış odaların olduğunu görürler. Bu odaların kapısı altından, divanları yakuttan, yatakları ipekten, minberleri ise nurdandır. Kapılarından ve avlularından öyle nur taşmaktadır ki, güneş ışığı onun yanında yıldızın gündüz saçtığı ışık gibi kalır. Yine o, yüceliklerin yücesinde yakuttan, nuru parıldayan muhteşem saraylar görürler. Eğer bu saraylar, onların emrine verilmiş olmasaydı gözlerini kamaştırırdı. Bu sarayların beyaz yakuttan olanı beyaz ipekle, kırmızı yakuttan olanı kırmızı atlasla, yeşil yakuttan olanı yeşil atlasla, sarı yakuttan olanı sarı kadife, erguvan ile döşenmiş, yeşil zümrüt, kırmızı altın ve beyaz gümüşle süslenmiştir. Direkleri ve temelleri cevherdendir. Balkonları, inciden kubbelidir. Burçları, mercandan odalardır. Rablerinin onlara verdiklerine ulaştıklarında, onlara beyaz yakuttan kendilerine ruh üflenmiş eğerli atlar takdim edilir. Bu atları ebedi kılınmış olan çocuklar çekmektedir. Onlardan her bir çocuğun elinde bu atlardan bir atın gemi vardır. Gemleri beyaz gümüşten, inci ve yakutla süslenmiştir. Eğerleri inci ve cevherle dokunmuş, ince ve kalın atlaslarla döşenmiş tahtlardır. Bu atlar onları, cennet bahçelerinin içinde sür'atle götürür. Nihayet menzillerine ulaştıklarında melekleri, nurdan minberler üzerinde oturmuş kendilerini ziyaret etmek, onlarla tokalaşmak ve Rablarının kendilerine bahşetmiş olduğu şereften dolayı tebrik etmek üzere beklerken bulurlar. Saraylarına girdikleri zaman orada Rablerinin kendilerine bahşetmiş olduğu, istemiş ve temenni etmiş oldukları her şeyi bulurlar. Baktıklarında, bu saraylardan her birinin kapısında dört bahçe olduğunu görürler. İki bahçe çeşit çeşit ağaçlarla dolu, iki bahçe koyu yemyeşildir. İkisinde durmadan fışkıran iki kaynak var. İkisinde her bir meyveden çifter çifter; çadırlarda gözlerini sâdece onlara çevirmiş hûrîler vardır. Makamlarını öğrenip yerleşecekleri yere yerleştiklerinde Rableri onlara: “Size vaadetnıiş olduklarımı gerçekten buldunuz mu?" diye sorar. Onlar: “Ey Rabbimiz, Sana yemin olsun ki, evet" cevabını verirler. Allah: “Rabbinizin sevabından hoşnut oldunuz mu?" diye sorunca, onlar: “Ey Rabbimiz, biz hoşnut olduk, Sen de bizden hoşnut ol" karşılığını verirler. Allah: “Benim sizden hoşnutluğum ile yurduma indiniz, yüzüme baktınız ve meleklerim, sizlerle tokalaştı. Kutlu olsun, size kutlu olsun. "Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir." Onda dirliksizlik ve azaltma yoktur" buyurur. İşte o zaman onlar: “Bizden üzüntüyü gideren, fazlı ile ebediyet yurduna bizi sokan Allah'a hamdolsun. Orada bize zahmet ve yorgunluk değmez. Doğrusu Rabbimiz bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir" derler. Abd b. Humeyd'in Mahzûmoğullarının azatlısı Ziyâd'dan bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Cennette öyle bir ağaç vardır ki, gölgesinde binitli yüz sene yürür de aşamaz. Dilerseniz «Uzanmış, yayılmış gölgeler» âyetini okuyunuz" dedi. Ka'b, Ebû Hureyre'nin bu sözünü duyunca şöyle dedi: “Doğru söylemiş. Hazret-i Mûsa'ya Tevrat'ı, Muhammed'e Furkân'ı indirene yemin ederim ki, eğer bir adam, dört veya beş yaşındaki bir deveye binip bu ağacın gövdesinin etrafını dolaşmaya kalksa ihtiyarlayıp bitkin düşer de yine dolaşamaz. Allah o ağacı kendi eliyle dikmiş ve ona ruhundan üflemiştir. Bu ağaç dalları cennet sûrunun (duvarlarının) ötesindedir. Cennetteki bütün nehirler, bu ağacın kökünden çıkar." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muğîs b. Sümeyy der ki: “Tûba, Cennetteki bir ağaçtır. Binekli bir kişi, genç bir dişi veya erkek deveye binip etrafını dolaşmaya kalksa, ihtiyarlayıp ölene kadar dolaşsa başladığı noktaya dönemez. Bu ağacın dallan Cennetteki her menzile uzanır. Cennetlikler ağacın meyvelerinden yemek istediğinde, dal onlara doğru sarkar ve cennetlikler de diledikleri kadar yerler. Yine, kuşlar gelir, cennetlikler bu kuşun etinden hem kurutulmuş olarak hem pişmiş olarak yerler, sonra kuş (kendisinden bir şey eksilmeden) tekrar uçar." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: “Tûba, Cennetteki bir ağaçtır. Binekli bir kişi, genç dört veya beş yaşındaki bir deveye binip etrafını dolaşmaya kalksa, ihtiyarlayıp ölene kadar dolaşmaya sürdürür de başladığı noktaya dönemez." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Tûba'dan bahsedilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ebû Bekr! Tuba'nın mânâsını öğrendin mi?" diye sordu. Hazret-i Ebû Bekr: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Tûba, uzunluğunu sadece Allah'ın bildiği Cennette bir ağaçtır. Binekli biri onun dallarının birinin altında yetmiş yıl gider. Onun yaprakları kaftandır. Onun dallarına konan kuşlar, Horasan develeri büyüklüğündedir." Hazret-i Ebû Bekr: “Bu kuşlar ne kadar da yumuşak (etli) olur" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “O kuşları yiyecek olanlar daha yumuşaktır. Ey Ebû Bekr! İnşallah, sen de bu kuşlardan yiyecek olanlardansın" buyurdu. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Tûba, Yüce Allah'ın kendi eliyle diktiği ve ona ruhundan üflediği Cennetteki bir ağaçtır. Bu ağacın dalları, Cennetin duvarlarının ötesinden gözükür. Bu ağacın meyveleri süs eşyasıdtr. Meyveleri de cennetliklerin ağzına kadar sarkar." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Hennâd b. es-Serî Zühd'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muğîs b. Sumeyy der ki: “Tûba, Cennetteki bir ağaçtır. Cennette hiçbir avlu yoktur ki bu ağacın dallarından biri onu gölgelemesin. Bu ağaçta rengârenk meyveler vardır. Ağacın dallarına Horasan develeri büyüklüğünde kuşlar konar. Kişinin canı bu kuşlardan yemek istediğinde kuşu çağırır ve kuş gelip onun tabağına konar. Kişi kuşun bir tarafından pişmiş et yerken diğer tarafından kurutulmuş et yer, sonra kuş eski haline dönüp uçarak gider." İbn Ebi'd-Dünyâ el-Azâ'da ve İbn Ebî Hâtim, Hâlid b. Ma'dân'ın şöyle dediğini bildirir: “Cennette Tûba denilen bir ağaç vardır ve bu ağacın her tarafında memeler vardır. Çocuk yaşta ölenler bu ağaçtan emerler." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, (.....) âyetini gıpta, (.....) âyetini ise güzel dönüş, olarak açıklamıştır. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, güzel dönüş mânâsındadır. İbn Cerîr, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur. |
﴾ 29 ﴿