10"Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, «Ey Rabbimizl Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır» demişlerdi." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Muâviye ile beraber Rum yakınlarında Madîk gazvesinde idik. O sırada Kur'ân'da zikredilen Ashâb-ı Kehf mağarasına uğradık. Muâviye: "Eğer mağara açılsa da bu kişileri bir görsek nasıl olur?" dedi." Ravi der ki: İbn Abbâs, ona: "Olmaz, Allah senden daha hayırlı kişiyi bile bundan men etti. Zira Yüce Allah: "Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı" buyurmaktadır. Muâviye: "Onların hakkında bilgi edinmeden gitmeyeceğim" diyerek, mağaraya adamlar gönderip: "Mağaraya girin ve içeride neler olduğuna bakın" dedi. Adamlar gidip mağaraya girince Allah onlara bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar kendilerini dışarıya çıkardı. Muâviye'nin öyle yaptığı İbn Abbâs'a bildirilince, Ashâb-ı Kehf'i şöyle anlatmaya başladı: Bunlar zalim bir kralın memleketindeydiler. Halk tapmaya başlamıştı. Hatta putlara bile tapıyordu. Bu gençler ise şehirde idi. Halkın putlara taptığını görünce o şehri terk edip gittiler. Allah onları birbirleriyle anlaşmaksızın bir araya getirdi. Birbirlerine: "Nereye gitmek istiyorsun? Nereye gidiyorsun?" demeye başladılar. Bir kısmı gideceği yeri diğerlerinden gizlemeye başladı. Çünkü her biri diğer birinin şehri ne diye terk ettiğini bilmiyordu. Hal böyle iken birbirlerine durumlarını anlatacaklarına dair anlaşıp sözleştiler. Herkes bir tek şey için şehri terk etmişse bir sorun olmayacak, aksi takdirde anlattıkları şeyler gizli kalacaktı. Hepsi bir tek kelime üzere toplandılar ve: "Kalkıp da, «Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O'ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?» dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik. Madem ki onlardan ve Allah'tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın" dediler. Bunlar artık kaybolmuştu. Aileleri onları aramaya başladı. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı. Bu durumu krala haber verdiler. Kral: "Bu günden sonra bunların başında bir durum olacaktır. Bunlar cinayet işlememiş ve bir şey yapmamış oldukları halde ortadan kayboldular" dedi. Kurşundan bir levha isteyerek üzerine bu kişilerin isimlerini yazdı ve levhayı hazinesine bıraktı. Zira Yüce Allah: "...Ashâb-ı Kehf i ve yazılı levha sahipleri..." buyurmaktadır. Rakîm, isimleri levhaya yazılan ve gidip mağaraya giren kişilerdir. Allah onların uykusunu getirdi ve uyudular. Eğer güneş onlara değecek olsaydı onları yakardı. Eğer uyurlarken bir taraftan bir tarafa dönmemiş olsalardı toprak vücutlarını yer bitirirdi. Allah'ın: "(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın" âyeti da bunu göstermektedir. Sonra bu kral gidip yerine Allah'a ibadet eden ve putları kıran başka bir kral geldi. İnsanlara karşı adil davrandı. Sonra Allah bu kişileri istedikleri bir hâl üzere uyandırdı. Aralarından biri: "Ne kadar uyudunuz?" deyince bir kısmı: "Bir gün" derken, bir kısmı: "İki gün" dedi. Bir kısmı da: "Daha fazla" dedi. Büyükleri ise: "İhtilaf etmeyin. Çünkü ihtilafa düşen hiç bir kavim yoktur ki mutlaka helak olmuştur. "Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin" dedi. Burada temiz yiyecek kastedilmektedir. Çünkü önceleri domuz keserlerdi. Genç şehre gelince bir işaret gördü ve onu tanımadı. Bir bina gördü, onu da tanımadı. Sonra bir fırıncıya gitti ve ona deve yavrusu ayağı büyüklüğünde bir dirhem verdi. Fırıncı bu dirhemi tanımamış ve: "Bu dirhemi nereden getirdin? Sen bir hazine bulmuşsun. Ya bana hazinenin yerini söylersin ya da seni krala götürürüm" dedi. Bunun üzerine genç: "Babam kralın mıntıka âmiri iken beni onunla mı korkutuyorsun?" dedi. Fırıncı: "Baban kimdir?" diye sorunca: "Babam filandır" cevabını verdi. Fakat fırıncı söylenen kişiyi tanımamış ve: "Kral kimdir?" diye sormuştu. Genç: "Kral filan kişidir" karşılığını verince fırıncı onu da tanımamıştı. Bunun üzerine insanlar etrafına toplandı. Genci memleketin bilirkişisine götürdüler. Bilirkişi adama sorular soruyor genç te cevaplıyordu. Bilirkişi: "Bana levhayı getirin" dedi. Levhayı getirdiklerinde gencin arkadaşlarını okuyup arkadaşları filan ve filandır demeye başladı. Onların isimleri levhada yazılıydı. Oradakiler: "Allah sizi kardeşlerinize gönderdi" dediler ve yola çıkıp mağaraya yetiştiler. Mağaraya yaklaştıkları zaman genç: "Siz yerinizde kalın, ben arkadaşlarımın yanına gireyim. İçeriye birden hücum ederseniz sizden korkarlar. Onlar, Allah'ın sizi kendisine yönelttiğini ve tövbenizi kabul ettiğini bilmemektedir" dedi. Oradakiler: "O zaman bize geri döneceksin" dediler. Genç: "Evet, inşallah geri döneceğim" karşılığını verdi. Genç içeri girdiğinde oradakilerin nereye gittiğini bilemeyip girdiği yeri de bulamadı. Adamı ısrarla aradılar, ama girdiği yeri bir türlü bulamadılar. Bunun üzerine: "Bu kardeşlerinize ikramda bulunun" diyerek bu durum hakkında aralarında görüştüler ve: "Onlar için bir mescid yapalım" dediler. Orada da bir mescid yaptılar. Bu mescid de namaz kılıp onlar için istiğfar etmeye başladılar. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Ashâb-ı Kehf kral çocukları idî. Allah onlara İslam'ı nasib etmişti. Onlar kavimlerinden ayrılarak İslam'a sığındılar ve mağaraya gittiler. Allah onların kulaklarını tıkadı ve kavimleri helak olup yerlerine Müslüman bîr kavim gelene kadar uyuya kaldılar. Artık kralları da Müslüman bir kişiydi. Bu kavim ruh ve ceset hakkında ihtilafa düşmüştü. Aralarından bir kişi: "Ruh ve ceset beraber dirilir" derken, başka biri: "Sadece ruh diriltilecektir. Cesedi ise yer (toprak) yiyecektir, o hiçbir şey olacaktır" dedi. Bu ihtilaf krala ağır gelmişti. Kral meshlerini giyerek kumluk bir yere gitti. Sonra Allah'a dua ederek: "Ey Rabbim! Bu kişilerin ihtilafını görüyorsun. Onlara gerçeği gösterecek bir delil gönder" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah Ashâb-ı Kehf'i uykularından uyandırdı. Bunlar yemek satın alıp getirmesi için birini çarşıya gönderdiler. Bu kişi gördüğü yüzleri tanımıyor, ancak yollan biliyordu. İmanın şehirde yayılmış olduğunu gördü ve gizlenerek yoluna devam etti. Yemek satın alabileceği bir kişinin yanına geldi. Satıcı gümüş paraya bakınca, para kendisine yabancı geldi." -Ravi der ki: Sanırım burada: . "Deve yarusu ayağı büyüklüğünde gümüş para verdi" dedi.- "Genç: "Kralınız filan kişi değil midir?" deyince, satıcı: "Hayır, kralımız filan kişidir" karşılığını verdi. Satıcı genci krala çıkarana kadar bu konularda konuştular. Kral insanları toplayarak onlara: "Siz ruh ve ceset hakkında ihtilafa düştünüz. Allah size bir delil gönderdi. Bu kişi filan kişinin kavmindendir" dedi. Kral burada kendisinden önceki kralı kastetti. Genç: "Benimle beraber arkadaşlarımın yanına gelin" deyince kral ve insanlar bineklerine binerek mağaranın yanına geldiler. Genç: "Beni bırakın da içeri gireyim" dedi. Onlar gence, genç te onlara bakınca kulakları tıkandı (ve onu göremediler). Bunun üzerine kral ve beraberindekiler içeri girdiler. İçeride tanımadıkları cansız cesetler bulunmaktaydı. Kral: "Bu, Allah'ın size göndermiş olduğu delildir" dedi. İbn Abbâs, Habîb b. Mesleme ile beraber bir gazveye çıkmış ve bu mağaraya uğramışlardı. Mağarada kemikler bulunmaktaydı. Bir kişi: "Bunlar Ashâb-ı Kehf'in kemikleridir" deyince, İbn Abbâs: "Onların kemikleri üç yüz yıl fazlasından daha önce yok olmuştur" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Ashâb-ı Kehf, bu şehir büyüklerinin ve eşrafının çocuklarıydı. Bunlar aralarında bir anlaşma olmaksızın şehrin arkasında bir yerde toplandılar. İçlerinden en fazla şüphelenen biri: "Ben içimde öyle bir şey hissediyorum ki, zannederim hiç biriniz bunu içinde hissetmemektedir" dedi. Onlar: "Ne hissediyorsun?" diye sorunca: "Ben içimde Rabbimin, yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu hissediyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine onlar da kalkarak hep bir ağızdan: "Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz" dediler. Onların konuştukları arasında Allah'ın Kur'ân'da zikretmiş olduğu şeyler de bulunmaktaydı. Bunlar mağaraya girmeye karar verdiler. O zaman şehirlerinde Dekyûs denilen zalim biri vardı. Uzun bir süre mağarada uyuya kaldılar. Sonra Allah onları uyandırdı. Onlar da aralarından bir kişiyi kendilerine yemek satın alması için çarşıya gönderdi. Bu kişi mağaradan çıktığı zaman, mağaranın kapısı yanında içinde hurma kurutulan bir ağıl gördü ve (kendi kendine): "Bu geçen akşam burada yoktu" dedi. Sonra Müslümanların sözlerinden bazı sözler işitti. Müslümanlar Allah'ı zikrediyordu. O şehrin insanları Müslüman olmuş ve sâlih biri kralları olmuştu. Bir ara yolu şaşırdığını zannetti. Sonra çıkmış olduğu şehre ve karşısında bulunan iki şehre daha bakmaya başladı. Bu şehirlerin isimleri Ufsûs, Eydebûs ve Şâmûs'tu. O yine (kendi kendine): "Ben yolu şaşırmadım. Bunlar Ufsûs, Eydebûs ve Şâmûs şehirleridir" dedi. Sonra çıkmış olduğu şehre yöneldi ve çarşısına geldi. Gümüş parasını bir adama verince, o bu gümüş paranın diğer insanların parası gibi olmadığını anladı. Bunun üzerine korkarak kralın yanına gitti. Kral ona sorunca: "Belki de bu kişi Dekyûs zamanında şehir dışına çıkmış olan gençlerden biridir. Ben, bize onları ve yerlerini göstermesi için Allah'a dua ederdim" dedi. Kral şehrin yaşlılarını topladı. Bu yaşlıların birinde bu kişilerin isimleri ve nesepleri bulunmaktaydı. Bu yaşlı kişi diğerlerine sorular soruyor, onlar da cevap veriyordu. Sonra gence sordu ve: "Genç doğru söylemektedir" dedi. Kral ve şehir halkı bu genç kişiyle beraber arkadaşlarının yanına gittiler. Mağaraya yaklaştıklarında gencin arkadaşları içeriden insanların seslerini işittiler ve: "Arkadaşınız yakalanmış" demeye başladılar. Onlar birbirlerinin boynuna sarılıp birbirlerine nasihatler etmeye başladılar. Genç kendilerine yaklaşınca onu gönderdiler. Arkadaşlarının yanına vardığı zaman onlar gerçekten öldüler. Kral onları görünce bu durum ağırına gitmişti. Onlara canlı olarak yetişememişti. Kral: "Onları defnedeceğim, bana altından bir sandık getirin" dedi. Ona ölenlerden bir kişi rüyasında gelip: "Bizi altından sandık içine mi koymak istedin. Öyle yapma, bizi mağaramızda bırak. Biz topraktan yaratıldık ve tekrar ona döneceğiz" dedi. Bunun üzerine kral onları mağaralarında bıraktı ve mağaralarında bir mescid inşa etti. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Hazret-i İsa'nın (aleyhisselam) havarilerinden bin Ashâb-ı Kehf'in şehrine gelip içeri girmek istedi. Ona: "Kapısında bir put bulunmaktadır. Ona secde etmeden içeriye girilmez" denildi. Havari içeri girmek istemedi ve şehre yakın bir hamama gitti. Havari hamamda ücretle çalışıyordu. Hamam sahibi hamamında bereket ve rızkın bol olduğunu görmüştü. Hamam sahibi bu havariyi sevmeye, şehirden birkaç genç te yanına gelmeye başlamıştı. Havari onlara gökyüzü, yeryüzü ve âhiretten haber veriyordu. Hatta ona inandılar ve kendisini tasdik ettiler. Onlar da kendisi gibi güzel bir hâl üzereydiler. Havari hamam sahibine şart koşuyor ve: "Gece benimdir. Namaz vakti olduğu zaman benimle namazım arasına girme", diyordu. Bir gün kralın oğlu bir kadınla hamama geldi ve içeri girmek istedi. Havari: "Sen kralın oğlusun, şu filan filanla beraber içeri giremezsin" diyerek onu ayıpladı. Kralın oğlu utanarak geriye döndü. Ancak bir daha gelerek havariye sövüp onu azarladı ve kadınla beraber hamama girdi. Kadınla beraber hamamda geceledi ve orada öldüler. Krala gidilip: "Hamam sahibi oğlunu öldürdü" denildi. Kral onu aratmış fakat bulamamıştı. Havarinin arkadaşları da kaçmıştı. Onlar gençler diye adlandırıldılar ve aranmaya başladılar. Onlar şehrin dışına çıkarak çiftçi bir arkadaşlarının yanına uğradılar. O da onlar gibi aynı durumdaydı. Ona arandıklarını söylediler. Onu da yanlarına alarak bir köpekle birlikte yollarına devam ettiler. Bir mağaranın yanında gece olunca mağaraya girdiler. "İnşallah bu geceyi sabahlayana kadar burada geçireceğiz. Sabahlayınca da görüşlerinize bakarız" dediler. Sonra kulakları tıkandı (ve uyuya kaldılar). Kral adamlarıyla onları aramaya çıkmıştı. Onları buldular ve mağaraya girmek istediler. Onlardan biri mağaraya girmek istediğinde korkuyor ve hiç kimse içeri girmeye güç yetiremiyordu. Aralarından bir kişi krala: "Sen: «Eğer onları bulursam öldüreceğim» demedin mi?" dedi. Kral: "Evet, dedim" karşılığını verince: "O zaman mağaranın kapısına duvar ör ve mağarayı üzerlerine kapat, açlıktan ve susuzluktan ölürler" dedi. Kral da öyle yaptı. Bir müddet geçtikten sonra bir çoban bu mağaranın yanında yağmura yakalanmış ve (kendi kendine): "Şu mağaranın kapısını açsam ve koyunlarımı yağmur altından içeri alsam" dedi. Yağmur durmaksızın devam edince mağaranın kapısını açtı ve koyunlarını içeri soktu. O gün sabahladıkları zaman Allah bu cesetlere ruhlarını geri verdi. Gençler aralarından birini yemek satın alması için gümüş parayla çarşıya gönderdiler. Şehirde hangi kapıya gittiyse parasını kabul eden birini bulamadı. Sonunda bir kişiye gelip: "Bana şu parayla yiyecek bir şeyler sat" dedi. Adam: "Bu dirhemi nereden buldun?" deyince: "Dün ben ve arkadaşlarım bir yere gitmiştik. Sabahladığımızda beni yemek almam için gönderdiler" cevabını verdi. Adam: "Bfu dirhem filan kralın zamanındandır. Sen bu dirhemi nereden buldun?" dedi ve onu krala götürdü. Kral sâlih bir kişiydi. Gence: "Bu dirhemi nerede buldun?" diye sorunca: "Dün ben ve arkadaşlarım bir yere gitmiştik. . Filan filan mağaranın yanındayken gece bastırdı ve o mağarada geceledik. Sonra (sabah olunca) beni kendilerine yemek almam için gönderdiler" dedi. Kral: "Arkadaşların nerededir?" deyince: "Arkadaşlarım mağaradadır" karşılığını verdi. Hep beraber mağaraya gittiler. Mağara kapısının yanına geldiklerinde, genç: "Bırakın arkadaşlarımın yanına sizden önce gireyim" dedi. Onlara yaklaştığında kendisinin de, onların da kulakları tıkandı (uyutuldular). Kral ve adamları arkasından girmek istediler, ama içeri giren her kişi korkarak geri çıktı. İçeri girmeye güç yetiremiyorlardı. Sonra mağaranın yanında namaz kıldıkları bir mescid inşa ettiler. İbn Merdûye'nin Emâli'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ashâb-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcılarıdır" buyurmuştur. Zeccâcî'nin Emâlî'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yoksa sen Ashâb-ı Kehf'i ve yazılı levha sahiplerini bizim şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Gençler dinleri hususunda korkarak ailelerinden kaçmış ve onları kaybetmişlerdi. Krala onların durumunu haber verince, kral kurşundan bir levha isteyerek üzerine bu kişilerin isimlerini yazdırdı ve levhayı hazinesine bıraktı. Sonra: "İleride bunların bir durumu olacaktır" dedi. İşte o levha da Rakîm'dir." |
﴾ 10 ﴿