83"(Ey Muhammed!) Bîr de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De kî: «Sîze ondan bîr anı okuyacağım.»" İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Muhammed! Sen İbrâhîm'i, Mûsa'yı, îasa'yı (aleyhimusselam) ve bizden işitmiş olduğun diğer peygamberleri zikretmektesin. Bize Tevrat'ta sadece bir yerde zikredilen peygamberden bahset" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "O da kimdir?" diye sorunca: "Zülkarneyn" cevabını verdiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun hakkında bana bir şey bildirilmedi" buyurdu. Yahudiler içlerinden onu yendik diyerek ve sevinerek gittiler. Onlar daha kapıya varmadan Cibrîl: "(Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: "Size ondan bir anı okuyacağım... Artık onu ne aşabildiler, nededelebildiler" âyetleri ile indi. İbn Ebî Hâtim, Gufre'nin azatlısı Ömer'den bildirir: Ehl-i Kitâb'dan bir grup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girerek: "Ey Ebu'l-Kâsımı! Yeryüzünde seyahat eden adam hakkında ne dersin?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu konuda bir bilgim yoktur" buyurdu. Onlar bu durum üzere iken tavanda bir ses işittiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin geldiğini hissetti ve bu sebeple sevindi. Sonra: "(Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: "Size ondan bir anı okuyacağım" âyetini okudu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) konuyu zikredince, onlar: "Sana onun haberi verildi ey Ebu'l-Kâsım! Bu sana yeter" dediler. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eski Yemen kralı lanetli midir, değil midir bilmiyorum. Zülkarneyn peygamber midir, değil midir bilmiyorum. Hadler (şeri cezalar) uygulanan kişiler için kefaret midir, değil midir bilmiyorum" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sâlim b. Ebî'l-Ca'd der ki: Hazret-i Ali'ye, Zülkarneyn hakkında: "O, peygamber midir?" diye sorulunca: "Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem): «O, Allah'a karşı samimi olan ve Allah tarafından temizlenen kişidir» buyurduğunu işittim" karşılığını verdi. İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l- Enbârî Mesâhifte, İbn Ebî Âsim Sünne'de ve İbn Merdûye'nin Ebû't-Tufeyl vasıtasıyla bildirdiğine göre İbnu'l-Kevvâ', Ali b. Ebî Tâlib'e, Zülkarneyn'i sorarak: "O peygamber miydi, yoksa melek miydi?" dedi. Ali şu karşılığı verdi: "O ne bir peygamber ne de bir melekti. Ancak o salih bir kuldu. O, Allah'ı, Allah ta onu sevmişti. O, Allah'a karşı samimi olmuş ve Allah tarafından temizlenmişti. Allah onu kavmine gönderdi ve kavmi onun başının bir tarafına (boynuzuna) vurarak öldürdü. Sonra Allah, cihad etsin diye onu bir daha diriltti ve kavmine gönderdi. Bu sefer başının diğer tarafına (boynuzuna) vurdular ve onu bir daha öldürdüler. Allah, cihad için onu tekrar diriltti. Bu sebeple de Zülkarneyn (iki boynuz sahibi) diye adlandırıldı. Aranızda da onun gibisi vardır." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zülkarneyn, Abdullah b. ed- Dahhâk b. Ma'ad'dir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Amr: "Zülkarneyn bir peygamberdi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Ahvas b. Hakîm'den, onun da babasından bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Zülkarneyn hakkında sorulunca: "O, sebeplerine dayanarak yeryüzünü dümdüz eden bir kıraldır" buyurdu. İbn Abdi'l-Hakem Futûh Mısır'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in el-Azame'de Halid b. Ma'dân el-Kelâî'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Zülkarneyn hakkında sorulunca: "O, sebeplerine dayanarak yeryüzünü altından dümdüz eden bir kıraldır" buyurdu. İbn Abdi'l-Hakem, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Azdâd'da İbnu'l-Enbârî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Mina'da bir kişinin: "Ey Zülkarneyn!" diye çağırdığını işitti. Ona: "Siz peygamberlerin isimleriyle isimler taktınız. Ne oluyor da kıralların/meleklerin isimlerini takıyorsunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Zülkarneyn, Allah'ın yeryüzüne indirmiş olduğu ve her şey hakkında kendisine bilgi vermiş olduğu bir melektir. Şîrâzî'nin el-Elkâb'da Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Yahudilerden hahamlar Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer peygambersen bize Zülkarneyn'den bahset" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O, sebeplerine dayanarak yeryüzünü dümdüz eden bir melektir/kraldır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Zülkarneyn doğu ve batı arasındaki tek uyarıcı kişi idi. O iki şedde de ulaşmıştır. Onun peygamber olduğunu hiç (bir kimseden) işitmedim" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ebu'l-Verkâ' der ki: Ali b. Ebî Tâlib'e: "Zülkarneyn'nin boynuzları nedendir?" diye sorduğumda: "Belki de onun boynuzlarının altın veya gümüşten olduğunu sanıyorsun. O, Allah'ın insanlara göndermiş olduğu bir peygamberdir. Bir kişi kalkıp başının sağ tarafına (sağ boynuzuna) vurdu ve onu öldürdü. Sonra Allah onu bir daha dirilterek insanlara gönderdi. Bu defa da bir kişi kalkıp başının sol tarafına (sol boynuzuna) vurarak onu öldürdü. Bu sebeple ona iki boynuzlu adı verildi" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm b. Ali b. Abdillah b. Cafer: "Zülkarneyn'in iki boynuzlu diye adlandırılmasının sebebi Allah yolunda başına (sağ ve sol boynuzlarına) iki defa vurulup yarılmasındandır. O zenci biri idi" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: "Zülkarneyn ilk sarık saran kişidir. Onun başında sığır tırnağı gibi kıpırdayan iki boynuz vardı. Onları kapatmak için sarık sarmıştır. O, kâtibiyle beraber hamama girmişti. Hamamda boynuzlarının üzerinden sarığı kaldırıp kâtibine: "Bunu senden başka gören yoktur. Eğer bu konuda kimseden bir şey işitirsem seni öldürürüm" dedi. Kâtip hamamdan çıkıp gitmişti. Sanki üzerinde ölüm vardı. Sahraya gidip ağzını yere koyarak: "Bilmiş ol ki, kralın iki boynuzu vardır. Bilmiş ol ki, kralın iki boynuzu vardır" dedi. Allah o sözlerle yerden iki kamış bitirdi. Bir gün bir çoban oradan geçti ve bu kamışları çok beğendi. Onları keserek düdük yaptı. Ancak her öttürmesinde kamışlardan: "Bilmiş ol ki, kralın iki boynuzu vardır" sözleri çıkıyordu. Bunun üzerine bu haber şehirde yayıldı. Zülkarneyn, kâtibini çağırtıp: "Ya bana doğruyu söylersin, ya da seni öldürürüm" dedi. Kâtip te kendisine durumu anlattı. Zülkarneyn: "Bu, Allah'ın açığa çıkmasını istediği bir şeydir" dedi ve sarığı başından kaldırdı. İbn Abdi'l-Hakem Futûh Mısır'da, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Delâil'de, Ukbe b. Âmir el-Cuhenî'den bildirir: Ben, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmet ederdim. Bir gün yanına gittiğimde kapısı önünde Ehl-i Kitab'dan bir grup vardı. Yanlarında bir Mushaf ta bulunmaktaydı. Onlar: "Peygamberin yanına girmemiz için kim bize izin ister?" dediler. Ben Hazret-i Peygamber'in yanına girdim ve durumu haber verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne oluyor ki, bana bilmediğim şeyler hakkında soruyorlar. Ben ancak Rabbimin bana öğretmiş olduğu şeyleri bilen bir kulum. Bana abdest suyumu getir" buyurdu. Ona abdest suyunu getirince abdest aldı ve iki rekat namaz kıldı. Sonra da bana: "Dışarıdaki grubu ve ashabımı içeri al" buyurdu. Ancak ben yüzünde sevinç ve müjde görüyordum. Ben onlara girmelerini söyleyince içeri girdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "İsterseniz siz konuşmadan önce ne sormaya geldiğinizi ben söyleyeyim. İsterseniz ben söylemeden önce siz söyleyin" buyurdu. Onlar: "Hayır, sen söyle deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Siz bana Zülkarneyn hakkında sormaya geldiniz. İlk olarak o Romalıı bir. genç idi. Sonra ona hükümdarlık verildi ve Mısır sahiline varana kadar hep yol aldı. Orada: «İskenderiye» denilen bir şehir inşa etti. Bu işi bitirdiği zaman Yüce Allah ona bir melek gönderdi ve melek onu alarak gökyüzüne yükseldi. Sonra ona: «Altında bulunan şeylere bak» dedi. Zülkarneyn aşağı baktığında: «Kendi şehrimi ve beraberinde başka şehirler görüyorum» dedi. Melek onu daha da yükselterek: «Altında bulunan şeylere bak» deyince; Zülkarneyn: «Kendi şehrimle diğer şehirler birbirine karıştı, artık onu diğerlerinden ayırt edemez oldum» dedi. Melek onu daha da yükseğe çıkarıp: «Altında bulunan şeylere bak» dedi. Zülkarneyn: «Sadece kendi şehrimi görüyorum. Başka şehir görmüyorum» dedi. Bunun üzerine melek ona: «İşte o yeryüzünün tamamıdır. Etrafını çevirdiğini gördüğün o şey ise denizdir. Yüce Allah sana yeri göstermek istedi ve sana orada bir saltanat verdi. Sen yeryüzünde yürü, cahile öğret, ilim adamına da sebat ver» dedi. Zülkarneyn güneş batıncaya kadar yürüdü. Sonra da güneş doğuncaya kadar yürüdü. Sonra iki şeddin yanına ulaştı. Bu sedler yumuşak iki dağdan oluşmaktaydı. Onların üzerinde ne varsa kayıp düşerdi. Bir sed yaparak Yecûc ve Mecûc'un bulunduğu yeri geçti. Orada yüzleri köpek yüzü gibi olan bir kavim gördü. Bunlar Yecûc ve Mecûc ile savaşıyordu. Onları geçtikten sonra köpek yüzlülerle savaşan kısa boylu bir ümmet gördü. Sonra kısa boylu ümmetle savaşan kuğu kuşu gibi olan bir ümmet gördü. Sonra koca taşları yutan yılanlar şeklinde olan bir ümmet gördü. Sonra da yeryüzünde akıp giden denize geldi" Ehl-i Kitab: "Şehadet ederiz ki onun durumu senin anlattığın gibidir. Biz de onu kitabımızda bu şekilde bulmaktayız" dediler. İbn Asâkir, Ka'bu'l-Ahbâr'ın dostu Süleyman el-Eşec'den bildirir: Zülkarneyn sürekli seyahat eden salih bir kişi idi. Âdem'in (aleyhisselam) indirildiği dağda durduğu zaman onun izlerine bakarak korktu. Büyük sancağın sahibi Hızır ona: "Ne oluyor sana ey kral!" deyince, Zülkarneyn: "Bu, Âdemoğullarının izidir. Ellerinin, ayaklarının ve yarasının yerini görmekteyim. Yine etrafındaki kendilerinden kırmızı su sızan kuru ağaçları görmekteyim. Bunların bir durumu vardır" dedi. Kendisine ilim ve güzel anlayış verilen Hızır: "Ey kral! Büyük hurma ağacındaki asılı kağıdı görüyor musun?" dedi. Zülkarneyn: "Evet görüyorum" karşılığını verince, Hızır: "Bu kağıt sana buranın haberini verecektir" dedi. Hızır her yazıyı okuyabilirdi. O: "Ey kral! Onun üzerinde bir yazı görmekteyim" dedi ve yazıyı okumaya başladı: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Bu, insanların babası Âdem'dendir. Ey zürriyetim ve kızlarım! Size, sözleri yumuşak, ama içi fücur ile dolu, hepimizin düşmanı olan İblis'ten sakınmanızı tavsiye ederim. O beni Firdevs'ten dünya toprağı üzerine indirdi ve bu yerime atıldım. Bir hata yüzünden iki yüz yıldan beri kimse bana bakmamaktadır. Bu da benim izimdir. Bu ağaçlar da gözyaşlarımla biten ağaçlardır. Bu toprakta da tövbem kabul olundu. Pişman olmadan önce tövbe edin. Size ölüm gelmeden önce önünüzde göreceğiniz ameller işleyin." Zülkarneyn indi ve Âdem'in oturmuş olduğu yerin izini sildi. O iz yeri seksen üç mil idi. Sonra Zülkarneyn ağaçları saydı. Tam dokuz yüz ağaç vardı. Hepsi de Âdem'in (aleyhisselam) gözyaşlarıyla bitmişti. Bu ağaçlar Kâbil, Hâbil'i öldürdüğü zaman kurumuş ve kan ağlamaya başlamıştı. Zülkarneyn, Hızır'a: "Geri dönelim, artık dünyadan bir şey istemem" dedi. İbn Abdilhakem'in Futûh Mısır'da bildirdiğine göre Süddî: "İskender'in burnu üç arşındı" dedi. İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Zülkarneyn, kral ve salih bir kişi idi" dedi. İbn Abdilhakem, İbn Ebî Hâtim ve el-Elkâb'de Şîrâzî'nin bildirdiğine göre Ubeyd b. Ti'lâ: "Zülkarneyn (iki boynuzlu) dîye adlandırılmasının sebebi sarığının altında belli olan iki küçük çıkıntının olmasıdır" dedi. Ahmed Zühd'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu?ş-Şeyh'in el- Azame'de bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e, Zülkarneyn hakkında sorulunca: "Ona vahiy gelmemiştir. O bir kraldı" dedi. "Niçin Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırıldı?" diye sorulunca da: "Bu konuda Ehl-i kitab ihtilafa düşmüştür. Onların bir kısmı: «O, Rumlara ve Perslere hâkim oldu" derken, bir kısmı da: "Onun başında boynuza benzer iki çıkıntı vardı» diyor" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in Bekr b. Mudar'dan bildirdiğine göre Hişâm b. Abdilmelik'e Zülkarneyn hakkında: "O, peygamber miydi?" diye sorulunca şu karşılığı verdi: "Hayır değildir, ancak ona dört haslet verilmiştir. O gücü yettiği halde affeder, söz verdiği zaman sözünde durur, konuştuğu zaman doğru söyler ve bir sonraki gün için bir şey kaldırmazdı." İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Yûnus b. Ubeyd: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi, başında onlarla vurduğu iki saç örgüsünün olmasındadır" dedi. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi Güneş'in doğduğu ve battığı yere ulaşmış olması sebebiyledir" dedi. İbn Abdilhakem'in Futûh Mısır'da bildirdiğine göre İbn Şihâb: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi, Güneş'in doğu boynuzu ile batı boynuzuna ulaşmış olması sebebiyledir" dedi. İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Katâde: "İskender, Zülkarneyn'in kendisidir" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn İshâk vasıtasıyla Ehl-i Kitab'ın Müslüman olan Acemlerinden haberler nakledenlerden bildirdiğine göre ondan miras olarak aldıkları ilme göre Zülkarneyn, Mısırlı salih bir kişi idi. O, Yunanlı Merzebe b. Merzebe'dir. Yunan b. Yâfis b. Nuh'un soyundandır. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: "Zülkarneyn yaya olarak hacca gitmiş ve bunu işiten Hazret-i İbrâhîm onu karşılamıştır." Şîrâzî'nin el-Elkâb'de bildirdiğine göre Katâde: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi iki tane saç örgüsünün bulunmasıydı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Zülkarneyn, Rumların idarecisi idi ve onların işlerinin yönetiminden sorumluydu. Bulutların kendisi için boyun eğmesiyle serkeşlik etmesi arasında tercihte bulunması istenince, boyun eğmelerini tercih etti. O, bulutlara binerdi. İbn İshâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Elkâb'de Şîrâzî ve Ebu'ş-Şeyh, daha önceki tarihsel olaylar hakkında bilgisi olan Vehb b. Münebbih el- Yemânî'den bildirir: "Zülkarneyn, Romalr bir kişiydi. O, Romalılardan yaşlı bir kadının tek oğluydu ve ismi İskenderîs idi. Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi başının iki tarafının bakır olmasıydı. Zülkarneyn buluğ çağına geldiği zaman salih bir kişiydi. Yüce Allah ona: "Ey Zülkarneyn! Seni yeryüzü ümmetlerine göndereceğim. Onların arasında iki ümmet vardır ki, aralarında yeryüzünün bütün boyu vardır. Başka iki ümmet vardır ki aralarında yeryüzünün bütün eni vardır. Yeryüzünün ortasında başka ümmetler de vardır. Cin, insan, Yecûc ve Mecûc onlardandır. Yeryüzünün boyu aralarında olan ümmetlerden biri Güneş'in battığı yere yakın yerdedir. Ona: "Nâsik" denilir. Diğer ümmet ise Güneş'in doğduğu yere yakın yerdedir. Ona da: "Mensik" denilir. Yeryüzünün eni aralarında olan ümmetlerden biri yeryüzünün sağ tarafındadır. Ona: "Hâvîl" denilir. Diğer ümmet ise yeryüzünün sol tarafındadır. Ona da: "Tâvîl" denilir" buyurdu. Bunun üzerine Zülkarneyn şöyle dedi: "Allahım! Sen beni, senden başka kimsenin yapamayacağı çok büyük bir iş için seçtin. Bana kendilerine göndereceğin ümmetlerden haber ver. Onlarla nasıl bir güçle baş edip, hangi toplulukla onlardan daha çok olacağım? Onlara hangi hile ile karşılık verip hangi sabırla katlanacağım ve onlarla hangi dille konuşacağım? Onların dilini nasıl anlayacağım ve hangi işitmeyle onların dediklerini işiteceğim? Hangi gözlerle onları görecek ve hangi delillerle onlara karşı mücadele edeceğim? Hangi kalple onları yıkacak ve hangi hikmetle onları yöneteceğim. Hangi ölçüyie onlara karşı adil davranacak ve hangi sabırla onlara karşı sabırlı olacağım? Hangi bilgiyle onların arasındaki sorunları halledecek ve hangi ilimle durumlarını güzelleştireceğim. Hangi elle onlara vuracağım ve hangi ayakla onlara basacağım? Hangi güçle onları sayacak ve hangi askerlerle onlara karşı savaşacağım? Hangi dostlukla onlarla dost olacağım? Ey İlâhım! Onlara karşı güçlü olup galip gelmek ve onlara karşı dayanmak için saydığım güçlerin hiç birisi bende yoktur. Sen kişiye gücü nispetinde yük yükleyen, gücünden fazla yüklemeyen, hiçbir nefsi sıkıntıya sokmayan ve ona meşakkat çektirmeyen Rahîm olan Rabsin. Bilakis sen onu ıslah eden ve ona merhamet edensin." Yüce Allah ona şöyle buyurdu: "Sana yüklemiş olduğum her şey için bir güç vereceğim. Göğsünü açacağım da her şeyi sığacaktır. Ufkunu genişleteceğim her şeyi anlayacaksın. Dilini açacağım ve her dilden konuşacaksın. Görüşünü uzatacağım ve her şeyi göreceksin. Her durumu ben düzelteceğim ve sen her şeyi güzel yapacaksın. Ben sayacağım ve senden bir şey geçmeyecektir. Ben seni koruyacağım hiçbir şey senden kaybolmayacaktır. Arkanı kuvvetli kılacağım ve hiçbir şey seni yıkamayacaktır. Seni güçlü kılacağım ve seni hiç kimse yenemeyecektir. Kalbini kuvvetli kılacağım ve hiçbir şeyden korkmayacaksın. Aklını kuvvetlendireceğim ve seni hiç bir şey helak edemeyecektir. Elini açacağım ve elin her yere yetişecektir. Darbeni kuvvetli kılacağım ve her şeyi yıkacaksın. Seni heybetli kılacağım ve hiçbir şeyden korkmayacaksın. Nuru ve karanlığı hizmetine verecek ve onları askerlerin kılacağım. Nur önünde ışık ve karanlık arkanda koruyucu olacaktır." Kendisine bu sözler söylenince Güneş'in battığı yere yakın yerde olan ümmetin yanına doğru yola çıktı. Yanlarına vardığı zaman sayılarını ancak Allah'ın bileceği, Allah'tan başka kimsenin güç yetiremeyeceği bir topluluk ve güçle karşılaştı. Bunların dilleri ayrı olduğu gibi şüpheli şeylerde de görüşleri ayrıydı. Kalpleri arasında ise hiç bir ülfet yoktu. Onları öyle görünce karşılarına karanlıkla çıktı ve etraflarını üç askerle kuşatarak onları bir yere topladı. Sonra yanlarına nurla gelerek onları Allah'a ve ona ibadete davet etti. Kimisi iman ederken kimisi de etmedi. Bunun üzerine iman etmeyenlerin üzerine karanlıklarla yürüdü. Karanlıklar onların ağızlarına, burunlarına, kulaklarına, içlerine, evlerine ve avlularına girdi. Karanlıklar onları üstlerinden altlarından ve her taraflarından kuşattı. Onlar şaşkınlık içinde birbirlerine girdiler. Helak olmaktan korkunca hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Bunun üzerine üzerlerindeki karanlıklar kaldırıldı ve zor kullanarak onları mağlup etti. Onlarda davetini kabul ettiler. Batı ahalisinden de büyük gruplar halinde askerler topladı ve hepsini bir ordu haline getirdi. Sonra onlara da komutanlık ederek yola çıktı. Karanlıklar arkalarından geliyor ve etraflarını sarıyordu. Nur ise önlerinde ona yol gösteriyordu. O yeryüzünün sağ tarafında yol alıyordu ve yeryüzünün sağ tarafındaki: "Hâvîl" denilen ümmetin yanına gitmek istiyordu. Allah ona elini, kalbini, görüşünü, aklını, gözlerini ve komutanlığını musahhar kıldı. O bir şey yaptığı zaman yanlışlık yapmıyor ve yaptığı şeyi güzel yapıyordu. O bu ümmetlere komutanlık ediyor onlar da kendisine uyuyordu. Bir denize veya bir ırmağa geldikleri zaman ayakkabı kadar küçük parçalarla bir saat içinde gemiler yapıyor ve kendisiyle beraber olan bütün ümmetleri ve orduları onlara bindiriyordu. Denizleri veya ırmakları geçtikten sonra gemileri tekrar küçük parçalar halinde söküyor ve her kişiye taşıması için bir parça veriyordu. Kişi bu şekilde zorlanmadan yükünü taşıyordu. Böylece Hâvîl denilen yere kadar geldi. Onlara da Nâsik denilen ümmete ettiği gibi yaptı. Onların da işini bitirdikten sonra yeryüzünün sağ tarafında Güneş'in doğduğu yere yakın olan ve kendilerine Mensik denilen ümmetin yanına gelene kadar yoluna devam etti. Bunlara da aynı şeyleri yaptı. İlk iki ümmette yapmış olduğu gibi onlardan da ordular topladı. Sonra yeryüzünün sol tarafında yoluna devam etti. O, Tâvîl'e gitmek istiyordu. Bu ümmet Hâvil'in karşısında olan ümmetti. Bu iki ümmet arasında yeryüzünün bütün eni vardı. Buraya da ulaştığı zaman aynı şeyleri yaptı ve daha önceki ümmetlerdeki gibi ordular topladı. Burada da işini bitirince yeryüzünün ortasında olan cinlerden, insanlardan, Yecûc ve Mecûc'tan oluşan ümmetlere doğru yöneldi. Türk topraklarının doğu tarafında bir yere ulaştığında salih insanlardan bir ümmet: "Ey Zülkarneyn! Bu iki dağın arasında çok sayıda, insanlara ve hayvanlara benzeyen Allah'ın yaratıkları vardır. Onlar otları ve aslanlar gibi evcil hayvanlar ile vahşî hayvanları yemektedir. Yine onlar yılan, akrep ve Allah'ın yeryüzünde canlı olarak yaratmış olduğu ne varsa yemektedir. Bir yıl içinde Allah'ın hiçbir yaratığı onlar kadar türeyip çoğalmaz. Eğer bu şekilde çoğalmaya devam edecek olurlarsa şüphe yok ki, bir müddet sonra burayı dolduracaklar ve buranın halkını başka yerlere süreceklerdir. Onlara üstün gelerek bozgunculuk yapacaklardır. Biz onlara komşu olduğumuz zamandan beri üzerimize gelecekler diye bekliyoruz. Onların ilki bu iki dağın arasından çıkacaktır. "Bu yüzden onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana bir vergi ödesek olur mu?" dediler. Zülkarneyn: "Rabb'imin bana bağışladığı güç, sizin bana vereceğiniz maldan daha hayırlıdır. Siz bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranıza aşılmaz bir set çekeyim." Bana kayalar demir parçaları ve bakır hazırlayın. Onların köylerini ve bilgilerini öğrenip iki dağın arasını ölçeyim" dedi. Sonra onları yönetmek için yola çıktı ve köylerinin ortasına ulaştı. Kadınları ve erkekleri hepsi bir boydaydı. Onlardan bir kişinin boyu bizden orta boylu birinin yarı boyu kadardı. Bizim ellerimizdeki tırnak yerinde onların pençeleri vardı. Onların azı dişleri ve aslan dişleri gibi parçalayıcı dişleri bulunmaktaydı. Avurtları deve avurdu gibi güçlüydü. Yemek yedikleri zaman deve, yaşlı katır ve genç at gibi ses çıkarıyorlardı. Onlar çok sert kişilerdi. Onların üzerinde daha önce hiç görülmemiş bir şekilde saç vardı. O saçlarla örtünüyor, soğuktan ve sıcaktan korunuyorlardı. Onlardan her birinin kocaman iki kulağı vardı. Biri deve kılı gibi kıllarla, diğeri ise yumuşak tüyle doluydu. Kişi kendi kulağının içine sığıyor, birini döşek olarak kullanıyor diğeriyle de örtünüyordu. Onların erkeği de, kadını da ecelinin ne zaman geleceğini ve ömrünün ne zaman biteceğini biliyordu. Erkek kişi sulbünden bin çocuk çıkmadan ölmüyordu. Kadın da rahminden bin çocuk çıkmadıkça ölmüyordu. Öyle olduğu zamanda öleceklerine inanıp ölüme hazırlanırlardı. Onlar bahar zamanı Tinnin denilen dev yılanlarla rızıklanırlardı. O gelmekte geciktiği zaman yağmur duasına çıkıldığı gibi duaya çıkarlardı. Her yıl denizden onlara bir tane atılır ve bir yıl boyunca onu yerlerdi. Bu da türeyip çoğalmaları için onlara yetiyordu. Yağmur yağdığı zaman yiyor içiyor ve beslendikleri belli oluyordu. Kadınlar cinsel ilişkiye istekli olunca erkekler de şehvetini gideriyordu. Yağmur gelmediği zaman erkekler zayıf düşüp kadınlardan kaçınıyor, kadınlar da o yıl hamile kalmıyordu. Onlar birbirlerini güvercinler gibi çağırıyor ve kurtlar gibi uluyorlardı. Onlar hayvanlar gibi nerede olursa eşleşiyordu. Zülkarneyn bunları gördükten sonra iki dağın arasına gitti ve aralarını ölçtü. O, Türk topraklarında Güneş'e yakın bir yerdeydi. Aralarının yüz fersah olduğunu tespit etti. Şeddi inşa etmeye başlayınca suya ulaşana kadar temel kazdı. Genişliğini de elli fersah yaptı. Temelin içini kaya ve çamur olarak eritilmiş bakırla doldurdu. Temel dağın yeraltındaki dibi gibi oldu. Sonra onu demir parçaları ve eritilmiş bakırla yükseltti. Duvarın dışına bakırdan sarı çizgiler çizmişti. Bakırın sarısı ve kırmızılığından, demirin de siyahlığından duvar çizgili hırka gibi olmuştu. İşlerini bitirince cinden ve insanlardan oluşan ümmetlerin yanına gitmek için yola çıktı. Yolda giderken, hakkı tavsiye den, adil olan, doğru ölçen, eşit bölen, adaletle hükmeden, birbirleriyle güzel geçinen, birbirlerine karşı merhametli olan, halleri ve sözleri bir olan, ahlâkları birbirine benzeyen, yolları doğru olan, kalpleri birbirlerine bağlı olan, konuları aynı olan, mezarları evleri önünde olan, evlerinin kapısı olmayan, başlarında bir idareci bulunmayan, hâkimleri olmayan, zenginleri, kralları ve ileri gelenleri olmayan, alçalmayan, üstünlük taslamayan, birbirleriyle bozuşmayan, birbirlerine sövmeyen, savaşmayan, kıtlık yaşayıp zorluk çekmeyen, her ümmet gibi afet yaşamayan, uzun ömürlü olan, aralarında fakir bulunmayan, aralarında katı kalpli ve sert kişilerin bulunmadığı bir ümmetle karşılaştı. Zülkarneyn bu ümmeti görünce şaşırarak onlara: "Ey kavim! Ben deniziyle, karasıyla, doğusuyla, batısıyla, ışığıyla karanlığıyla yeryüzünün tümünü dolaştım. Ancak sizin gibisini görmedim. Bana bu durumunuzu anlatın" dedi. Onlar: "İstediğin şeyi sor biz de sana söyleyelim" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Mezarlarınız niçin evlerinizin önündedir?" deyince: "Ölümü unutmamak ve zikrini kalbimizden çıkarmamak için bilerek öyle yaptık" dediler. "Niçin evlerinizin kapısı yoktur?" diye sorunca: "Aramızda (hırsızlıkla) itham edilen biri yoktur. Aramızda ancak emin olan kişiler vardır" dediler. "Niçin bir idareciniz yoktur?" diye sorunca: "Birbirimize zulmetmeyiz" karşılığını verdiler. "Niçin aranızda hâkimler yoktur?" dediğinde: "Biz davalaşmayız" cevabını verdiler. "Niçin aranızda zengin kişiler yoktur?" deyince: "Biz mal biriktirmeyiz" dediler. "Niçin aranızda krallar yoktur?" dediğinde: "Biz büyüklenmeyiz" dediler. "Niçin aranızda eşraftan kimse yoktur?" dediğinde ise: "Biz bu konuda birbirimizle yarışmayız" karşılığını verdiler. "Peki, niçin birbirinize üstünlük taslamaz ve yarışmazsınız?" diye sorunca: "Biz birbirimize bağlı ve birbirimize karşı merhametliyiz" dediler. "Siz niçin birbirinizle tartışmaz ve ihtilafa düşmezsiniz?" diye sorunca: "Bizim kalplerimizin birbirine karşı ülfetli olmasından ve aramızın iyi olmasındandır" dediler. "Siz niçin birbirinize sövmez ve savaşmazsınız?" deyince: "Biz azimle geleneklerimiz yendik ve nefsimizi sabra alıştırdık " dediler. "Niçin sizin sözünüz bir ve yolunuz doğrudur?" diye sorunca: "Biz birbirimize yalan söylemez, birbirimizi kandırmaz ve birbirimize karşı gıybet etmeyiz" dediler. "Bana söyleyin, kalpleriniz nasıl birbirine benzedi ve konularınız ortak oldu?" deyince: "Göğsümüz iyi olunca Allah kalbimizden haset ve kini çıkardı" dediler. "Niçin aranızda miskin ve fakir biri yoktur?" deyince: "Biz (mallarımızı) eşit olarak böleriz" dediler. "Niçin aranızda katı kalpli ve sert kişiler yoktur?" deyince: "Alçak gönüllülük ve tevazudan domayı" dediler. "Siz niçin insanlar arasında en uzun ömürlüler kılındınız?" diye sorunca: "Biz hakkı sahibine veririz ve adaletle hükmederiz" dediler. "Siz niçin kıtlık yaşamazsınız?" deyince: "Biz çok istiğfar etmekten geri kalmayız" dediler. "Siz niçin mal biriktirmezsiniz?" deyince: "Biz var olduğumuz zamandan beri nefislerimizi imtihana alıştırdık. Biz onu sevip istedik. Bu sebeple o bizden kaldırıldı" dediler. "İnsanların başına geldiği gibi niçin sizin başınıza bir felaket gelmez?" diye sorunca: "Biz Allah'tan başka kimseye tevekkül etmeyiz ve yıldızlara bakarak bir iş yapmayız" dediler. "Bana söyleyin, siz atalarınızı bu şekilde mi buldunuz?" deyince: "Evet öyle bulduk, onlar miskinlere karşı merhametli davranırlar ve fakirlere yardımda bulunurlardı. Kendilerine zulmedeni affederler ve kendilerine kötülük edenlere iyilik ederlerdi. Kendilerine karşı cahilce davranan kişilere karşı sabırlı olup, kendilerine söven kişiler için istiğfar ederlerdi. Akrabalık bağlarını kesmezler ve emanetleri sahiplerine geri verirlerdi. Namaz vakitlerine dikkat ederler ve verdikleri sözü yerine getirirlerdi. Vaadlerinde doğru çıkarlardı. Kendilerine yetecek miktardan fazlasına rağbet etmezlerdi. Akrabalarına sırt çevirmezlerdi. Allah bu şeylerle durumlarını düzeltti ve yaşadıkları müddetçe onları bu şeylerle korudu. Onların zürriyetini Allah'ın bu şekilde kılması da haktır" dediler. Zülkarneyn: "Eğer mukîm olsaydım burada kalırdım. Ancak bana ikamet etme emri verilmedi" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Câfer Muhammed b. Ali b. el-Huseyn b. Ali b. Ebî Tâlib der ki: Zülkarneyn'in, meleklerden "Zerâfil" isimli bir dostu vardı. Ona sürekli olarak İslam üzeri ahitler verirdi. Zülkarneyn ona: "Ey Zerâfil! Daha fazla şükür ve ibadet etmemiz için ömrü uzatacak bir şey var mıdır?" diye sordu. Zerâfil: "Bu konuda bir bilgim yoktur. Fakat bunu senin için semada soracağım" dedi ve semaya yükseldi. Semada bir süre kaldıktan sonra geri inerek: "Bana sormuş olduğun şeyi sordum. Bana, Allah'ın karanlık bir yerde, sütten daha beyaz ve baldan daha tatlı bir pınarı olduğu söylendi. Ondan içen kişi Allah'tan ölümü istemedikçe ölmez" dedi. Bunun üzerine Zülkarneyn yeryüzü âlimlerini topladı ve: "Allah'ın karanlık bir yerde bir pınarının olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Âlimler: "Bilmiyoruz" karşılığını verdi. Aralarından bir genç kalkarak: "Ey kral! Ona neden ihtiyaç duyuyorsun?" dedi. Zülkarneyn: "Onda bir ihtiyacım vardır" cevabını verdi. Genç: "Ben onun nerede olduğunu biliyorum" deyince, Zülkarneyn: "Onun yerini nereden öğrendin?" diye sordu. Genç: "Ben, Âdem'in vasiyetini okudum. Onda: «Allah'ın, Güneş'in çıktığı yerin ötesinde karanlıklar içinde, suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlı olan bir pınarı vardır. Ondan içen kişi Allah'tan ölümü istemedikçe ölmez» yazılıdır" dedi. Bunun üzerine Zülkarneyn bulunduğu yerden yola çıkarak on iki yıl boyunca yol aldı ve Güneş'in çıktığı yere ulaştı. Sonra ordusunu kurup âlimleri toplayarak: "Ben bu karanlığı sizinle beraber geçmek istiyorum" dedi. Onlar: "Daha önce Âdemoğullarından hiç kimsenin asla geçmediği bu karanlığı bizimle beraber geçmenden Allah'a sığınırız" dedi. Zülkarneyn: "Mutlaka onu geçeceğim" deyince, onlar: "Bizimle beraber bu karanlığı geçmenden Allah'a sığınırız. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak bir şeyin karşımıza çıkmamasından emin değiliz" dediler. Zülkarneyn yine de: "Mutlaka onu geçeceğim" dedi. Onlar da: "O zaman sen bilirsin" dediler. Zülkarneyn onlara: "Hayvanlar içinde en iyi gören hangisidir?" diye sorunca: "Attır" dediler. "Atların içinde hangisi en iyi görür?" deyince: "Dişi atlar" dediler. "Dişi atlar içinde en iyi hangisi görür?" dediğinde ise: "Henüz çiftleşmemiş olandır" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Zülkarneyn daha çiftleşmemiş olan altı bin dişi at seçti. Sonra askerlerinden altı bin kişi seçti ve her birine bir at verdi. Hızır'ı iki bin süvariye komutan kılarak onu ordunun önüne gönderdi ve: "Önümde git" dedi. Hızır: "Ey kral! Bu sapık ümmetten emin değilim. Onlar beni bırakıp dağılabilir" deyince, Zülkarneyn ona kırmızı bir boncuk verip: "Eğer etrafından dağılıp giderlerse bu boncuğu yere at. O sana her tarafı aydınlatır ve sapık ümmet tekrar toplanana kadar onları çağırır" dedi. Askerlerin başına da bir komutan seçerek on iki yıl askerin başında kalmasını, bu süre sonunda gelmezse onlara ülkelerine dağılmalarını emretmesini söyledi. Sonra Hızır, Zülkarneyn'in emri üzere önde gitmeye başladı. Zülkarneyn, Hızır'ın yanına geldiği zaman Hızır bulunduğu yerden yoluna devam ediyordu. Zülkarneyn de Hızır'ın yerinde konaklıyordu. Hızır bu karanlıklar içinde giderken insanlar etrafından dağıldı. Bunun üzerine elindeki boncuğu attı. Bir de baktı ki boncuk bu pınarın dibinde. Pınar bir vadideydi. Pınarın etrafı aydınlanınca Hızır atından inip elbiselerini çıkardı ve pınara girip ondan su içti. Sonra yıkanıp geri çıktı ve elbiselerini giydi. Hızır boncuğu alıp atına bindi. Zülkarneyn, Hızır'ın gelmiş olduğu yolun dışına çıkmıştı. Zülkarneyn bu yanlış yolda altı gün devam etti. Bu karanlık, gece karanlığı gibi değildi. Sanki sis ile oluşan bir karanlıktı. Sonra nur ışığı olan bir yere geldiler. Orada ne Güneş, ne Ay, ne de yıldız vardı. Orada askerleri toplayarak konakladı. Sonra Zülkarneyn tek başına atına binerek yola koyuldu. Boyu ve eni bir fersah olan bir köşkün yanına vardı. Köşke girdi ve köşkün kenarında bir direk gördü. O direğin üzerinde kınanmış ve gagasında zincir bulunan kırlangıca benzeyen veya ona yakın bir kuş vardı. Kuş: "Sen kimsin?" deyince: "Ben Zülkarneyn'im" dedi. Kuş: "Ey Zülkarneyn! Arkanda olanlar sana yetmedimi ki, bu karanlıklara geldin? Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" dedi. Kuş: "Kireç ve tuğla ile yapılan binalar çoğaldı mı ?" diye sorunca: "Evet, çoğaldı" dedi. Kuş şişti ve iki duvar arasındaki mesafenin üçte birini kapattı. Sonra: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" deyince, Zülkarneyn: "Sor" dedi. Kuş: "İnsanlar arasında çalgı âletleri çoğaldı mı?" dediğinde: "Evet, çoğaldı" cevabını verdi. Kuş bir daha şişti ve iki duvar arasındaki mesafenin üçte ikisini kapattı. Sonra: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" deyince: "İnsanlar arasında yalancı şahitlik çoğaldı mı?" diye sordu. Zülkarneyn:" Evet, çoğaldı" dedi. Kuş iki duvar arasındaki mesafeyi kapatana kadar şişti. Zülkarneyn ondan korkmuştu. Sonra: "Ey Zülkarneyn! Korkma ve bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" deyince: "İnsanlar şehadet kelimesini terketti mi?"diye sordu. Zülkarneyn: "Hayır" dedi ve kuş üçtebir küçülerek: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn yine: "Sor" deyince: "İnsanlar cenabetlikten yıkanmayı terk etti mi?" dedi. Zülkarneyn: "Hayır" deyince kuş üçte bir daha küçüldü ve: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" deyince: "İnsanlar farzları terk etti mi?" diye sordu. Zülkarneyn: "Hayır" karşılığını verince, kuş eski haline geldi ve: Ey Zülkarneyn! Şu merdivene git ve ondan yukarı çık. Orada istediğini sorup ta öğrenebileceğin birini bulacaksın" dedi. Zülkarneyn yürüdü ve merdivenlerden geniş bir dama çıktı. Kendini sonu görünmeyen bir damda buldu. Damda ellerini ağzına koyarak gözlerini semaya diken bir ayağı önde, diğeri arkada olan bir genç durmaktaydı. Zülkarneyn ona selam verince selamı aldı ve: "Sen kimsin?" diye sordu. "Ben Zülkarneyn'im" dediğinde: "Ey Zülkarneyn! Arkanda ne varki bu karanlıkları aşıp bana geldin?" dedi. Zülkarneyn: "Sen kimsin?" deyince: "Ben Sûr'un sahibiyim. Sûr'u ağzıma koydum ve Rabbimin emrini bekliyorum" dedi. Sonra bir taş alıp Zülkarneyn'e vererek: "Git, bu taş sana istediğin şeyleri haber verecektir" dedi. Zülkarneyn yola çıktı ve tekrar askerinin yanına döndü. Bilginleri toplayıp onlara, köşkü, direği, kuşu, kuşun söylediklerini ve kendisinin kuşa dediklerini, Sûr sahibini ve verdiği taşı anlatarak: "Bu taş bana olanların tevilini yapacakmış, bana bu taşın ne olduğunu söyleyin. Sûr sahibi bununla ne kasdetti?" dedi. bilginler bir terazi getirerek kefenin birine Sûr sahibinin taşını, diğerine de o taş kadar başka bir taşı koydular. Sûr sahibinin taşı daha ağır gelmişti. Sonra bir taş daha konuldu yine o daha ağır geldi. Sonra on taş konuldu yine o daha ağır geldi. Sonra yüz taş konuldu yine o daha ağır geldi. Sonra bin taş koydular ve yine o daha ağır geldi. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Bu taş hakkında bilgi sahibi olanınız var mı?" dedi. Hızır bir kenarda oturmuş sesini çıkarmıyordu. Zülkarneyn: "Ey Hızır! Bu taş hakkında bir bilgin var mı?" diye sorunca: "Evet, var" dedi. Zülkarneyn: "Bu taş nedir?" deyince, Hızır: "Ey kral! Allah, âlimi âlim ile insanları da birbirleriyle imtihan etti. Allah seni benimie, beni de seninle imtihan etti" dedi. Zülkarneyn: "Gördüğüm kadarıyla peşine düştüğüm şeye sen ulaştın" dedi. Hızır: "Öyle oldu" dedi. Zülkarneyn: "Bana anlat" deyince, Hızır teraziyi aldı ve bir kefesine Sûr sahibinin taşını koydu. Diğer kefesine onun gibi bir taş ve bir avuç toprak koydu. Topraklı kefe Sûr sahibi taşı karşısında ağır basmıştı. Bunun üzerine bilginler: "Rabbimizi bütün eksikliklerden tenzih ederiz. Onu bin taşın karşısına koyduk ağır bastı. Hızır ise onun karşısında bir taş ve bir avuç toprak koyunca topraklı kefe ağır bastı" dedi. Zülkarneyn: "Bana bunu açıkla" deyince, Hızır: "Açıklayacağım, sen yeryüzünün doğusundan batısına kadar hâkim oldun. Bu sana yetmedi, bu karanlıklara geldin ve Sûr sahibine ulaştın. Senin gözünü ancak toprak doldurur" dedi. Zülkarneyn: "Doğru söyledin" karşılığını verdi. Zülkarneyn yola çıkıp karanlıklardan geri dönmeye başladı. Ancak atlarının ayakları altında hışırtılar işitmeye başladılar. Bunun üzerine: "Ey kral! Atlarımızın ayaklan altından işittiğimiz bu hışırtı da nedir?" dediklerinde: "Ondan alan da pişman, almayan da" cevabını verdi. Ondan askerlerin bir kısmı aldı bir kısmı da almadı. Aydınlık yere geldiklerinde aldıkları şeyin zümrüt olduğunu gördüler. Ondan alanlar daha fazla almadıklarından dolayı pişman olmuş, almayanlar da pişman olmuştu. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah kardeşim Zülkarneyn'e merhamet etsin. O karanlıklara girdi ve zahid olarak geri çıktı. Eğer oradan zahid olarak çıkmamış olsaydı orada bir taş bırakmaz ve hepsini çıkarırdı" buyurmuştur. Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dûmetu'l-Cendel denilen yerde ikamet etti ve ölene kadar orada Allah'a ibadet etti" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in lafzı ise şu şekildedir: Ebû Câfer'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah kardeşim Zülkarneyn'e merhamet etsin. Eğer başlangıçta o zümrütü görmüş olsaydı insanlar için onun hepsini çıkarırdı. Çünkü o zaman daha dünyayı isteyen biriydi. Ancak onu zahid olduktan sonra görmüştü. Ona bir ihtiyacı kalmamıştı" buyurmuştur. İbn İshâk, Firyâbî, Men Âşe Ba'de'l-Mevt'te İbn Ebi'd-Dünyâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e, Zülkarneyn hakkında sorulunca şöyle dedi: "O, Allah'ı seven bir kuldu. Allah da onu sevmişti. O, Allah'a karşı samimi olmuş, Allah ta onu temizlemişti. Allah onu, kendisine davet etsin diye bir kavme gönderdi. O da kavmi Allah'a ve İslam'a davet etti. Bunun üzerine sağ boynuzuna vurunca öldü. Allah onu bir süre beklettikten sonra tekrar dirilterek Allah'a ve İslam'a davet etmesi için başka bir ümmete gönderdi. Onlar da sol boynuzuna vurunca bir daha öldü. Yine Allah onu bir süre beklettikten sonra tekrar dirilti. Bulutlan hizmetine verdi ve bulutların zoru ve kolayı arasında muhayyer bıraktı. O da zor olanı tercih etti. Bulutun zor olanı da yağmursuz olandı. Allah, Zülkarneyn'e nur ve güç verdi. Onun gecesini ve gündüzünü aynı kıldı. Bu sebeple yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaştı." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in, İkrime'den bildirdiğine göre Zülkarneyn "Kâf" denilen dağa ulaştığı zaman melek onu çağırarak: "Ey günahkar oğlu günahkar! Sen, daha önce hiç kimsenin gelmediği bir yere geldin. Senden sonra da buraya hiç kimse gelmeyecektir" dedi. Zülkarneyn: "Ben neredeyim?" deyince, melek: "Sen yerin altan yedinci katındasın" dedi. Zülkarneyn: "Beni buradan ne kurtarır?" diye sorunca, melek: "Seni buradan ancak yakin kurtarır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Allahım! Bana yakin ihsan et" diye dua etti ve Allah kendisini oradan kurtardı. Melek: "Sen bir kavme gidecek ve onlara bir sed yapacaksın. Onu yapıp bitirdiğin zaman içinden «Ben onu kendi gücümle yaptım» deme. Aksi takdirde Allah ona en zayıf bir yaratığını musallat eder ve onu yıkar" dedi. Zülkarneyn: "Bu dağın adı nedir?" diyen sorunca, melek: "Kaf dağıdır. Bu dağ yeşil, gökyüzü beyazdı. Gökyüzü yeşilliğini bu dağdan aldı. O, bütün dağların anasıdır. Diğer dağlar bu dağın köklerindendir. Allah bir beldeye deprem yaşatacaksa bu dağdan bir kök salar" dedi. Sonra melek Zülkarneyn'e bir salkım üzüm vererek: "Bunun bir tanesi senin susuzluğunu giderir ve bir tanesi de doyurur. Her tane almanda yerine bir başka tane gelir" dedi. Sonra da onu bırakıp gitti. Zülkarneyn, Allah'ın sed yapılmasını istediği yere gelince ona: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" dediler. Zülkarneyn: "Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım" dedi" dedi. İkrime: "Oralar Mensik, Nâsik, Tâvîl ve Râhil'dir" dedi. Ebû Saîd: "Bunlar Yecûc ve Mecûc'un gerisinde olan yirmi beş kabiledir" dedi.! Hâkim'in bildirdiğine göre Muâviye: "Dört kişi yeryüzüne hükmetmiştir. Bunlar: "Süleyman, Zülkarneyn, Hulvan ahalisinden bir kişi ve başka bir kişidir" dedi. Ona: "Bu son kişi Hızır mıdır?" diye sorulunca: "Hayır" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in, İbn Asâkir'den bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Zülkarneyn, Me'rib kraliçesi Belkîs dışında bütün yeryüzüne hükmetmiştir. Zülkarneyn yoksulların giydigi elbiselerinden giyer ve şehirlere öyle girerdi. Şehir ahalisini öldürmeden önce şehri gizli yerlerden kontrol ederdi. Bunu hisseden Belkîs, Zülkarneyn'i kontrol edip makamında otururken ve yoksullar gibi giyinmişken resmini çizmesi için bir elçi gönderdi. Sonra her gün miskinleri toplayıp onlara yemek vermeye başladı. Sonra elçisi Zülkarneyn'in resmi ile geldi. Belkîs bir resmi yanına, diğerini de bir sütunun üzerine koydu. O her gün yoksullara yemek veriyordu. Yoksullar yemeklerini bitirdiği zaman onları konrol etmek için teker teker çıkarırdı. Zülkarneyn yoksullar gibi giyinerek Belkîs'in şehrine geldi. Sonra yoksullarla beraber onun yemeğine oturdu. Belkîs onlara yemekler sunmuştu. Yoksullar yemeklerini bitirdikten sonra teker teker çıkmaya başladılar. Belkîs, Zülkarneyn'in yoksul elbisesiyle olan resmine bakıyordu. Zülkarneyn gelince Belkîs resme bakıp: "Bunu oturtun ve diğer yoksulları çıkarın" dedi. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Yoksul olmama rağmen beni niye oturttun ki?" dedi. Belkîs: "Hayır, sen Zülkarneyn'sin. İşte bu, yoksullar gibi olan resmindir. Vallahi bana eman yazmadan buradan ayrılmayacaksın. Ya da boynunu vururum" dedi. Bu durumu gören Zülkarneyn ona eman yazdı ve o şehirde Belkîs'ten başka hiç kimse kurtulmadı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "Zülkarneyn yeryüzüne on iki yıl hükmetti" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ubeydullah b. Ebî Câfer der ki: Zülkarneyn bir yolculuğunda iken mezarları kapıları önünde olan bir kavme uğradı. Tümünün elbisesi tek renkti. Hepsi erkekti ve aralarında hiç kadın yoktu. Aralarından güzel görünüşlü birini tutarak: "Öyle bir şey gördüm ki yolculuğum sırasında hiçbir şeyde öylesini görmedim" dedi. Bu kişi: "Bu nedir?" dediğinde, Zülkarneyn ona kendilerinde gördüklerini vasfetti. Bunun üzerine adam şöyle dedi: "Bu mezarların kapımızın önünde olması kalbimize bir öğüt olması babındandır. Kişinin aklına dünya geldiği zaman dışarı çıkar ve mezarı görür. O zaman kendi kendine: "Gideceğimiz yer burasıdır. Bizden öncekiler de buraya gittiler" der. Giysilerimizin durumu ise kişinin kendi arkadaşından daha iyi giyinmeyi istemeyişindendir. Çünkü bir mecliste oturdukları zaman kendini onlardan daha değerli görür. Ancak: "Hepiniz erkeksiniz, aranızda kadın yoktur" deyişine gelince: "Biz erkek ve kadından yaratıldık. Fakat bu kalpler bir şeyle meşgul olacağı zaman mutlaka kadınlarla meşgul olur. Bu sebeple kadınlarımızı ve çocuklarımızı yakın bir köye bıraktık. Eğer kişi hanımından, bir erkeğin arzu edeceği şeyi isterse kadınının yanına gider. Onunla bir veya iki gece beraber olur. Sonra da tekrar buraya döner. Çünkü biz buraya ibadet etmek için çekildik." Zülkarneyn: "Size vereceğim öğüt kendi nefsinize vermiş olduğunuz öğütten daha üstün değildir. Benden dilediğini iste" dedi. Adam: "Sen kimsin?" diye sorunca: "Ben Zülkarneyn'im" dedi. Adam: "Sen bir şeye sahip değilken nasıl senden dilediğimi isteyeyim" dedi. Zülkarneyn: "Allah bana her şeyden verdi" dedi. Adam: "Sen bana takdir edilmeyen bir şeyi veremezsin ve bana takdir edilmiş şeyi geri çeviremezsin" dedi. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Zülkarneyn, Güneş'in çıktığı yere vardığı zaman, Güneş'in meleği: "Ey Zülkarneyn! Bana insanları vasfet" dedi. Zülkarneyn: "Aklı olmayan kişiyle konuşman ölülere yemek bırakmak gibidir. Aklı olmayan kişiyle konuşman kayayı su emmesi için ıslatmak gibidir. Aklı olmayan kişiyle konuşman, yemek için tencerede demir kaynatmak gibidir. Dağ başlarından taş taşımak aklı olmayan kişilerle konuşmaktan daha kolaydır" dedi. |
﴾ 83 ﴿