11

Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen ancak Zikr'e (Kur'ân'a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele."

İbn Merdûye'nin değişik yollarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin, Muhammed, demektir. Bir lafızda ise: "Ey Muhammed!" demektir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de, Muhammed b. el- Hanefiyye'den bildirdiğine göre Yâsin, Muhammed, demektir.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Yâsin, "Ey Muhammed" demektir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik yolarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin, "Ey insan" demektir.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî), İkrime ve Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin, Habeş diliyle "Ey insan" demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Yâsin, Habeş diliyle "Ey adam" demektir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Eşheb der ki: Mâlik b. Enes'e: "Kişiye, Yâsin ismi verilebilir mi?" diye sorduğumda: "Bana göre verilemez. Yüce Allah, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki'" yani: "Bu, Benim adımdır. Ben Kendime bu adı verdim, buyurmuştur" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki" âyetini açıklarken: "Allah, dilediği şeye kasem eder" deyip, "Âl-i Yâsîn'e selam olsun" âyetini okudu ve Muhammed'e selam olsun, diye açıkladı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahyâ b. Ebî Kesîr, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki" âyetini açıklarken: Allah, bin âleme kasem edip, "Sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin" buyurmaktadır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr der ki: Yâsin, Rabbinin kasemlerinden biridir. Yüce Allah: "Ey Muhammed! Ben mahlûkatı yaratmadan bin yıl önce sen peygamber olarak gönderilenlerdensin" buyurmaktadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir" âyetini: "Kasem ederim ki, seni dosdoğru yol olan İslam üzere gönderdik. Bu Kur'ân, daha önce gelenleri uyarılmamış, bu yüzden gaflet içinde olan bir topluğu uyarman için güç ve merhamet sahibi Allah tarafından gönderilmiştir" şeklinde açıkladı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir'" âyetini açıklarken: "Âyette kastedilen Kureyş kabilesidir. Hazret-i Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önce ne onlara ne de atalarına peygamber gelmemişti" dedi.

İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre, (.....) âyetini: "Daha önce ataları uyarılan, buna rağmen gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için bu Kur'ân sana indirilmiştir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bazıları bu âyeti, "Daha önce ataları uyarılan, buna rağmen gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için bu Kur'ân sana indirilmiştir" şeklinde açıklamıştır. Bazıları ise: "Bu ümmete (Araplara) Hazret-i Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce bir peygamber gönderilmedi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler" âyetini açıklarken: "Yüce Allah, ezelî ilmiyle onların iman etmeyeceklerini bilmiştir" dedi.

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Mescid'de (Kâbe'de) açıktan Kur'ân okurdu. Kureyşliler onu yakalayıp eziyet etmek isteyince elleri boyunlarına asılı kaldı, gözleri de görmez oldu. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Allah için ve aramızdaki akrabalık hakkı için -ki Kureyş'in bütün kollarının Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir akrabalığı vardı- bizi bu durumdan kurtarmanı istiyoruz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua edince bu hal onlardan gitti ve "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar'" âyetleri nazil oldu. O topluluktan da kimse iman etmedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Ebû Cehil: "Eğer Muhammed'i görürsem, onu şöyle şöyle yapacağım" deyince, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetleri nazil oldu. Ebû Cehil'e: "İşte bu Muhammed'dir" diyorlar, Ebû Cehil ise: "Hani nerede, hani nerede?" diyor ve Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) göremiyordu.

Beyhakî Delâil'de, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla, Kelbî'den, o Ebû Salih'ten İbn Abbâs'ın, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Önlerine set konulanlardan kastedilen Kureyş kâfirleridir. Allah onların gözlerini perdelemiş ve böylece onlar da Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) göremedikleri için eziyet edememişlerdir. Aralarında Ebû Cehil ve Velîd b. el- Muğîre'nin de bulunduğu Mahzûmoğullarından bazıları Allah'ın Resûlü'nü öldürmek için saldırmışlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken, onun sesini duydular ve Velîd'i, onu öldürmesi için gönderdiler. Velîd gidip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığı yere varınca, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) okumasını duydu, ama kendisini göremedi ve geri dönüp onlara olanları bildirdi. Bunun üzerine onlar gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığı yere varınca kıraat sesini duydular. Sese doğru ilerlediklerinde, bu sefer sesin arkalarından geldiğini gördüler. Geriye geldiklerinde ise sesin bir daha arkalarından geldiğini gördüler. Böylece Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) öldüremeden geri döndüler. Yüce Allah'ın, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyeti buna işaret etmektedir.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Delâil'de, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini bildirir: Aralarında Ebû Cehil'in de bulunduğu Kureyşliler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısının yanında toplanıp: "Muhammed, eğer ona biat ederseniz, Arapların ve Acemlerin sultanları olacağınızı, öldükten sonra da Ürdün'deki bahçeler gibi bahçelerinizin olacağını, eğer ona biat etmezseniz, sizi boğazlayacağını ve öldükten sonra dirilip Cehennemde azâb göreceğinizi iddia ediyor" dediler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkıp, eline bir avuç toprak aldı ve: "Evet Ben böyle söylüyorum. (Ey Ebû Cehil) Sen de bunlardan birisin" buyurdu. Allah onların gözlerini kapadı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) göremez oldular, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetlerini okuyarak elindeki toprağı onların başına serpmeye başladı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetleri okumayı bitirince, başına toprak serpilmemiş kimse kalmadı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) istediği yere gitmek üzere oradan ayrıldı.

Onların yanına bir kişi gelip: "Ne bekliyorsunuz?" diye sorunca, onlar: "Muhammed'i bekliyoruz" cevabını verdiler. O adam: "Allah bu çabanızı boşa çıkarsın! Vallahi Muhammed karşınıza çıktı ve hepinizin başına toprak serperek gitmek istediği yere gitti. Halinizi görmüyor musunuz!" deyince, hepsi de elini başına götürdü ve başlarında toprak olduğunu görüp: "Bize bunu (Muhammed'in gittiğini) söyleyen doğru söylemiş" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre hayvanalara gem vurulduğu gibi onlara da, göğüsleriyle çeneleri arasını kapatacak şekilde gem vurulmuştur.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (=Şüphe yok ki Biz, onların sağ ellerine... koyduk) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ellerinin boyunlarında, çenelerinin altında toplanmış olması mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Burnu havada olmak, kibirlenmek ve başı yukarı doğru kaldırmak" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin:

"Ve biz o geminin kenarlarında oturuyor,

Başlarını yukarı doğru kaldırmış develer gibi gözlerimizi kapatıyorduk" dediğini bilmez misin?

Harâitî'nin Mesâviu 'l-Ahlâk'ta bildirdiğine göre Dahhâk, "Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki halkalardan kasıt onların cimriliğidir. Allah, onların Allah yolunda infak etmelerine engel olmuş ve hidâyeti göremez olmuşlardır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bu âyet bazı kıraatlerde (.....) şeklindedir ve: "Her hayırdan alıkonulmuşlardır" mana sındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır" âyeti: "Başlarını kaldırmışlar ve elleri ağızlarının üzerindedir" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken: "Müşrikler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçiyorlar, ama onu göremiyorlardı" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kureyşliler ona eziyet etmek için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısının önünde toplanıp beklemeye başladılar. Bu durum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına gidince Cibrîl, Yâsin Süresiyle gelip, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onların yanına çıkmasını emretti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir avuç toprak alıp, bu sureyi okuyarak ve başlarına toprak serperek çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılıp gidene kadar müşrikler kendisini görmediler ve ellerini başlarına götürüp toprağı gördüler. Kendilerinden olan biri gelip: "Neden burada oturuyorsunuz?" diye sorunca: "Muhamıned'i bekliyoruz" cevabını verdiler. Bunun üzerine o kişi: "Onun Mescid'e girdiğini gördüm. Kalkınız, (Muhammed) size sihir yapmış" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kureyşliler toplanıp Utbe b. Rebîa'yı göndererek: "Şu adama (Allah'ın Resûlü'ne) git ve ona şöyle de: "Kavmin diyor ki; Sen büyük bir işle geldin ve atalarımız geldiğin şey üzere değildi. Bizden de hiç kimse sana uymayacak. Eğer bu yaptığını bir ihtiyaçtan dolayı yaptıysan ve mal istiyorsan, kavmin senin için mal toplayıp versin ve bu yaptıklarını bırakıp atalarının dinine dön." Utbe, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip kendisine söylenenleri aktararak sözlerini bitirip susunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şu âyetleri okudu: "Ha, Mim. (Kur'ân) Rahmân ve Rahîm olan Allah katından indirilmiştir. (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek iilâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline! Onlar zekâtı vermezler; âhireti inkâr edenler de onlardır. Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat vardır. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de «İsteyerek geldik» dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azız, alîm Allah'ın takdiridir. Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!'"

Utbe, kavmine dönüp olanları anlattı ve: "Bana öyle şeyler söyledi ki, o söyledikleri ne şiirdir, ne de sihirdir; ama acaib sözlerdir ve insan sözü değildir" dedi. Bunun üzerine Kureyşliler onu ayıplayıp: "Hepimiz onun yanına gidelim" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girmek üzereyken, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılarına çıkıp kendilerine doğru yöneldi ve yanlarında durup, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetlerini okudu. Allah onların ellerini boyunlarına vurdu, önlerine ve arkalarına set çekti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) toprak alıp onların başına serperek yanlarından ayrıldı ve onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine ne yaptığını anlayamadılar. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarından gidince düştükleri hali gördüler ve: "Sihirde ondan daha iyisini görmedik. Bakın, bize ne yaptı!" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Kureyş'ten bazıları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) suikast düzenlemek için anlaştılar ve bunun için (Allah'ın Resûlü'nün evinin önüne) geldiler. Allah, onların önlerine karanlıktan bir set ve arkalarına da karanlıktan bir set çekti. Böylece Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) göremediler.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Kureyş müşriklerinden bazıları: "Eğer Muhammed'i görürsem ona şöyle şöyle yapacağım" diyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de (Kâbe çevresinde) bulunan ve böyle diyen kişilerin yanına gelip, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler'" âyetlerini okudu. Sonra toprak alıp başlarına serpmeye başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu yaparken içlerinden kimse ne başını kaldırıp ona bakabildi, ne de bir kelime konuşabildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılınca, başlarındaki ve sakallarındaki toprağı silkeleyip: "Vallahi duymadık, vallahi görmedik, vallahi anlamadık" dediler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kendileriyle hak arasına bir set çekildi ve tereddüd içinde kaldılar. Gözleri kapatıldı ve ne önlerinden ne de arkalarından artık hakkı göremez oldular."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen set, dalalet mânâsındadır ve bu kişiler dalaletleri sebebiyle hidâyetten faydalanamazlar.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah, onlarla İslam ve iman arasına bir set çekti ve artık onlar İslam'a teslim olamazlar" dedikten sonra "Onları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar" âyetini okudu ve: "Allah kimin iman etmesine engel olursa, bu kişi iman edemez" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrahim en-Nehaî, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sen ancak, Kur'ân'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi, bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele" âyetini açıklarken: "Zikre uymak, Kur'ân'a uymak demektir. Görmediği halde Rahman'dan korkmak ise Allah'ın azabından korkmaktır. Müjdelenen ecir ise Cennettir" demiştir.

11 ﴿