6

"İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın. Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin. Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz. Onları doğru yola eriştirir, durumlarını düzeltir. Onları, kendilerine anlattığı cennete sokar."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İnkar edenlerden kasıt, müşrik Araplardır. 'Lâ ilâhe ilallah' diyene kadar onlarla savaşılıp öldürülmeleri emredilmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın..." âyetini açıklarken: "Kılıçla dize getirip üstün gelene kadar onları esir almayın ve fidye kabul etmeyin, anlamındadır" demiştir.

İbnu'n-Nehhâs'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu şekilde Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile müminler esir konusunda muhayyer bırakıldılar. İster onları öldürür, ister köle edinir, isterlerse de fidye karşılığı şerbet bırakırlar."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyet, Tevbe Sûresi'ndeki "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyetiyle neshedilmiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyetle müminler ele geçirdikleri esirler konusunda muhayyer bırakılmış, dileyene elindeki esiri karşılıksız bırakma ruhsatı verilmiştir. Ancak Yüce Allah daha sonra bu âyeti Tevbe Sûresi'ndeki "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyetiyle neshetmiştir."

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nâsih'de, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyetin inişinden sonra Müslümanların, müşriklerle karşılaşıp savaştıkları zaman ele geçirdikleri esirler konusunda onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıvermekten başka bir seçenekleri yoktu. Ancak bu hüküm Enfâl Sûresi'ndeki "Savaşta onları yakalarsan, arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetiyle neshedildi."

Abdurrezzâk Musannefte, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk ile Mücâhid: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: "Bu âyet Tevbe Sûresi'ndeki "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyetiyle neshedilmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Süddî'den bu yorumun aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, İmrân b. Husayn'dan bildirir: "Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) müşriklerden iki esiri vererek karşılığında müşriklerin elinde bulunan iki sahabesini serbest bıraktırdı."

Abd b. Humeyd, Eş'as'tan bildirir: Hasan(-ı Basri) ile Atâ'ya: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..."âyetini sorduğumda biri: "Kişi elindeki esiri ya karşılıksız ya da fidye karşılığı bırakır" derken, diğeri: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yaptığı gibi yapar veya karşılıksız ya da fidye karşılığı bırakır" cevabını verdi.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Haccâc'a bazı esirler getirilmişti. Haccâc esirlerden birini öldürmesi için İbn Ömer'e verince, İbn Ömer: "Esir konusunda bize verilen emir bu değildir! Yüce Allah: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..."buyurur" dedi.

İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Nâfi'den bildirir: İbn Ömer, veled-i zina olan bir köleyi azat etti ve şöyle dedi: "Yüce Allah bundan daha kötü olanları bile salıvermemizi emretmiş ve: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." buyurmuştur."

Abdurrezzâk Musannefte, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Leys'ten bildirir: Mücahid'e: "İbn Abbâs'ın: "Esirleri öldürmek helal değildir! Zira Yüce Allah onlar hakkında: «...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin...» buyurur" dediği bana ulaştı" dediğimde, Mücâhid şu karşılığı verdi: "Onun böyle dediğine aldırma. Zira Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbına yetiştim ve hiçbiri bu şekilde düşünmüyordu. Bu âyetin hükmü neshedilmiştir. Bu âyetin hükmü Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile müşrikler arasına gerçekleşen barış antlaşması zamanında geçerliydi. Ancak bu gün artık geçerli değildir. Yüce Allah: "...Onları bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün..." buyurur. Yine: "İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun..." buyurmuştur. Bunlar Arap müşrikleri ise Müslüman olmaktan başka kurtuluş yolları yoktur. Müslüman olmamaları halinde de öldürülürler. Başka milletlerden olup da esir düşenler konusunda ise Müslümanlar muhayyerdir. İster onları öldürür, ister hayatta bırakırlar. Müslüman olmamaları durumunda da isterlerse fidye karşılığı onları serbest bırakırlar. Ancak bu esirler Müslüman olduklarını söylerlerse artık onlardan fidye alınmaz. Bunun yanında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) savaşta küçüklerin, kadınların ve yaşlıların öldürülmesini yasaklamıştır."

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildirir: "...Onları bulduğunuz yerde öldürün..." âyeti daha önce esirlere yönelik uygulanan karşılıksız veya fidye ile salıverme gibi tüm hükümleri neshetmiştir."

Abdurrezzâk'ın Musannefte bildirdiğine göre Atâ, ele geçirilen müşriklerin hedef yapılarak öldürülmesini kerih görür ve: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..."âyetini okurdu. Sonrasında Atâ şöyle derdi: "Fakat bu âyetin hükmü, "...Onları bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün..." âyetiyle neshedildi. Bazılarının dediğine göre de bu âyet Araplara has bir âyettir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de Bedir savaşında Ukbe b. Ebî Muayt'ı bağlı iken öldürtmüştür."

Abdurrezzâk'ın Eyyûb'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) savaşta köle ile uşakların öldürülmesini yasakladı.

Abdurrezzâk, Dahhâk b. Muzâhim'den bildirir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) savaş esnasında eline kılıç alıp saldırmadıktan sonra kadın ile çocukların öldürülmesini yasakladı."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Kâsım b. Abdirrahman'dan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir yere bir müfreze çıkardı. Müslüman askerler bir adamın peşine düşünce adam bir ağaca çıkıp saklandı. Müslümanlar da adamı ağaçla birlikte yaktılar. Geri dönüp de bu olayı Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) anlattıklarında yüzünün rengi değişti ve: "(Savaşta) insanları Allah'ın azabıyla cezalandırmak için değil, onların boyunlarını vurmak veya esir almak için gönderildim!" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca..." âyetini açıklarken: "Savaşın ağırlıklarını bırakıp savaş durumunun ortadan kalkması, yeryüzünde şirk kalmamasıyla olur" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Savaş ağırlıklarını bırakınca..." âyetini açıklarken: "Savaşın ağırlıklarını bırakıp savaş durumunun ortadan kalkması, sadece Allah'a kulluk edilip O'na şirk koşulmaması durumunda olur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca..."âyetini açıklarken: "Burada Yüce Allah Müslümanlarla savaşanları 'Savaş' şeklinde isimlendirmiştir ki düşmanlar silahlarını bırakınca, anlamındadır" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Savaşın ağırlıklarını bırakmasından kasıt; Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesi, Yahudi, Hristiyan ve diğer inançlardan olan herkesin Müslüman olması, koyunların kurttan yana güven içinde olması, farenin tahıl çuvalını kemirmemesi, her şeyde düşmanlığın ortadan kalkmasıdır. Bu da İslam dini diğer tüm dinlere üstün geldiğinde olacaktır.

Böylesi bir zamanda da Müslümanlar o kadar çok nimete nail olacaklar ki rahatlıktan ve çalışmamaktan dolayı kişi ayağını yere koysa kanayacak hale gelecektir."

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "İçinizden ömrü yetip de yaşayanlar İsa'nın yol gösteren bir imam, adil bir yönetici olarak ortaya çıkışını, haçı kırıp domuzu öldürmesini, cizyeyi kaldırmasını ve savaşların ortadan kalkmasını da göreceklerdir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Savaş ağırlıklarını bırakınca..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt İsa b. Meryem'in çıkışıdır" demiştir.

İbn Sa'd, Ahmed, Nesâî, Bağavî, Taberânî ve İbn Merdûye, Seleme b. Nüfeyl'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanında oturuyorken adamın biri geldi ve: "Yâ Resûlallah! Savaş atları salındı, silahlar bırakıldı. Bazıları da artık savaşın bittiğini, ağırlıklarını bıraktığını söylüyorlar" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şu karşılığı verdi: "Yalan söylemişler! Asıl savaş şimdi başlıyor. Ümmetimden bir grup kıyamete kadar Allah yolunda savaşıp duracak, onlara karşı gelenlerin kendilerine bir zararı dokunmayacaktır. Yüce Allah savaşan bu grubu rızıklandırmak için bazı toplulukların kalplerini haktan saptıracak ve bu Müslümanlar kıyamete kadar savaşıp duracaklardır. Kıyamet kopana kadar hayırlar atların alınlarında (savaşta) asılı kalacaktır. Yecûc ile Mecûc ortaya çıkana kadar da savaş ağırlıklarını bırakmayacak, ortadan kalkmayacaktır. "

İbn Ebî Hâtim, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) birçok fetih ihsan edildikten sonra kendisine: "Yâ Resûlallah! Bugün İslam dini sağlam bir şekilde yerleşmiş ve artık savaş ağırlıklarını bırakmıştır" dedim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) şu karşılığı verdi: "Savaş ağırlıklarını bırakmadan önce altı şey gerçekleşecektir. Biri benim ölümümdür. İkincisi Beytu'l-Makdis'in fethedilmesidir. Üçüncüsü, ümmetinden davaları bir olan iki topluluğun birbirleriyle savaşmasıdır. Dördüncüsü, Müslümanların mallarının çoğalmasıdır ki birine yüz dinar verilecek olsa dahi beğenmeyip buna kızacak duruma gelir. Beşincisi, hastalığa yakalanmış koyunların telef olması gibi insanlarda toplu ölümlerin baş göstermesidir. Altıncısına gelince, Rumlardan (Benî Asfar) bir çocuk doğar ki bu çocuk bir günde başka birinin bir ayda büyüdüğü kadar, bir ayda da başka birinin bir yılda büyüdüğü kadar büyüyüp gelişir. Rum halkı onun bu durumunu görünce: «Hükümranlığımızı belki seninle yeniden elde ederiz» diyerek onu başlarına geçirirler. Sonrasında bu genç, emri altında toplanan büyük bir askeri güçle harekete geçip Ariş ile Antakya arasında bir yere kadar gelir. O zamanlar sizin de başınızda çok güzel bir kumandan bulunur. Rumların harekete geçmesi karşısında bu kumandan, arkadaşlarına: «Görüşünüz nedir?» diye sorar. Arkadaşları: «Yüce Allah bizimle onların arasında hükmünü verene kadar onlarla savaşalım!» karşılığını verirler. O ise: «Ben böyle düşünmüyorum. Şimdilik çoluk çocuk ile mallarımızı koruyalım ve Rumların ilermesini bekleyelim. Çoluk çocuk ile mallarımızı güvenceye aldıktan sonra da onların üzerine yürür savaşırız» der."

Bu şekilde Müslümanlar Rumlara dokunmadan yola düşüp benim bu şehrime kadar gelirler. Burada Müslümanlardan yardım istediklerinde Müslümanlar ona katılmak üzere harekete geçerler. Ancak komutanınız: «Rumlarla, Allah aramızda hükmünü verene kadar savaşacağız. Onun için sadece canını Allah yolunda feda eden kişiler bana katılsın» der. Bu çağırışı üzerine yetmiş binden fazla Müslüman bu savaşa katılmak ister; ancak kumandan: «Yetmiş bin kişi bana yeter!» der. Müslümanlar ucu bucağı görülmeyecek kadar kalabalık olurlar. Bunun üzerine içlerinde bulunan düşman casusları Rumlar gelir ve durumu haber ederler. Müslümanlar bu şekilde harekete geçerler. İki taraf karşı karşıya geldiğinde, Rumlar Müslümanların içinde bulunan akrabalarının çıkarılmasını isterler. Kumandanınız söz konusu kişileri çağırıp: «Rumların bu isteği hakkında ne diyorsunuz?» diye sorar. Onlar da: «Rumlarla savaşmayı bizden daha fazla haketmiyorsunuz. İnanç ko sunda da siz onlardan ne kadar uzaksanız biz de o kadar uzağız» karşılığını verirler. Bunun üzerine kumandan: «O zaman yerinizde kalın! Kılıçlarınızın kınını kırın ve savaşa hazır olun» der. Sonrasında Yüce Allah kılıcını onların üzerine salar ve Müslümanlar üçte ikisini öldürürler. Kalan üçte biri de genç komutanlarıyla birlikte gemilere binip kaçarlar. Memleketlerine kaçıp da uzaktan dağları göründüğünde Yüce Allah onların üzerine bir rüzgar gönderir. Bu rüzgar onları tekrar Şam bölgesindeki limanlara sürükler. Orada yakalanır ve sahilde gemilerinin yanında öldürülürler. İşte o zaman savaş ağırlıklarını bırakır ve biter."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katide: "...Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vallahi doğrudur! Yüce Allah dileseydi sayısız ordularıyla onlardan başka türlü intikam alırdı. Zira bütün mahlûkat onun askeridir ve bunlardan en zayıfını dahi onlara musallat etse karşılarında büyük bir ordu bulurlardı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi..." âyetini açıklarken: "Allah dilemiş olsaydı üzerlerine bir melek gönderir, bu melek de onları yerle bir ederdi" demiştir. "...Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz" âyetini açıklarken de: "Uhud savaşında Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbından öldürülenler hakkında nazil oldu" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "...Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz" âyetini, "Allah, kendi yolunda savaşanların işlerini boşa çıkarmaz" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okumuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre bu âyet Uhud savaşında, Müslümanlar birçok ölü ve yaralı verdikten sonra dağa çekildiklerinde, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de dağa doğru çıkarken nazil olmuştur. O zaman müşrikler: "Hubel uludur!" diye bağırdılar. Müslümanlar da: "Allah daha ulu ve yücedir!" karşılığını verdiler. Müşrikler: "Bedir gününe karşılık bugün! Savaş da bir lehte, bir aleyhtedir. Bizim Uzza'mız varken sizin Uzza'nız yoktur!" diye bağırınca, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Müslümanlara: "Onlara: «Bizim dostumuz Allah iken, sizin dostunuz yoktur! Verilen ölüler de bir değildir. Bizim ölülerimiz diri ve rızıklar içinde iken sizin ölüler Cehennemde azap içindedirler!» cevabını verin" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onları, kendilerine anlattığı cennete sokar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cennetlikler hiç kimsenin göstermesine ihtiyaç duymadan sanki doğduklarından beri orada oturmuşlar gibi Yüce Allah'ın kendileri için takdir ve tahsis ettiği Cennetteki meskenlerine giderler. Çünkü Yüce Allah bu mesken ve yerleri onlara daha önce tarif edip, anlatmıştır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Onları, kendilerine anlattığı cennete sokar" âyetini açıklarken: "Yüce Allah onlara Cennetteki meskenlerini kendilerine daha önce anlatıp, tarif etmiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "Onları, kendilerine anlattığı cennete sokar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre dünyadayken kişinin amellerini yazan melek, Cennette bu kişinin önünde yürür. Kişi de bu meleği takip ederek en uzaktaki evine kadar ulaşır. Yüce Allah'ın Cennette kendisine verdiği bütün şeyleri bu melek tanıtıp gösterir. En uzaktaki evine ulaştığı zaman da içeriye, eşlerinin yanına girer. Melek de bırakıp geri döner."

6 ﴿