ZÂDÜ'L-MESÎR FÎ İLMİ'T-TEFSÎREbu’l-Ferac İbn el-Cevzî Abdurrahman b. Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed et-Teymî el-Bekrî el-Kuraşî Hanbelî (ö. 597/1201) Bismillahirrahmanirrahim Hamd, Allahü teâlâ’ya mahsustur ki, bizi Kur’ân-ı Kerim’le bütün ümmetlere karşı şereflendirdi, bizi hikmetlere muvaffak kılmakla doğru şeylere davet etti ve nefislerimizi onun sayesinde vaat ve tehditler arasında doğrulttu ve onu (Kur’ân-ı Kerim’i) cahillerin değiştirmesinden ve inatçıların bozmasından korudu. Bâtıll ona ne önünden ne de arkasından gelebilir, o övgüye layık himmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir. Bizi hamde muvaffak kıldığı için O’na hamd eder, tevhidi gerçekleştirdiği için O’na şükrederim. Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur, birdir, ortağı yoktur. Bu şahitliğin azığı ebediyete kadar kalacaktır. Yine şahadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resul’üdür, onu yakına ve uzağa göndermiştir. Bütün mahlukat için müjdeci ve uyarıcıdır, kainatı aydınlatan kandilidir. Ona kendi lütfünden çok hayır bağışlamış ve onu bir büyük olarak herkesin önüne geçirmiştir. Ona kendi cinsi içinde bir benzer kalmamıştır. Saygı ve hürmet icabı ismi ile çağırmayı men etmiştir. Ona öyle bir kelâm indirmiştir ki, doğru söylediğini şu sözü ile meydan okuyarak ispat etmiş ve şöyle demiştir: "De ki: Eğer insanlar ve cinler bu Kur’ân'ın benzerini meydana getirmek için toplansalar, birbirlerine yardımcı da olsalar bunu meydana getiremezler.” (İsra: 88) Allah; ona, âline, ashabına, tabilerine, zevcelerine ve taraftarlarına salat ve selam etsin, çok çok da selam etsin. Kur’ân-ı Kerim ilimlerin en şereflisi olduğu için manalarını anlamak da anlayışların en mükemmeli olmuştur. Çünkü ilmin şerefi konusunun şerefi iledir. Ben tefsir kitaplarına baktım; onların kimisini öyle büyük gördüm ki, onları ezberlemek mümkün değildir, kimilerini de öyle küçük gördüm ki, maksadı ifa etmez. Orta halli olanların da faydası azdır, düzensizdir. Çoğu zaman müşküller ihmal edilmiş, garip olmayan kelimeler izah edilmiştir. Ben de içine bol ilimler koyarak bu muhtasar tefsiri ortaya koydum, ona: Zadü’l - Mesir fi îlmi’t- Tefsir ismini verdim. Onu gayet kısa tuttum, artık sen de onu anlamak için uğraş, onu ezberlemek için Allah seni muvaffak kılsın. Allah bunu gerçekleştirmek için yardımcıdır, tevfikini hiçbir zaman eksik etmez. Tefsir İlminin Fazileti Abdurrahman es - Sülemi, İbn Mes’ûd’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den onar âyet öğrenirdik; içindeki ilim ve ameli iyice öğrenmedikçe diğerlerine geçmezdik. Katâde de Hasen Basri’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah bir âyet indirdi ise ben ne için indirilmiş ve onunla ne kastedilmişse onu öğrenmek istedim. İyas b. Muaviye de şöyle demiştir: Kur’ân okuyanla tefsirini bilen ve bilmeyen şuna benzer: Bir topluma bir gece tanıdıklarından bir mektup geldi, yanlarında da lamba yoktu, bu mektubun gelmesi ile içlerine bir korku düştü, çünkü içinde ne olduğunu bilmiyorlardı. Sabah olunca içinde ne olduğunu anladılar. Âlimler tefsir ve tevil kelimeleri üzerinde aynı manaya mıdırlar yoksa farklı mıdırlar diye ihtilaf ettiler. Arapçaya ağırlık verenler bunların aynı manaya olduğunu söylediler, eski müfessirlerin çoğu bu görüştedirler. Fıkha ağırlık verenler de ayrı olduğunu söylediler ve: Tefsir, bir şeyi karanlıktan aydınlığa çıkarmaktır. Tevil ise sözü bir delil dolayısıyla esas manasından çıkarmaktır, eğer o delil olmasa idi dış manası terk edilmezdi, dediler. Bu evi kökünden gelir ki, dönüşmek manasınadır. Kur’ân'ın İniş Süresi İkrime, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kur’ân Kadir gecesinde Levh'i Mahfuz’dan Beytü’l - İzzet’e toplu olarak indi. Sonra da yirmi yıl içerisinde inişi devam etti. Şa’bî de şöyle demiştir: Allah Kur’ân’ı parça parça indirdi; başı ile sonu arasında yirmi yıl vardır. Hasen Basri de şöyle demiştir: Bize anlatıldığına göre Kur’ân’ın başı ile sonu arasında yirmi yıl vardır; Mekke'de ona sekiz sene vahiy indirildi. Kur’ân’dan İlk İnenler Kur’ân’dan ilk inenler hususunda da ihtilaf ettiler; şu naklen sabittir ki, ilk inen: "îkra bismi rabbikellezi halak"tır. (Alak: 1) Cabir b. Abdullah’tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: ilk inen: "Ya eyyühel müddessir"dir. (Müddessir: 1) Doğrusu şudur ki, ona "ikra bismi rabbikellezi halak” âyeti inince eve döndü, üzerine bir örtü çekti, bunun üzerine: Ey örtüsüne bürünen âyeti indi. Buhârî ile Müslim’de Cabir’den yapılan rivayet de bunu göstermektedir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den vahiy fetretinden bahsederken şöyle dediğini işittim: Ben yolda yürürken gökten bir ses işittim; başımı kaldırdım, baktım bana Hira’da gelen melek gökle yer arasında oturmaktadır. Ondan korktum; eve dönüp üzerimi kapatın, üzerimi kapatın, dedim. Allahü teâlâ da: Ey örtüsüne sarınan âyetini indirdi.1 Hadis metninde geçen cesestü kelimesi korkmak manasınadır. Bazıları bunu yanlışlıkla cebentü okumuşlardır ki, aynı manayadır. Hasen ile İkrime’den de: ilk inenin: Bismillahirrahmanirrahim olduğu rivayet edilmiştir. Kur’ân'dan Son İnenler Son inen âyet hakkında da ihtilaf ettiler; Buhârî tek başına İbn Abbâs’tan rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e en son inen faiz âyetidir. Müslim’in de ondan tek başına rivâyetinde de şöyle denilmiştir: Toplu olarak son inen sûre "iza cae nasrullahi velfeth"tir. (Nasr: 1) 1 - Buhârî, tefsirü sûre 74, bab, 1, 2 ve 4, tefsirü sûre 96, bab, 1; Müslim, İman, hadis no, 255 ve 257. Bunu Urve, Hazret-i Âişe’den rivayet etmiştir. Katâde ve Ebû Salih de böyle demişlerdir. Dahhâk da İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Son inen âyet, "Allah’a döndüreleceğiniz o günden korkun” (Bakara: 281) âyetidir. Said b. Cübeyr ile Ebû Salih de bu görüştedirler. Ebû İshak da Bera’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Son inen âyet: "Sana kelale hakkında sorarlar” (Nisa: 176) âyetidir, son inen sûre de Beraet suresidir.2 2 - Buhârî, Telsirü suretit - Tevbe. Übey b. Ka’b’ten de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Son inen âyet: "Size kendi içinizden bir Resul geldi” (Tevbe: 138) âyetidir.3 3 - Hakim, Müstedrek, 2/338. Ben müfessirlerin çoğunun kitaplarına baktım, neredeyse hiçbirinin maksadı ifa etmediğini gördüm, bir âyet için birçok kitaba bakmak ihtiyacı hasıl oluyor. Öyle tefsirler vardır ki, içinde nasih ve mensuh ilmi yoktur yahutta az bir şey vardır. Eğer o varsa, sebeb-i nüzul yoktur, eğer o varsa Mekki veya Medeni olduğu açıklanmamıştır, eğer o varsa âyetin hükmüne işaret edilmemiştir, eğer o varsa âyette geçen müşkül bir şeye cevap verilmemiştir. Daha buna benzer birçok lüzumlu fenlere temas edilmemiştir. Ben bu kitaba bu saydığım fenlerin gerekli olanlarını aldım, umarım ki, bu tefsirim diğer benzerlerine ihtiyaç bırakmayacaktır. Daha önce tefsirini yaptığım kelimeyi tekrar etmekten sakındım, küçük bir işaretle yetindim. Bildiğim görüşlerden de sağlam olanlarını terk etmemeye gayret gösterdim, bunu da gayet muhtasar olarak yaptım. Eğer âyetlerin hükümlerinde bir şeyin açıklanmadığını görürsen, bu iki şey dolayısıyla olmuştur; ya mesele yukarıda geçmiştir yahutta tefsire ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Bu çalışma daha önceki tefsirlerden seçmedir, onlardan en sağlam, en güzel ve en mazbut olanlar alınmış, kısa bir ibare ile anlatılmıştır. İşte şimdi konuya başlıyoruz, Tevfik Allah’tandır. İsti’âze (Eûzü) Allahü teâlâ Kur’ân okuyacağımız zaman eûzü çekmemizi emretmiş ve şöyle demiştir: "Kur’ân okuduğun zaman eûzü çekerek kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl: 98) Bunun manası: Okumak istediğin zaman demektir. Eûzü de sığınırım ve iltica ederim demektir. 1-FATİHA SÛRESİ7 Ayettir. Mekkidir. Ebû Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Übey b. Ka’b, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e Kur’ân’ın anası olan Fatiha’yı okuyunca: Ruhumu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ne Tevrat’ta ne İncil’de ne Zebur’da ne de Kur’ân'da bunun gibisi indirilmedi. O seb-i mesanidir ve bana verilen Kur’ân-ı azimdir, dedi. 1 1 - İmam Ahmed, Müsned, 2/357 Onun bazı isimleri: Fatiha, çünkü kitap okunur ve yazılırken onunla başlanılır. Ümmü’l - Kur’ân, Ümmü’l - Kitap, çünkü kitabın başında bulunmaktadır. Seb-i mesani, buna niçin bu ad verildiği inşallah Hicr suresinde şerh edilecektir. Ulema bunun nüzulü hususunda iki görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: O Mekki’dir, bu Ali b. Ebû Talib, Hasen Basri, Ebû’l - Âliyye, Katâde ve Ebû Meysere’den rivayet edilmiştir. İkincisi: Medenidir, bu da Ebû Hureyre, Mücâhid, Ubeyd b. Umeyr, Atâ el - Horasani’den rivayet edilmiştir. İbn Abbâs’tan da bu iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. 1Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle, İbn Ömer: Besmele her surede inmiştir, demiştir. Âlimler onun tam bir âyet olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir, bu hususta İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. Fatiha’dan olup olmadığında da ihtilaf etmişlerdir; bu hususta da İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. Fatiha’dandır, namazda Fatiha okumak vaciptir, diyenler onu namazda okumayı vacip kılmışlardır. Fatiha’dan değildir diyenler de onu namazda okumayı sünnet görmüşlerdir. Bu hususta İmam Malik ayrıcalık gösterip onu namazda okumak müstehap değildir, demiştir. Açık okunan namazlarda onu açık okumada da ihtilaf etmişlerdir; bir grup, İmam Ahmed’ten, onu açıktan okumak sünnet değildir, dediğini nakletmiştir. Bu; Ebû Bekir, Osman, Ali, İbn Mes’ûd, Ammar b. Yasir, İbn Muğaffel, İbn Zübeyr ve İbn Abbâs’ın da görüşleridir. Tabiinin büyükleri de böyle demişlerdir. Onlardan sonra Hasen, Şa’bî, Said b. Cübeyr, İbrahim, Katâde, Ömer b. Abdülaziz, A’meş, Süfyan Sevri, İmam Malik, Ebû Hanife, Ebû Ubeyd vd. de böyle demişlerdir. İmam Şâfiî de onu açıktan okumanın sünnet olduğunu söylemiştir. Bu; Muaviye b. Ebû Süfyan, Atâ, Tâvûs ve Mücâhid’ten de rivayet edilmiştir. Besmelenin tefsiri: Bismillah'ta kısaltma vardır, sanki: Allah’ın ismiyle başlarım veyahut Allah’ın ismiyle başladım, demiştir. İsim kelimesinde beş lügat vardır: İsm, üsm, sim, süm, süma. Şair şöyle demiştir: Allah sana mübarek bir süm (isim) vermiştir, Allah o isimle seni tercih etmiştir. Şöyle bir beyit de nakletmişlerdir: Her surede süm’ü (ismi) geçen Allah'ın ismiyle. Ferrâ’ şöyle demiştir; Bazı Kaysliler: sümüh deyip ismi kasdederler. Bazı Kudaalılar da, sümüh, derler. Biri bana şöyle bir beyit nakletti: Yılımızın başı hoştur; O, cömertliğin babası diye çağırılır ve ona, Kırdab, derler. Kırdab, keskin kılıç demektir. Âlimler, Allah’ın "Allah” isminde de ihtilaf etmişlerdir; bazıları, türemiş, demişlerdir. Diğerleri de: O özel isimdir, türemiş değildir, demişlerdir. Bu hususta İmam Halil'den iki rivayet vardır: Birincisi: O türemiş değildir, o nedenle Rahman’dan atıldığı gibi başındaki elif lâm atılmaz. İkincisi: O türemiştir. Bunu ondan Sibeveyh rivayet etmiştir. Ebû Süleyman Hattâbî de bazı Âlimlerden, onun aslının elihe kökünden geldiğini rivayet etmişlerdir ki, başına bir şey gelenin, birine sığınması, onun da koruyup güvence vermesi manasınadır. Bu nedenle O’na İlâh denmiştir, tıpkı bir kimseye imam denildiği gibi. Başkası da aslının vİlâh olduğunu söylemiştir, vav hemzeye tebdil edilip ilâh denilmiştir, tıpkı visade ve isade, vişah ve işah denildiği gibi. Bu durumda veleh kökünden gelir, çünkü kulların kalpleri O’na yönelmiştir, tıpkı: "Sonra size zarar dokunduğu zaman O’na yakarırsınız” (Nahl: 53) âyetinde olduğu gibi. Ancak bunlar âlem (özel isim) olması için kalıbında değişiklik yapmışlar, tıpkı yazılı şeye kitap, hesap edilen şeye hesap denildiği gibi. Bazıları da bunun yine elihe kökünden geldiğini söylemişlerdir ki, şaşırmak manasınadır. Çünkü kalpler O’nun büyüklüğünü düşündüğü zaman şaşar. Bazı lügatçilerden de, bunun ibadet manasına olduğu rivayet edilmiştir. İbn Abbâs’tan da: "Seni ve ilâhlarını bırakır” (A’raf: 127) âyetinde geçtiği üzere ibadet manasınadır, dediği rivayet edilmiştir. Teellüh ise taabbüd manasınadır. Şair Ru’be şöyle demiştir: Allah’ı öven o kusursuz güzellere aferin ki, İbadet ederken tesbih çekip inna lillâh okudular. Burada geçtiği gibi ilâh mabut manasınadır. Rahman kelimesine gelince cumhûr onun rahmetten türediğini söylemişlerdir, bunda mübalağa manası vardır. Manası: Eşsiz merhamet eden demektir. Fa’lan kalıbı mübalağa içindir. Çünkü onlar çok dolu olana mel'an, çok tok olana da şeb’an, derler. Hattâbî de şöyle demiştir: Rahman, yaratılanlara rızık veren ve onların menfaatini temin eden geniş merhametli demektir, mü’mini de kâfiri de içine alır. Rahim ise mü’minlere hastır, Allahü teâlâ: "O, mü’minlere rahimdir” demiştir. (Ahzab: 43) Rahim; rahim (merhametli) demektir. |
﴾ 1 ﴿