3

Size şunlar haram edilmiştir: Ölü (leş), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulmuş, yüksek yerden düşmüş, bir hayvanın boynuzu ile süsülmüş, canavar tarafından parçalanmış - ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna - dikili taşlar üzerinde boğazlanmış ve fal oklan ile kısmet aramanız. Bütün bunlar yoldan çıkmadır. Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın; Ben’den korkun. Bugün dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için İslâm’ı din olarak beğendim. Artık kim açlık durumunda çaresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin (haramlardan yiyebilir). Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Size ölü haram kılındı": Bu Bakara suresinde tefsir edilmiştir.

"Münhanika” ise: İbn Abbâs: O boğulup ölendir, demiştir. Hasen ile

Katâde de: O, avcının ve başkasının ipiyle boğulandır, demişlerdir. Ben de derim ki: Boğulan, nasıl olursa olsun haramdır.

İbn Kuteybe şöyle demiştir:

"Mevkûze": Ölüme yaklaşmcaya kadar dövülen hayvandır, sonra da ölmesi için bırakılır ve boğazlanmadan eti yenir. Fülanün vakizün denir ki, ölüme yaklaşmıştır, demektir. İbadetten ölmek üzere olana da böyle denir.

"Mütereddiye” ise: Dağdan, damdan düşen veya kuyuya yuvarlanandır, teradda, düşmek manasınadır.

"Natîha” ise: Başka bir koyunun veya sığırın boynuzu ile öldürdüğü hayvandır, feîle veznindedir, ism-i mef'ul manasınadır.

"Ve-mâ ekele-s-sebu’u ": İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Miclez ve İbn Ebi Leyla, benin sükunu ile Seb’ okumuşlardır. Ondan maksat da canavarın parçalayıp bir kısmını yediği hayvandır.

"Ancak boğazladığınız müstesna": Yani bütün bunlardan canlı iken yetişip de boğazladığınız müstesna.

Müstesnada da iki görüş vardır:

Birincisi:

"Mühânika

"dan itibaren zikredilenlere râcîdir.

İkincisi: Özellikle canavarın parçaladığına râcîdir.

Âlimler birinci görüş üzerindedirler.

Hayvan Kesme

Zeccâc şöyle demiştir:

Zekkeytüm“ deki zekatın aslı lügatte: Bir şeyi tamamlamadır, zeka fissinn de bundandır ki, dişini tamamlamadır.

İmam Halil şöyle demiştir: Zeka: Yaranın üzerinden bir sene geçmektir. Bu da kuvvetini tamamlamasıdır. Fehim zekası da böyledir ki, tam anlamak ve çabuk almak, demektir. Zekkeytünnara da, ateşi harlandırmaktır.

Hazret-i Ali, İbn Abbâs, Hasen ve Katâde’den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Gözü açılıp kapanırken veya kuyruğu hareket ederken yetiştiğin hayvanı yemek helaldir.

Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bizim mezhebimiz şöyledir: Eğer yaşayacak vaziyette ise, boğazlamakla helâl olur. Eğer o vaziyette değilse, bakılır; canı sağlam değilse, boğazlanmış gibi hareket ediyorsa, meselâ karnı yarılmış ve iç organları çıkarılmış ve uzaklaştırılmışsa, onu yemek helâl değildir. Eğer bir iki gün yaşayacak şekilde canı sağlamsa, meselâ karnı yarılmış da bağırsakları kesilmemişse, onu yemek helaldir.

Kimileri de şöyle demiştir: Eğer onda kısmi hayat varsa, kesmekle helâl olur. Doğrusu bizim dediğimizdir, çünkü canı sağlam olmazsa, o ölü hükmündedir. Baksanıza, bir adamın bağırsakları çıkarılsa, sonra biri de boynunu vursa, katil birincidir. Çünkü ilk hareketle hayat devam etmez.

Boğazlamada kesilmesi vacip olan şeyler hakkında da iki rivayet vardır:

Birincisi: O boğaz, yemek borusu ve boğazla yemek borusu arasındaki iki damardır. Eğer bunlardan biri eksik olursa, yenmez. Abdullah rivâyetinde îmam Ahmed’in kelâmından anlaşılan da budur.

İkincisi: Boğazla yemek borusunu kesmek yeterlidir, bu da Hanbel rivâyetinde onun sözünden anlaşılmaktadır. Şâfiî de böyle demiştir.

Ebû Hanife ise: Boğazı, yemek borusunu ve şahdamarlarından birini kesmek yeterlidir, demiştir. İmam Malik de: Boğaz kesilmese de şahdamarı kesmek kafidir, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Boğaz, ağızdan sonradır, o da nefes yeridir. Orada akciğer buronşlarının dallandığı esas buronşlar vardır. Yemek borusu ise: Yemeğin indiği hortumdur, şahdamarları da hayvanı boğazlayanın kestiği iki ana damardır.

Boğazlama aletine gelince. O da, kanı akıtan ve damarları kesen her şeydir, ancak diş ile tırnak hariç. Bunlar da ister yerinden çıkarılmış olsun isterse çıkarılmamış olsun.

Ebû Hanife ise yerinden çıkarılmışı ile kesmenin câiz olduğunu söylemiştir. Ama deve ürker veya kuyuya düşerse o, av hükmündedir, onun kesilmesi ayağının doğranmasıdır.

İmam Malik ise: O da normal hayvan gibidir, demiştir. Eğer ava atar da bir kısmını koparır ve onda sağlam bir hayat olur da onu boğazlarsa veyahut ölünceye kadar bırakırsa, onu yemek câizdir. Ondan ayrılan şeyde de iki rivayet vardır.

"Dikili taşlar üzerinde kesilenler":

Dikili taşlar hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar dikilen putlardır ki, Allah’tan başkasına ibadet edilir. Bunu İbn Abbâs, Ferrâ’ ve Zeccâc, demişlerdir. Buna göre mana: Dikili taşlar denen şeylerin üzerinde ve onlar için kesilenler, demek olur ki,

“alâ” "lâm” manasınadır. Bunlar da birbirinin yerine kullanılır. Meselâ şuralarda olduğu gibi:  

"Feselamün leke” (Vakıa: 91) ve:

"Ve in ese’tüm feleha". (İsra: 7)

İkincisi: Onlar sunaktır, onların üzerinde kurban keser, etini parçalara ayırır ve onlara saygı gösterirlerdi. Bu da İbn Cüreyc’in görüşüdür. Hasen ile Harice b. Amr, nunun fethi ve şadın sükunu ile: Nasb okumuşlardır.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Nusub, nusb ve nasb, bunların çoğulu ensabtır.

"Fal okları ile kısmet aramanız":

İbn Cerir Taberî şöyle demiştir: Sizin için taksim edilen ve edilmeyen (kısmetinizde olan ve olmayan) şeyleri fal okları ile bilmeye çalışmanız. İstakseme kısmet kökünden istifal babındandır, rızk ve ihtiyaç arama manasınadır.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir:

Ezlâm: Oklardır, tekili de: Zelem ve zülemdir.

Onlarla kısmet aramak da, onları vurup, çıkan emir ve yasağa göre hareket etmektir. Bir şeyi kendi aralarında bölüşmek ve kendi kısmetlerini bilmek istedikleri zaman bunu yaparlardı. İstiksam, kısmetten gelmektedir ki, nasip ve hisse demektir.

Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Ezlâm, beyaz taşlardır, sabahleyin veya öğleden sonra yola çıkacakları zaman iki taştan birinin üzerine: Rabbim bana emretti, diğerinin üzerine de: Rabbim beni men etti, diye yazarlardı. Sonra da çekerlerdi; hangisi çıkarsa ona göre hareket ederlerdi.

Mücâhid de şöyle demiştir: Ezlâm, Arapların okları ve Farslıların zarlarıdır, bunlarla kumar oynarlardı.

Süddi de: Ezlâm kahinlerin yanında olurdu, demiştir.

Mukâtil de: Puthanede olurdu, demiştir. Bir topluluk da: Ka’be’ye hizmet edenlerin yanında olurdu, demiştir.

Zeccâc da: Bununla müneccimlerin, şu yıldızdan dolayı çıkma veya şu yıldız için çık sözleri arasında bir fark yoktur, demiştir.

"Bunlar yoldan çıkmadır":

Bunlar ile işaret edilen şeylerde de iki görüş vardır:

Birincisi: Âyette zikredilenlerin tamamıdır, bunu da Ali b. Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Said b. Cübeyr de böyle demiştir.

İkincisi: O, fal okları ile kısmet aramaktır. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Fısk da: Allah’a itâatten çıkıp isyan etmektir.

"Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler":

Bugün” üzerinde de üç görüş vardır:

Birincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Veda haccında Mekke’ye girdiği gündür. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İbn Saib de: Âyet o gün indi, demiştir.

İkincisi: O, Arefe günüdür, bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir.

Üçüncüsü: Belli bir günü kasdetmemiştir, mana: Şimdi, demektir, nitekim; ben bugün yaşlandım, dersin ki, şimdi demektir. Bunu Zeccâc, demiştir.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Araplar saatleri ve geceleri içine alan zaman dilimine bugün derler. Gaflette idim, bugün uyandım derler ki, şimdi demektir. Filanca bizi ziyaret ederdi, bugün ise vefasızlık ediyor, derler. Bugün ile belli bir günü kasdetmezler. Şair de şöyle demiştir:

Bir gün lehimize bir gün de aleyhimizedir;

Bir günü üzülürüz, bir gün de seviniriz.

Bir zaman lehimize, bir zaman da aleyhimizedir, demek istemiştir; tek başına bir günü kasdetmemiştir.

“Ümitlerini kesme” hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar mü’minlerin müşriklerin dinine dönmelerinden ümit kesmişlerdir. Bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demiştir.

İkincisi: İslâm’ın iptal olmasından ümitlerini kesmişlerdir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Onların dinlerinden ümit kesmeleri, Allah’ın Müslümanlardaki korkuyu onlara ve onlardaki güveni de müslümanlara nakletmesindendir. Böylece onların dinlerini iptal edemeyecekleri ve köklerini kazıyamayacaklarını bildiler. Onlarla savaşmaları ise sırf zahiri kurtarıp küfürlerinin devam edeceğini sanmalarındandır.

"Onlardan korkmayın":

İbn Cüreyc: Sizi yeneceklerinden korkmayın, demiştir. İbn Saib de: Dininize galip geleceklerinden korkmayın, benim emrime muhalefet etmekten korkun, demiştir.

"Bugün dininizi ikmal ettim": Buhârî ve Müslim, Sahih’lerinde Tarık b. Şihap’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Hazret-i Ömer'e Yahudilerden bir adam geldi: Ey Mü’minlerin Emiri, sizler kitabınızda öyle bir âyet okuyorsunuz ki, eğer o, biz Yahudilerin üzerine inse idi, onu bayram ederdik, dedi. O da:

"Hangi âyet?” dedi. O da:

"Bugün dininizi ikmal ettim ve size olan nimetimi tamamladım” kavlidir, dedi. Hazret-i Ömer de: Ben onun Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e indiği günü, indiği saati ve indiği yeri biliyorum; Resûlüllah Arafat’ta idi ve Cuma günü idi, dedi. Bir rivayet de:

"Arafe akşamı indi” demiştir. 1

1 - Bkz. Tirmizî, Nesâî; İmam Ahmed, Müsned, 1/237.

Said b. Cübeyr de: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, ondan sonra seksen bir gün yaşadı, demiştir.

"Bugün"de ise: İki görüş vardır:

Birincisi: O, Arefe günüdür, bu da cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: O, belli bir gün değildir. Bunu Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bunu da az önce zikretmiştik.

“Dinin kemale erdirilmesi” nde de beş görüş vardır:

Birincisi: O, farz ve hadlerin tamam olmasıdır, bu Âyetten sonra helâl ve haramla ilgili bir şey inmemiştir. Bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demiştir. Buna göre mana: Bugün dininizin şer'i emirlerini tamamladım, demek olur.

İkincisi: O, müşriklerin Beytullah'tan uzaklaştırılmaları ile olmuştur; o yıldan sonra bir müşrik onlarla beraber haccetmemiştir. Bunu da Said b. Cübeyr ile Katâde, demiştir.

Şa’bî de şöyle demiştir: Burada dinin kemale erdirilmesi, güçlenip açığa çıkması, şirkin zelil olup silinmesidir. Farzlar ve sünnetler için ise tekamül söz konusu değildir, çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar onlar inmeye devam etti. Buna göre mana şöyle olur: Bugün dininize yardımı tamamladım.

Üçüncüsü: Düşmanları yenmektir, bunu da Süddi, demiştir.

"Kim çaresiz kalırsa": Yani zaruret onu haram edilen şeylerden yemeye zorlarsa, demektir.

"Fi mahmasatin": Açlıkta, demektir, hams açlıktır. Şair bir adamı yererken şöyle diyor:

Aç kalmayı azap sayar, eğer toklukla karşılaşırsa,

Kalbi o geceyi rahat geçirir.

Bu kelâm da geçen ölü, kan ve onlarla beraber zikredilen haram şeylere dönüktür.

"Gayra mütecanifin liismin":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Buna meyletmeden,

"Cenef": Meyletmektir. İbn Abbâs, Hasen ve

Mücâhid de: Günaha yeltenmeden, demişlerdir.

"Günaha meyletmenin” manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Zaruret durumu geçtikten sonra yemektir. Bu; İbn Abbâs ile diğerlerinden rivayet edilmiştir.

İkincisi: Günah işlemeyi kasdetmektir, bunu da Katâde, demiştir.

Mücâhid de: Kim isyan eder ve günah maksadıyla çıkarsa, yemesi haram olur, demiştir.

Kadı Ebû Ya’lâ’ da: En doğru görüş budur; çünkü âyet, darda kalmakla beraber günaha meyletmenin bir arada olmasını gerektirmektedir; bu da ancak asi bir kimsenin yolculuğunda olur. Bunu canını kurtaracak kadar yedikten sonra manasına almak doğru değildir, çünkü zaten zaruret ortadan kalkmıştır.

Ebû Süleyman da: Âyetin manası şöyledir, demiştir: Kim darda kalır da günaha meyletmeden ondan yerse, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, yani ondan vaz geçer, merhametlidir, çünkü onu darda kalana helâl etmiştir.

3 ﴿