10

Hatırla ki, o gençler, mağaraya sığınmış da: "Rabbimiz, bize kendi katından bir rahmet ver ve bize işimizden bir doğruluk hazırla” demişlerdi.

"İz evel fityetü": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Gençler oraya vardılar, orayı kendilerine barınak kıldılar. Fitye, feta’nın çoğuludur, ğulam ve ğılme, sabiyyün ve sıbye gibi. "Fi’le” çoğul isimlerindendir, ona kıyas yapılmaz; meselâ: Ğurab ve ğırbe, ğaniyyün ve ğinye, denilmez. Bazı müfessirler de: Fitye: Gençler manasınadır, demişlerdir. Biz de Kuteybi’den şöyle zikretmiştik: Feta, kemale ermiş erkektir. Bunu da

"ve min feteyatikümül mü’minat"ta açıklamıştık (Nisa: 25).

"Rabbimiz, bize kendi katından ver": Yani senin tarafından, demektir.

"Bir rahmet": Yani bir rızık.

"Bize hazırla": Bizim için temin et.

"İşimizden bir doğruluk": Yani bizi sana yaklaştıracak şeye irşat et, demektir.

Mana şöyledir: Bize doğruyu yakalayacak şeyler hazırla. Rüşd, reşd ve reşad: Sapıklığın zıddıdır.

Ashab-ı kehf kıssasının özeti

Âlimler onların bu işinin nasıl başladığında ve mağaraya gelme sebebinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Onlar gece krallarından kaçtılar, çünkü kendilerini putlara tapmaya davet etmişti. Onlar da köpeği olan bir çobanla beraber kaçtılar, kral da onları dinlerinden dolayı takip etti. Onlar ibadet etmek üzere bir mağaraya sığındılar. İçlerinden biri onlara şehirden yiyecek şeyler satın alıyordu, nihayet bir gün onlara döndü, insanların kendilerini konuştuklarını haber verdi. Onlar da ağladılar, fitneden Allah'a sığındılar. Allah da kulaklarına vurup onları uyuttu. Kral da emir verdi, mağarayı üzerlerine kapattılar, onların uyanık olduklarını zannediyordu. Allah da onların ruhlarını uyku ölümü gibi aldı, köpekleri de aynı hale büründü. Sonra imanlarını saklayan iki adam bunların isimlerini, soylarını ve haberlerini kurşun bir levhaya yazdılar, onu bakır bir sandığa koyup binanın içine bıraktılar ve: Belki Allah mü’min bir kavmi onlardan haberdar eder de durumlarını öğrenirler, dediler. Bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür. Ubeyd b. Umeyr de şöyle demiştir: Kavimleri onları kaybettiler, onları aradılar, Allah da onları kör edip onlardan haberdar etmedi. Onlar da isimlerini ve soylarını bir levhaya yazdılar: Falan oğlu falan, bunlar krallarımızın çocuklarıdır, onları şu ayda, şu yılda ve filan memlekette kaybettik, dediler. Levhayı kralın hâzinesine koydular ve: Mutlaka bir gün bir şeyler olur, dediler.

İkincisi: Havârilerden biri Ashab-ı Kehf in şehrine geldi, oraya girmek istedi, ona: Onun kapısında bir put vardır, kimse ona secde etmeden oraya giremez, dediler. O da oraya girmek istemedi; şehre yakın bir hamama gitti, orada ücretle çalışmaya başladı. Şehirden birkaç genç onunla ilgilendi, o da onlara gökten, yerden ve ahiretten haber verdi. Onlar da ona iman edip onu tasdik ettiler. Nihayet bir gün kralın oğlu bir kadınla geldi, kadınla beraber hamama girmek istedi. Havâri de buna mani oldu; o da küfredip içeri girdi. Kendisi de kadın da hamamda öldüler. Kral geldi, ona: Oğlunu hamamın sahibi öldürdü, dediler. O da kaçtı. Kral;

"Yanında kimler vardı?” dedi. Onlar da gençlerin isimlerini verdiler, Onları aradılar, onlar da şehirden çıktılar. Ekini olan bir arkadaşlarına uğradılar, o da onlar gibiydi. O da köpeğiyle beraber onlarla gitti, gece olunca mağaraya sığındılar: Burada geceleyelim, sonra inşallah sabah olunca düşünürüz, dediler. Allah da kulaklarının üzerine vurup onları uyuttu. Kral ve arkadaşları onları takibe çıktılar; onların mağaraya girdiklerini fark ettiler. Ne zaman bir adam mağaraya girmek istese, korkardı. Biri krala: "Sen:

"Eğer onları yakalarsam öldürürüm?” demedin mi?” dedi. O da: Evet, dedi. O da: Öyleyse mağaranın kapısını ör, açlıktan ve susuzluktan ölsünler, dedi. O da öyle yaptı. Bu da Vehb b. Münebbih’in görüşüdür.

Üçüncüsü: Onlar şehrin büyüklerinin ve eşrafının oğulları idiler, çıkıp şehrin arkasında randevu vermeden buluştular; içlerinden biri, ki, en yaşlılarıdır: Ben içimde öyle bir şey hissediyorum ki, hiçbirinizin içine gelmemiştir, dedi. Onlar da: "Nedir?” dediler. O da: Ben içimde benim Rabbimin gökleri ve yeri yarattığını hissediyorum, dedi. Hepsi birden kalkıp: Rabbimiz Göklerin ve yerin Rabbidir, dediler. Mağaraya girmeye karar verdiler. Orada Allah’ın dilediği kadar kaldılar. Bu da Mücâhid’in görüşüdür.

Katâde de şöyle demiştir: Onlar Rum krallarının çocuklarıdır, kendilerine has olan dinleriyle mağaraya sığındılar, Allah da kulaklarına vurarak onları uyuttu.

Ashab-ı Kehfin uykularından uyanmalarının sebebine gelince:

İkrime şöyle demiştir: Müslüman bir ümmet geldi, kralları da Müslüman idi, ruh ve ceset hakkında ihtilaf ettiler; biri: Ruh ile ceset birlikte dirilir, dedi. Biri de: Yalnız ruh dirilir, ceset toprakta çürür, yok olur, dedi. Bu anlaşmazlıkları kralı sıktı, o da kalkıp çul giydi ve külün üzerine oturdu. Onlara bir mucize göstermesi için Allah’a dua etti. Allah da Ashab-ı Kehfi uykusundan uyandırdı.

Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: Yağmura tutulan bir çoban mağaraya geldi: Şu mağarayı açsam da koyunlarımı yağmurdan oraya soksam, dedi. Uğraşmasının sonunda kapısını açtı. Allah da ertesi sabah onların ruhlarını geri gönderdi.

İbn Saib de şöyle demiştir: Mağaranın bulunduğu yerin sahibi koyunlarına bir ağıl yapma ihtiyacı duydu, o seti yıktı, mağaranın kapısı açıldı. İbn İshak da şöyle demiştir: Allah o memleket halkından birinin içine o yapıyı yıkıp koyunlarına bir ağıl yapmayı düşürdü. O da taşları sökmek için iki işçi kiraladı, onlar da duvarı söküp mağaranın ağzını açtılar. Onlar da neşe içinde oturdular, birbirlerine selam verdiler, ne yüzlerinde ne de vücutlarınca garipseyecek bir şey görmüyorlardı. Tam yattıkları gibi kalkmışlardı. Krallarının kendilerini aradığını sanıyorlardı. Namaz kıldılar, harcama işiyle uğraşan Yemliha’ya: Git, insanlara kulak ver, hakkımızda ne diyorlar. Git, bize yiyecek ara, dediler. O da elbiselerini değiştirdi, tebdil-i kıyafet etti. Çıktı, mağaranın ağzından bir taşın çıkarıldığını gördü, şaşırdı, sonra gizlice ve bir kimsenin kendini görür de krala gider korkusu ile çıktı. Şehrin kapısını görünce üzerinde imana işaret eden alâmet gördü; şaşırdı; orasının bildiği şehir olmadığını zannetti. Bilmediği birtakım insanlar gördü, daha da şaşırdı: Her halde ben uyuyorum, dedi. Oraya girince İsa adına yemin eden insanlar gördü, kalktı, belini bir duvara yasladı ve içinden: Allah’a yemin ederim ki, bunun ne olduğunu bilmiyorum, daha dün akşam yeryüzünde İsa’nın ismini anan bir kimse yoktu, bugün ise onun ismini andıklarını duyuyorum. Belki de bu, benim bildiğim şehir değildir. Allah’a yemin ederim ki, ben şehrimizin yakınında bir şehir olduğunu bilmiyorum, dedi. Şaşkın vaziyette kalktı, gümüş para çıkararak onu bir adama verdi: Bana yiyecek ver, dedi. Adam paranın nakşına bakıp şaşırdı; sonra onu bir başkasına verdi. Onlar da birbirlerine attılar, şaşıyorlar, kendi aralarında konuşuyorlardı: Bu, bir hazine bulmuş, dediler. Onlardan korktu, kendisini tanıdıklarını zannetti: Yiyeceğinizi alın, benim ona ihtiyacım yok, dedi. Ona:

"Ey delikanlı, sen kimsin? Allah’a yemin ederiz ki, sen bir gömü bulmuşsun, onu saklamak istiyorsun. Bizi de ortak et, yoksa seni hükümdara götürürüz, seni öldürür, dediler. Ne diyeceğini bilemedi. Pelerinini boynuna doladılar, o ise ağlıyor ve: Kardeşlerimden ayrıldım, keşke başıma geleni bilseler, diyordu. Onu şehri idare eden iki kişinin yanına götürdüler: Onlar da:

"Bulduğun hazine nerede?” dediler. O da: Ben hazine bulmadım, ancak bu, atalarımın parasıdır, bu da o şehrin sikkesidir. Allah'a yemin ederim ki, ne yapacağımı ve size ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.

Mücâhid diyor ki: Ashab-ı Kehfin gümüş paraları, deve pabucu gibi idi. Onlar: "Sen kimsin? Babanın adı nedir?” dediler. O da: Anlattı, onu tanıyan birini bulamadılar. Biri: Sen bizimle alay mı ediyorsun, bu memleketin hâzineleri bizim elimizdedir, bizde bu paranın benzeri ne bir dirhem ne de bir dinar yoktur. Şimdi emrederim, sana şiddetli işkence ederler, sonra bu hâzineyi itiraf edinceye kadar seni hapse atarım, dedi. Yemliha da: Size soracağım şeye cevap verin, eğer bunu yaparsanız, size doğruyu söylerim, dedi. Onlar da: Sor, dediler, o da: "Kral Dakyanus ne yaptı?” dedi. Onlar da: Bugün yeryüzünde Dakyanus adında bir kral bilmiyoruz; o, eski zamanın kralı idi, çok önceleri öldü, dediler. O da: Allah'a yemin ederim ki, dediğime inanmayacaksınız, biz bir grup genç idik, kral bizi putlara tapmaya ve heykellere kurban kesmeye zorladı; biz de dün akşam ondan kaçtık ve uyuduk. Uyanınca da ben arkadaşlarım için yiyecek almak üzere çıktım, işte ben gördüğünüz gibiyim. Benimle beraber mağaraya gelin, size arkadaşlarımı göstereyim, dedi. Onunla beraber şehir halkı da gittiler, arkadaşları ise geciktiği için yakalandığını zannediyorlardı. Onlar bu korku içinde iken sesler ve at kişnemeleri işittiler. Bunları Dakyanus’un adamları zannettiler. Namaza durdular. Birbirlerine selam verdiler. Yemliha ağlayarak yanlarına gitti, onlar da ağladılar, ona durumu sordular. O da onlara haber verdi, bütün hikayeyi anlattı. Onlar da bunların Allah’ın emriyle uyuduklarını ve insanlara ibret olmak ve yeniden dirilmeyi tasdik etmek için uyandırdıklarını anladılar. İnsanlar isimlerinin ve kıssalarının yazıldığı kitabeye baktılar; şaşırdılar ve krallarına haber gönderiler. O da geldi, boyunlarına sarılıp ağladı: Onlar da: Seni Allah’a ısmarlıyor, seni selamlıyoruz. Allah seni muhafaza etsin, mülkünü de muhafaza etsin, dediler. Kral ayakta iken onlar yattıkları yerlere döndüler, aziz ve celil olan Allah ruhlarını kabzetti. Kral her birine birer altın tabut yapılmasını emretti, akşam olunca onları rüyasında gördü: Biz altın ve gümüşten yaratılmadık, fakat biz, topraktan yaratıldık, bizi Allahü teâlâ’nın dirilteceği güne kadar mağarada olduğumuz gibi toprağın üzerine bırak, dediler, insanlar onların yanından korku ile çıkınca Allah Te alâ onları gözden kaybetti; kimse onların yanına giremedi. Kral da emretti, mağaranın kapısına namaz kılmak için bir mescit yapıldı, her sene onlar için büyük bir bayram yapıldı. Şöyle de denilmiştir: Yemliha insanlarla beraber gelince: Beni bırakın, arkadaşlarımın yanına girip onlara müjde vereyim; eğer sizi benimle beraber görürlerse, onları korkutursunuz, dedi. Girdi, onları müjdeledi, Allah da ruhlarını kabzetti. İnsanlar içeri girdiler, baktılar ki, cesetlerinden hiçbir şey bozulmamış, ancak cansız idiler. Kral: Bu, Allah’ın size gönderdiği bir mucizedir, dedi.

10 ﴿