19-MERYEM SÛRESİ

Mekke’de inmiştir.

98 ayettir.

O, ittifakla Mekki’dir, bunda da hiçbir ihtilaf bilmiyoruz.

Mukâtil: O, Mekki’dir, ancak secdesi hariçtir ki, o Medeni’dir, demiştir. Müfessir Hibetullah da şöyle demiştir: O, iki âyet dışında Mekki’dir: Onlar da

"Fehalefe min badihim halfün” ile ondan sonraki ayettir (Meryem: 59, 60).

Bismillahirrahmanirrahim

1

Kâf. Ha. Ya. Ayn. Sâd.

"Kâf. Ha. Ya. Ayn. Sâd": İbn Kesir, henin ve yenin fethi, "Sâd"ın hecesindeki dalı açık olarak "kâf. Ha. Ya, Ayn. Sâd” okumuştur. Ebû Amr da, henin kesri, yenin fethi ve dalı zala idgam ederek "kâf, hi ye ayn, sâd” okumuştur. Nâfi ise he ve ye ile kesre ve fetha arasında telaffuz eder, "sâd"ın hecesindeki dalı, "zikr"in zalına idgam etmezdi. Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek ve Kisâi henin ve yenin kesri ile okudular, ancak Kisâi, dalı pek ayırmazdı, Âsım ise ayırırdı.

İbn Âmir ile Hamze de henin fethi ve yenin kesri ile okur ve idgam ederlerdi.

Übey b. Ka’b de henin ref’i ve yenin fethi ile "kâf, hu, ye, ayn, sâd” şeklinde okumuştur. Biz de Bakara suresinin başında bu tür açıklamalardan bahsetmiştik.

Buraya özel olarak ise zikredilen harfler üzerinde dört görüş vardır:

Birincisi: bunlar Allahü teâlâ’nın isimlerinden bazı harflerdir, bunu da çoğunluk, demiştir. Sonra bunlar bu kâfin hangi isimden olduğu üzerinde de dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, Allah’ın el - Kebir ismindendir.

İkincisi: El - Kerim ismindendir.

Üçüncüsü: El - Kâfi ismindendir. Bu üç görüşü Said b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O, el - Melik ismindendir, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir. He ise hepsi, el - Hadi ismindendir, demişlerdir. Ancak el - Kurazi itiraz ederek: O, Allah ismindendir, demiştir.

Ye ise, bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, Hakiym’dendir.

İkincisi: Rahiym’dendir.

Üçüncüsü: Emiyn’dendir. Bu üç görüşü, Said b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

Ayn’e gelince, onda da dört görüş vardır:

Birincisi: O, alîm’dendir.

İkincisi: Âlim’dendir.

Üçüncüsü: Aziz’dendir, bunları yine Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O, adl’dendir. Bunu da Dahhâk demiştir. Sâd’a gelince:

Onda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, Sadik’tandır.

İkincisi: Saduk'tandır. Bu ikisini yine Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Samed’dendir, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir.

İkincisi:

"Kâf, ha, ya, ayn, sâd” Allah’ın yemin ettiği bir kasemdir ve O’nun ismindendir. Bunu Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten de şöyle dediği rivayet edilmiştir: O, Allahü teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir. Ondan: Kâf, ha, ya, ayn, sâd, beni bağışla, dediği rivayet edilmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Bununla yemin ve dua etmek, onun bir isim olduğunu göstermez. Çünkü dua eden, bu harflerle dua etmenin Allah’ın sıfatlarından bir sıfat olduğunu bilir de onunla dua ederse, sanki: Ya Kâfi, ya Hadi, ya Alim, ya Sadık, demiş gibi olur. Bunlarla da yemin edince, sanki: Velkafil hadil alimis sadıkı, demiş gibi olur. Bu harflerin sakin kılınması da bunların hece harfleri olup niyetin burada vakfetmek olmasındandır.

Üçüncüsü: Bu, sûrenin ismidir, bunu da Hasen ile Mücâhid, demişlerdir.

Dördüncüsü: O, Kur’ân'ın isimlerinden bir isimdir.

Eğer: "Niçin: Ha ya, dediler de, kâfta, kâ, ayında, â ve sâd’da sâ, demediler, halbuki sebepler bir olduğu gibi yapılan da bir olurdu?” denilirse; buna İbn Enbari cevap vermiş ve şöyle demiştir: Yirmi dokuz elifba harfleri, mektup ve hitap yerine geçer. Araplar ise lâfızların bir, vezinlerin aynı olmasını çirkin görürler, nitekim bunu hitabe ve mektuplarında da çirkin görürler. O nedenle bazı kelimeleri değiştirirler ki, vezin değişsin ve yapılar da farklı olsun. O zaman dile daha tatlı, kulağa daha hoş gelir.

2

Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya’yı anışıdır.

"Zikrü rahmeti rabbike":

Zeccâc şöyle demiştir: Zikru, gizli mübteda ile merfudur,

Mana da şöyledir: Hazellezi netlu aleyke zikrü rehmeti rabbike abdehu (bu sana okuduğumuz şey, Rabbinin rahmetinin kulunu anışıdır).

Ferrâ’ da: Kelâmda takdim ve tehir vardır, Mana da şöyledir, demiştir: Zikrü rabbike abdehu birrahmeti (bu, Rabbinin, kulunu rahmetle anmasıdır).

"Zekeriyya": İse, mahallen mensubtur.

3

Hani, Rabbine, gizli bir nida ile seslenmişti.

"Hani, Rabbine gizli nida etmişti": Burada nida, dua manasınadır.

Onu gizleme sebebinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Riyadan uzak olması için, bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

İkincisi: İnsanlar: Şu ihtiyara bakın, bu yaşında çocuk istiyor, demesinler diye. Bunu da Mukâtil, demiştir.

Üçüncüsü: Amcası oğulları ona düşman olmasınlar ve yerine geçmelerini istemiyor, demesinler diye. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. Bu kıssa, duayı gizlemenin müstehap olduğunu göstermektir. Şu hadis de undandır: Şüphesiz sizler sağıra dua etmiyorsunuz.

4

Demişti: "Rabbim, şühhesiz ben, benim kemiklerim zayıfladı, başım ak saçlarla tutuştu (saçım ağardı). Ben sana dua etmekle hiç bedbaht olmadım".

"Kale rabbi inni vehenel azmu mini": Muaz el - Kari ile Dahhâk, henin zammı ile "vehüne” okumuşlardır ki, zayıflamak manasınadır. Ferrâ’ ile diğerleri de şöyle demişlerdir: Vehenel azmu ve vehine, henin fethi ve kesri iledir, iki halde de muzarisi, yehinü’dür. Yaşlılığından dolayı kemiklerindeki kuvvetin gittiğini demek istemiştir. Neden özellikle kemik denildi? Çünkü vücut yapısında esas olan odur.

Katâde de: Dişlerinin gitmesinden şikayet etti, demiştir.

"Başım ak saçlarla tutuştu": Yani ona ak saç yayıldı, tıpkı alevin odunun içine yayılması gibi. Bu, en güzel istiarelerdendir.

"Ben sana dua etmekle olmadım": Yani dua etmekle yorulup da sonra eli boş dönmedim; çünkü her zaman duamı kabul ettin. Şakiye fülanün bikeza, denir ki: O sebeple yoruldu, meramına da ermedi, demektir.

5

"Gerçekten ben, arkamdan yerime geçeceklerden korktum. Karım da kısır oldu. Artık bana kendi katından bir dost (oğul) ver".

"Ben yerime geçeceklerden korktum": Yani nesep bakımından yerine geçecek olanlardan, demektir ki, onlar da amcası çocuklarıyla baba tarafından asebeler (akrabalar)dır.

"Arkamdan": Yanı ölümümden sonra, demektir.

Onlar için korktuğu şeyde de iki görüş vardır:

Birincisi: Kendisine mirasçı olmalarından korktu, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Eğer biri itiraz eder de:

"Bir peygamber ölümünden sonra hukuki mirasçılarından nasıl korkar?” denilirse.

Buna iki cevap verilir:

Birincisi: O, peygamber olup da, peygamberin de mirasçısı olmayacağından malına mirasçı olup da kendileri için câiz olmayan şeyi almalarından korktu.

İkincisi: İnsanlık yönü ağır bastı, malına evladının mirasçı olmasını arzuladı. Bu ikisini İbn Enbari zikretmiştir.

Ben de derim ki: Bunun açıklaması şöyledir: Eğer mirasçı olmasa bile malı için mutlaka bir mütevelli olacaktı, o da çocuğunun bunu yapmasını istedi.

İkincisi: O, dini zayi etmelerinden ve onu arkalarına atmalarından korktu. Bunu da bir bölük müfessir zikretmiştir.

Osman, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Amr, İbn Cübeyr, Mücâhid, İbn Ebi Şüreyh, Kisâi'den, hının fethi ve fenin şeddesiyle

"haffet” okuduğunu rivayet etmişlerdir ki,

"azaldı” demektir. Buna göre ilim ve peygamberliğinin miras kalmayıp da ilmin ölmesinden korkmuştur, İbn Şihab Zühiri de yeyi sakin ederek

"mevaliy” okumuştur.

"Min veraiy": Cumhûr bu yeyi sakin okumuş, İbn Kesir de, Kunbul rivâyetinde fetha ile okumuştur. Şibl de ondan

"asây” gibi "verây” rivayet etmiştir.

"Bana kendi katından bağışla": Yani kendi yanından, demektir,

"veliyyen": Yani yerimi tutacak akıllı bir çocuk.

6

"Bana mirasçı olacak ve Ya’kûb hanedanına mirasçı olacak (bir oğul). Rabbim, onu razı kıl".

"Yerisüni ve yerisü âl-i yakube": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, İbn Âmir ve Hamze, se’lerin refi ile

"yerisünü ve yerisü” okumuşlardır; Ebû Amr ile Kisâi de, ikisinde de cezm ile

"yerisni ve yeris” okumuşlardır.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Kim ref ile okursa, veliye sıfat yapmış olur, mana da: Bana mirasçı bir veli bağışla demek olur. Kim de cezm ile okursa, şart ve ceza olur, tıpkı: Eğer onu bana bağışlarsan, bana mirasçı kıl sözü gibi olur.

Bu mirastan murat edilen şey hususunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Malıma mirasçı olacak ve Ya’kûb ailesinin peygamberliğine mirasçı olacak. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ebû Salih de böyle demiştir.

İkincisi: İlme ve Ya’kûb ailesinden de mülke mirasçı olacak; Allahü teâlâ da ilim mirasçılığım kabul etti, mülkü etmedi. Yine bu da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Peygamberliğime ve ilmime mirasçı olacak, aynı zamanda Ya’kûb hanedanından da peygamberliğe mirasçı olacak. Bunu da Hasen, demiştir.

Dördüncüsü: Benim peygamberliğime mirasçı olacak, Ya’kûb ailesinin de ahlakına mirasçı olacak. Bunu da Atâ’, demiştir.

Mücâhid şöyle demiştir: Zekeriyya, Ya’kûb soyundan idi. Kelbî de, Ya’kûb ailesinin onun dayıları olduğunu iddia ve onun Yûsuf'un babası Ya’kûb olmadığını iddia etmiştir.

Mukâtil de: O, Ya’kûb b. Masan’dır. Bu Ya’kûb ile Meryem’in babası İmran kardeş idiler, demiştir.

Doğrusu: O, şu gerekçelerden dolayı mal mirasını kastetmemiştir:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak nakledildiğine göre şöyle demiştir: Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır.

İkincisi: Bir peygamberin ölümünden sonra malının meşru mirasçılara intikal etmesine üzülmesi câiz değildir.

Üçüncüsü: Onun malı yoktu, Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem den: Zekeriyya, marangoz idi, dediğini rivayet etmiştir

"Rabbim, onu razı (marzi) kıl": Yani rızana mazhar kıl, demektir, fail kalıbı, mef'ul manasında kullanılmıştır, nitekim katîl de maktul manasında kullanılmıştır.

7

"Ey Zekeriyya, şüphesiz biz, seni Yahya adında bir oğlan çocuğu ile müjdeliyoruz ki, daha önceden ona adaş kılmadık".

"Ya Zekeriyya inna nübeşşirüke": Kelâmda söylenmeyen sözler vardır, takdiri şöyledir: Allah duasını kabul edip

"ya zekeriyya inna nübeşşirüke (ey Zekeriyya, seni müjdeliyoruz)” dedi. Hamze şeddesiz olarak "nebşiirüke” okumuştur. Biz de bunu Al-i İmran: 39’da şerh etmiş bulunuyoruz.

"Daha önceden ona adaş kılmadık":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Daha önce kimseye Yahya ismi verilmemiştir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İkrime, Katâde, İbn Zeyd ve çoğunluk da böyle demişlerdir.

Eğer biri itiraz eder de:

"Daha önce verilmeyen bir isimle methetmenin mantığı nedir, birçok peygamber isimlerinin de daha önce kimseye verilmediğini biliyoruz?” derse, cevap şöyledir: Burada bunun fazilet olması, isim verme işini Allahü teâlâ’nın yapmasıdır; onu ebeveynine bırakmamış; ona daha önce verilmeyen bir ad koymuştur.

İkincisi: Kısır kadınlar onun gibi bir oğlan çocuğu doğurmamışlardır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Buna göre mana: Ona benzer kılmadık, demek olur.

Üçüncüsü: Ona eş ve benzer kılmadık, bunu da Mücâhid, demiştir. Buna göre de benzerinin olmaması, isyan etmeyip isyanı aklından geçirmemiş olmasıdır: Bundan sonrası da

"vekanetimraeti akıran"a kadar Al-i İmran: 39’da tefsir edilmiştir.

8

Dedi: "Rabbim, benim nasıl bir oğlan çocuğum olur ki, karım kısırdır, ben de ihtiyarlığın son sınırına ulaştım".

"Kânet = oldu":

Bunun manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O, sözü pekiştirmek içindir (zaittir), mana da: O kısırdır, demektir,

"küntüm hayra ümmetin” (Al-i İmran: 110) kavlinde olduğu gibidir ki: Entüm (siz) demektir.

İkincisi: O, kısır olduğundan itibaren başına böyle bir şey gelmedi. Bu ikisini İbn Enbari zikretmiş ve birinciyi tercih etmiştir.

"Ve kad belağtü minel kiberi itiyya": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek ilk harflerinin zammı ile:

"Utiyya", "bukiyya” (Meryem: 58),

"suliyya” (Meryem: 70) okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de, ilk harflerinin kesri ile okumuşlardır. Hafs da Âsım rivâyetinde bu ikisine katılmış, ancak

"bukiyya” kavlini ilk harfinin zammesi ile okumuştur. İbn Abbâs ile Mücâhid de, sin ile: "Usiyya” okumuşlardır.

Mücâhid de: "Usiyya": Kemiğin sertleşmesidir, demiştir.

İbn Kuteybe de: O, kurumaktır, demiştir. Atâ ve asâ, denir ki, aynı manayadır.

Zeccâc da: Sona varan her şeye: Fekad atâ ya'tû itiyyen, ve utuvven, ve usuvven ve usiyyen, denir, demiştir.

9

Dedi: "Öyledir", Rabbin dedi:

"O bana kolaydır. Ren seni daha önce sen hiçbir şey değilken yarattım".

"Dedi öyledir": Yani yaşlılığa rağmen çocuk verilmesi sana denildiği gibidir.

"Rabbin: O bana kolaydır (heyyin), dedi": Yani Yahya'yı yaratmak bana basittir. Muaz el - Kari ile Âsım Cahderi, yenin sükunu ile

"heynün” okumuşlardır.

"Seni daha önce yaratmıştım (halaktüke)": Yani var etmiştim. İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir

"halaktüke” okumuşlar; Hamze ile Kisâi de nun ve elifle

"halaknake” okumuşlardır.

"Sen hiçbir şey değildin":

Mana da: Çocuğun yaratılması senin yaratılman gibidir, demektir.

10

Dedi: "Rabbim, bana bir işaret kıl (ver). Dedi: "Senin işaretin sağlamken insanlarla üç gece (gün) konuşamamandır".

Bundan sonrası

"selase leyalin seviyya” kavline kadar Al-i İmran: 39’da tefsir edilmiştir.

Zeccâc da: "Seviyyen” hal olmak üzere mensubtur, Mana da şöyledir demiştir: Sen sapasağlamken konuşmaktan men edileceksin.

İbn Kuteybe de: Sağlamken, yani ahres değilken, demiştir.

11

Mihraptan kavmine çıktı; onlara: "Sabah akşam (Allah'ı) tesbih edin” diye işaret etti.

"Kavmine çıktı": Bu, karısının hamile kaldığı gecenin sabahında idi.

"mescitten": Yani namaz kıldığı yerden, demektir. Biz de bunu Al- i İmran; 39’da zikretmiş bulunuyoruz.

"Onlara işaret etti":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlara yazı yazdı, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Başı ve elleriyle işaret etti, bunu da Mücâhid, demiştir.

"Tesbih edin diye": Yani namaz kılın,

"sabah akşam": Biz de bunu Al-i İmran: 39’da şerh etmiş bulunuyoruz.

Mana şöyledir: O kavmine çıkar, sabah akşam onlara namaz kılmalarını emrederdi. Karısı hamile kalınca onlara işaretle namaz kılmalarını emretti.

12

"Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut” dedik. Ona çocukken hikmet verdik.

"Ey Yahya": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Ona Yahya’yı bağışladık ve ona: Ey Yahya, dedik.

"Kitabı tut": Yani Tevrat’ı, demektir. Ona sarılmakla emrolunmuştu. İbn Enbari, mana şöyledir, demiştir: Allah’ın kitaplarını onlara iman ederek ve hükümlerini tatbik ederek kabul et. Biz de "kuvvetle” kelimesinin manasını Bakara: 63’te şerh etmiş bulunuyoruz.

"Ona hikmet verdik":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O, anlayıştır, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Saf akıldır, bunu da Hasen ile İkrime, demişlerdir.

Üçüncüsü: İlimdir, bunu da İbn Saib, demiştir.

Dördüncüsü: Tevrat’ı ezberlemek ve onu öğrenmektir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Biz de bunu Yûsuf suresi: 23’te daha geniş olarak şerh etmiş bulunuyoruz. Said b. Cübeyr,

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kim buluğa ermeden önce Kur’ân okursa, ona çocukken hikmet verilmiştir.

"Çocukken":

Ona hikmet verildiği günkü yaşında da iki görüş vardır:

Birincisi: Yedi yaşıdır, bunu da İbn Abbâs, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir.

İkincisi: Üç yaşıdır, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir.

13

Katımızdan bir şefkat ve temizlik verdik. O, çok müttaki idi.

"Katımızdan şefkat":

Zeccâc: Ona şefkat verdik, demiştir. İbn Enbari de, mana, şöyledir, demiştir: Ona zamanı halkına karşı bir şefkat verdik.

"Hanan":

Bunun üzerinde de altı görüş vardır:

Birincisi: O, rahmettir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, İkrime, Katâde, Dahhâk, Ferrâ’ ve Ebû Ubeyde de böyle demişlerdir. Sonuncusu şu beyiti misal getirmiştir:

Mülk sahibi Allah sana hidayet etsin, bana şefkat göster,

Çünkü her makamın bir makali (sözü) vardır.

Şöyle demiştir: Bu, konuşurken genellikle tesniye lâfzında kullanılır (hananeyke). Şair Tarafa şöyle demiştir:

Ey Ebû Münzir, bizi kırıp bitirdin, bazılarımızı bırak,

Bize devamlı şefkat göster; az, hiç yoktan iyidir.

İbn Kuteybe de: Tehannen aleyye (bana şefkat göster) sözü de bundandır, demiştir. Aslı dişi devenin, yavrusunu özlemesi, onun için hanin göstermesi (inlemesi)dir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Dilciler, hanan’ın rahmet manasında olduğunda müttefiktirler.

Mana da şöyledir: Bunu ebeveynine merhamet ve onu da tezkiye etmek için yaptık.

İkincisi: O Rabbinden ona atufettir (merhamettir), bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Yumuşaklıktır, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

Dördüncüsü: Berekettir, yine bu da İbn Cübeyr’den rivayet edilmiştir.

Beşincisi: Sevgidir, bunu da İkrime ile İbn Zeyd, demişlerdir.

Altıncısı: Saygıdır, bunu da Atâ’ b. Ebi Rebah, demiştir.

"Zekât":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O, iyi ameldir, bunu da Dahhâk ile Katâde, demişlerdir.

İkincisi: Zekatın manası: Sadakadır, takdir de şöyledir: Allah onu ebeveynine verdiği bir sadaka kıldı. Bunu da İbn Saib, demiştir.

Üçüncüsü: Zekât, temizliktir, bunu da Zeccâc, demiştir.

Dördüncüsü: Zekât, artmaktır,

Mana da şöyledir: Ona, anlatılan ve zikredilene ilaveten daha çok hayır verdik. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir.

"Çok müttaki idi":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Benden korkardı, beni başkasıyla kıyas etmezdi, demiştir.

14

Ebeveynine itâatkâr idi. Zorba ve asi değildi.

"Ebeveynine itâatkâr” idi: Yani onu ebeveynine itâatkâr kıldık, demektir. Berr, bârr manasınadır, anlam da: Onlara lütufkâr ve iyilik eden kıldık, demektir. Asıy da: Asi manasınadır. Cebbarın manasını da Hûd: 59’da şerh etmiş bulunuyoruz.

15

Ona selam olsun doğduğu gün, öleceği gün ve canlı olarak dirileceği gün.

"Ona selam olsun":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, Allah’ın bilinen selamıdır.

Atâ’: Bugünlerde benden ona selam olsun, demiştir. Ebû Süleyman'ın tercihi de böyledir.

İkincisi: Selamet manasınadır, bunu da İbn Saib, demiştir.

Eğer:

"Ona bu üç günde selamı nasıl tahsis etti, hâlbuki gece doğup hemen o gece ölmesi de mümkündür?” denilirse.

Cevap şöyledir: Günden maksat, zaman ve vakittir, bunu da

"Bugün dininizi tamamladım” (Maide: 3) âyetinde açıklamıştık.

İbn Abbâs da: Ona doğduğu vakit selam olsun, demiştir.

Hasen Basri de şöyle demiştir: Yahya ile İsa karşılaştılar, Yahya, İsa’ya: Sen benden hayırlısın, dedi. İsa da Yahya’ya: Hayır, sen benden hayırlısın; Allah sana selam etti; ben ise kendime selam ettim, dedi.

Said b. Cübeyr de böyle demiştir. Ancak o, seni Allah övdü, ben ise kendimi övdüm, demiştir. Süfyan b. Uyeyne de şöyle demiştir: İnsan en çok şu üç yerde ürker: Doğarken kendini içinde bulunduğu yerden çıkar gördüğü gün, ölürken daha önce görmediği kimseleri gördüğü gün ve dirilip de kendini daha önce görmediği mahşerde gördüğü gün. İşte Allahü teâlâ bu üç yerde Yahya'ya özel ikram edeceğini ve selamet vereceğini bildirmiştir.

16

Kitapta Meryem'i de an. Hani, ailesinden doğu tarafında bir yere ayrılmıştı.

"Kitapta an": Yani Kur’ân’da, demektir.

"Meryem’i, hani ayrılmıştı":

Ebû Ubeyde: Uzaklaşmış, bir kenara çekilmişti, demiştir.

"Doğuda bir yere": Doğu tarahnda demektir ki, o, Araplarca batıdan hayırlıdır.

17

Önlerinden bir perde edindi; biz de ona Ruhumuzu gönderdik; o da onun için düzgün bir insan suretine büründü.

"Önlerinden edindi": Yani ailesinin demektir,

"bir perde": Yani bir örtü ve engel.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, bir perde çekti, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir.

İkincisi: Güneş onu gölgeledi, onu içlerinden hiç kimse görmedi. Bu da Allah’ın onu sitrettiği (örttüğü) şeylerdendir. Bu mana yine İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: O duvarlardan bir engel edindi, bunu da Süddi, şeyhlerinden demiştir.

Onlardan ayrılış sebebinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Hayızdan temizlenmek ve saçını taramak için ayrıldı. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Başının bitini kırmak için, bunu da Atâ’, demiştir.

"Ona ruhumuzu gönderdik": O da cumhûra göre Cebrâil’dir.

İbn Enbari de: Ruhumuzun sahibini, yani Cebrâil’i, demiştir. Ruh da rahatlık ve neşe manasınadır. Sonra isim manasını gerçekleştirmek ve mastar yolunu iptal etmek için ra mazmum kılınmıştır. Burada ruhtan vahyi ve vahiy görevlisi Cebrâil’i murat etmek de câizdir.

Ona ne zaman geldiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, yıkanırken.

İkincisi: Yıkandıktan ve elbiselerini giydikten sonra.

Üçüncüsü: Evine girdikten sonra. Şöyle de denilmiştir: Burada ruhtan maksat, İsa’nın yaratıldığı ruhtur. Bunu da Zeccâc ile Maverdi nakletmişlerdir.

"Ona hamile kaldı” sözünde anlatacağımız üzere Übey b. Ka’b’in görüşünün manası da böyledir.

İbn Enbari: Bu, uzak bir ihtimaldir, çünkü:

"Ona düzgün bir insan suretine büründü” demiştir.

Mana da: Ona yani Meryem’e eli yüzü düzgün bir insan suretinde göründü, demektir.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Beyaz benizli, kısa kıvırcık saçlı ve bıyığı yeni terlemiş bir genç kılığında geldi. Ebû Nehik de: Rahatlıktan gelmek üzere ranın fethi ile "feerselna ileyha ravhena” okumuştur.

18

Dedi: "Senden Rahman'a sığınırım, eğer sen çekinen biri isen".

"Dedi: Senden Rahman’a sığınırım, eğer çekinen biri isen":

Mana da şöyledir: Eğer Allah’tan korkuyorsan, senden sığınmamla bu işe son verirsin. Araştırmacılara göre doğru görüş budur.

İbn Abbâs’tan şöyle dediği nakledilmiştir: Onun yani Meryem’in zamanında Tâki adında bir adam vardı, kötü bir kimse idi, Meryem onu zannetti. Bunu da İbn Enbari ile Maverdi, zikretmişlerdir. Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd ve Ebû Recâ’ kıraatlarında:

"İlla en tekune takiyya” denilmiştir (meğerki Tâki olsun).

19

Dedi:

"Ben ancak Rabbinin bir elçisiyim; sana pak bir oğlan çocuğu bağışlamam için".

"Dedi: Ben ancak Rabbinin bir elçisiyim": Yani: Benden korkma, demektir. "Liyehebe lek": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, hemze ile "liehebe lek” okumuşlar; Ebû Amr, Verş de Nâfi’den, hemzesiz olarak "liyehebe lek” okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kim "liyehebe” okursa, mana: Beni gönderdi ki, sana bağışlasın; kim de "liehebe lek” okursa, mana: Sana gönderildim ki, sana bağışlayayım, olur. İbn Enbari, mana şöyledir, demiştir: Beni gönderdi, sana diyor ki: Resûlümü sana gönderdim ki, sana bağışlayayım.

"Pak bir oğlan çocuğu": Yani günahsız, demektir.

20

Dedi:

"Benim nasıl oğlum olur ki, bana bir insan dokunmadı ve ben iffetsiz de değilim".

Bağiy ise: Zina eden kötü kadın manasınadır.

İbn Enbari şöyle demiştir:

"Bağiyyeten” demedi, çünkü bu, genellikle kadınlarda olan bir sıfattır. Araplar, nadiren: Recülün bağiy, derler. Bu da haid (hayızlı) ve akır (kısır) gibi kadınlara özgü sıfattır. Başkası da şöyle demiştir:

"Bağiyyeten” dememiştir; çünkü o, kalıbından çıkmıştır; o, "faîl” vezninde ise de "fail” manasınadır, âyetin manası da şöyledir: Benim kocam yoktur, ben fahişe de değilim; çocuk ise ancak bu iki yolla olur,

21

"öyledir", Rabbin dedi:

"O, bana kolaydır. Onu insanlara bir işaret ve bizden bir rahmet kılmamız için. Zaten hükme bağlanmış bir emir oldu".

"öyledir, dedi, Rabbin dedi ki,": Bunu da Zekeriyya kıssasında şerh etmiş bulunuyoruz.

Mana da şöyledir: Sana babasız bir oğlan çocuğu bağışlamak benim için kolaydır.

"Onu insanlara bir işaret kılmamız için": Yani babasız çocuk yaratmaya kudretimizi göstermek için, demektir.

İbn Enbari de şöyle demiştir:

"Velinecalehu” kavline vavın gelmesi, kendinden sonra gizli ve mahzuf bir kelâmı atfetmek içindir, takdiri de şöyledir: Rabbin: Onu yaratmak bana kolaydır, bundan seni yararlandırmak ve onu ibret kılmak içindir, dedi.

"Bizden bir rahmet olarak": Yani: Ona tabi olup ona iman edenlere, demektir.

"Hükme bağlanmış bir emir oldu": Yani onun yaratılması, hükme bağlanmış, bitirilmiş ve Allahü teâlâ’nın ilminde geçmiş oldu.

22

Ona hamile kalıp onunla uzak bir yere ayrıldı.

"Ona hamile kaldı": Yani İsa’ya.

Nasıl hamile kaldığında da iki görüş vardır:

Birincisi: Cebrâil gömleğinin yakasına üfürdü, o da ona hamile kaldı. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Süddi şöyle demiştir: Gömleğinin yakasına üfledi, gömleği önden yırtmaçlı idi. Böylece üfürme göğsüne oldu; o da derhal hamile kaldı.

İkincisi: Ona hitap eden, hamile kaldığı kimse idi, Meryem’in ağzından girdi. Bunu da Übey b. Ka’b, demiştir.

Gebelik süresinde de yedi görüş vardır:

Birincisi: O, gebe kalır kalmaz doğurdu. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Mana da: Gebeliği uzun sürmedi, demektir. Maksat hemen doğurdu demek değildir. Çünkü Allahü teâlâ:

"Ona hamile kaldı; onunla uzak bir yere ayrıldı” demiştir. Bu da gebe kalmakla doğurmak arasında onu uzak bir yere götürecek kadar zaman olduğunu gösterir.

İkincisi: Ona dokuz saat hamile kaldı, hemen o gün doğurdu, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Dokuz ay, bunu da Said b. Cübeyr ile İbn Saib, demişlerdir.

Dördüncüsü: Üç saat; bir saat hamile kaldı, bir saat suret kazandı (şekillendi), bir saatte de onu doğurdu. Bunu da Mukâtil b. Süleyman, demiştir.

Beşincisi: Sekiz ay; çocuk da yaşadı. Ondan başka sekiz ayda doğan hiçbir çocuk yaşamamıştır. Bu da bir mucize idi. Bunu da Zeccâc nakletmiştir.

Altıncısı: Altı ay, bunu da Maverdi nakletmiştir.

Yedincisi: Bir saat, bunu da Sa’lebî aktarmıştır.

"Fentebezet bihi": Onunla, yani karnındaki ile ayrıldı,

"mekanen kasıyya (uzak bir yere) ":

İbn Mes’ûd ile İbn Ebi Able: "Kasıyen” okumuşlardır. İbn İshak da: Altı mil yürüdü, demiştir.

Ferrâ’ da: Kasıy ile kasî aynı manayadır, demiştir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Kasıy ile kâsiy, şehid ile şahid gibidir. Niçin uzağa gitti; çünkü kocasız çocuk doğurduğu için kavminin onu kınamasından kaçmak istedi.

23

Doğum sancısı onu hurma kütüğüne getirdi. "Keşke bundan önce ölseydim ve unutulan bir şey olsaydım” dedi.

"Feecaehel mahadu": İkrime, İbrahim Nehaî ve Âsım el - Cahderi, mimin kesri ile

"mihad” okumuşlardır. Ferrâ’ da mana: Fecae bihel mahadu şeklindedir, demiştir. Be atılınca fî’lin başına elif (hemze) getirilmiştir.

"Atina ğadaena” (Kehf: 62) da böyledir ki, biğadaina demektir.

"Atuni züberel hadik” (Kehf: 96) da böyledir ki, bizüberil hadid, demektir.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Ecaeha, caet’ten efaleha veznindedir, ecaeha ğayruha müteaddidir (onu getirdi).

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Mana: Cae biha ve elceeha demektir ki, caet biyel hacetü ileyke ve ecaetnilhacetü ileyke (beni sana ihtiyaç getirdi) manasınadır. Mahad ise, cenindir. Başkası da: Mahad, doğum sancısıdır, demiştir.

"Hurma kütüğüne": O, hurmanın gövdesidir, o çölde kuru bir hurma ağacı idi. Başı da yaprağı da yoktu.

"Keşke bundan önce ölseydim, dedi": Yani bugünden veya olaydan önce, demektir. Nâfi, Hamze, Kisâi, Halef ve Hafs, mimin kesri ile

"mittü” okumuşlardır.

Bunu deme sebebinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Onu insanlardan utandığı için demiştir.

İkincisi: Ona iftira edip de günaha girmesinler diye demiştir.

"Ve küntü neysen mensiyya": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan Rivayetle nunun kesri ile (nisyen) okumuşlar; Hamze ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek nunun fethi ile "neysen” okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Abdullah b. Mes’ud’un arkadaşları nunun fethi ile "neysen” okurlar, diğer Araplar ise kesri ile (nisyen) okurlar ki, ikisi de lügattir. Tıpkı cesr ve cisr, vetr ve vitr gibi. Fetha benim daha çok hoşuma gider.

Ebû Ali el- Farisi de: Kesre iki lügatin de geçerli olması esasına göredir, demiştir,

İbn Enbari de şöyle demiştir: Kim nunu kesreler de nisy derse, unutulan şey için isim olarak demek ister ki, buğz edilen şeye isim olarak bığz ve sövülen şeye isim olarak sib denilmesi gibi. Nunun fethi ile de nesy: O da unutulan şeyin ismidir, bunda mastar ismin yerine geçmiştir, nitekim: Errecülü denifün ve denef (adam çok ciddi derecede hastadır) demektir. Meksur olan, gerçek sıfattır, meftuh olanda da mastar ismin yerine geçmiştir. Nisy ile nesyin aynı manaya isim olmaları da câizdir, tıpkı ııtl ve ıatl denilmesi gibi.

"Unutulan bir şey” hakkında da müfessirlerin beş görüşü vardır:

Birincisi: Keşke hiçbir şey olmasa idim, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan demiş; Atâ’ ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir.

İkincisi: "Unutulan şey olsaydım": Yani atılan hayız kanı olsaydım, bunu Mücâhid, Said b. Cübeyr ve İkrime demişlerdir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Nesy: Kadının attığı hastalık bezidir.

İbn Enbari de: O, kadının atıp da hiç hatırlamadığı hayız bezidir, demiştir.

Üçüncüsü: O, düşüktür, bunu da Ebû’l - Âliyye ile Rebi’, demişlerdir.

Dördüncüsü:

Mana şöyledir: Keşke kim olduğum bilinmese idi, bunu da Katâde, demiştir.

Beşincisi: O, toplumun (yolcuların) bırakarak gittiği şeydir ki, önemsiz olduğu için ona dönmezler. Bunu da İbn Saib, demiştir.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Nesy ve mensiy: Unutulan küçük su kabı ve sopa gibi şeylerdir, yani evde unutulan, değer verilmediği için de almak için dönülmeyen şeylerdir. Kisâi de, âyetin manası şöyledir, demiştir: Keşke hatırlandığı zaman aranmayan bir şey olsaydım.

24

Ona altından seslendi: "Üzülme, Rabbin senin altında bir su arkı kıldı” diye.

"Fenadaha min tahtiha": İbn Kesir, Ebû Amr, İbn Âmir ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek mimin fethi ile:

"Men tahteha” okumuşlar; Nâfi, Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım dan rivayet ederek mimin ve tenin kesri ile:

"Min tahtiha” okumuşlardır.

Buna göre kim “mim” in kesri ile okursa, onda iki mülahaza vardır:

Birincisi: Ona melek ağacın altından seslendi. Şöyle de denilmiştir: Meryem yüksek bir yerde idi, aşağıdaki melek ona seslendi.

İkincisi: İsa Meryem’in karnından çıkınca ona seslendi.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Gözünü kaldırıp baktığın her şey yukarılıdır ve gözünü indirip de baktığın her şey senin altındır. Kim mimin fethi ile okursa, onda zikredilen iki vecih vardır.

Ferrâ’ da şöyle derdi: Ona her iki okuyuşa göre de yalnız melek seslenmiştir.

"Rabbin senin altında bir su arkı (seriy) kıldı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O (seriy) küçük ırmaktır, bunu da müfessirlerin genel çoğunluğu ile dilciler, demişlerdir. Ebû Salih ile

İbn Cüreyc de: O, Süryanicede küçük deredir, demişlerdir.

İkincisi: O, sünnetli doğan İsa’dır, bunu da Hasen, İkrime ve İbn Zeyd, demişlerdir.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Hasen bu görüşten ilk görüşe döndü; eğer İsa’nın sıfatı olsa idi, ğulamen seriyyen ve serriyen minel ğilman, derdi. Araplar pek az: Raeytü indeke nebilen derler, bunun yerine recülen nebilen, derler.

Eğer: "Nasıl, üzülme; işte küçük bir dere akıyor, diye teselli edilmesi münasip oldu?” denilerse.

Cevap iki yöndendir:

Birincisi: O, yani Meryem, doğum yaptığı yerin kurak olmasına, yiyecek ve temizlik yapacak suyun bulunmamasına üzülmüştü; ona: Üzülme, sana bir çay akıttık ve sana dalından taze hurma doğdurduk, denilmiştir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir.

İkincisi: O, başına, kocası olmadan çocuk doğurma gibi bir hal gelince üzüldü; Allahü teâlâ da ona bir ırmak akıttı, o da Ürdün tarafından geldi (şimdiki Ürdün nehri? Mütercim). Allah ona kuru ağaçtan yaş hurma çıkardı. Bu da Allah’ın İsa’yı yaratmaya gücü yettiğini gösteren bir mucize oldu. Bunu da Mukâtil, demiştir.

25

Hurma kütüğünü kendine doğru salla; üzerine devşirilmiş taze hurma dökülsün".

"Ve hüzzi ileyki": Hez: Bir şeyi kımıldatmak ve sallamaktır.

"Biciz'in nahleti” kavlindeki be'de de iki görüş vardır:

Birincisi: O, zaittir, tekit için gelmiştir, şurada olduğu gibi:

"Felyemedüd bisebebin ilessemai” (Hac: 15).

Ferrâ’: Felyemdüd sebeben, demiştir. Araplar şöyle derler: Hezzehu ve hezze bihi (onu salladı), huzul hitame ve huz bilhitabı (yuları tut), teallak zeyden ve teallak bihi (Zeyd’e tutun).

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: O, tekit içindir, nitekim şair de şöyle demiştir:

Nadribü bisseyfi ve nercu bilferahi (Kılıçla vurur ve sevinci umarız).

İkincisi: O, ciz’ kelimesini hezze yanaştırmak için gelmiştir; bu durumda ilsak ifade eder (bağlaç olur). Bunu da İbn Enbari, demiştir.

"Tüsakıt": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek te ve şeddeli sin ile

"tessakat” okumuşlardır. Hamze ile Abdülvaris de meftuh te ve şeddesiz sin ile

"tesakat” okumuşlardır. Hafs da Âsım rivâyetinde zammeli te, meksur kaf ve şeddesiz sinle

"tüsakıt” okumuşlardır. Ya’kûb ve Ebû Zeyd de Mufaddal rivâyetinde meftuh ye, şeddeli sin ve meftuh kaf ile

"yessakat” okumuşlardır. Bunlar meşhur kıraatlardır. Übey b. Ka’b ile Ebû Hayve de tenin fethi, “sîn” in sükunu ve kafin ref’i ile

"teskut” okumuşlardır. Abdullah b. Amr, Hazret-i Âişe ve Hasen de elif, şeddesiz sin, merfu ye ve meksur kaf ile

"yusakıt” okumuşlardır. Dahhâk ile Amr b. Dinar da merfu ye, meksur kaf, sakin sin ve elifsiz olarak

"yuskıt” okumuşlardır. Âsım Cahderi ile Ebû Imran el - Cevni de böyle okumuşlardır, ancak onlar te ile okumuşlardır. Mu az el - Kari ile İbn Ya’mur da böyle, ancak nun ile okumuşlardır. Ebû Rezin el - Ukayli ve İbn Ebi Able, meftuh ye, sakin sin ve merfu kaf ile

"yeskut” okumuşlardır. Ebû Semmak el - Adevi ile İbn Hizam iki meftuh te ve bir elifle

"tetesakat” okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle yorumlamıştır: Kim

"yessakat” okursa, mana, yetesakat demektir, te sine idgam edilmiş olur. Kim

"tessakat” okursa, yine böyledir, müennes yapması nahle lâfzının müennes olmasındandır. Kim te ile şeddesiz

"tesakat"okursa, o iki tenin birleşmesinden dolayı birini atmıştır. Kim

"yusakıt” okursa, kütük sana taze hurma düşürsün manasına gitmiştir. Kim nun ile "nüsakıt” okursa, biz sana hurma düşürecek ve onu sana mucize kılacağız manasına kani olmuştur. Dilciler, "rutaben” temyiz olarak mensubtur, derler. Yessakat veya yetesakat dersen, mana: Kütük sana taze hurma olarak düşer olur. Tessakat dersen, mana: Hurma ağacı sana taze hurma olarak düşer demek olur.

"Ceniyya": Ferrâ’, el - ceniy devşirilmiş manasınadır, demiştir.

İbn Enbari de: O tazedir, demiştir. Aslı mecnuvvundur, mef'uldan faile geçilmiştir, tıpkı kadîd ve tabîh gibi. Başkası da şöyle demiştir: O, tozu ile (dumanı ile) tazedir, demiştir. O hurma ağacının başı yoktu, Allah onu yeşertti. Meryem de elini onun üzerine koyunca, taze hurma düştü. Eskiler (geçmişler) Meryem hadisesinden dolayı loğusalar için taze hurmayı hoş görürlerdi.

26

"Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan bir kimseyi görürsen:

"Ben Rahman'a oruç adadım; bugün kimse ile asla konuşmayacağım” de.

"Ye": Yani o taze hurmadan,

"iç": Yani ırmaktan,

"ve karri aynen": İsa aleyhisselam’ın doğması ile gözün aydın olsun.

Zeccâc şöyle demiştir: Karret bihi aynen ekarru, denir ki, müstakbel içindir. Kafin kesri ile de "karirtü bilmekani ekırru” denir.

"Aynen": Temyiz olarak mensubtur. İbn Enbari, Esmaî’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Karri aynen"in manası: soğuk gözyaşı dök demektir. Çünkü sevinç gözyaşı soğuk, keder gözyaşı da sıcaktır. "Karri” karur kökünden türemiştir, o da soğuk sudur. Ahmed b. Yahya da bize şöyle dedi:

"Karri aynen’in tefsiri: İstediğini elde ettin, artık başka şeylere bakma demektir.

Delil olarak da Amr b. Kelsum’un şu beyitini şahit getirmiştir:

O kötü günde kılıç vurarak ve mızrak saplayarak

Dostların başka şeylere bakmadılar.

Yani muzaffer olup ümitlerinin son raddesine vardılar, başka şeylere bakma ihtiyaçları kalmadı, demektir.

"Feimma tereyinne": İbn Abbâs, Ebû Miclez, İbn Semeyfa, Dahhâk, Ebû’l - Âliyye, Âsım el - Cahderi meksur hemze ile yesiz olarak

"tereinne” okumuşlardır. Yani eğer insanlardan bir erkek görürsen şöyle de. Bunda gizli kelimeler vardır, takdiri şöyledir: Feseeleke an emri veledike (sana çocuğundan sorarsa),

"sen de: Ben Rahman’a oruç adadım, de":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Susmaktır, bunu da İbn Abbâs, Enes b. Malik ve Dahhâk, demişlerdir. Übey b. Ka’b, Enes b. Malik ve Ebû Rezin el- Ukayli de

"savmen” kavlinin yerine bu şekilde "samten = susma” okumuşlardır.

İbn Abbâs da: Sıyamen, okumuştur.

İkincisi: Yeme, içme ve konuşmaya karşı oruç, demektir. Bunu da Katâde, demiştir.

İbn Zeyd de şöyle demiştir: İsrâil oğullarının abitleri yemek orucu gibi susma orucu da tutarlardı, ancak aziz ve celil olan Allah'ın zikrine devam ederlerdi.

Süddi de şöyle demiştir: Ona yani Meryem’e bu kadar konuşma, sonra da susma izni verildi.

İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Susmakla emrolundu, çünkü insanlara diyecek bir şeyi yoktu, susması emredildi ki, onun yerine çocuğu konuşsun da onu temize çıkarsın. Şöyle de denilmiştir: Meleklerle konuşurdu, insanlarla konuşmazdı.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Savrn dört manaya gelir: Yemeyi ve içmeyi bırakmaya savam denir, susmaya savm denir, bir tür ağaca savm denir, devekuşu pisliğine de savm denir.

Âlimler Meryem’in doğurduğu zaman kaç yaşında olduğunda üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, on beş yaşında doğurdu, bunu da Vehb b. Münebbih, demiştir.

İkincisi: On iki yaşında, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir.

Üçüncüsü: On üç yaşında, bunu da Mukâtil, demiştir.

27

(Meryem) onu taşıyarak kavmine getirdi.

"Ey Meryem, yemin olsun, gerçekten sen büyük bir şey getirdin” dediler.

"Onu taşıyarak getirdi": İbn Abbâs, Ebû Salih rivâyetinde: Kırk gün sonra nifastan temizlenince onu getirdi, demiştir.

Dahhâk rivâyetinde de: Kavmi onu aramaya çıktılar, onları görünce İsa’yı taşıdı ve onlarla karşılaştı, işte:

"Onu taşıyarak getirdi” dediği budur, demiştir.

Eğer:

"Onu getirdi” ifadesi

"onu taşıyarak” sözüne ihtiyaç bırakmaz, tekrarın faydası nedir?” denilirse.

Cevap şöyledir: Ondan mucizeler görülünce, çocuğun ayakları ile koşarak gelmesi mümkündü, o zaman koşması da konuşması gibi mucize olur düşüncesini kesti ve onun da diğer çocuklar gibi olduğunu bildirdi. Bu da Arapların; Falâncaya gözlerimle baktım, sözüne benzer. Böylece şefkat ve merhamet nazarıyla bakmadıkları ortaya çıkar.

İbn Saib de şöyle demiştir: Kavminin yanına gelince ağladılar, onlar iyi kimselerdi ve:

"Ey Meryem, sen büyük bir şey getirdin, dediler";

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Büyük bir şey, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, demişlerdir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Feriy, büyük şeydir, Araplar: Terektuhu yefril feriyye, derler ki, iyi bir iş yaptı ve insanları geçti, demek isterler. Ona da böyle denilmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle demiştir: Ömer gibi büyük bir şey yapan bir dahi görmedim. 4

4 - Buhârî, Menakıb, bab, 25; Fedailüs sahabe, bab, 5, 6; Tabir, bab, 28, 29; Tevhid, bab, 31; Müslim, Fedailüs sahabe, hadis no, 19; Ahmed, Müsned, 2/28, 39, 89, 104, 107,450.

İkincisi: Acayip ve alışılmamış bir şey. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

Üçüncüsü: Uydurma bir şey, fereytül kezibe veftereytuhu da bundandır ki, yalan uydurmaktır. Bunu da Yezidi, demiştir.

28

"Ey Harun’un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz kadın değildi".

"Ey Harun’un kız kardeşi":

Bu Harun’dan kim kastedildiği hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: O, Meryem’in ana bir kardeşidir, İsrâil oğullarının en ideal delikanlısı idi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan demiştir.

Dahhâk da: Ana baba bir kardeşi idi, demiştir.

İkincisi: O yani Meryem, Harun oğullarından idi, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan, demiştir.

Süddi de şöyle demiştir: O, Mûsa’nın kardeşi Harun oğullarından idi. Allah'ın selamı o ikisinin üzerine olsun. Meryem ona nisbet edildi, çünkü onun zürriyetindendir.

Üçüncüsü: O, İsrâil oğullarında iyi bir adamdı, iyilikte ona benzettiler. Bu da yine İbn Abbâs ile Katâde’den rivayet edilmiştir. Muğire b. Şube’den rivayet edilen şu şey de onu gösterir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni Necran’a gönderdi, onlar: "Siz

"ey Harun’un kız kardeşi” diye okumuyor musunuz, Mûsa ile İsa arasında ne kadar zaman olduğunu bilirsiniz?” dediler. Ben de onlara ne cevap vereceğimi bilemedim, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e döndüm, durumu ona haber verdim. O da: Onlara deseydin ya, onlar da çocuklarına kendilerinden önceki peygamberlerin isimlerini verirler. 5

5 - Müslim, Edeb, hadis no, 9; Ahmed, Müsned, 4/252.

Dördüncüsü: Harun onlarda fasıkve zinakâr biri idi, Meryem’i de ona nisbet ettiler. Bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

Beşincisi: O, İsrâil oğullarından fasık bir adam idi, onu da ona benzettiler. Bunu da Vehb b. Münebbih, demiştir.

Buna göre

"kız kardeş"in mânasında iki görüş ortaya çıkar:

Birincisi: O, gerçek kız kardeştir.

İkincisi: Benzetmedir, yoksa ilişki değildir, tıpkı şu âyette olduğu gibi:

"Biz onlara ne zaman bir mucize gösterirsek mutlaka o, kız kardeşinden (kendinden öncekinden) daha büyüktür” (Zuhruf: 48).

"Senin baban değildi": İmran’ı kastediyorlar,

"kötü bir adam": Yani zina eden biri.

"Anan da olmadı": Yani Hanne,

"iffetsiz": Fahişe değildi, öyleyse sana bu çocuk nereden?

29

Meryem ona işaret etti. Onlar da:

"Beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?” dediler.

"Ona işaret etti": Yani İsa’ya işaret etti, o da konuştu. Mana: Konuşması için ona işaret etti, de denilmiştir. Meryem, kavmine gelince İsa onunla konuşmuş: Anne, sevin, ben Allah’ın kulu ve mesihiyim, demişti. Konuş diye ona işaret edince, buna şaştılar ve

"Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?” dediler.

Bunda (kâfe ii’linde) dört görüş vardır:

Birincisi: O, zaittir, mana da: Keyfe nükellimü sabiyyen filmehdi (beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?) demektir.

İkincisi: O, vakaa ve hadese (oldu) manasınadır.

Üçüncüsü: O şart ve ceza manasınadır,

Mana şöyledir: Men yekûn filmehdi sabiyyen fekeyfe nükellimuhu (beşikte olan bir çocukla nasıl konuşuruz?). Bunları da Zeccâc nakletmiş ve sonuncusunu tercih etmiştir.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Bu şu söze benzer: Öğüdümü kabul etmeyene nasıl öğüt veririm? Yani öğüdümü kabul etmez olan birine, demektir. Mazi cezada muzari manasına olur.

Dördüncüsü: O, sâra (oluşmak, dönüşmek) manasınadır, bunu da Kutrub, demiştir.

Beşikten kastedilen şey hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Ana kucağıdır, bunu da Nevf, Katâde ve Kelbî, demişlerdir.

İkincisi: Bebeğin bilinen yatağıdır, yine bunu da el - Kelbî nakletmiştir.

30

(İsa) dedi: "Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber kıldı".

Süddi de şöyle demiştir: İsa onların konuşmalarını duyunca hemen meme emmeyi bıraktı ve yüzünü onlara döndü: Ben Allah'ın kuluyum, dedi.

Müfessirler şöyle demişler: Neden önce kulluktan bahsetti? Çünkü onda ilâhlık iddia edenlerin sözlerini bozmak istiyordu.

"Atâ’niyel kitabe": Hamze bu ye’yi sakin okumuştur.

Âyetin manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Ona anasının karnında iken kitap verdi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Anasının karnında iken Tevrat’ı öğrendi, de denilmiştir.

İkincisi: Bana kitap vermeye hükmetti, bunu da İkrime, demiştir.

"Kitap” üzerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, Tevrat'tır.

İkincisi: İncil’dir.

"Beni bir peygamber kıldı": Bu ve bundan sonrakiler; Allah’ın onun hakkında takdir ettiği, onun için hükme bağladığı ve ona sonradan olacak şeyleri haber vermesidir. Mana şöyledir de denilmiştir: Bana kitap verecek ve buluğa erdiğim zaman beni peygamber kılacaktır. Bu durumda mazi muzari yerine geçmiştir, tıpkı

"ve iz kalellahu ya İsa” (Maide: 116) kavlinde olduğu gibi.

Onlarla ne zaman konuştuğu hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlarla kırk gün sonra konuştu.

İkincisi: Hemen o gün konuştu. Bu da Meryem’in uzaklara giderek onlardan kaybolması durumuna göredir.

31

"Beni nerede olursam mübarek kıldı ve bana hayatta olduğum sürece namazı ve zekâtı tavsiye etti".

"Nerede olursam beni mübarek kıldı": Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den bu âyet üzerinde: Nereye yönelirsem beni çevreme yararlı kıldı, dediğini rivayet etmiştir.

Mücâhid de: Hayrı belleten öğretmen, demiştir.

Zekât kelimesi hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Malların zekâtıdır, bunu da İbn Saib, demiştir.

İkincisi: Temizliktir, bunu da Zeccâc, demiştir.

32

"Anama itâatkâr (kıldı). Beni bir zorba, bir bedbaht kılmadı".

"Anneme itâatkâr kıldı":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Böyle deyip de,

"babama” demeyince, onun babasız doğduğunu anladılar.

"Beni bir zorba kılmadı": Yani kendini büyük gören,

"bir bedbaht": Rabbine asi.

33

"Selam olsun bana, doğduğum gün, öleceğim gün ve canlı olarak dirileceğim gün".

"Selam olsun bana doğduğum gün":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah bana doğduğum gün esenlik verdi, öyleki şeytan bana zarar veremedi. Âyetin tefsiri, Meryem: 15'te geçmiştir.

Eğer: Neden burada elif lamla

"esselam” denildi de Yahya kıssasında elif lâmsız denildi?” denilirse, buna iki cevap verilir:

Birincisi: Bundan önce selam elif lâmsız geçince, burada elif lamlı olarak geçmesi güzel olmuştur. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür.

Bu görüşe itiraz edilmiş ve:

"İsa’nın sözü olan bunun, Allah’ın sözü olan birinci selama atfı nasıl câiz olur?” denilmiştir.

Buna

İbn Enbari şöyle cevap vermiştir: İsa bunu Allah'tan bilince, Allah’ın Yahya hakkındaki sözünü işitmiş, ona göre konuşmuş ve onu kendine mal etmiş olması câizdir, aziz ve celil olan Allah'ın ikinci selamı marife getirmiş olmâsı da câizdir, çünkü onu ikinci kez zikretmiş ve onu, geçen kelâmı hikaye tarzında söylemek istememiştir. Zira konuşan kimse hikaye ettiği kelâmı değiştirebilir; meselâ şöyle der: Kale Abdullah: Ene recülün munsıfün der ve: Abdullah: Ente recülün munsıfün, dedi demek ister (sen adil bir kimsesin).

İkincisi: Selam da esselam da aynı manaya gelen iki lügattir. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir.

34

İşte Meryem oğlu İsa budur, şüphe ettikleri hak süzünce.

"İşte Meryem oğlu İsa budur":

Zeccâc şöyle demiştir: Yani doğrusu, İsa’nın: Ben Allah’ın kuluyum, Meryem’in oğluyum, dediğidir; Hıristiyanların: O, Allah’ın oğludur ve o, ilâhdır, dedikleri söz değildir.

"Kavlel hak":

İbn Kesir, Ebû Amr, Nâfi, Hamze ve Kisâi, “Lâm” ın ref’i ile "kavlul hak” okumuşlar; Âsım, İbn Âmir ve Ya’kûb da “Lâm” ın nasbi ile (kavlel hak) okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Kim "kavlul hak” diye merfu okursa, mana: Yani bu kelâm haktır demek olur. Kim de mensûb okursa mana: Ben hak söylüyorum demek olur.

İbn Enbari de âyette iki mülahaza ileri sürmüştür:

Birincisi: O (İsa) kelime ile nitelendiği gibi söz ile de nitelenebilir.

İkincisi: Kelâmda gizleme vardır, takdiri şöyledir: Bu, İsa’nın haberidir, o haber de hak sözdür.

"Elîezi fihi yemterun": Yani şüphe ettikleri demektir.

Katâde şöyle demiştir: Yahudiler de Hıristiyanlar da onda şüphe ettiler; Yahudiler onun sihirbaz olduğunu iddia ettiler; Hıristiyanlar da onun Allah’ın oğlu ve üçün üçüncüsü olduğunu iddia ettiler. Ebû Miclez, Muaz el - Kari, İbn Yamur ve Ebû Recâ’, te ile

"temterun” (şüphe ettiğiniz) okumuşlardır.

35

Allah için bir evlat edinmek olmadı. O bir şeye hükmettiği zaman, ancak ona,

"ol” der; o da oluverir.

"Allah için bir evlat edinmek olmadı (min veledin)":

Zeccâc, mana: Enyettehize veleden, demiştir.

"Min” tekili de çoğulu da nefyeden tekit edatıdır. Çünkü bir kimse: Mettehaztü feresen (ben bir at edinmedim) derse, daha çoğunu edindim kastedebilir. Mettehaztü fereseyin vela eksere (ne iki at ne de daha çok edinmedim) derse, bir tane edindim niyet edebilir. Mettehaztü min feresin, derse, hiç at edinmedim demiş olur ki, bu da ne teki ne de çoğu edinmediğini gösterir.

"Kün feyekun": Ebû Amr el - Cevni ile İbn Ebi Able, nasb ile "feyekune” okumuşlardır. Biz de bunun gerekçesini Bakara: 117'de zikretmiş bulunuyoruz.

36

Şüphesiz Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir; öyleyse O’na ibadet edin. İşte doğru yol budur.

"Veinnallahe rabbi ve rabbüküm":

İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, hemzenin fethi ile "ve ennallahe” okumuşlar; Âsım, İbn Âmir, Elamze ve Kisâi de hemzenin kesri ile "ve innallahe” okumuşlardır. Bu da İsa’nın sözündendir. Kim de fetha ile okursa, onu

"ve evsani bissalati vezzekâti” kavlinin üzerine atfeder ve biennellaha rabbi demek ister.

Kim de kesre ile okursa, onda da iki görüş vardır:

Birincisi:

"İnni Abdullah” kavlinin üzerine atfedilmesi.

İkincisi: Yeni söz başı olması.

37

Aralarından hizipler ihtilaf ettiler. Kâfirlere büyük günde hazır olacakları için yazıklar olsun!

"Aralarından hizipler ihtilaf ettiler":

Müfessirler:

"Min” zaittir, mana da: Ihtelefu beynehum (aralarında ihtilaf ettiler) demişlerdir,

İbn Enbari de şöyle demiştir: Mü’minler hakka sarılınca, mü’minlerin arasındaki ihtilaf yalnız onlara kaldı.

Hiziplerin hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar Yahudilerle Hıristiyanlardır; Yahudiler: O, veled-i zinadır, derler, Hıristiyanlar da ona yaraşmayacak şeyler iddia ederlerdi.

İkincisi: Onlar Elıristiyan fırkalarıdır (mezhepleridir). Bazıları: O, Allah’tır, dediler. Bazıları: Allah’ın oğludur, dediler. Bazıları da: Üçün üçüncüsüdür, dediler.

"Kâfirlere yazıklar olsun": Mesih hakkında dediklerinden ötürü (kâfir olanlara).

"Büyük günde hazır olmaktan": Yani ceza çekmek için o gün hazır olmalarından, demektir.

38

Bize gelecekleri gün ne iyi işitecek ve ne iyi görecekler! Ancak zâlimler bugün apaçık bir sapıklıktalar.

"Esmi bihim ve ebsır":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bunun lâfzı emir, manası ise haberdir, anlam da şöyledir: Onlar kıyamet gününde nasıl da işitir ve görürler. O gördükleri ve işittikleri şeyler onlara fayda vermez, zira öyle İlâhi şeyler görürler ki, onun yanı sıra bakmaya ve düşünmeye ihtiyaç duymazlar; hidâyeti görür ve itâat ederler. Bu, çoğunluğun görüşüdür.

İkincisi: O gün konuşmalarını duyur ve onlara ne yapılacağını göster,

"bize geldikleri gün". Bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir.

"Ancak zâlimler": Yani müşriklerle kâfirler,

"bugün": Yani dünyada

"apaçık bir sapıklıktalar".

39

Sen onları iş bitirildiği zaman hasret günü ile korkut. Oysa onlar gafletteler ve onlar iman etmezler.

"Onları ikaz et": Yani Mekke kâfirlerini korkut, demektir.

"Hasret günü ile": Yani Kıyamet günü de ki, günahkar sevap işlemediğine, kusur eden de daha fazla hayır işlemediğine üzülecektir.

Kıyamet gününde insanı hasret bırakacak çok şey vardır; bunlardan biri şudur: Ebû Said el - Hudri’nin rivâyetine göre Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Cennet halkı cennete ve cehennem halkı da cehenneme girdikleri zaman: Ey cennet halkı, diye seslenilir. Onlar da başlarını kaldırır ve bakarlar ve: Ey cehennem halkı diye seslenilir; onlar da başlarını kaldırır ve bakarlar; ölüm alaca bir koç şeklinde getirilir, onlara:

"Bunu tanıyor musunuz?” denir. Onlar da: Bu ölümdür, derler. Ölüm boğazlanır, sonra da: Ey cennet halkı, artık ebediyet vardır, ölüm yoktur, ey cehennem halkı, artık ebediyet vardır, ölüm yoktur, denilir. Sonra Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem.

"Onları iş bitirildiği zaman hasret günü ile korkut. Oysa onlar gafletteler ve onlar iman etmezler” âyetini okudu.

Müfessirler şöyle demişlerdir: işte bu, ölüm boğazlandığı zamanki hasrettir; eğer bir kimse sevinçten ölse idi, cennet halkı ölürdü, eğer bir kimse üzüntüden ölse idi, cehennem halkı ölürdü.

Hasret sebeplerinden biri de şudur: Adiy b. Hatim’in rivâyetine göre Resûlüllah sallallahu alehi ve sellem şöyle demiştir: Kıyamet gününde birtakım insanlar cennete götürülür; ona yaklaşıp da kokusunu aldıkları ve köşklerini gördükleri zaman: Onları çevirin, onların onda hissesi yoktur, diye seslenilir. Onlar da öyle bir hasretle dönerler ki, daha önce kimse öylesi ile dönmemiştir. Ey Rabbimiz, bizi bu gördüğümüzü göstermeden önce döndürseydin, bizim için daha hafif olurdu, derler. O da şöyle der: Size bunu bilerek yaptım, çünkü siz baş başa kaldığınız zaman benimle çatışırdınız, insanlarla karşılaştığınız zaman da onların yanında pusardınız. Bana vermediğinizi insanlara gösterirdiniz, insanlardan çekindiniz de benden çekinmediniz, insanlar için bıraktınız, benim için bırakmadınız. Bugün sizi sevaptan mahrum etmekle beraber size azabı da tattıracağım.

Yürek yakan şeylerden biri de şudur:

Rivayete göre İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Kıyamet gününde nerede bir can varsa, mutlaka cennette bir eve ve cehennemde bir eve bakar, sonra bunlara: Keşke amel etseydiniz, cennet halkına da: Size de Allah lutfetmeseydi, denilir.

Yürek yakan şeylerden biri de: Cehennem halkının üzerine cehennemin kapatılması anında umutların kesilmesidir.

"İz kudıyelemr":

İbn Enbari şöyle demiştir:

"Kudıye” lügatte sağlam ve muhkem yapmaktır. Hakime kadı denilmesi, infaz ettiği şeyi sağlam ve muhkem yapmasındandır. Âyette kısaltma vardır,

Mana şöyledir: Onları helak edecek iş bitirildiği zaman.

Müfessirlerin o iş hakkında da iki görüşleri vardır:

Birincisi: O, ölümün boğazlanmasıdır, bunu da İbn Cüreyc ile Süddi, demişlerdir.

İkincisi:

Mana şöyledir: Onlara azap hükmü verildi. Bunu da Mukâtil, demiştir.

"Oysa onlar gafletteler": Yani onlar dünyada o gün kendilerine ne yapılacağından gafletteler.

"Onlar iman etmezler": Ahirette olacak şeylere.

40

Şüphesiz biz yeryüzüne ve üzerindeki kimselere mirasçı olacağız. Yalnız bize döndürülürler.

"Şüphesiz biz, evet biz yeryüzüne mirasçı olacağız": Yani ondakileri öldürüp ona mirasçı olacağız,

"ve üzerindekilere. Yalnız bize döndürülürler": Ölümden sonra.

Eğer: "Şüphesiz biz (inna) dedikten sonra (nahnü = biz) demede ne fayda var?” denilirse.

Cevap şöyledir: Büyük bir kimse: Biz yapacağız dediği zaman çevresini kastetmiş olması akla geleceğinden

"biz” demekle işi bizzat kendi yapacağını göstermiştir.

Eğer: Neden: ve üzerindekilere” dedi, hâlbuki O, insanlara da başkalarına da mirasçı olacaktır?” denilirse.

Cevap şöyledir: “Men” akıllılara özgüdür, akılsızlar da yerin manasına dahildirler, onlar da onlardan sayılmıştır. Bu iki cevabı İbn Enbari zikretmiştir.

41

Kitapta İbrahim’i de yad et. Çünkü o, çok doğru idi; bir peygamber idi.

"Kitapta İbrahim’i de yad ed": Yani onun kıssasını kendi kavmine anlat. Sıddik’in manası da Nisa: 69’da geçmiştir.

42

Hani, babasına:

"Ey babacığım, işitmeyen, görmeyen ve senden hiçbir şeyi def etmeyen şeylere niçin tapıyorsun?” demişti.

"Senden hiçbir şeyi def etmez": Yani senden hiçbir zararı savmaz, demektir.

43

"Ey babacığım, gerçekten bana, sana gelmeyen ilim geldi. Bana tabi ol da seni düz bir yola götüreyim".

"Bana ilim geldi", Allah’ı bilme ve marifet

"sana gelmeyen".

44

"Ey babacığım, şeytana tapma; çünkü şeytan Rahman’a asi oldu".

"Şeytana tapma": Yani emrettiği küfür ve isyanlara itâat etme, demektir. "Kâne"nin manasını da az önce şerh etmiştik.

"Asıyya": Asi demektir ki, "fail", "fail” manasına kullanılmıştır.

45

"Ey babacığım, şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunup da şeytana dost olmandan korkuyorum".

"Sana Rahman’dan bir azap dokunmasından korkuyorum":

Mukâtil: Ahirette, başkası da: Dünyada dokunmasından, demiştir.

"Sonra şeytana dost olursun": Veli: azapta yakın olandır; yakınlık dostluk yerine geçmiştir. Şöyle de denilmiştir: İbrahim’in, babasının imanına tamah etmesi, şundandı; İbrahim ateşten kurtulunca, babası ona: Ey İbrahim, senin İlâhın ne güzel İlâhtır, demişti. O zaman ona şefkat göstermeye başladı. Babası da:

"Ey İbrahim, benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun?” diye karşılık verdi. Yani sen onlara tapmayı terk mi ediyorsun, dedi.

"Yemin olsun, eğer vazgeçmezsen": Onları ayıplamak ve onlara dil uzatmaktan

"mutlaka seni taşa tutarım":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Söverek ve söz ile taşa tutarım, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir.

İkincisi: Benden uzaklaşman için taş atarak, demektir. Bunu da Hasen, demiştir.

46

(Babası) dedi:

"Ey İbrahim, benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Yemin olsun, eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşa tutarım. Beni uzun bir süre bırak".

"Beni uzun bir süre bırak":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Uzun zaman, demektir, bunu da Meymun b. Mihran, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Ferrâ’ ve çokları da böyle demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Beni uzun zaman terk et, temelleyte habibeke de bundandır ki, çoktandır dostunu görmüyorsun, demektir.

İkincisi: Canını kurtar, sana bir kötülüğüm dokunmasın, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Katâde ve Dahhâk da böyle demişlerdir. Buna göre bu: Fülanün meliyyün bikeza sözünden gelir ki: Bir şeye düşkün olmaktır,

Mana da şöyledir: Arm namusunla benden uzaklaş, başını belâya sokma. Bunu da İbn Cerir, demiştir.

47

(İbrahim) dedi: "Selam sana". Senin için Rabbimden istiğfar edeceğim. Çünkü O, bana lütufkârdır".

"Selam sana dedi": Yani sana kötülük yapmayacağımdan emin olabilirsin, demektir. Çünkü o zaman küfründen dolayı onunla savaşmakla emrolunmamıştı.

"Senin için Rabbimden istiğfar edeceğim":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi:

Mana şöyledir: Senin için Allah’tan Tevbe isteyeceğim, o zaman bağışlanabilirsin.

İkincisi: Ona istiğfar va’detmesi, bunun küfürde ısrar edenlere yasak olduğunu bilmediğindendir. Bu ikisini İbn Enbari zikretmiştir.

"Çünkü O, bana lütufkârdır":

Bunda (hafiy)de üç görüş vardır:

Birincisi: Lütufkârdır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; İbn Zeyd ile Zeccâc da böyle demişlerdir.

İkincisi: Merhametli, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: îyilik eden, dua ettiğim zaman kabulü adet haline getiren, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

48

"Sizden de Allah’tan başka taptıklarınızdan da ayrılıyor ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle bedbaht olmam".

"Sizden ayrılıyorum": Yani sizden uzaklaşıyorum, demektir.

"Ve” ayrılıyorum,

"Allah’tan başka taptıklarınızdan": Yani putlardan ayrılıyorum, demektir.

"Ted’un"un manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: İbadet ettiğiniz, demektir.

İkincisi: İlâh diye çağırdıklarınız, demektir.

"Ben Rabbime dua ediyorum": Yani O’na ibadet ediyorum.

"Umulur ki, Rabbime dua etmekle bedbaht olmam": Yani sizin putlara ibadet etmekle bedbaht olduğunuz gibi bedbaht olmayacağımı umuyorum. Çünkü putlar onlara fayda vermez ve dualarına icabet de etmez.

49

Onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından ayrılınca, ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık. Her birini peygamber yaptık.

"Onlardan ayrılınca":

Müfessirler şöyle demişlerdir: İbrahim onlardan ayrıldı, Şam toprağına gitti; Allah da ona İshak ile Yakub’u bağışladı (nasip etti). Kavminden ayrılmanın ürküntüsünü değerli evlatları ile telafi etti.

Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Ona İshak ile Yakub'u İsmail’den sonra vermiştir.

"Her birini (ve küllen)": Yani bu ikiden her birini, demektir.

Mukâtil de: "Veküllen": İbrahim, İshak ve Yakub’un her birini, demiştir.

"Onu peygamber yaptık".

50

Onlara rahmetimizden bağışladık ve onlara çok yüce doğruluk dili (iyi bir ad) bıraktık.

"Onlara rahmetimizden bağışladık":

Müfessirler: Rahmet; mal, evlat, ilim ve ameldir, demişlerdir.

"Onlara doğruluk dilini verdik":

İbn Kuteybe: Dünyada yüksek bir şan verdik, demiştir. Bütün din sahipleri İbrahim’i ve soyunu dost bilir ve onları methederler. Burada dil, söz (ad, nam) yerine konulmuştur; çünkü söz dille söylenir.

51

Kitapta Mûsa’yı da an. Çünkü o, samimi idi ve gönderilmişti, bir peygamberdi.

"innehu kâne muhlesan": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Mufaddal da Âsım’dan rivayet ederek “Lâm” ın Kesri ile

"muhlisan” okumuşlar; Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek “Lâm” ın fethi ile (muhlesan) okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir; “Lâm” ın kesri ile muhlis, Allah’ı bir bilen, nefsini temiz olarak Allah’a ibadete veren ve kendini kirletmeyen kimsedir. “Lâm” ın fethi ile muhlas ise: Allah’ın halis kıldığı, seçtiği ve kirden arıtüğı kimsedir.

"Gönderilmiş idi (ve kâne resulen)":

İbn Enbari şöyle demiştir: "Kâne"nin tekrar edilmesi, adı geçen peygamberi büyütmek içindir.

52

Ona Tûr’un sağ tarafından seslendik ve onu yalvarıcı olarak kendimize yaklaştırdık.

"Ona Tûr tarafından seslendik": Yani Tûr dağının yanından demektir. O, Mısır’lâ Medyen arasında bir dağdır, adı: Zebir’dir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Allah, Araplara dillerinde kullandıkları şeyle hitap etti, onlar: Kıblenin sağından ve solundan derler ki, ona karşı duranın sağını ve solunu kastederler. Mana açık olduğu için sıfatı ona verdiler; çünkü vadinin eli olmaz ki, sağı olsun.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Ses Mûsa’nın sağından geldi, onun içindir ki,

"sağından” dedi, yoksa dağın sağını kastetmedi.

"Ve karrebnahu neciyya":

İbn Enbari şöyle demiştir: Manası: Münaciyen (yalvararak) demektir. "Fail",

"mufail” yerine kullanılmıştır. Nitekim fülanün haliti ve aşiri derler ki, muhaliti ve muaşiri (filanca hep benimle düşer kalkar ve bana katılır) demektir. Said b. Cübeyr de İbn Abbâs’tan,

"onu yaklaştırdık” kavlinde şöyle dediğini rivayet etmiştir: O kadar yaklaştı ki, Kalem’in Levh-i Mahfuz’a yazarken çıkardığı cızırtıyı işitti.

53

Ona rahmetimizden kardeşi Harun’u peygamber olarak bağışladık.

"Ona rahmetimizden bağışladık": Yani ona nimetimizden demektir, kardeşi Harun’u kendine vezir etmesini isteyince bu duasını kabul etmiştik.

54

Kitapta İsmail’i de an. Çünkü o, va’dine sadık idi, gönderilmiş bir peygamber idi.

"O, va’dinda sadık idi": Bu hem onunla Allah arasında hem de onunla insanlar arasında olanlara şamildir.

Mücâhid şöyle demiştir: O Rabbine ne va’detmişse onu mutlaka yerine getirmiştir.

Eğer: "Nasıl özellikle İsmail va’dinde sadık idi, denilir; hâlbuki peygamberlerin içinde öyle olmayan yoktur?” denilirse;

Cevap şöyledir: İsmail va’de vefada diğer peygamberlerin göstermediği titizliği göstermiştir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: O bir adama randevu vermişti, kalkıp onu bekledi,

ne kadar beklediği hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: Bir yıl bekledi, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Yirmi iki gün bekledi, bunu da Rakkaşi, demiştir.

Üçüncüsü: Üç gün bekledi, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Gönderilmiş idi": Kavmine gönderilmiş idi, onlar da Cürhüm kavmi idi.

55

Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin yanında razı kılınmış idi.

"Ailesine emrederdi":

Mukâtil: Yani kavmine emrederdi, demiştir.

Zeccâc da: Ailesi bütün ümmetidir, demiştir. Namaz ve zekata gelince: Bunlar da bilinen ibadetlerdir.

56

Kitapta İdris’i de an. Çünkü o, çok doğru idi, bir peygamber idi.

57

Onu çok yüksek bir yere kaldırdık.

"Onu çok yüksek bir yere kaldırdık":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O, dördüncü kat göktedir, Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde Malik b. Sa’saa’dan, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in miraç hadisinde, İdris’i dördüncü kat gökte gördüğünü söylemiştir. Ebû Said el - Hudri, Mücâhid ve Ebû’l - Âliyye de böyle demişlerdir.

İkincisi: O, altıncı kat göktedir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Dahhâk da böyle demiştir.

Üçüncüsü: O cennettedir, bunu da Zeyd b. Eslem demiştir. Bu da birinci görüşe dönüktür, çünkü cennetin dördüncü kat gökte olduğu rivayet edilmiştir.

Dördüncüsü: O yedinci kat göktedir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir.

Göğe yükselme sebebi hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: Onun bütün insanlarınameli kadar ameli yükselirdi; bu nedenle ölüm meleği onu sevdi; onunla dostluk kurmak için Allah’tan izin istedi; ona izin verildi. O da yere bir insan suretinde indi. Onunla arkadaşlık etti. Onu tanıyınca: Senden bir isteğim var, dedi. O da: "Nedir o?” dedi. O da: Bana ölümü tattır, belki şiddetini öğrenirim de ona daha iyi hazırlık yaparım, dedi. Allahü teâlâ da ona, hemen ruhunu kabzet, sonra da onu gönder, diye vahyetti. O da öyle yaptı. Sonra da: "Nasıl gördün?” dedi. O da: Duyduğumdan daha şiddetli idi, bana cehennemi göstermeni istiyorum, dedi. O da onu götürdü, ona cehennemi gösterdi. O da: Bana cenneti de göstermeni istiyorum, dedi. Ona onu da gösterdi. Oraya girip de orada dolaşınca, ölüm meleği ona: Çık, dedi. O da: Yemin ederim ki, Allah beni çıkarıncaya kadar çıkmam, dedi. Allah da bir melek gönderdi; aralarında hakemlik etti: "Sen ne dersin, ey ölüm meleği?” dedi. O da macerayı anlattı. "Sen ne dersin, ya İdris?” dedi. O da: Allahü teâlâ:

"Her nefis ölümü tadacaktır” (Al-i İmran: 185) buyurdu, ben ise onu tattım. Ve Allahü teâlâ:

"İçinizden ona (cehenneme) uğramadık olmayacaktır” (Meryem: 71) buyurdu, ben de ona uğradım. Cennet halkı için:

"Onlar ondan çıkarılmayacaklar” (Hicr: 48) dedi, Allah’a yemin ederim ki, Allah beni çıkarmcaya kadar çıkmam, dedi. Yukarıdan bir ses işitti: İznimle girdi, emrimi yerine getirdi, onu serbest bırak. İşte Zeyd b. Eslem’in Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den kesintisiz olarak zikrettiği hadisin manası budur.

Eğer biri:

"İdris bu âyetleri nereden biliyor, bunlar bizim kitabımızdadır?” derse, İbn Enbari bazı Âlimlerden şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Allahü teâlâ İdris’e Kur’ân’da zikredilen herkesin cehenneme uğrayacağını, cennetten çıkarılmayacağını vs. şeyleri bildirmişti. O da dediği şeyleri bilerek söyledi.

İkincisi: Meleklerden biri Rabbinden İdris’e inmesi için izin istedi, O da izin verdi. İdris onu tanıyınca: "Ölüm meleği ile yakınlığın var mı?” dedi. O da: Bir melek kardeşimdir, dedi. O da: "Ölüm meleğine bir ihtiyacım var, bana faydan dokunur mu?” dedi. O da senin için konuşurum; sana yumuşak davranır, kanatlarımın arasına b., dedi. İdris de bindi. Melek onu göğe yükseltti. Ölüm meleği ile karşılaştı. Sana bir ihtiyacım var, dedi. O da: Senin ihtiyacını biliyorum, benimle İdris hakkında konuşacaksın, onun adı defterden silindi, eceline ancak göz kapayıp açacak kadar vakit kaldı, dedi. İdris meleğin kanatları arasında öldü. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Salih de, İbn Abbâs’tan: Ölüm meleği İdris’in ruhunu altıncı kat gökte kabzettiğini söylemiştir.

Üçüncüsü: İdris bir gün güneşte yürüdü, ona sıcağı dokundu: Allah’ım, onu taşıyanın yükünü hafiflet, dedi, yani güneşe müvekkel meleği kastediyordu. Sabah olunca melek güneşte bir hafiflik ve ısısında şimdiye kadar görmediği bir düşüş gördü. Allahü teâlâ’ya bunu sordu. O da: Kulum İdris, senin yükünü ve sıcaklığını hafifletmemi istedi, ben de duasını kabul ettim, dedi. Melek de: Ya Rabbi, beni onunla buluştur, beni ona dost eyle, dedi. Ona izin verildi, melek ona geldi. Bir ara İdris ona: Ölüm meleğine varmam için bana şefaatçi ol da ecelimi tehir etsin, dedi. O da: Allah eceli gelen hiçbir nefsi tehir etmez, ancak senin için onunla konuşurum; bir insanoğluna yapabileceğini sana yapar, dedi. Sonra melek onu kanadına bindirdi, onu göğe kaldırdı, onu güneşin doğduğu yere koydu. Sonra da ölüm meleğine gitti: Senden âdemoğullarından bir arkadaşım için bir ihtiyacım var, senden ecelini ertelemeni istiyor, dedi. O da: Bu benim elimde değil. Ancak eğer istersen ona ne zaman öleceğini bildiririm, dedi ve kütüğe baktı: Sen bana öyle bir insandan bahsettin ki, şimdi güneşin doğduğu yerde ölmeyi bekliyor olmalı, dedi. O da: Ben onu getirip oraya koymuştum, dedi. O da: Git, onu ölmüş bulacaksın, Allah’a yemin ederim ki, onun eceli bitti, dedi. Melek döndü, onu ölü buldu. Bu mana da İbn Abbâs, Ka'b ve diğerlerinden rivayet edilmiştir. Bu ve bundan önceki görüş, onun öldüğünü gösterir, birinci görüş ise onun hayatta olduğunu gösterir.

58

İşte bunlar; onlara Allah'ın nimet verdiği kimselerdendir, Âdem’in neslinden, Nûh ile beraber (gemide) taşıdığımız kimselerden; İbrahim ve İsmail neslinden; hidayet ettiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara Rahman’ın âyetleri okunduğu zaman secdeye kapanır ve ağlarlardı.

"işte bunlar; Allah’ın nimet verdiği kimselerdir": Yani onlar bu surede zikrettiği peygamberlerdendir, "Âdem neslinden", o da İdris’tir,

"Nuhla beraber gemide taşıdığımız kimselerden", o da İbrahim’dir, çünkü o, Sam b. Nûh neslindendir.

"İbrahim zürriyetinden” onlar da İsmail, İshak ve Ya’kûb ’tur.

"ve İsrâil": Yani İsrâil zürriyetinden, o da Mûsa, Harun, Zekeriyya, Yahya ve İsa’dır.

"Ve hidayet ettiklerimizden": Yani kendilerini irşat ettiklerimizden, demektir.

"İctebeyna": Seçtiklerimizden, demektir.

"Harru sücceda":

Zeccâc: "Sücceden” mukadder haldır, mana da: Secdeyi takdir ederek yere kapanırlar, demektir. Çünkü insan yere kapanırken secde edemez; binaenaleyh "sücceden” hal olmak üzere mensubtur. O da sacid’in çoğuludur.

"Bukiyyen": Bu da ona ma’tûftur, o da bakin’in çoğuludur. Allahü teâlâ şunu beyan etmiştir ki, peygamberler Allah’ın âyetlerini işittikleri zaman secde eder ve Allah korkusundan ağlarlar.

59

Onlardan sonra arkalarından namazı zayi eden ve şehvetlerine uyan kötü bir nesil geldi. İleride gayyaya düşecekler.

"Onların arkasından kötü bir nesil geldi": Bunu da A’raf: 169’da şerh etmiş bulunuyoruz.

Bu kötü nesilden kimlerin murat edildiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır, bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar bu ümmettendirler; Muhammed ümmetinin iyileri gittiği zaman gelirler, zina yarışı yaparlar, sokaklarda birbirlerinin üzerine çıkarlar. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

"Edaussalate": İbn Mes’ûd, Ebû Rezin el - Ukayli ve Hasen Basri, çoğul sığasıyla

"essalâvati” okumuşlardır.

Burada namazı zayi etmelerinden murat edilen şey hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Vaktini geçirdiler, bunu İbn Mes’ûd, Nehaî, Ömer b. Abdülaziz ve Kasım b. Muhaymire, demişlerdir.

İkincisi: Onu terk ettiler, kılmadılar, bunu da el - Kurazi demiş ve Zeccâc tercih etmiştir.

"Şehvetlere uydular": Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Bunlar da; şarkı dinlemek, içki içmek, zina etmek, eğlenmek ve buna benzer insanı aziz ve celil olan Allah’ın zikrinden alıkoyan şeylerdir.

"İleride gayyaya düşecekler": Bunun manası yalnız görmek değildir, bundan maksat görmekle beraber içine girmektir.

Gayya’dan murat edilen şey hususunda da altı görüş vardır:

Birincisi: O, cehennemde bir deredir, bunu da İbn Abbâs, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiş; Ka’b de böyle demiştir.

İkincisi: O, cehennemde bir nehirdir, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

Üçüncüsü: O, hüsrandır, ziyan etmektir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O, azaptır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Beşincisi: O, şerdir, bunu da İbn Zeyd ile İbn Saib, demişlerdir.

Altıncısı:

Mana şöyledir: Onlar günahın cezası ile karşılaşacaklardır, tıpkı:

"Günahla karşılaşır” (Furkan: 68) kavli gibi ki, günahların cezasıyla karşılaşır, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir.

60

Ancak Tevbe edip iyi amel yapanlar hariç. İşte onlar cennete girecekler. Hiçbir şekilde haksızlığa da uğratılmayacaklar.

"Ancak Tevbe edip iyi ameller yapanlar hariç":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Şirkten Tevbe edip Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman eden hariç. Bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Namazda kusur etmekten Tevbe eden ve Yahudi ve Hıristiyanlardan iman eden.

61

Rahman’ın gıyapta kullarına va’dettiği Adn cennetlerine. Şu bir gerçektir ki, O’nun va'di yerine getirilmiştir.

"Cennati adn": Ebû Rezin el - Ukayli, Dahhâk, İbn Yamur ve İbn Ebi Able, tenin ref’i ile "cennatü” okumuşlardır.

Hasen Basri, Şa’bî ve İbn Semeyfa, tekil olarak ve tenin ref'i ile "cennetü adnin” okumuşlardır. Ebû Miclez ile Ebû’l - Mütevekkil en - Naci de tekil olarak ve tenin nasbi ile "cennete adnin” okumuşlardır.

"Rahman’ın gıyapta kullarına va’dettiği": Yani onlara va’dettiği, görmedikleri ve onlardan gaip olan cennetler, demektir.

"Innehu kane va’duhu me’tiyya (O’nun va’di yerine getirilmiştir) ":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Atiyen (yerine gelecektir) demektir ki, o, mef'ul vezninde ise de fail manasınadır. Fail’in mef'ul vezninde kullanılması azdır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Niçin atiyen demedi? Çünkü sana gelen her şeye sen de ona gelirsin. Baksanıza, sen şöyle dersin: Eteytü alel hamsin ve etet aleyye hamsun (elli yaşadım).

İkincisi: Ona ulaşılır demektir, bunu da İbn Enbari demiştir,

İbn Cüreyc de: Burada "va’duhu” mevuduhu demiştir.

"Me’tiyya” da: Ona evliyaları gelir demektir.

62

Orada boş bir lâf işitmezler, ancak selam. Onların orada sabah akşam rızıkları vardır.

"Orada boş bir söz işitmezler":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, içki içerken birbirine muhalefet etmektir, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Boş ve insanı günaha sokan laftır, bunu da Zeccâc, demiştir,

İbn Enbari şöyle demiştir: Lağv Arapça'da: Bozuk ve atılan şey, demektir.

"Ancak selam":

Ebû Ubeyde: Selam boş laftan değildir, demiştir. Araplar bir şeyi kendinden olmayan, fakat akılda olan şeyden istisna ederler, buna göre

Mana şöyledir: Ancak onlar orada selam işitirler.

İbn Enbari şöyle demiştir: Selam, kendi cinsinden olmayan şeyden istisna edildi, bu da niyete alman manayı pekiştirmek içindir; çünkü onlar boş şeylerden ancak selam’ı işitirlerse, hiç boş şey işitmiyorlar, demektir. Şunun gibi:

"Onlar benim düşmanımdır, ancak âlemlerin Rabbi hariç” (Şuara: 77). Allah’tan başkası düşmanlarından çıkmıyorsa, hepsi düşmandır, demektir.

Bu selamın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O, meleklerin onlara selam vermesidir, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Onlar ancak kendilerine esenlik verecek şey işitirler; kendilerini günaha sokacak şey işitmezler. Bunu da Zeccâc, demiştir.

"Onların orada sabah akşam rızıkları vardır":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Cennette ne sabah ne de akşam vardır; ancak onlara rızıkları bildikleri sabah akşam gibi aralıklarla getirilir.

Hasen Basri şöyle demiştir: Araplar sabah akşam yemeğinden daha iyisini bilmezlerdi; Allah da onlara bunu zikretti.

Katâde şöyle demiştir: Araplardan biri sabah akşam yemeğini buldu mu bundan çok hoşlanırdı; Allah da onlara cennette rızıkları sabah akşam o vakitler kadar aralıklarla verileceğini haber verdi. Orada ne gece ne de gündüz vardır; o sadece ışık ve nurdur. Velid b. Müslim rivayet ederek şöyle demiştir: Züheyr b. Muhammed’e, Allahü teâlâ’nın

"sabah akşam” kavlini sordum, o da: Cennette ne gece ne de gündüz vardır; onlar devamlı nûr içindedirler. Onlar için gece ve gündüz kadar vakit vardır, gecenin süresini perdelerin indirilmesi ve kapıların kapanması ile bilirler, gündüzün süresini de perdelerin kaldırılması ve kapıların açılması ile bilirler, dedi.

63

İşte kullarımızdan takva sahibi olanlara miras vereceğimiz cennet budur.

"işte o cennet” kavli:

"Onlar cennete girerler” kavline işarettir.

"Nurisü": Ebû Abdurrahman Sülemi, Hasen, Şa’bî, Katâde ve İbn Ebi Able, vavın fethi ve ranın şeddesi ile (nüverrisü) okumuşlardır.

Müfessirler de şöyle demişlerdir: "Nurisü"nün manası:

Cehennemliklerin -iman etmiş olsalardı- cennette girecekleri yerleri mü'minlere veririz, demektir. "Nurisü"nun manasının şöyle olması da câizdir: Biz onlara veririz; bu da onlarla yeniden temlik manasında olacağı için onlar adına miras gibi olur. Biz de bunu A’raf: 43’te şerh etmiş bulunuyoruz.

64

Biz (elçiler) ancak Rabbinin emri ile ineriz, önümüzdeki, arkamızdaki ve bunların arasındaki şeyler O’nundur. Rabbin unutkan olmadı.

"Vema netenezzelü illâ biemri rabbik": İbn Semeyfa ile İbn Ya’mur, meftuh ye ile "vema yetenezzelü” okumuşlardır.

İniş sebebinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Ya Cebrâil, neden bizi daha çok ziyaret etmiyorsun?” dedi; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. 8

8 - Buharı, Tefsirü sûre 19, bab, 2; Tevhid, bab, 28; Bed'ül - Halk, bab, 6; Tirmizî, Telsim sûre 19, bab, 4; Ahmed, Müsned, 1/231, 234, 357.

İkincisi: Melek Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmede gecikti, sonra da geldi,

"herhalde geciktim” dedi. O da: Öyle yaptın, dedi. O da: Neden yapmayayım ki, sizler misvak kullanmıyorsunuz, tırnaklarınızı kesmiyorsunuz, parmaklarınızın aralıklarını temizlemiyorsunuz, dedi. Âyet bunun üzerine indi. Bunu da Mücâhid, demiştir,

İbn Enbari de şöyle demiştir: Hadiste geçen beracim kelimesi Araplara göre parmakların dışındaki eklemlerdir; parmaklar kapandığı zaman görünür, açıldığı zaman kapanır. Revacib ise: Bu eklemlerin arasıdır, her iki eklemin arasında bir tane racibe vardır.

Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e kavmi Ashab- ı Kehfi, Zülkarneyn’i ve Ruhu sordukları zaman Cebrâil gecikti, Efendimiz onlara ne cevap vereceğini bilemedi, Cebrâil’in cevap getirmesini bekledi; o da gecikti. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem çok zor durumda kaldı.

Cebrâil inince, ona: Bana gelmeye geç kaldın, kötü düşünmeye başladım, seni özledim, dedi.

Cebrâil de: Ben de seni daha çok özledim, ancak ben emir kuluyum; gönderilirsem inerim, tutulursam gelemem, dedi. Âyet de bunun üzerine indi. Bunu da İkrime, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir.

Cebrâil'in Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gecikmesinin sebebi hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Ashabı tam temizlik yapmadığı için, nitekim bunu Mücâhid hadisinde zikretmiştik.

İkincisi: Çünkü ona Ashab-ı Kehf kıssasını sormuşlar, o da: "Size yarın haber veririm” demiş, inşallah dememişti. Bu da Kehf suresinin tefsirinde geçmiştir.

Ne kadar geciktiği hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: On beş gündür; bunu da Kehf suresinde İbn Abbâs’tan zikretmiş bulunuyoruz.

İkincisi: Kırk gündür, bunu da İkrime ile Mukâtil, demişlerdir.

Üçüncüsü: On iki gündür, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Üç gündür, bunu da Mukâtil hikaye etmiştir.

Beşincisi: Yirmi beş gündür, bunu da Sa’lebî nakletmiştir. Duha suresinin bu sebeple indiği de söylenmiştir.

Müfessirler:

"Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz” kavlinin, Cebrâil’in sözü olduğu görüşündeler. Maverdi ise, bunun cennetlikler cennete girdikleri zaman söyledikleri söz olduğunu nakletmiştir,

Mana da şöyledir: Biz bu cennetlere ancak Allah emri ile konarız. Şöyle de denilmiştir: Biz cennetten herhangi bir yere ancak Allah’ın emri ile ineriz.

"Önümüzdeki ve arkamızdaki": bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: önümüzdeki: Ahiret, arkamızdaki de: Dünyadır. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Katâde ve Mukâtil de böyle demişlerdir.

İkincisi: önümüzdeki: Geçen dünyadır, arkamızdaki de: Ahirettir. Bu da birincinin tersidir, bunu da Mücâhid, demiştir.

Ahfeş de şöyle demiştir: Önümüzdeki: Biz yaratılmadan öncekidir, arkamızdaki de: Biz yok olduktan sonrakidir.

"Ve bunların arasındaki şeyler":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Dünya ile ahiret arasındakiler, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

İkincisi: Sûr’a iki üfürme arasındakiler, bunu da Mücâhid, İkrime ve Ebû’l - Âliyye, demişlerdir.

Üçüncüsü: Bizi yarattığı zaman, bunu da Ahfeş, demiştir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Bunu tekil yapmıştır, hâlbuki işaret iki şeyedir; Birisi

"mabeyne eydina",

İkincisi: "Vemahalfenadır"? Çünkü Araplar "zalike"yi tesniyeye de cem’e de kullanırlar.

"Vema kâne rabbüke nesiyya (Rabbin unutkan olmadı)": Nesiy: Nâsi, yani unutan manasınadır.

Kelmaın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Sana vahyi geciktirdiği andan itibaren seni terk etmiş değildir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Mukâtil de: Senden vahiy kesilirken seni unutmadı, demiştir.

İkincisi: O, olmuş ve olacağı bilir, hiçbir şeyi unutmaz. Bunu da Zeccâc, demiştir.

65

O, göklerle yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O’na ibadet et ve ibadetine sabır göster. O’nun için bir adaş biliyor musun?

"Öyleyse O’na ibadet et": Yani O’nu birle, çünkü O’na şirk ile ibadet etmek ibadet değildir.

"İbadetine sabır göster": Yani tevhidine sabret, demektir. Emir ve yasağına da denilmiştir.

"Hel ta'lemü lehu semiyya": Harun, Ebû Amr’dan onun hel ta’lemü’yü (hetta'lamü şeklinde) idgam ettiğini rivayet etmiştir. Gerekçesi de şöyledir:

Sibeveyh lamı te'ye, şeye, dala, zeye, sine, şada ve tıya idgam etmeyi câiz görürdü. Zira “Lâm” ın mahreci bunların mahreçlerine yakındır.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir:

"Hel"den sonra te olursa, onda iki lügat vardır: Bazıları

"hel’in lamını açık söyler (idgam etmez), bazıları da onu idgam eder.

Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: O’na eş ve manend, demektir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Mücâhid ve Katâde böyle demişlerdir.

İkincisi: O’ndan başka

"Allah” diye isimlenen birini biliyor musun? Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: O’ndan başka kendisine Halik ve Kadir denmeyi hak eden birini biliyor musun? Bunu da Zeccâc, demiştir.

66

İnsan: "öldüğüm zaman mı, gerçekten sonra ben (kabirden) çıkarılacağım?” der.

"İnsan der":

İniş sebebi şudur: Übey b. Halef, çürümüş bir kemik aldı, onu eli ile ufalayıp rüzgara savurmaya başladı ve: Muhammed, biz bu çürümüş kemik gibi olduğunuz zaman Allah’ın bizi dirilteceğini iddia ediyor, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Atâ’ da İbn Abbâs’tan: Onun Velid b. Muğire olduğunu rivayet etmiştir.

"Sonra ben kabirden çıkarılacağım?": Eğer:

"Bunun zahiri sorudur, cevabı nerede?” denilirse, buna üç cevap verilmiştir, bunları İbn Enbari zikretmiştir:

Birincisi: Kelâmın zahiri sorudur, manası ise inkâr ve rettir, özeti de: Ben ölümden sonra dirilecek değilim, demektir.

İkincisi: O, bu sözü ile dirilmekten sorunca, aziz ve celil olan Allah ona:

"insan düşünmez mi?” diye cevap verdi. Bu: Evet, sen diriltileceksin, manasını da içermektedir.

Üçüncüsü: Bu kâfirin sorusunun cevabı Yasin: 78’de

"Bize bir misal getirdi” kavlindedir. Çünkü Kur’ân'ın hepsi bir mesaj hükmündedir. Surelerin ikisi de Mekki’dir.

67

İnsan düşünmez mi ki, gerçekten biz onu daha önce yarattık ve kendisi hiçbir şey değildi.

"Evela yezkürül insanu": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, zalın fethası ve kâfin şeddesiyle okumuşlar; Nâfi, Âsım ve İbn Âmir de sakin ve şeddesiz zal ile

"yezkürü” okumuşlardır. Übey b. Ka’b ile Ebû’l - Mütevekkil Naci de, ye ve te ile

"evela yetezekkerül insanu” okumuşlardır. İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Ebû Abdurrahman Sülemi ve Hasen de, ye ile te olmadan sakin ve şeddesiz zal ve merfu kâf ile okumuşlardır,

Mana da şöyledir: Bu münkir, ilk yaratılışını düşün müyor mu? Başını sonuna delil getirmiyor mu?

"Rabbine yemin olsun ki, mutlaka onları toplayacağız": Yani yeniden dirilmeyi inkâr edenleri, demektir.

"Veşşeyatme": Şeytanlarla beraber, çünkü her kâfir bir zincir içinde şeytanıyla beraber haşrolunacaktır

"Sonra onları cehennemin etrafında hazır edeceğiz":

Mukâtil: Cehennemin içinde demiştir, zira bir şeyin etrafı onun içinde olabilir. Meselâ: Celesel kavmu havlel beyti (cemaat evin içinde etrafta oturdular) dersin. Şöyle de denilmiştir: içine girmeden önce etrafında diz çökerler.

68

Rabbine yemin olsun ki, mutlaka onları da şeytanları da toplayacağız, sonra da onları cehennemin çevresinde diz, çökmüş vaziyette hazır edeceğiz.

"Cisiyya":

Zeccâc şöyle demiştir: O, Casin’in cem’idir, kaid ve kuud gibi. Hal olmak üzere mensubtur. Aslı cimin zammı iledir, kesri ise se’nin kesresine uyum sağlamak içindir.

Müfessirlerin onun manasında da beş görüşleri vardır:

Birincisi: Oturarak, demektir. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Bölük bölük demektir, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Buna göre o, cüsve’nin çoğuludur, o ise taş ve toprak kümesidir.

Üçüncüsü: Dizleri üstüne çökerek, demektir, bunu da Hasen, Mücâhid ve Zeccâc, demişlerdir.

Dördüncüsü: Ayakta olarak, demektir, bunu da Ebû Mâlik, demiştir.

Beşincisi: Dizleri üstü kalkmış olarak, demektir, bunu da Süddi, demiştir. Bu da onlar için yerin dar olmasındandır.

69

Sonra her bölükten hangisi Rahman’a karşı daha cüretli ise onları elbette çıkaracağız.

"Sonra her bölükten elbette çıkaracağız": Yani her fırka, ümmet ve din mensuplarından elbette alacağız,

"hangisi Rahman’a karşı daha cüretli ise": Yani günahı en büyük olanı, demektir.

Mana da: Azap, sırası ile en cüretlisinden, günahı en büyük olandan ve şerrin önderlerinden başlatılır, demektir.

Zeccâc da şöyle demiştir:

"Eyyühüm"de üç görüş vardır:

Birincisi: O, söz başıdır, "lenenzianne” gramer olarak hiçbir şeyde amel etmemiştir. Bu da Yûnus’un görüşüdür.

İkincisi: O, kendilerine, hangileri Rahman’a karşı daha cüretli, denir manasına göredir, Bunu da Halil, demiş, Zeccâc da tercih etmiş ve tevili şöyledir, demiştir: Cüretli olduğu için,

"bunların hangisi daha cüretli", denecek olanı çıkaracağız. Şu beyti de şahit getirmiştir:

Genç kadından uzakta geceledim,

Sıkıştırılmamış ve mahrum da kalmamış, denilenden uzakta geceledim.

Üçüncüsü:

"Eyyühüm” zam üzere mebnidir, çünkü o, kendi grubundakilere benzememektedir, mana da: Hangisi daha faziletli ise, demektir. Onun, grubundakilere benzememesi de şöyledir: Idnb eyyühüm efdalü (en faziletlisine vur), dersin; ıdnb men efdalu demek hoş olmaz; onun için: Men hüve efdalu dersin. Kül ma etyabu (en temizini ye) demek hoş olmaz; onun için: Ma huve etyabu, dersin. Huz ma efdalu demezsin, ellezi hüve efdalu dersin. İşte

"ma", "men” ve "ellezi"ye benzemediği için

"eyyümüm” zam üzere mebni olmuştur. Bunu da Sibeveyh, demiştir.

70

Sonra elbette biz ona girip yanmaya daha layık olanları pekiyi bileniz.

"Ona girip yanmaya daha layık olanı": Yani ona girmeye daha layık olan, daha cüretli olandır; adamlarından önce onlardan başlanır.

"Sıliyya": Temyiz olarak mensubtur. Salannare yeslaha denir ki: Ateşe girip sıcağını çekmektir.

71

İçinizde ona (cehenneme) uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin, üzerine lâzım kıldığı, yerine getirilmiş bir şeydir.

"Ve in minküm illâ varidüha": Kelmada ızmar (gizleme) vardır, takdiri de şöyledir: Maminküm min ahadin illâ vehüve varidüha (içinizde ona uğramayacak yoktur).

Bu hitabın kimlere edildiği hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, mü'min ve kâfir için geneldir (hepsinedir), bu da çoğunluğun görüşüdür. İbn Abbâs’tan: Bu âyet kâfirler içindir, dediği rivayet edilmiştir. Rivâyetlerin çoğu ilk görüş şeklindedir. İbn Enbari de, bunun ispatı şöyledir, demiştir:

"Onları mutlaka hazır edeceğiz” ve

"Rahman’a karşı hangisi daha cesur ise” deyince, takdir: Ve in minhüm oldu, he'nin yerine kâf getirildi (minküm, denildi). Tıpkı:

"İnne hâza kâne leküm cezaen” (İnsan: 22) kavlindeki gibi ki, mana: Kâne lehüm, demektir. Çünkü o,

"ve sekahüm rabbuhum” (İnsan: 21) kavline ma’tûftur. Şair de şöyle demiştir:

(Sevgilim) aşıkların mezarından uzaklaştı,

Ey Mahrem’in kızı, seni aramak bana zor geldi.

Beyitte geçen tılabüki, tılabüha yerine kullanılmıştır.

Cehenneme uğramaktan ne murat edildiği hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: O, girmektir, Cabir b. Abdullah, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Vurud (uğramak) girmektir; ona girmedik iyi ve kötü hiç kimse kalmayacaktır. Mü’mine soğuk ve selamet olacaktır, tıpkı İbrahim'e olduğu gibi. Öyleki ateş onların soğuğundan feryat edecektir.

İbn Abbâs’tan da şöyle rivayet edilmiştir; ona Nâfi bu Âyetten sordu, o da ona: "Sen ve ben ona gireceğiz. Bak, aziz ve celil olan Allah bizi ondan çıkaracak mı yoksa çıkarmayacak mı?” dedi. Sonra da şu âyetleri delil getirdi:

"Fe-evredehümü’nnar” (Hûd: 98);

"Entüm leha varidun” (Enbiya: 98). Abdullah b. Revaha da ağlar ve şöyle derdi: Oraya uğrayacağım bana haber verildi, döneceğim haber verilmedi.

Hasen Basri de şöyle anlatmıştır: Bir adam, kardeşine: "Kardeşim, sana cehenneme uğrayacağın haberi geldi mi?” dedi. O da: Evet, dedi. Ona:

"Ondan çıkacağın da geldi mi?” dedi. O da: Hayır, dedi. O da: "Öyleyse bu gülme nedir?” dedi. Halid b. Ma’dan şöyle demiştir: Cennetlikler cennete girdikleri zaman: "Rabbimiz bize cehenneme uğrayacağımızı va’detmemiş miydi?” derler, onlara. Evet, ancak siz o sönükken ona uğradınız, denilir.

Bu görüşte olanlardan ikisi de, bir rivayette Hasen ile Ebû Mâlik’tir. Bu görüşün sahiplerine bazı itirazlar edilmiştir,

Zeccâc şöyle demiştir: Araplar verettü belede keza (falanca şehre uğradım) ve verettü mae keza (filanca suya uğradım) derler, girmeseler de uzaktan görseler yine böyle derler.

"Velemma verede mae medyene” (Kasas: 33) kavli de böyledir. Bu hususta kesin delil de:

"Ulaike anha mub’adun lâ yasmeune hasiseha” (Enbiya: 101, 102) kavlidir.

Şair Züheyr de şöyle demiştir:

Masmavi suya varınca,

Sopalarını çadır kurmuş yerli gibi bıraktılar.

Yani suya varınca orada ikamet ettiler, demektir.

Ben de derim ki: Bazıları bu delillere şöyle cevap vermişlerdir: Birinci âyette Mûsa kalkıp da su çekip koyunları sulayınca, orada eğleşmekle suya girmiş gibi oldu. Öteki ayete gelince: O da cennettin içinde bulunanlardan haber vermektedir; onlar cehennemin sesini işitmezler. Biz de az önce Halid b. Ma'dan'dan onların cehenneme uğrayacaklarını, fark etmeden oradan geçeceklerini rivayet etmiş bulunuyoruz.

İkincisi: Uğramak üzerinden geçmektir, bunu da Abdullah b. Mes’ud ile Katâde, demişlerdir. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: İnsanlar cehenneme uğrarlar, sonra da amelleriyle dönerler; birincileri şimşek gibi, sonra rüzgar gibi, sonra atın koşması gibi, sonra yük hayvanı gibi, sonra da yaya gibi geçerler.

Üçüncüsü: Ona uğramak onun yanında hazır olmaktır, bunu da Ubeyd b. Umeyr, demiştir.

Dördüncüsü: Müslümanların uğraması köprüden geçmektir, müşriklerin uğraması da içine girmektir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Beşincisi: Mü’minin ona uğraması, dünyada sıtmaya tutulmasıdır. Osman b. el - Esved,

Mücâhid’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sıtma, her mü’minin ateşten hissesidir, sonra

"içinizden ona uğramayacak biri yoktur” âyetini okumuştur. Buna göre, sıtmaya yakalanan Müslüman ona (cehenneme) uğramıştır.

"Rabbinin üzerine oldu": Yani cehenneme uğramak,

"lâzım bir şey": Hatm: Hüküm vermek ve işi kestirmektir. Makdıy ise Allah’ın kaza ettiği şey demektir, mana da: Onu kesin karara bağladı ve mahlukuna hükmetti, demektir.

72

Sonra sakınanları kurtaracağız ve zâlimleri orada diz üstü bırakacağız.

"Sümme nüneccil lezinet tekav": İbn Abbâs, Ebû Miclez, İbn Yamur, İbn Ebi Leyla ve Âsım el - Cahderi, senin fethi ile

"semme = orada” okumuşlardır. Kisâi ile Yakuü da "seddesiz olarak "nünci” okumuşlardır. Hazret-i Âişe, Ebû Bahriye ve Ebû’l- Cevza er - Rib’i de, nundan önce merfu ye, şeddesiz ve meksur cim ile

"yünci” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, Ebû Miclez, İbn Semeyfa ve Ebû Recâ’ da noktasız ha ve şeddesiz olarak "nünahhi (uzaklaştırırız)” okumuşlardır. Herkesin cehenneme gireceğini söyleyenler bu âyeti delil getirirler, çünkü necat, bir şeyin içine düşeni kurtarmaktır.

"Venezerüz zalimine fiha” kavli de bunu tekit eder. Nüdhilühüm dememiştir. Nezerü ve netrükü ancak yerinde kalan için denir. Kim: Cehenneme uğramak kâfirler içindir, derse, Kelâmın manası şöyle olur: Müttakileri cehenneme girenlerin içinden çıkarırız. Müttakilerden murat edilen de: Şirkten sakınanlar, zâlimlerden murat edilenler de: Kâfirlerdir.

"Cisiyya” kavlinin manası da, Meryem: 68’da geçmiş bulunuyor.

73

Onlara Allah’ın âyetleri açık açık okunduğu zaman kâfirler, iman edenlere:

"İki gruptan konumu daha hayırlı ve meclisi daha güzel olan hangisidir?” der.

"Onlara okunduğu zaman": Yani müşriklere okunduğu zaman, demektir,

"âyetlerimiz": Yani Kur’ân.

"Kâfirler der": Yani Kureyş müşrikleri der,

"iman edenlere": Yani mü’minlerin fakirlerine, demektir.

"Eyyül ferikayni hayrun makamen": Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze, Kisâi, Ebû Bekir ve Hafs da Âsım'dan rivayet ederek mimin fethi ile makamen okumuşlardır; İbn Kesir de mimin zammı ile

"mukamen” okumuştur. Ebû Ali el - Farisi de: Makam, mîm meftuh da olsa mazmum da olsa, ikamet edecek yerdir, demiştir.

"Ahsenü nediyya": Nediy ve nadi: Bir toplumun meclisi ve toplandığı yerdir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Nediy ve nadi: iki lügattir, Kelâmın manası da şöyledir: Siz mi daha hayırlısınız yoksa biz mi daha hayırlıyız? Onlar mesken ve meclisleri ile övünmüşlerdi; Allahü teâlâ da onlara cevap verip:

74

Onlardan önce nice nesiller helak ettik ki, onlar, malca da görünüşçe de daha güzeldiler.

"onlardan önce nice nesiller helak ettik” dedi.

Biz de karn’in manasını En’am: 6’da, esas’ın manasını da Nahl: 80’de şerh etmiş bulunuyoruz.

"Ve ri’ya": İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, ra ile ye arasında hemze ile "ri’ya” vezninde "ri’ya” okumuşlardır. Zeccâc da, manası, raeytü kökünden manzaradır, demiştir.

Nâfi ile İbn Âmir de şeddeli ye ve hemzesiz olarak: "Riyya” okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Bunun iki tefsiri vardır:

Birincisi: Manası: Evla, daha üstün demektir.

İkincisi: O, riy kökündendir ki, mana: Manzaraları nimetle göz doldurur, sanki onda nimet apaçıktır, demektir.

İbn Abbâs, Ebû’l - Mütevekkil, Ebû'l - Cevza ve İbn Süreye de Kisâi’den naklen, noktalı ze, şeddeli ye ve hemzesiz olarak "ziyya” okumuşlardır. Zeccâc da, manası: Manzaralarının hoşluğu demiştir.

75

De ki: "Kim sapıklıkta ise, Rahman onun için uzatsın / mühlet versin. Nihayet azap yahut kıyametten kendilerine va’dedileni gördükleri zaman, yerce kim daha kötü ve askerce kim daha zayıf imiş bileceklerdir".

"De ki: Kim sapıklıkta ise": Yani küfürde ve tevhitten körlükte ise,

"Rahman onun için uzatsın":

Zeccâc şöyle demiştir: Bu, lafzan emir ise de mana bakımından haberdir,

Mana da şöyledir: Allah onun sapıklık cezasını onun içinde bırakmak kıldı.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Allahü teâlâ Araplara kendi dilleri ile hitap etti, o da haberi emir şeklinde vererek tekit etmektir. Meselâ biri: İnzarena Abdullah felnükrimhu (eğer Abdullah bizi ziyaret ederse, ona ikram edelim) der, tekit kasdeder ve ona ikram etmeyi kendime lâzım kılarım, demek ister. “Lâm” ın dua lamı olması da câizdir ki, mana şöyle olur: Ya Muhammed de ki: Kim sapıklıkta ise Allah’ım, onun nimetini uzat da uzat.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah’ın onun için uzatmasının manası: Onun sapıklığına mühlet vermesi demektir.

"Nihayet gördükleri zaman": Yani o sapıklıkta süre verdiği kimseler, demektir. Neden cemi sigası kullandı? Çünkü

"men” edatı cem’e de uygundur. Sonra tehdit edildikleri şeyi zikredip

"ya azap": Yani öldürülme ve esir edilme,

"veyahut kıyamet": Yani kıyamet ve orada cehennemde ebedi kalmaları, dedi.

"Yeri daha kötü olanı bileceklerdir": Yani ahirette, demektir; onlar mı yoksa mü’minler mi? Çünkü onların yeri cennettir, ötekilerin ise cehennemdir. "Ve” yardım ve öldürme ile bileceklerdir

"askeri daha zayıf olanı"; onlarınki mi yoksa Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’inki mi daha zayıftır. Bu, onların

"iki gruptan konumu daha hayırlı ve meclisi daha güzel olan hangisidir?” sözlerine reddiyedir.

76

Allah doğru yolu bulanların hidâyetini artırır. Baki kalan iyi şeyler, Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır, sonuçça da daha hayırlıdır.

"Allah doğru yolu bulanların hidâyetini artırır":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Allah tevhid ile doğru yolu bulanların imanını artırır.

İkincisi: Onların dindeki basiretlerini artırır.

Üçüncüsü: Vahyi artırmakla imanlarını artırır; ne zaman bir sûre inerse, imanları artar.

Dördüncüsü: Nasih ve mensuh ile imanları artar.

Beşincisi: Mensuh ile hidayete erenlerin hidâyetini nasih ile artırır.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Allah onların mükafatlarını yakinlerini artırma şeklinde kıldı, tıpkı kâfirlerin cezalarını sapıklıkta uzatmak kıldığı gibi.

"Baki kalan iyi şeyler": Bunları da Kehf: 46’da zikretmiş bulunuyoruz.

"Sonuçça daha hayırlıdır (hayrun meredda)": Burada mered red gibi mastardır, mana da: Amel edenlere dönen sevabı daha hayırlıdır; kâfirlerin ziyan olup da boşa giden amelleri gibi değildir, demektir.

77

Âyetlerimizi inkâr edip de:

"Mutlaka bana mal ve evlat verilecektir” diyeni gördün mü?

"Âyetlerimizi inkâr edeni gördün mü?":

İniş sebebi hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Buhârî ile Müslim’in Sahihlerinde Mesruk’tan rivâyetlerine göre Habbab şöyle demiştir: Ben demirci idim, benim As b. Vail’de alacağım vardı, almak için ona gittim: Allah’a yemin ederim ki, Muhammedi inkâr etmedikçe sana ödemem, dedi. Ben de: Hayır, Allah’a yemin ederim ki, sen ölünceye ve yeniden dirilinceye kadar ben de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i inkâr etmem, dedim. O da: Ben ölür de tekrar dirildiğim zaman bana gelirsen, benim orada malım ve evladım olur, sana veririm, dedi. Bu âyet

"tek başına” kavline kadar bunun üzerine indi.10

10 - İmam Ahmed, Müsned, 5/110.

İkincisi: O, Velid b. Muğire hakkında inmiştir, bu da Hasen’den rivayet edilmiştir.

Müfessirler birinci görüşü kabul ederler.

"Leuteyenne malen ve veleda":

İbn Kesir, Ebû Amr, Nâfi, Âsım ve İbn Âmir, vavın fethi ile (veleda) okumuşlar; Kisâi de vavın zammı ile "vülda” okumuştur.

Ferrâ’ da: Bunların ikisi de lügattir, tıpkı udm ve adem gibidir, cem’i yoktur, demiştir. Kays kabilesi vüld’ü cemi, vavm fethi ile veledi de tekil kabul eder.

Bu kâfir kendine mal ve evlat verileceğini nereden iddia etti?

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Sizin iddianıza göre cennette demek istemiştir.

İkincisi: Dünyada. İbn Enbari, âyetin takdiri şöyledir demiştir: Böyle diyeni isabetli mi görüyorsun?

78

Gaybi mi gördü yoksa Rahman’ın katından bir söz mü aldı?

"Gaybi mi gördü?": İbn Abbâs, bir rivayette: Ona gaip olan şeyi mi gördü de cennette olup olamayacağını bildi, demiştir.

Başka bir rivayette de: Levhi- Mahfuz’a mı baktı, demiştir.

"Yoksa Rahman’ın katından bir söz mü aldı?”

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Yoksa: "Lailâhe illallah” mı?” dedi ki, ona o yüzden rahmet edeyim? Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Yoksa iyi bir amel işledi de onun sevabını mı umuyor? Bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Yoksa ona cennete girdireceğine dair söz mü verdi? Bunu da İbn Saib, demiştir.

79

Hayır. Dediğini yazacağız ve onun için azaptan uzatmakla uzatacağız.

"Hayır": Yani mesele onun dediği gibi ona mal ve evlat verilecek değildir. "Kella"nın manasının şöyle olması da câizdir: O, gaybı görmedi ve Allah katından söz de almadı.

"Dediğini yazacağız": Yani onu cezalandırmak için hafaza meleklerine onun dediklerini tesbit etmelerini emredeceğiz.

"Ona azaptan uzattıkça uzatacağız": Yani ona azap üstüne azap vereceğiz. Ebû’l - Âliyye er - Riyahi ile Ebû Recâ’ el - Utaridi, meftuh ye ile "seyektübü” "veyerisühü” okumuşlardır.

80

Dediğine biz varis olacağız. O da bize tek başına gelecektir.

"Dediğine biz mirasçı olacağız":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Cennette olacağına dair söylediği şeye biz mirasçı olacak ve onu Müslümanlara vereceğiz. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiş; Ferrâ’ da bunu tercih etmiştir.

İkincisi: Onu helak etmek ve mülkünü yok etmekle yanındaki mala ve evlada biz mirasçı olacağız. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir;

Katâde de böyle demiştir. Zeccâc da mana şöyledir, demiştir: Malım ve evladını elinden alacak ve onu başkasına vereceğiz.

"Bize tek başına gelecektir": Yani malsız ve evlatsız, demektir.

81

Kendilerine güç olsun diye Allah’tan başka tanrdar edindiler.

"Allah’tan başka ilâhlar edindiler": Putlara tapan müşrikleri kastediyor.

"Kendilerine güç olsun diye":

Ferrâ’: Ahirette kendileri şefaatçi olsunlar diye, demiştir.

82

Hayır. İbadetlerini inkâr edecekler ve onlara karşı zıt / düşman olacaklar.

"Hayır": Yani mesele kendilerinin kurdukları gibi değildir,

"inkâr edeceklerdir": Yani putlar müşriklerin tapmalarını inkâr edecekler, demektir, meselâ

"bize ibadet etmiyorlardı” (Kasas: 63) kavli gibi. Çünkü onlar cansızdır, ibadeti anlamazlar. "Ve olurlar": Yani putlar,

"onlara karşı": Yani müşriklere karşı,

"dıddâ": Yani kıyamet gününde onlara karşı düşman olurlar; onları yalanlar ve onlara lânet ederler.

83

Görmedin mi, şüphesiz biz, şeytanları kâfirlerin üzerine gönderdik de onları kışkırtmakla kışkırttılar.

"Görmedin mi biz şeytanları gönderdik": Zeccâc, bu göndermede iki mülahaza vardır, demiştir:

Birincisi: Şeytanlarla kâfirlerin arasını boş bıraktık, onları tanımaktan korumadık.

İkincisi: Ki, tercihe şayan olan da budur: Onları kâfirlere Mûsallat ettik ve küfürleri sebebiyle başlarına sardık.

"Onları kışkırtmakla kışkırtıyorlar": Onları rahatsız ediyor, onlara günah işletiyorlar.

Ferrâ’: Onları günahlara tahrik ve teşvik ediyorlar, demiştir.

İbn Fâris de şöyle demiştir: Ezzehu alâ keza denir ki: Onu bir şeye kışkırtmaktır. Ezzetil kıdrü de: Tencere kaynadı, demektir.

84

Onlara karşı acele etme. Ancak biz onları saymakla sayıyoruz.

"Onlara karşı acele etme": Yani azaplarını acele isteme, demektir. Bazıları bunun kılıç âyetiyle mensuh olduğunu iddia etmişlerdir ki, doğru değildir.

"Biz onları saymakla sayıyoruz":

Bu sayılan şeyde de üç görüş vardır:

Birincisi: Nefesleridir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Tâvûs ile Mukâtil de böyle demişlerdir.

İkincisi: Günler, geceler, aylar, yıllar ve saatlerdir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Amelleridir, bunu da Kutrub, demiştir.

85

O günde ki, müttakileri Rahman’a binitli olarak süreceğiz.

"O günde ki, müttakileri süreceğiz": Bazıları: Bu,

"onlara düşman olurlar” kavline mütealliktir, demişler (onlara düşman olurlar müttakileri sevk edeceğimiz gün); bazıları da takdiri şöyledir, demişlerdir: Onlara müttakileri sevk edeceğimiz günü hatırlat, onlar ki, itâat ederek ve günahından kaçarak Allah'tan korktular. İbn Mes’ûd ile Ebû İmran el - Cevnî, meftuh ye ve merfu şin ile

"yevme yahşuru” ve meftuh ye ve merfuh sin ile "ve yesuku” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, Hasen Basri, Muaz el - Kari ve Ebû’l - Mütevekkil Naci de merfu ye ve meftuh şin ile

"yevme yuhşeru", merfu olarak

"el - müttekune", elif ve merfu ye ile

"yusaku” ve merfu olarak vav ile de

"el - mücrimune” okumuşlardır. Vefd: Vafid’in cem’idir; rekb ve rakib, sahb ve sahib gibi. İbn Abbâs, İkrime ve

Ferrâ’: Vefd: Bineklilerdir, demişlerdir.

İbn Enbari de: Rekb Araplara göre: Deve binicileridir, demiştir.

Bu sürüşte de iki görüş vardır:

Birincisi: Kabirlerinden Rahman’a sürülürler, bunu da Ali b. Ebû Talib, demiştir.

İkincisi: O, hesaptan sonradır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir.

86

Günahkarları da cehenneme susuz sevk edeceğiz.

"Günahkarları sevk edeceğiz": Yani kâfirleri demektir.

"Cehenneme susuz olarak": İbn Abbâs, Ebû Hureyre ve Hasen: Virden (itaşen): Susuz manasınadır, demişlerdir.

Ebû Ubeyde de: Vird, vurudun mastarıdır, demiştir.

İbn Kuteybe de. Vird: Suya gelen topluluktur, yani susuz kimselerdir, demiştir. Çünkü suya ancak susuzlar gelir.

İbn Enbari de: Virden (varidine) manasınadır, demiştir (mastar ism-i fail yerine kullanılmıştır. Mütercim).

87

Şefaate sahip olamazlar; ancak Rahman’ın katından bir söz alan kimse hariç.

"Şefaate sahip olamazlar": Yani şefaat de edemezler, kendilerine şefaat de edilmez, demektir.

"illâ menittehaze inder rahmani ahde":

Zeccâc şöyle demiştir:

"Men"in vav ve nundan bedel olarak mahallen merfu olması câizdir, o zaman mana: Şefaate sahip olamazlar, ancak Rahman’dan söz alan hariç, demek olur. İstisna-i munkatı olarak mahallen mensûb olması da câizdir ki, o zaman da mana: Günahkarlar şefaate sahip olamazlar” tarzında olur. Sonra da şöyle demiştir: "îlla” "lâkin” manasınadır, (takdir şöyledir): Ancak Rahman’dan söz alan hariçtir ki, o, şefaate sahip olur. Ahd (söz) de burada: Allah’ın birliği ve O'na imandır.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Ahdin lügatteki açıklaması: Bilinen ve muhafaza edilen bir şeyi öne sürmektir. Ahittü fülanen filmekani kavlinden gelir ki: Onu orada gördüm ve müşahede ettim, demektir.

88

"Rahman evlat edindi” dediler.

"Rahman evlat edindi, dediler": Yani Yahudiler, Hıristiyanlar ve Arap müşriklerinden, melekler Allah’ın kızlarıdır, diyenler kastedimiştir.

89

Yemin olsun, çok kötü bir şeye geldiniz,

"Yemin olsun, çok kötü bir şeye geldiniz": Yani büyük bir küfür işlediniz, demektir.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: îd ve nükr: Kötülükte son kerteye varmış şeydir.

90

Neredeyse ondan gökler parçalanacak, yer çatlayacak ve dağlar gürültü ile devrilecek.

"Tekadüs semevatü yetefattarne": İbn Kesir, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek te ile

"tekadü” okumuşlar; Nâfi ile Kisâi de, ye ile

"yekadü” okumuşlardır, ikisi de ye, şeddeli tı ile

"yetefattarne” okumuşlardır. İbn Kesir ve Âsım rivâyetinde Hafs da onlara katılmıştır. Ebû Amr ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek nun ile

"yenfatırne” okumuşlardır. Hamze ile İbn Âmir de Meryem suresinde Ebû Amr gibi, Ayn sin kaf: 5’de, İbn Kesir gibi okumuşlardır.

"Yetefatterne minhü"nün manası, sizin o sözünüzden dolayı çatlamaya yaklaştılar, demektir.

İbn Kuteybe de, hedda: Düşmek manasınadır, demiştir.

91

Rahman’a evlat iddia ettiler, diye.

"En deav":

Ferrâ’ şöyle demiştir: Demelerinden ve dedikleri için. Ebû Ubeyde de, deav, kıldılar (dediler) demektir, bu seslenmekten değildir, demiş ve şu şiiri şahit getirmiştir:

Bil ki, öyle öğüt almış dediğin kimseyi görürsün ki,

Senden ayrıldığı zaman hiç öğüt almamış gibi olur.

92

Rahman’a evlat edinmek yaraşmaz.

"Rahman’a evlat edinmek yaraşmaz": Yani O’na uygun düşmez ve yakışmaz, demektir. Çünkü çocuk baba ile aynı cinsten olmak ister, her çocuk edinen kendi cinsinden çocuk edinir. Allahü teâlâ ise herhangi bir şeyle cins olmaktan ve o şeyin kendisiyle cins olmasından münezzehtir, öyleyse çocuk edinmek Allah için imkansızdır.

93

Göklerde ve yerdekilerin hepsi mutlaka Rahman’a kul olarak gelecektir.

"Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi mutlaka Rahman'a kul olarak gelecektir": Kıyamet gününde. "Kul", hor ve başı eğik demektir.

Mana şöyledir: İsa, Uzeyr ve melekler O’nun kullarıdır.

Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bunda şuna delil vardır ki, baba, kendi çocuğunu köle olarak satın alırsa, onun üzerinde mülkiyet hakkı kalmaz. Hemen satın almakla çocuk azat olur. Çünkü Allahü teâlâ kulluk söz konusu olduğu için oğulluğu bertaraf etmiştir. Bu da oğullukla köleliğin birleşmeyeceğini gösterir.

94

Yemin olsun ki, onları tesbit etmiş ve onları saymakla saymıştır.

"Yemin olsun ki, onları tesbit etmiş", yani sayılarını bilmiş ve

"onları saymakla saymıştır": Çok olmaları sayılmalarına mani olmaz.

95

Hepsi O’na kıyamet gününde tek başına gelecektir.

"Hepsi O’na kıyamet gününde tek başına gelecektir": Malsız ve yardımcısız.

Eğer "Niçin Rahman'da ve "âtihi"de tekil yaptı da,

"ahsahüm ve addehüm"de zamir olarak cemi yaptı?” denilirse.

Cevap şöyledir: Kül kelimesinin lâfzı müfret, manası cemidir; o nedenle müfretlik lafza, cemi de manaya göredir.

96

Şüphesiz iman edip iyi şeyler yapanlar (var ya), Rahman onlar için (kalplerde) bir sevgi kılacaktır.

"Rahman onlar için bir sevgi kılacaktır":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu, Hazret-i Ali radıyallahu anh hakkında inmiştir, manası da şöyledir: Allah onları sever ve onları da mü’minlere sevdirir.

Katâde şöyle demiştir: Mü’minlerin kalplerinde onlara bir sevgi yaratır. Ebû Hureyre’nin, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şu rivâyeti de böyledir: Allah bir kulu sevdiği zaman:

Ey Cebrâil, ben filancayı seviyorum, siz de onu sevin, der. Cebrail de göklerde seslenir: Şüphesiz Allah filancayı seviyor, siz de onu sevin, der. Yeryüzündeki insanlara onun sevgisi verilir, o da sevilir. Nefret hakkında da böyle denilmiştir. Herem b. Hayyan da şöyle demiştir: Herhangi bir kul kalbi ile Allah’a dönerse, Allah da ehl-i imanın kalplerini ona döndürür; öyle ki, ona sevgilerini ve merhametlerini nasip eder.

97

Onu (Kur’ân’ı) diline kolaylaştırdık ki, onunla müttakileri müjdeleyesin ve onunla inatçı bir kavmi uyarasın.

"Onu senin diline kolaylaştırdık": Yani Kur’ân’ı, demektir. İbn Kuteybe; onu sana düz hale getirdik ve onu senin dilinle indirdik, demiştir. Lüdd: İse eledd’in çoğuludur, o da çok uğraşan hasım demektir.

98

Onlardan önce nice nesiller helak ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor veyahut onlar için gizli bir ses işitiyor musun?

"Onlardan önce nice nesiller helak ettik": Bu, Mekke kâfirleri için korkutmadır.

"Onlardan hiçbirini hissediyor musun?":

Zeccâc şöyle demiştir: Görüyor musun? Hel ahseste sahibeke denir ki:

"Arkadaşını gördün mü?” demektir. Rikz ise: Gizli sestir.

İbn Kuteybe de: Anlaşılmayan sestir, demiştir. Ebû Salih de: Harekettir, demiştir. Allah daha iyi bilir.

0 ﴿