35-FATIR SÛRESİMekke’de inmiştir. 45 ayettir. Bismillahirrahmanirrahim 1Övgü; gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı kılan Allah’adır. Mahlukata dilediği şeyi artırır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. "Övgü; gökleri ve yeri yaratan Allah’adır": Yani onları örneksiz baştan yaratanadır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Ben ayetteki fatır kelimesini bilmiyordum; bir gün iki bedevi bir kuyu hakkında tartıştılar; biri: Ene fatartuha dedi ki: Onu ben kazdım, demek istiyordu. "Cailül melaiketi": Halebi ile Kazaz, Abdülvaris’ten ref ve tenvinle "cailün” nasb ile de "elmelaikete” okuduğunu rivayet etmişlerdir. "Elçiler": Onları peygamberlere ve dilediği şeylere gönderir. "Kanatlar sahibi": Yani kanatlı demektir. "İkişer üçer dörder": Bazıları iki kanatlı, bazıları üç kanatlı, bazıları da dört kanatlı, demektir. "Mahlukta artırır dilediği şeyi": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Kanatları yaratmada artırır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Kanatlarda dilediğini artırır, bunu da Abbad b. Mansur, Hasen’den rivayet etmiş; Mukâtil de böyle demiştir. Üçüncüsü: O güzel ahlaktır, bunu da Avf, Hasen’den rivayet etmiştir. Dördüncüsü: O, güzel sestir, bunu da Zührî ile İbn Cüreyc demişlerdir. Beşincisi: Gözlerdeki güzelliktir. 2Allah insanlara rahmetten neyi açarsa, onu tutucu yoktur. Neyi de tutarsa, onu gönderici yoktur. O, mutlak galip, hikmet sahibidir. "Allah insanlara rahmetten neyi açarsa": Yani hayır ve rızıktan, demektir. Bundan yağmuru murat ettiği de söylenmiştir. "Fela mümsike leha": Übey b. Ka’b ile İbn Ebi Able "fela mümsike lehu” okumuşlardır. Âyette, O’ndan başka İlâh olmadığına dikkat çekilmiştir; çünkü kimse O nun açtığını kapatamaz, kapattığını da açamaz. 3Ey o insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mıdır? O'ndan başka İlâh yoktur. Nasıl da çevriliyorsunuz? "Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın": Müfessirler: Mekke halkına hitaptır, demişler. "Hatırlayın” da: Hafızanızda tutun manasınadır. Allah'ın nimeti de: Onları Harem'de oturtması, onları yağmalanmaktan korumasıdır. "Hel min halikın ğayrullahi": Hamze ile Kisâi, ranın esresi ile "ğayrillahi” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Bu iki kurra, onu lafzi sıfat yapmışlardır. Bu da cer dikkate alındığı için güzeldir. Bu istifham onaylatma ve azarlama sorusudur, mana da: O'ndan başka yaratıcı yoktur, demektir. "Size gökten rızık veren": Yağmur indiren, "yerden de” bitki bitiren, demektir. Bundan sonrasının açıklaması da şuralarda geçmiştir: En'am: 95; Al-i İmran: 184; Bakara: 210 ve Lokman: 33. 4Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önce peygamberler de yalanlanmıştır. İşler yalnız Allah'a döndürülür. 5Ey o insanlar, Allah'ın va'di haktır; artık dünya hayatı sizi aldatmasın ve çok aldatıcı (şeytan) da sakın sizi aldatmasın. 6Şüphesiz şeytan sizin için düşmandır; onu düşman edinin. Kendi partisini ateşin halkından olmak için çağırır. "Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır": Yani sizin helakinizi ister, demektir. "Onu düşman bilin": Yani onu kendinizin düşmanı yerine koyun ve ona itâat etmekten uzak durun. "O ancak partisini çağırır": Yani taraftarlarını küfre davet eder ki, "çılgın ateşin halkından olsunlar". 7Kâfirler için çetin bir azap vardır. İman edip iyi şeyler yapanlar için de, bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır. 8Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse (Allah’ın hidayet ettiği kimse gibi midir?) Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Öyleyse nefsin onlara hasret gitmesin (onlara üzülme). Şüphesiz Allah yaptıklarını bilir. "Kötü ameli kendisine süslü gösterilen": Bunun kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilal etmişlerdir: Birincisi: O, Ebû Cehil ve Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Doğru yoldan sapan bozuk fırkalar hakkında inmiştir. Bunu da Sahi b. Cübeyr, demiştir. Üçüncüsü: Onlar Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerdir, bunu da Ebû kılabe, demiştir. Eğer: "Ameli kendisine süslü gösterilen, nerede?” denilirse; cevap iki mülahaza iledir; bunları da Zeccâc zikretmiştir: Birincisi: Cevap zikredilmemiştir, Mana da şöyledir: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilen kimse, Allah’ın hidayet ettiği gibi midir?” Bunu da: "Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir” kavli göstermektedir. İkincisi: Mana şöyledir: Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de Allah’ın saptırdığı kimseye üzülecek misin? Buna da "nefsin onlara hasret gitmesin” kavli delalet etmektedir. Ebû Cafer, tenin zammı ve henin kesri ile "fela tüzhib” ve “sîn” in nasbi ile de "nefseke” okumuştur. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Onların imanı terk etmelerine üzülüp de kendini helak etme. 9Allah O (zattır) ki, rüzgarları gönderir, onlar da bulutu savurur. Biz de onu ölü bir beldeye sürdük de onunla ölümünden sonra yeri dirilttik. İşte dirilme de böyledir. "Rüzgarı savurur": Yani onu yerinden kaldırır, demektir. Ebû Ubeyde de: Onu toplar ve getirir, demiştir. "Suknahu” "nesukuhu” manasınadır. Araplar bazen "fealna” kalıbını "nefalü” yerinde kullanırlar. Delil için şu beyiti getirmişlerdir: Eğer şüpheli bir şey duyarlarsa sevinçlerinden uçarlar, Eğer iyi bir şey işitirlerse, toprağa gömerler. Beyitte geçen taru ve defenu fiilleri yetiru ve yedfenu (mazi muzari) yerine kullanılmıştır. "Kezaliken nuşur": Bu da yeniden dirilme demektir. Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Allah toprağı ölümünden sonra dirilttiği gibi ölüleri de kıyamette öyle diriltir. Ebû Rezin el - Ukayli şöyle rivayet etmiştir: "Ya Resûlallah, Allah ölüleri nasıl diriltir? Bunun mahlukat içerisinde misali nedir?” dedim. O da şöyle dedi: Sen kuraklıktan helak olan bir vadi gördün mü? Sonra ona uğradığın zaman (yağmurla) yemyeşil olur? Ben de: Evet, dedim. İşte mahlukat içinde onun misali budur, dedi. 1 1- İmam Ahmed, Müsned, 4/11. İkincisi: Allahü teâlâ ölü toprağı su ile dirilttiği gibi ölüleri de su ile diriltir, İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Allahü teâlâ Arş’in altından erkeklerin menisi gibi bir su gönderir, insanların etleri ve vücutları ıslak topraktaki bitki gibi biter. Sonra da bu âyeti okudu. Biz de bu şerhin benzerini A’raf: 57’de zikretmiştik. 10Kim şeref istiyorsa, bütün şeref Allah’ındır. Hoş söz yalnız O'na yükselir. Onu da iyi amel yükseltir. Kötülükleri tuzak kuranlar için çetin bir azap vardır. Onların tuzağı mahvolur! "Kim şeref istiyorsa": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Kim putlara tapmakla şeref istiyorsa, "bütün şeref Allah’a aittir” bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Kim şeref istiyorsa, Allah'a itâatten istesin. Bunu da Katâde, demiştir. Enes de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kim iki dünyanın şerefini isterse, aziz (şerefli) olan Allah’a itâat etsin.2 2- Taberi, Mecmaul Beyan, senetsiz. Üçüncüsü: Kim şerefin kime ait olduğunu bilmek isterse, şüphesiz o, tamamen Allah’a aittir. Bunu da Ferrâ’, demiştir. "ileyhi yasadiil kelimüt tayyib": İbn Mes’ûd, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Nehaî, Cahderi, Şeyzeri de Kisâi’den, "yasadiil kelâmül tayyib” okumuşlardır. "İyi amel de onu yükseltir” Ali el - Medini şöyle demiştir: Güzel söz, lâilâhe illallah’tır, iyi amel de farzları eda etmek ve haramlardan kaçınmaktır. "Yerfeuhu"daki zamir hakkında üç görüş vardır: Birincisi: O, güzel söze râcîdir, mana da şoyledir: İyi amel güzel sözü göğe yükseltir. Bunu da İbn Abbâs, Hasen, Said b. Cübeyr, Mücâhid ve Dahhâk, demişlerdir, Hasen şöyle derdi: Söz fiile arz edilir; eğer söz fiile uyarsa, kabul edilir; eğer uymazsa reddedilir. İkincisi: O, iyi amele râcîdir, Mana da şöyledir: İyi ameli güzel söz göğe yükseltil. Bu da birincinin lâm tersidir; Ebû Salih ile Şehr b. Havşeb böyle demişlerdir. Eğer biz, güzel söz kelime-i Tevhidtir, dersek, bu sözün faydası şöyle olur: İyi amel ancak muvahitten sadır olursa kabul olunur. Üçüncüsü: O, aziz ve celil olan Allah'a râcîdir, Mana da şöyledir: Allah iyi ameli kendine yükseltir, yani onu kabul eder. Bunu da Katâde, demiştir. "Kötülükleri tuzak kuranlar": Yani kazanan ve işleyenler demektir, sonra işaret edilen bu kimseler hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar Darunnedve’de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e tuzak hazırlayanlardır, bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir. İkincisi: Riya ve gösteriş yapanlardır, bunu da Mücâhid ile Şehr b. Havşeb, demişlerdir. Üçüncüsü: Onlar kötülük yapanlardır. Bunu da Katâde ile İbn Saib, demişlerdir. Dördüncüsü: Onlar şirk söyleyenlerdir, bunu da Mukâtil, demiştir. "Yeburu (mahvolur)": Bunun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Bâtıll olur, demektir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: Bozulur, demektir, bunu da Zeccâc, demiştir. 11Allah sizi topraktan, sonra da meniden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. Bir dişi ancak onun ilmi ile gebe kalır ve doğurur, ömrü uzatılanın ömrünün uzatılması ve onun ömründen eksiltilmesi ancak bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır. "Allah sizi topraktan yarattı": Yani Âdem’i, "sonra meniden” yani onun neslini. "Sonra sizi çiftler yaptı": Yani erkek ve dişi olmak üzere sınıflara ayırdı. Katâde şöyle demiştir: Bazınızı bazınızla çift kıldı. "Ömrü uzatılanın ömrünün uzatılması” yani bir kimsenin ömrünün uzaması demektir. "Vela yunkasu": Hasen ile Ya’kûb , yenin fethi ve kafin zammı ile "yenkusu” okumuşlardır. "Min umurihi": Bu he’de de iki görüş vardır: Birincisi: O, ötekine râcîdir, çünkü mana: Ötekinin ömrünün kısaltılması, demektir. Bu mana, el-Avfi rivâyetinde İbn Abbâs’tan alınmıştır. Mücâhid ile diğerleri de böyle demişlerdir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ondan birincisi gibi söz edilmiştir; çünkü ikinci lâfzı görünse idi, birinci gibi olurdu. Sanki vela yunkasu min timi i muammerin (çok yaşayanın ömrünün kısaltılması) demiş gibidir. Bu, konuşurken: Yanımda bir dirhem ve yarısı vardır sözüne benzer ki: Yanımda bir buçuk dirhem vardır, demektir. Mana: Başka bir yarım vardır, demektir. İkincisi: zikri geçen muammere râcîdir, Mana da şöyledir: Bu uzun ömürlünün ömründen bir günün veya gecenin geçmesi, mutlaka bir kitaptadır. Said b. Cüheyr de şöyle demiştir: Kitabın başında: Onun ömrü şu kadar yıldır, yazılıdır, sonra da altına: Bir gün gitti, iki gün gitti, üç gün gitti, yazılır, sonunda ömrü biler. Bu mana İbn Cübeyr rivâyetinde İbn Abbâs'tan alınmış; İkrime, Ebû Mâlik ve diğerleri de böyle demişlerdir. Kitap ise Levh-i Mahfuz'dur. "Şüphesiz bu Allah’a kolaydır” sözünde de iki görüş vardır: Birincisi: O, ecellerin yazılmasına râcîdir. İkincisi: ömrün uzamasına ve kısalmasına râcîdir. 12İki deniz (bol su) bir olmaz; şu tatlıdır ve susuzluğu keser, içimi boğazdan kolay geçer. Şu da tuzlu ve acıdır. Her birinden taze et yer ve giyeceğiniz bir sus çıkarırsınız. O’nun lütfundan aramanız için gemilerin onda suyu yardıklarını görürsün. Belki şükredersiniz. "İki deniz bir olmaz": Yani tatlı ve tuzlu su demektir: Bu ve bundan sonraki âyetlerin açıklaması şuralarda geçmiştir: Furkan: 53; Nahl: 14; Al-i İmran: 27 ve Ra'd: 2. 13Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. Güneşi ve ayı boyun eğdirdi. Her biri belli bir süre için akıyor. İşte Rabbiniz Allah budur. Mülk yalnız O’nundur. O'ndan başka taptıklarınız bir çekirdeğin zarına sahip değiller. "Mayemlikune min kıtmîr": İbn Abbâs: Kıtmîr, çekirdeğin üzerindeki zardır, demiştir. 14Eğer onlara seslenirseniz, çağırmanızı duymazlar. Duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet gününde şirkinizi inkâr ederler. (Dünya ve ahireti) sana her şeyden haberdar (Allah) gibi (kimse) haber vermez. "Onlara seslenirseniz, çağırmanızı duymazlar": Çünkü onlar cansızdır. "Duysalar da” meselâ Allah onlara kulaklar verse de "size cevap veremezler": Yani onların verecekleri cevap yoktur. "Kıyamet gününde şirkinizi inkâr ederler": Yani ibadetinizi kabul etmezler. "Sana haber veremez” ey Muhammed, "her şeyden haberdar olan gibi": Yani eşyayı Lâm anlamıyla bilen Allah gibisi. Mana da şöyledir: Allah neyi haber vermişse, mutlaka olacaktır. 15Ey o insanlar, sizler Allah'a muhtaçlarsınız. Allah ise O, çok zengin, övgüye layıktır. "Ey o insanlar, sizler Allah'a muhtaçlarsınız": Yani sizler Allah’ın fakirlerisiniz "Allah ise O, çok zengindir” sizin ibadetinize muhtaç değildir. "Övgüye layıktır": Onlara ihsan etmekle halkı tarafından övgüye layıktır. Bundan sonrasının açıklaması da şuralarda geçti: İbrahim: 19 ve En'am 164. 16Eğer dilerse sizi götürür, yeni bir mahluk getirir. 17Bu da Allah’a güç değildir. 18Hiçbir günahkar başkasının günahını çekmez. Eğer ağır yüklü biri onu taşımaya çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, akraba olsa da. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı dosdoğru kılanları uyarırsın. Kim temizlenirse, ancak kendisi için temizlenir. Dönüş yalnız Allah’adır. "Eğer ağır yüklü biri çağırırsa": Yani ağır günah yükü olan biri "onu taşımaya” taşıdığı günahları başkasının taşımasına çağırırsa "ondan hiçbir şey taşınmaz, ister ki, olsun” o çağırdığı kimse "akraba” yani hısım. "Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları uyarırsın": Görmedikleri halde O’ndan korkanları, demektir. Mana da şöyledir: Senin korkutman ancak korkanlara yarar sağlar; sanki sen başkalarını değil de ancak onları korkutursun, çünkü özellikle yararlanacak olan onlardır. "Kim temizlenirse kendisi içindir": Onun düzelmesi kendisi içindir. "Dönüş yalnız Allah’adır": O da amellerin karşılığını verir. 19Körle gören bir olmaz. "Körle gören bir olmaz": Yani mü’min ile müşrik, demektir. 20Karanlıklarla, ışık da. "Karanlıklarla"; Yani şirk ve sapıklıklarla "ışık da": Hidayet ve imanla. 21Gölge ile sıcak da. "Gölge ile sıcak da": Bunda da iki görüş vardır: Sırması: Gecenin serinliği ve gündüzün sıcaklığı, bunu da Atâ’, demiştir. İkincisi: Gölge cennettir, harar da cehennemdir, bunu da Mücâhid, demiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Harur sam yeli gibidir ki, o da sıcak esen rüzgardır. Harur gece ve gündüz olur. Semum ise ancak gündüz olur. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Harur gündüz güneşle olur. Ru’be de şöyle demiştir: Harar gece, semum da gündüz olur. 22Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine duyurur. Sen mezarlardakine duyuracak değilsin. "Dirilerle ölüler de bir olmaz": Bunlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Diriler: Mü’minlerdir. Ölüler de: Kâfirlerdir. İkincisi: Diriler: Akıllılardır. Ölüler de cahillerdir. Bu âyette zikredilen "lâ” hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O, zaittir, tekit içindir. İkincisi: O, zikredilen iki şeyden birinin diğeriyle olumsuzlukta eşit olması içindir. Katâde şöyle demiştir: Bunlar Allahü teâlâ’nın mü’min ve kâfir için getirdiği misallerdir, diyor ki: Bu şeyler bir olmadığı gibi kafirle mü’min de bir olmaz. "Allah dilediği kimseye duyurur": Yani anlamasını istediği kimseye anlatır. "Vema ante bimüsmiin men fil kubur": Ebû Abdurrahman es-Sülemi, Hasen ve Cahderi izafetle "bimüsmii men” okumuşlardır. Mezarlardakiler de kâfirlerdir ki, onları ölülere benzetmiştir. 23Sen ancak bir uyarıcısın. "Sen ancak bir uyarıcısın": Bazı müfessirler: Âyetin manası kılıç âyetiyle neshedilnıiştir, demişlerdir. 24Şüphesiz biz seni hak ile bir müjdeci ve bir uyana olarak gönderdik. İçinde uyarıcı geçmeyen hiçbir ümmet yoktur. "İçinde uyarıcı geçmeyen hiçbir ümmet yoktur": Yani kendilerine bir peygamber gelmeyen ümmet yoktur, demektir. Bundan sonrasının açıklaması da: Al-i İmran: 184 ve Hac: 44’te geçmiştir. 25Eğer seni yalanlıyorlarsa, gerçekten kendilerinden öncekiler de yalanladı. Peygamberler onlara mucizelerle, suhuflarla ve nûr saçan kitapla geldiler. 26Sonra da ben kâfirleri yakaladım. Benim reddim (beni reddetmek) nasıl oldu (gör)! "Fekeyfekâne nekir": Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuştur. Verş de ona vasılda katılmıştır. 27Görmedin mi, Allah gökten su indirdi. Biz de onunla renkleri farklı ürünler çıkardık. İşte böyle, dağlardan da renkleri değişik, beyaz, kırmızı ve kuzguni siyah yollar (yaptık). "Dağlardan da beyaz yollar yaptık": Yani yarattıklarımız arasından dağlardan da yollar yarattık, demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Cüded: dağlardaki yollardır; bazısı beyaz, bazısı siyahtır. Bazısı da kuzguni siyahtır. Burada geçen: Garabib: Girbib’in çoğuludur, o da çok siyah demektir. Araplar bunun için; Esvediin ğirbibün, derler. Kelâm "ve kezalik” kavlinde tamam olmuştur. Diyor ki: Dağlardan bazısı da değişik renktedir 28İnsanlardan, sürünenlerden ve hayvanlardan da renkleri farklı olanlar vardır. Kulları içinde Allah'tan ancak Âlimler korkar. Şüphesiz Allah mutlak galip, çok bağışlayıcıdır. "insanlardan, sürüngenlerden ve hayvanlardan da böyle renkleri değişik olan vardır": Meyveler gibi onlar da değişiktir. Ferrâ’, kelâmda takdim ve tehir vardır, takdiri: Ve sudun ğarabibu, demiştir. Çünkü esvedü ğiı bib denir, ğıı bibün esvedü ise pek az denir. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Dağlardan kuzguni siyah yollar vardır, onlar da siyah kayalardır. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Ğirbib: Siyah demektir. Sanırım bu ğıırah (karga) kelimesinden türemiştir (kuzguni siyah bunun tam Türkçe karşılığıdır. Mütercim). Müfessirlerin ğarahib üzerinde üç görüşleri vardır: Birincisi: Siyah yollardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Siyah vadilerdir, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Kara dağlardır, bunu da Süddi, demiştir. Sonra başka söze başlayıp şöyle dedi: "Kulları içinden Allah’tan ancak Âlimler korkar": Yani aziz ve celil olan Allah’ı bilenler, demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Mahlukatım arasından benden ancak azametimi, gücümü ve saltanatımı bilen korkar. Mücâhid ile Şa’bî de şöyle demişlerdir: Alim, Allah tan korkan, demektir. Rebi’ b. Enes de şöyle demiştir: Kim Allah'tan korkmazsa alim değildir. 29Şüphesiz Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden gizli ve açık harcayanlar, asla revaçtan düşmeyecek bir ticaret umarlar. "Şüphesiz Allah'ın kitabım okuyanlar": Yani Kuran okuyanlardır ki, Allah onları Kur’ân okumakla övmüştür. Mutarrif: Bu, kurraların âyetidir, derdi. "Yetlune": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Okurlar. İkincisi: Tabi olurlar, demektir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: "Ve namazı dosdoğru kılarlar” bunun manası namaza devam etmek ve onu vakit ve sınırlarına uygun olarak devam ettirmektir. "Ticaret umarlar": Bu, "Okuyanlar” kavlinin cevabıdır. Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Onlar bu fiillerinden bozulmayan, geçmeyen ve revaçtan düşmeyen ticaret umarlar. 30(Bu da) onlara mükafatlarını tastamam ödemesi ve onlara lütfundan vermesi içindir. Şüphesiz O, çok bağışlayan ve çok mükâfat verendir. "Onların mükafatlarını tastamam ödemesi için": Yani amellerinin karşılığını, demektir. "Lütfundan onlara fazla vermesi için": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu, gözlerin görmediği ve kulakların işitmediği şeylerin dışındadır. Şekur: Hattâbî şöyle demiştir: O, az taati kabul edip ona bol sevap veren ve çok nimet verip az şükre razı olandır. Şükrün Allah’a nisbet edilmesinin manası şudur: Kulun az taatine razı olup onu kabul etmesi ve ona bol sevap vermesidir. Allah’ı şekur olarak övmenin manası şöyle de olabilir: Bu, az olsun çok olsun halkı taate teşvik etmektir; lâ ki, az ameli azımsamasın ve basit olanı terk etmesinler. 31Sana kitaptan vahyettiğimiz o şey, önündekini tasdik edici olarak gerçektir. Şüphesiz Allah kullarından gerçekten haberdardır, her şeyi çok iyi görendir. 32Sonra kitaba seçtiğimiz kullardan bazılarını mirasçı kıldık. İçlerinden kimi nefsine zulmedici, içlerinden kimi orta yolda, içlerinden kimi de Allah’ın izni ile hayırlarda öncüdür. İşte bu, büyük lütuftur. "Sonra kitaba mirasçı kıldık": "Sümme = sonra” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, vav (ve) manasınadır. İkincisi: Sıra bildirmek içindir, Mana şöyledir: Geçmiş kitapları indirdik, sonra da o kitaba "seçtiğimiz kimseleri” mirasçı kıldık. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar peygamberle onlara tabi olanlardır, bunu da Hasen, demiştir. Kitapta da iki görüş vardır: Birincisi: O, cins ismidir, bundan maksat da aziz ve celil olan Allah'ın indirdiği kitaplardır. Bu da her iki görüşe uygundur. Eğer: Seçilenler ümmet-i Muhammed'dir, dersek, o zaman İbn Abbâs şöyle demiştir: Şüphesiz Allah, ümmet-i Muhammed'i indirdiği her kitaba mirasçı kılmıştır. İbn Cerir Taberî de, bunun manası şöyledir, demişin: Onları hepsine imam etmekle bütün kitaplara mirasçı kıldı. Bütün kitaplar da Kur’ân’a tabi olmayı emreder. Binaenaleyh onlar kitapların gereği (mucebi) ile amel ederler. Bunun doğruluğuna delil olarak şöyle demiştir: Allahü teâlâ bundan önce: "Kitaptan sana vahyettiğimiz haktır” demiş ve arkasından da: "Sonra mirasçı kıldık” demiştir. O zaman bunların ümmet-i Muhammed olduğunu anladık. Çünkü miras, bir topluluktan bir topluluğa intikal eden şeydir. Bizim zamanımızda da kendilerine kitap intikal eden onlardan başka bir ümmet yoktur. Eğer: Onlar, peygamberlerle onlara tabi olanlardır, dersek, mana şöyle olur: Her peygambere indirilen her kitaba bu peygamberi ve tabilerini mirasçı kıldık. İkincisi: Kitaptan murat edilen Kur’ân’dır. "Miras kıldık” kavlinin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Verdik, demektir. Çünkü miras vermektir, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Sonraya bıraktık, demektir, miras da ondandır; çünkü o da ölüden geriye kalır. Mana da şöyledir: Kur’ân’ı geçmiş milletlerden geriye bıraktık ve onu ikram olarak bu ümmete verdik. Bunu da bazı ınaani adamları demişlerdir, "Onlardan kimi nefsine zulmedicidir": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar küçük günah sahipleridir; Ömer b. Hattab, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: önde gidenimiz ötekileri geçendir, orta yolda olanımız kurtulandır, zalimimiz de bağışlanandır. 3 Ebû Said el - Hudri de bu âyette, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den: "Onların hepsi de cennettedir” 4 dediğini rivayet etmiştir. 3 - Hafız İbn Hacer, Tahricü'l- Keşşar, sahire. 139. Bunu Said b. Mansur, Ferec b. Fadale'den rivayet etmiştir. 4 -İmam Ahmed, Müsned, 4/312. İkincisi: O, büyük günah üzere ölüp de ondan Tevbe etmeyendir. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, kâfirdir, bunu da Amr b. Dinar, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bunu İbn Ömer de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dayanarak (merfu olarak) rivayet etmiştir. Buna göre seçme, üzerine bütün kitap indirilenlerin tamamı için olur; nitekim: "Gerçekten o (Kur’ân) senin ve kavmin için elbette şereftir” (Zuhruf: 44) demiştir. Nice ikram edilen vardır ki, ikramı kabul etmemiştir! Dördüncüsü: O, münafıktır, bu da Hasen'den nakledilmiştir. Hasen'den şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Zalim: İyilikleri kötülüklerine ağır basandır. Orta yolda olan: İyilikle kötülükleri eşit gelendir. Öncü de: İyilikleri ağır basandır. Osman b. Affan’dan bu âyeti okuduğu ve şöyle dediği rivayet edilmiştir: öncümüz mücahitlerimizdir. Orta yolda olanımız şehirlerde ikamet edenlerdir. Zalimimiz de bedevilerimizdir. "Veminhüm sabikun": Ebû’l - Mütevekkil, Cahderi ve İbn Semeyfa, fe’al vezninde "sebbâk” okumuşlardır. "Hayırlarda": Yani cennete veya rahmete götüren iyi amellerde, demektir. "Allah’ın izni ile"; Yani iradı ve emri ile demektir. "İşte bu, o büyük lütuftur": Yani onları kitaba mirasçı etmesi. 33(O lütuf) Adn cennetleridir ki, onlara girerler, orada altından ve inciden bileziklerle süslendirilirler. Orada elbiseleri de ipektir. Sonra sevaplarını haber verip onları cennete girdirmede birleştirdi: "Adn cennetlerine girerler” dedi. Yalnız Ebû Amr yenin zammı ile "yudhaluneha” okumuş; kalanlar ise fethi ile okumuşlardır. Nâfi', Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek nasb ile "ve lıı’lua” okumuşlardır. Ebû Bekir, Âsım’dan onun ikinci vavı hemzelediğini, birinci vavı hemzelemediğini rivayet etmiştir. Başka bir rivayette de birinciyi hemzelediği, İkinciyi hemzelemediği söylenmiştir. Âyet ise Mac suresi: 23’te tefsir edilmiştir. Ka'b de şöyle demiştir: Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki, onlar amelleriyle üst derecelere çıkacaklardır. 34"Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Şüphesiz Rabbimiz elbette çok bağışlayıcı, çok karşılık verendir” dediler. Sonra cennete girerken diyecekleri şeyi haber verip "bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamdoisun” dedi. Âyette geçen hazen ve hüzn birdir, behal ve buhl gibidir. Üzüntüden murat edilen şey hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: O, mahşerde çok kalmaktan dolayı üzüntüdür. Ebudderda, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: önde giden cennete hesapsız girer. Orta yolda olan kolay hesap görür. Nefsine zulmeden de o makamda üzülendir. O da Allahü teâlâ'nın "hamdolsun O Allah'a ki, bizden üzüntüyü giderdi” dediği üzüntüdür. 5 5 - Suyuti, ed - Dürrü'l - Mensur, İman Ahmed, Feryabi, Abd b. Humeyd'e,.. nisbet etmiştir. İkincisi: O, açlıktır, bunu da yine Ebudderda, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet etmiştir, hadis sahih değildir, Şimr b. Atıyye de böyle demiştir. Şimr'in bir lâfzında da: Üzüntü, ekmek kaygısıdır, demiştir. Said b. Cübeyr’den de: O, dünyada ekmek kaygısıdır dediği rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, cehennem kaygısıdır, bunu da Ebû'l - Cevza, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: O, dünyada geçmiş günahlarına üzüntüdür. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Beşincisi: Ölüm kaygısıdır, bunu da Atıyye, demiştir. Âyet genel olup bütün bu görüşleri içine almaktır. Bu üzüntüyü özellikle ekmek vb. kaygısına indirgemek çirkindir. Onlar başka değil günahlarına ve korkunun sonucuna üzülmüşlerdir. 35O (Allah) ki, bizi lütfundan ikamet yurduna kondurdu. Orada bize bir yorgunluk dokunmaz ve orada bize bir usanç dokunmaz". "O ki, bizi kondurdu” yani bizi indirdi "daral mukameti": Ferrâ’ şöyle demiştir: Mukamet ikametin kendisidir, makametise: Başka değil meclistir, oturacak yerdir. Şairde şöyle demiştir: İki gün vardır: Bir gün meclisler ve kulüpler günüdür. Bir gün de düşmanın üzerine yürüme günüdür. "Lütfundan": Zeccâc lütfundan verdi, amellerimizle değil, demiştir. Nasab da: Yorgunluktur. Luğub ise yorgunluktan kaynaklanan bitkinliktir, Luğubun manası: Bitkinlik veren şeydir ki, bizi bitkin düşürecek şeyle mükellef kılınmayız, demektir. 36Kâfirler için cehennem ateşi vardır. Onlara hüküm verilmez ki, ölsünler. Orada onun azabından, da hafifletilmez. İşte biz, bütün küfürde ileri gidenleri böyle cezalandırırız. "Onlara hüküm verilmez ki, ölsünler": Yani helak olup da içinde bulundukları şeyden rahat etmezler. (Layukda aleyhim feyemutu, sözü) "fevekezehu Mûsa fekada aleyhi” kavli gibidir (Kasas: 15). "Vekezalike neczi külle kefur": Ebû Amr ye ile "yücza” “Lâm” ın ref'i ile de "küllü” okumuş; diğerleri ise nun ile "neczi” “Lâm” ın nasbi ile de "külle okumuşlardır. 37Onlar orada feryat ederler: "Rabbimiz, bizi çıkar da yaptığımızdan başka iyi şey yapalım!” (derler). Size düşünenin iyice düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Tadın (azabı)! Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur. 38Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybîni bilendir. Çünkü O, göğüslerin sahibini (özünü) çok iyi bilendir. "Onlar orada feryat ederler (yestarihun)": O, surah kökünden iftial babından gelmektedir, mana da: İmdat çağırırlar, demektir, şöyle derler: "Rabbimiz, bizi çıkar da iyi amel edelim": Yani seni birleyip itâat edelim. "Yaptığımızdan başkasını yapalım": Şirk ve isyanlardan. Allahü teâlâ da onları: "Size ömür vermedim mi?” diye azarladı. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Hımun manası onaylatmadır, soru sorma değildir, anlamı da: Size iyice düşünecek bir kimsenin düşüneceği kadar zaman vermedim mi, demektir? Bu ömrün süresinde de dört görüş vardır: Birincisi: Yetmiş yıldır, İbn Ömer: Bu âyet, yetmişlikler içindir, demiştir. İkincisi: Kırk yılılır. Üçüncüsü: Altmış yıldır, bu ikisini Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen de birincisi, İbn Saib de ikincisi gibi, demiştir. Dördüncüsü: On sekiz yıldır, bunu da Atâ’, Vehb b. Münebbih, Ebû’l - Âliyye ve Katâde, demişlerdir. "Size uyarıcı geldi": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O yaşlılıktır, bunu da İbn Ömer, İkrime ve Süfyan b. Uyeyne, demişlerdir: Mana da: Size, saçınız ağaracak kadar uzun ömür vermedim mi, demektir? İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da Katâde, İbn Zeyd, İbn Sikkit ve Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: Ailenin ve akrabanın ölmesidir. Dördüncüsü: Sıtmadır, bu ikisini Maverdi, zikretmiştir. "öyleyse tadın": Yani azabı "zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur": Yani azaplarına mani olacak hiçbir şey yoktur, demektir. Bundan sonrasının beyanı da Maide: 7’de geçmiştir. 39O (Allah) ki, sizi yeryüzünde halîfeler kıldı. Artık kim küfrederse, kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü Rableri katında ancak gazabı artırır. Kâfirlerin küfrü ancak ziyanı artırır. "Yeryüzünde halifeler": O da kendinden öncekinin yerine gelen ve geçmişlerden ibret alacak şeyler gören ümmettir. "Artık kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir": Yani cezası kendisinedir. 40De ki: Allah’tan başka taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin; yerden ne yarattılar? Yoksa onların göklerde ortaklığı mı var? Yoksa onlara bir kitap verdik de onlar ondan dolayı bir delil üzerindeler mi? Hayır, zâlimler birbirine ancak aldatmaca va’dediyorlar. "Ortaklarınızı gördünüz mü?": Mana şöyledir; Bana haber verin, Allah'tan başka taptıklarınıza ve iddianıza göre ortak edindiklerinize, ne suretle onlara ortaklık verdiniz? Yerden yarattıkları bir şeyle mi? Yoksa göklerin yaratılmasına ortak oldukları bir şeyle mi? Sonra kâfirlere dönüp şöyle dedi: "Yahut onlara bir kitap verdik de” yaptıklarını emreden bir kitap verdik mi ki, öyle yapıyorlar? "Fehüm alâ beyyenetin min rabbihim": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek tekil kalıbıyla "alâ beyyinetin” okumuşlar; Nâfi', İbn Âmir, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek cemi sığasıyla "beyyinatin” okumuşlardır. Beyyineden murat edilen de Allah’ın yanındaki ortaktır (haşa). "Hayır, zâlimler va’detmiyor” yani müşrikler "birbirlerine” putların kendilerine şefaat edeceğini ve kendilerine hesap ve azap olmayacağını va’dediyor. Mukâtil de şöyle demiştir: Şeytan kâfirlere putların şefaatine dair ancak bâtıll şeyleri va’deder. 41Şüphesiz Allah yeri ve gökleri zeval bulmalarından tutuyor. Eğer zeval bulurlarsa, O‘ndan sonra onları hiçbir kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak, çok bağışlayıcıdır. "Şüphesiz Allah yeri ve gökleri zeval bulmalarından tutuyor": Yani onların zeval bulmasına ve gidip yok olmasına mani oluyor, demektir. Ferrâ’ şöyle demiştir: "Velein” "velev” manasına, "in” de"ma” manasınadır, takdiri de: Velev zaleta ma emsekhüma min ahadin (düşseler de O’ndan başkası tutamaz) demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Hıristiyan: Mesih İsa, Allah’ın oğludur, Yahudilerde: Uzeyr, Allah’ın oğludur, deyince, neredeyse gökler parçalanacak, dağlarla yer de yarılacaktı; onları aziz ve celil olan Allah tuttu. Neden "semavat” çoğul olduğu halde "ard"ı tekil zikretti? Çünkü onun tekili çoğula delalet eder. "Eğer zeval bulurlarsa": Bunun da iki ihtimali vardır: Birincisi: Zevalleri kıyamet günündedir. İkincisi: Takdiri: Zeval bulmasalar da, demektir. Burası kudrete delalet edecek yer olmakla beraber ancak O, burada yumuşaklıktan bahs etti; çünkü o ikisini, kâfirler "Allah evlat edindi” (Meryem: 88) dedikleri zaman düşmekten tutunca, yumuşak davrandı, onlara hemen azap etmedi. 42Onlar yeminlerinin vaı gücüyle Allah'a (şöyle) yemin ettiler: "Yemin olsun, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, elbette herhangi bir ümmetten mutlaka daha doğru yokla olacaklar". Onlara bir uyarıcı gelince, bu, onların ancak kaçmalarını artırdı. "Onlar yeminlerinin var gücüyle Allah’a yemin ettiler": Yani Mekke kâfirleri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmeden önce Allah'a yemin ettiler, "eğer onlara bir uyarıcı gelirse": Yani bir elçi gelirse "mutlaka daha doğru yolda olacaklar": Yani daha doğru dinde olacaklar "ümmetlerin herhangi birinden": Yani Yahudi, Hıristiyan ve Sabiiler’den, demektir. "Onlara bir uyarıcı gelince” ki, o da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir "onları artırmadı” onun gelmesi "ancak kaçmalarını” yani doğru yoldan uzaklaşmalarını artırdı. 43Yeryüzünde kibir taslamak ve kötü tuzak kurmak için. Kötü tuzak ise ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilerin kanununu mu bekliyorlar? Sen Allah’ın kanunu için asla bir değişiklik bulamazsın. Allah'ın kanunu için asla bir döneklik bulamazsın. "Yeryüzünde kibir taslamak için": Yani Allah’a karşı gelmek ve O'na imandan kibir taslamak için böyle yaptılar, demektir. Ahfeş şöyle demiştir: "İstikbaren” nufur’dan bedeldir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Mana: Bunu kibir taslamak için yaptılar. "Mekresseyyi’": Mekr’in seyyi'e izafesi "lehakkul yakin” (Hakka: 51) kavli gibidir (şey nefsine izafe edilmiştir. Mütercim). Bunun tasdiki de Abdullah b. Mes’ud kıraatindeki "ve mekren seyyien” okunuşudur. "Esseyyi” deki hemze de mecrurdur. A’meş ise harekeler arka arkaya geldiği için onu sakin okumuştur. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu, usta dilcilere göre irap hatasıdır, ancak zaruretten dolayı şiirde câiz olur. Ebû Cafer en - Nahhas da şöyle demiştir: A’meş "mekresseyi"' diye vakfeder, harekeyi bırakırdı. Bu da güzel ve mükemmel bir duruştur. Onun vasılda irabı attığı, Hamze’nin de o hatada onu uyup vakfetmediği halde harekeyi terk elliği rivayet edilmiştir. Müfessirlerin kötü tuzak hususunda da iki görüşleri vardır: Birincisi: O, şirktir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Şirkin kötü akibeti şirk yapandan başkasının başına gelmez. İkincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e yapılan tuzaktır. Bunu da Maverdi nakletmişlir. "Onlar ancak öncekilerin kanununu mu bekliyorlar?": Azabın kendilerinden öncekilere geldiği gibi kendilerine de mi gelmesini bekliyorlar? "Allah’ın kanunu için asla bulamazsın” azap konusunda "bir değişiklik” gecikse de. "Allah’ın kanunu için asla bulamazsın bir döneklik": Yani kimse o azabı onlardan başkasına çeviremez. 44Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl oldu görsünler? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Ne göklerde ne de yerde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilen, her şeye gücü yetendir. 45Eğer Allah insanları kazandıkları şeyle sorumlu tutsa idi, onun sırtında (yeryüzünde) bir canlı bırakmazdı. Ancak onları belli bir süreye erteliyor. Ecelleri geldiği zaman, şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir. "Eğer Allah insanları kazandıkları şeyle sorumlu tutsa idi": Bu, genel bir hükümdür, insanlardan müşrikleri murat etmiştir, Mana da şöyledir: Eğer onları fiilleriyle sorumlu tutsa idi, onlara hemen azap ederdi. Biz de bu âyeti Nahl: 6 l'de şerh etmiş bulunuyoruz. Kalanların açıklaması da Yûsuf: 109; Rum: 9; A'raf: 34 ve Nahl: 61'de geçmiştir. "Şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir": İbn Cerir şöyle demiştir: Kimin azabı hak ettiğini ve kimin de ikramı hak ettiğini çok iyi görendir. |
﴾ 0 ﴿