49-HUCURAT SÛRESİMedine’de inmiştir. 18 ayettir. İcma ile Medeni’dir. Sevban, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah bana Tevrat’ın yerine yedi uzun sûre verdi, bana İncil’in yerine yüzlük (miun) surelerini verdi. Zebur’un yerine mesani surelerini verdi. Mufassal surelerle de bana ikram etti. Yedi uzun sûreden "velekad ateynake seb’an minel mesani” kavlinde bahsetmiştik (Hicr: 87). Miun da İbn Kuteybe’ye göre uzun surelerden sonrakilerdir. Onlara miun denilmesi, âyetlerinin yüzden fazla veya yakın olmasındandır. Mesani de onları takip edip yüzden aşağı olanlardır; sanki miun birinciler, mesani de ikinciler demiş gibi olur. Mufassal da mesani’den sonraki kısa surelerdir. Onlara mufassal denilmesi kısa olup besmele ile aralarının açık olmasındandır. Maverdi tefsirinin başında Mufassal hakkında üç görüş beyan etmiştir: Birincisi: O Muhammed suresinin başından Kur’ân'ın sonuna kadardır. Bunu da çoğunluk demiştir. İkincisi: Kaf suresinin başından sona kadardır. Bunu da İsa b. Ömer, birçok sahabeden nakletmiştir. Üçüncüsü: Duha suresinden sona kadardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Bismillahirrahmanirrahim 1Ey o iman edenler, Allah'ın ve Resul’ünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah hakkıyla işiten, her şeyi bilendir. "Ey iman edenler, Allah’ın ve Resul’ünün önüne geçmeyin": İniş sebebinde dört görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e Temim oğullarından bir heyet geldi, Ebû Bekir: Ka’ka’ b. Ma’bed’i Emir et, dedi. Ömer de: Akra’ b. Habis'i Emir et, dedi. Ebû Bekir: Sen sırf bana muhalefet etmek istedin, dedi; Ömer de: Ben sana muhalefet etmek istemedim, dedi. İkisi tartıştılar, sesleri yükseldi: bunun üzerine: "Ey iman edenler, Allah ve Resul’ünün önüne geçmeyin” âyetleri indi (Hucurat: 1 -5). Bu Âyetten sonra Ömer, Resûlüllah’a sesini işittirmezdi, öyle ki, ona ne demek istediğini sorardı. Bunu Abdullah b. Zübeyr rivayet etmiştir. İkincisi: Bir kavim kurban bayramı günü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazını kılmadan önce kurbanlarını kestiler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara kurbanlarını iade etmelerini buyurdu, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: O: Allah şu şu konularda şöyle şöyle indirseydi, diyen birileri hakkında; Allah bundan hoşlanmadı ve önlerine geçerek onları durdurdu. Bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: O Amr b. Ümeyye ed - Damri hakkında indi, o Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e danışmadan Süleym oğullarından bir adam öldürmüştü. Bunu da İbn Saib, demiştir. İbn Ebi Talha da İbn Abbâs’tan: Kitap ve sünnete muhalif bir şey söylemeyin, dediğini rivayet etmiştir. El - Avfı de ondan: Onun huzurunda konuşmaktan men edildiler, dediğini rivayet etmiştir. Hazret-i Âişe radıyallahu anha’dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamberiniz oruç tutmadan önce oruç tutmayın. Âyetin manası bütün görüşlere göre şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey demeden veya bir şey yapmadan siz demeyin ve yapmayın. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Fülanün yukaddimü beyne yedeyil imami ve beyn yedey ebihi (filanca, imamdan veya babasından önce emir ve yasak koyuyor) denir. "Tükaddimu": İbn Mes’ûd, Ebû Hureyre, Ebû Rezin, Âişe, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, İkrime, Dahhâk, İbn Sîrin, Katâde, İbn Yamur ve Ya’kûb , tenin ve dalın fethi ile okumuşlardır, ötekiler de tenin zammı ve dalın kesri ile okumuşlardır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: İkisi de doğrudur: Kaddemtii ve tekaddemtü de denir. Zeccâc: İkisi de birdir, demiştir. "Allah’ın ve Resul’ünün ellerinin arasına (önüne) geçmeyin". Bu, ön demektir; zira insanın iki elinin arası önü demektir. Mana şöyledir: Emir’in (amirin) önüne geçmeyin. 2Ey o iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinin üzerine yükseltmeyin. Kiminizin kiminize bağırması gibi ona sözle bağırmayın. Sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider. "Seslerinizi yükseltmeyin": İniş sebebinde iki görüş vardır: Birincisi: Az önce Zübeyr hadisinde zikrettiğimiz gibi Ebû Bekir ile Ömer seslerini yükselttiler, bu da İbn Ebi Müleyke’nin görüşüdür. İkincisi: O, Sabit b. Kays b. Şemmas hakkında inmiştir; o yüksek sesli biri idi, genellikle Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda konuştuğu zaman onu sesiyle rahatsız ederdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. "Ona sözle bağırmayın": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu, hitap ederken bağırmaktır, bunu çoğunluk demiştir. İkincisi: Onu birbirinizi çağırdığınız gibi ismi ile çağırmayın, fakat: Ya Resûlallah, ya Nebiyyallah, deyin. Bu da Said b. Cübeyr, Dahhâk ve Mukâtil’in görüşleridir. "Amelleriniz boşa gitmesin diye": Bunu İbn Kuteybe, demiştir. Ahfeş de: Boşa gider korkusu ile demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Burada boşa gitmenin manası, derecesinin düşmesidir yoksa küfürde olduğu gibi tamamen yok olması değildir. 3Şüphesiz Allah'ın Resul'ünün yanında seslerini kısanlar (var ya), işte Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir bağış ve büyük bir mükafat vardır. "Şüphesiz seslerini kısanlar"; İbn Abbâs şöyle demiştir: "Seslerinizi yükseltmeyin” kavli inince Ebû Bekir, Resûlüllah’lâ ancak bir sırdaş gibi sessiz konuşacağına yemin etti. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Ebû Bekir hakkında "seslerini kısanlar” âyetini indirdi. Âyette geçen ğadd, "kul lilmü’minine yeğuddu” (Nûr: 30) âyetinde anlattığımız gibi eksiltmek ve kısmaktır. "Allah onların kalplerini imtihan etti": İbn Abbâs; ihlaslı kıldı, demiştir. "Takva için” günahtan arındırdı. Zeccâc da şöyle demiştir: Kalplerini yokladı, onları ihlaslı buldu. Nitekim: Bu altını ve gümüşü denedim denir ki: Eriterek onları denedim, her birinin saf olduğunu anladım manasınadır. İbn Cerir de şöyle demiştir; Onları imtihan ederek denedi; onları takva için saf ve halis hale getirdi. 4Şüphesiz sana odaların arkasından seslenenlerin çoğu akıl etmez kimselerdir. "Şüphesiz sana odaların arkasından seslenenler": İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Temini oğulları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler, kapıda durup: Ya Muhammed, dışarı çık, bizim methimiz güzel, kınamamız çirkindir, dediler. O da: "Bunu ancak Allah yapar” diyerek dışarı çıktı. Onlar da: Biz Temim oğullarından gelen kimseleriz, sana şairimiz ve hatibimizle geldik; seninle şiirde yarışacak ve seninle karşılıklı övüneceğiz dediler, O da: Ben ne şiirle gönderildim ne de övünmekle emrolundum, ancak yine de getirin, dedi. Zibrikan b. Bedir, İçlerinden bir gence: Kalk, kendi üstünlüğünü ve kavminin üstünlüğünü anlat, dedi. O da kalkıp anlattı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de Sabit b. Kays’e emretti; o da ona cevap verdi. Şairleri kalktı, ona da Hassan cevap verdi. Akra’ b. Habis; Allah'a yemin ederim ki, bu nasıl oluyor bilmiyorum; hatibimiz konuştu, onların hatibi daha güzel konuştu. Şairimiz şiir söyledi, onların şairi daha güzel şiir söyledi, dedi sonra da ilerleyip Müslüman oldu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de ona ihsanda bulundu ve kisvet giydirdi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında sesler yükseldi, gürültü çoğaldı; bunun üzerine bu âyet indi. Bu Cabir b. Abdullah ile diğerlerinin görüşüdür. İbn İshak da şöyle demiştir: Bu âyet Temim oğullarının kaba adamları hakkında indi, içlerinde de Akra' b. Habis, Uyeyne b. Hısn, Zibrikan b. Bedr, Kays b. Âsım el - Minkâri, Halid b. Malik ve Süveyd b. Hişam vardı. Bu ikisi Nehşel kabilesinden idiler. Temim'den Ka’ka’ b. Ma’bed, Atâ’ b. Habis ve Veki b. Veki de vardı. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Anber oğullarına bir birlik gönderdi, başlarına Uyeyne b. Hısn el - Fezari’yi kumandan tayin etti. Onlar bunu öğrenince kaçtılar ve ailelerini terk ettiler. Uyeyne de onları esir aldı. Onlar da gelip züıriyetlerinin fidyelerini vermek istediler. Öğle üzeri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem istirahatta iken geldiler, ya Muhammed, dışarı çık, diye bağırdılar, onu uykusundan uyandırdılar. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: Araplardan birkaç kişi birbirlerine: Şu adama gidelim, eğer peygamber ise onunla mutlu oluruz, eğer kral ise koltuğunda yaşarız, dediler. Geldiler; Ya Muhammed, ya Muhammed, diye bağırmaya başladılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Zeyd b. Erkam, demiştir. "Hucurat” kelimesini Übey b. Ka’b, Hazret-i Âişe, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Mücâhid, Ebû’l - Âliyye, İbn Yamur, Ebû Cafer ve Şeybe, cimin fethi ile okumuşlardır; Ebû Rezin, Said b. Müseyyeb ve İbn Ebi Able de sükunu ile okumuşlardır. Diğerleri ise zammı ile okumuşlardır. Ferrâ’ şöyle demiştir: En güzeli ha ile cimin zammeli olmasıdır, Bazı Araplar; el - Hucurat verrükübat, derler. Bazen de hafifçe: el- Hucrat derler. Temimler sakin, Hicazlılar harekeli söylerler. İbn Kuteybe şöyle demiştir: el - Hucuratm tekili hucre’dir, zulmet ve zulumat gibi. Müfessirler de şöyle demişlerdir: Odaların arkasından çağırmaları, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in hangi odada olduğunu bilmemelerindendir. 5Eğer onlar senin çıkmana kadar sabretselerdi, elbette onlar için daha hayırlı olurdu. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. "Eğer onlar senin çıkmana kadar sabretselerdi, elbette onlar için daha hayırlı olurdu": Zeccâc şöyle demiştir: Sabır onlar için daha hayırlı olurdu. Hangi açıdan hayırlı olacağında da iki görüş vardır: Birincisi: Zürriyetleri için verdikleri fidyede hayırlı olurdu; eğer sabretselerdi onları fidyesiz salıverirdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Allah’a ve Resul’üne itâatte kendileri için daha güzel olurdu. "Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir": Yani içlerinden Tevbe edenler için demektir. 6Ey o iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse, araştırın; sonra bir topluma bilmeden sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz. "Eğer size bir fasık bir haber getirirse": Velid b. Ukbe hakkında inmiştir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zekatlarını almak üzere onu Mustalık oğullarına gönderdi, cahiliyede de onunla aralarında düşmanlık vardı. Biraz gittikten sonra korkup döndü ve: Onlar zekât vermek istemediler ve beni öldürmek istediler, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara başkasını gönderdi. Bu âyet de bunun üzerine indi. Ben de olayı "el - Muğni” kitabında normal ve "el - Hadaik” kitabında da uzun uzadıya anlattım. "Araştırın” kavlinin manasını da Nisa: 94’te zikrettim. Nebe’ ise haberdir, "en” de "li-ellâ” manasınadır. Bilmeden demek de: O toplumun durumunu bilmeden demektir. "Yaptığınıza olursunuz": yanlışlıkla onlara verdiğiniz zarardan dolayı "pişmanlar". 7Bilin ki, içinizde Allah’ın Resul’ü vardır. Eğer birçok işte size itâat ederse, elbette sıkıntıya düşersiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi. Size küfrü, fasıklığı ve isyanı kötü gösterdi. İşte onlar doğru yolda olanlardır. Sonra onları korkutup "Bilin ki, içinizde Allah’ın Resul'ü vardır” dedi. Yani ona yalan söylerseniz Allah ona haber verir, siz de rezil olursunuz, demektir. Sonra şöyle dedi: "Eğer size birçok işte itâat ederse” Yani ona verdiğiniz asılsız haberlerde sizi dinlerse, "elbette sıkıntıya düşersiniz” zor durumda kalırsınız. İbn Kuteybe: Anet, sıkıntı ve kötülüktür, demiştir. Başkası da şöyle demiştir: O günah ve helaktir, zira müslümanlar o kavmin kâfir olduklarını işitince: Ya Resûlallah, üzerlerine asker gönder, onlarla savaş ve onları öldür, dediler. Sonra da mü’minlere hitap edip: "Ancak size imanı sevdirdi... isyankarlığı kötü gösterdi” dedi. Sonra da dönüp onlardan haber verdi: "İşte doğru yolda olanlar onlardır” dedi. İşin doğrusunu bilenler onlardır, demektir. 8Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak. Allah hakkıyla bilen, hikmet sahibidir. "Allah'tan bir lütuf ve rahmet olarak": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Size bunu bir lütuf olarak yaptı, yani izzet ikram olarak yaptı, demektir. 9Eğer mü'minlerden iki topluluk savaşırlarsa, aralarını bulun. Eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, saldıran Allah'ın emrine dönünceye kadar onunla savaşın. Eğer dönerse, aralarını adaletle düzeltin ve adil olun. Şüphesiz Allah adilleri sever. "Eğer iki topluluk": İniş sebebinde iki görüş vardır: Birincisi: Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde Enes b. Malik’ten şöyle rivayet etmişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Abdullah b. Übey’e gitsen” dediler. O da bir merkebe bindi, onunla beraber Müslümanlar da yaya olarak gittiler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona gelince, "bana yaklaşmayın, Allah’a yemin ederim ki, merkebinin kokusu beni rahatsız etti” dedi. Ensar'dan biri de: Allah'a yemin ederim ki, senin kokundan daha güzeldir, dedi. Abdullah'ın aşiretinden biri kızdı, ashaptan ona aynı tonla karşılık verenler oldu. Birbirlerine hurma dalı, tokat ve pabuçlarla girdiler. Bize ulaştığına göre "eğer iki lopluluk savaşırlarsa” âyeti onların hakkında indi. 2 2-Buhârî, Sulh, bab, 1; Müslim, Cihad, hadis no, 117. Yine iki hadisçi Üsame'den de şöyle rivayet etmişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Sa’d b. Ubade’yi ziyarete çıktı, aralarında Abdullah b. Übey ile Abdullah b. Revaha’nın da oldukları bir meclise uğradı; İbn Übey yüzünü ridasiyle kapattı ve: Toz etmeyin, dedi... Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine sövdüler. 3 3 - Buhârî, Tefsirü sûre-i Al-i İmran, bab, 15; istizan, bab, 20; Müslim, Cihad, hadis no, 116; Ahmed, Müsned, 5/203. Ben de hadisi "el - Muğni” ve "el - Hadaik” kitaplarında uzun uzadıya anlattım. Mukâtil de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ensarın yanında merkebin üzerinde durdu, merkep idrar yaptı, Abdullah b. Übey de: öf, dedi ve burnunu tuttu. Abdullah b. Revaha da: Allah’a yemin ederim ki, o senden daha hoş kokuyor, dedi. İbn Übey’in aşireti ile İbn Revaha’nın aşireti arasında pabuçlarla, tokatlarla ve hurma dallarıyla vuruşma oldu. Âyet de bunun üzerine indi. İkincisi: O ensardan iki kimse hakkında indi, aralarında bir hak meselesinde tartışma oldu. Biri: Hakkımı zorla alırım, dedi, çünkü aşireti kalabalıktı. Ötekisi de onu hakem olarak Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e davet etti. Anlaşamadılar, tokatlarla pabuçlarla birbirilerine girdiler. Bunu Katâde demiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: İki toplumdan maksat: Evs ile Hazreç’tir. Onlar sopalarla kavga ettiler. Übey b. Ka’b, İbn Mes’ûd ve Ebû Amr el-Cevni tesniye müzekker fiil kalıbıyla "iktetela” okumuşlardır; Ebû’l-Mütevekkil en-Naci ile İbn Ebi Able de tesniye müennes kalıbıyla te ve lamdan sonra da elifle "ikteteleta” okumuşlardır. Hasen, Katâde ve Süddi de şöyle demişlerdir: "Aralarını bulun” onları aziz ve celil olan Allah’ın kitabına davet etmek ve içindekine kayıtsız şartsız razı olmakla. "Eğer biri diğerine saldırırsa": Haksız bir talepte bulunur da barışa yanaşmazsa "dönünceye kadar onunla savaşın” "Allah’ın emrine” yani emrettiği sulhu kabul edinceye kadar, demektir. "Adil olun": Yani aralarını bulmada adaletle hükmedin, demektir. 10Mü’minler ancak kardeştir. Kardeşlerinizin aralarını bulun. Allah’tan korkun ki, merhamet olunasınız. "Mü’minler ancak kardeştir": Zeccâc şöyle demiştir: Dinlerinde bir olurlarsa, bu birlik sebebiyle köklerine dönmüş olurlar. Çünkü onlar Âdem ile Havva’dan gelmektedirler. Dinleri farklı olursa, soyları da farklı olur. "Feeslihu beyne ehaveyküm": Çoğunluk tesniye ye’si ile "ehaveyktim” okumuşlar; Übey b. Ka’b, Muaviye, Said b. Müseyyeb , İbn Cübeyr, Katâde, Ebû’l-Âliyye, İbn Yamur, İbn Ebi Able ve Ya’kûb , cemi olarak hemzenin kesri ve te ile "beyne ihvetiküm” okumuşlardır. Ali b. Ebû Talib, Ebû Rezili, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Hasen, Şa’bî ve İbn Sîrin nun ile ondan önce de elifle "beyne ihvaniküm” okumuşlardır. Katâde: Bundan Evs ile Hazreç kastedilmiştir, demiştir. 11Ey o iman edenler, bir topluluk bir toplulukla alay etmesin, kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler; kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kendinizi kötülemeyin ve lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır. Kim Tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. "Bir topluluk bir toplulukla alay etmesin": Bu âyet üç sebeple inmiştir: Başından "onlardan hayırlı olmaları umulur” kavline kadar bir sebeple inmiştir; bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sabit b. Kays b. Şemmas, bir gün Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e yakın oturmak üzere geldi, kulağında sağırlık vardı, önündeki bir adama: Yer ver, dedi. Adam da ona: Başka yer var, dedi. O da kızarak oturdu. Sonra adama: "Sen kimsin?” dedi. O da: Ben filanım, dedi. Sabit de: Demek sen, filanca kadının oğlusun, dedi. Cahiliyede ayıplanan kötü bir kadından bahsetti. Adam sesini çıkarmadı, başını eğdi. Bunun üzerine: "Bir topluluk bir toplulukla alay etmesin, kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur” âyeti indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Temim heyeti Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in fakir ashabı ile alay ettiler, çünkü perişan hallerini gördüler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Dahhâk ile Mukâtil, demişlerdir. "Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler": Bu da bir sebeple inmiştir; onda da üç görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınları, Ümmü Seleme’yi kısalıkla kınadılar, bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Enes b. Malik, demiştir. Mukâtil de Âişe’nin, Ümmü Seleme'nin kısalığı ile alay ettiğini iddia etmiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınlarından ikisi, yine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in karısı ümmti Seleme ile dalga geçtiler. Ümmü Seleme bir gün dışarı çıkmıştı, dış örtüsünün bir ucunu beline bağlamış, öbür ucun da arkasına atmıştı. O iki kadından biri diğerine: Ümmü Seleme’nin arkasındaki şeye bak, sanki köpek dili gibidir, dedi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Üçüncüsü: Safiye bint Huyey, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Kadınlar beni ayıplıyor ve: Ey iki Yahudinin kızı Yahudi, diyorlar, dedi. O da: Benim babam Harun, amcam Mûsa, kocam da Muhammed'dir, deseydin, ya dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Kendinizi kötülemeyin ve lakaplarla çağırmayın": Bu da bir sebeple inmiştir, onda da üç görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldi, insanlar birbirlerini lakaplarla çağırıyorlardı. Ya Resûlallah, onlar bundan hoşlanmıyorlar, denildi. Bunun üzerine: "Birbirinize lâkap takmayın” kavli indi. Bunu da Ebû Cübeyre b. Dahhâk, demiştir. İkincisi: Ebû Zer’le bir adam arasında çekişme geçti, adam: Ey Yahudi kadının oğlu, dedi. Bunun üzerine "birbirinizi lakaplarla çağırmayın” kavli indi, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Ka’b b. Malik el - Ensari ile Abdullah b. Ebi Hadred el - Eşlemi arasında bir söz geçti, ona: Ey Bedevi, dedi. Abdullah da ona: Ey Yahudi, dedi. Bu ikisi hakkında "kendinizi kötülemeyin ve lakaplarla çağırmayın” âyeti indi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Âyetlerin tefsirine gelince: "Bir topluluk bir toplulukla alay etmesin": Yani zengin fakirle günahı gizli olan açık olanla yüksek soylu soyu düşük olanla ve kusur sayılabilecek şeylerle alay etmesin, olur ki, o Allah katında kendisinden daha hayırlı olur. Biz de Bakara: 54’te kavmin kadınlar değil erkekler topluluğuna denildiğini açıklamıştık. Bunun içindir ki, ayrıca "kadınlar da kadınlarla alay etmesinler” dedi. "Vela telmizu": Ayıplamayın, demektir. Bunun açıklaması da Tevbe: 58'de geçmiştir. Burada nefislerinizden (kendinizden): Kardeşler kastedilmiştir. Mana da şöyledir: Müslüman kardeşlerinizi ayıplamayın; çünkü onlar da sizin gibidirler. Tenabüz: Nebz kökünden tefaul veznindedir, o da mastardır, nebz ise isimdir. Elkap da lakabın çoğuludur, o da: Esas isimden başka insanın çağrıldığı şöhretidir. İbn Kuteybe: "Vela tenabezu bilelkab": Birbirinizi lakaplarla çağırmayın, demiştir. "Elkab” ile "enbaz” birdir, "nebzühüm er - rafizatu” hadisi de ondandır ki, lakapları Rafizi’dir, demektir. Bu lakaplardan ne murat edildiği hususunda da müfessirlerin dört görüşleri vardır: Birincisi: Tevbe edeni daha önce yaptığı kötülükle ayıplamaktır, bunu da Atıyye el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O İslâmdan önceki dini ile çağırmaktır, meselâ bir Yahudi Müslüman olduğu halde onu: Ey Yahudi, diye çağırmak gibi. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş: Hasen, Said b. Cübeyr, Atâ’ el - Horasani ve el - Kurazi de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: O, bir adamın bir adama: Ey kâfir, ey münafık, demesidir, bunu da İkrime demiştir. Dördüncüsü: O kötü amellerle ad takmaktır; meselâ: Ey zani, ey hırsız, ey fasık, demek gibi. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. İlim adamları şöyle demişlerdir: Bu lakaplardan maksat, çağrılan kişinin hoşlanmadığı veya kendisi için kötüleme kabul edilen şeylerdir. Amma övgü kazandıran, doğru olanlar kötü değildir; nitekim Ebû Bekir’e: Atık, Ömer’e: Faruk, Osman’a: Zinnureyn, Ali’ye; Ebû Türab, Halid’e: Seyfullah denilmesi gibi. "Fasıklık ne kötü addır": Yani iman ettiği halde ona fasık veya kâfir demek ne kötüdür. "Kim Tevbe etmezse” lâkap takmaktan "işte onlar zâlimlerin ta kendileridir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar günahlarıyla kendilerine zarar verenlerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar lâkap takılan kimselerden daha zalimdirler. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. 12Ey o iman edenler, zannın birçoğundan sakının. Çünkü zatının bazısı günahtır. Kusur araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Biriniz kardeşinin ölü iken etini yemekten hoşlanır mı? İşte ondan tiksindiniz! Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah Tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir. "Zannın birçoğundan sakının": İbn Abbâs: Allahü teâlâ mü’mini mü'mine kötü düşünmekten men etmiştir, demiştir. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: O, bir adam bir adamdan kötü bir kelime söylediğini işitir, o ise bir kötülük düşünmez, veya onun bir yere girdiğini görür, o ise bir kötülük düşünmez, Müslüman kardeşi ise onu görür ve onun için kötü düşünür. Zeccâc da şöyle demiştir: O iyi kimseyi kötü zannetmektir. Kötüler ve fasıklar için ise bizim onlardan gördüğümüz şekilde düşünme hakkımız vardır. Kadı Ebû Ya'lâ şöyle demiştir: Bu âyet bütün zanların men edilmediğini gösterir; zan ise dört kısımdır: Mahzurlu, emredilen, mübah ve mendup. Mahzurlu olan şudur: O Allahü teâlâ hakkında kötü düşünmektir. O'nun hakkında iyi düşünmek vaciptir. Dış görünüşleri adil olan Müslümanlar için kötü düşünmek de mahzurludur. Emredilen zan ise, aleyhinde ilme götüren delil olmayan zandır. Biz buna hüküm vermekle emrolunmuşuzdur. Zann-ı galiple yetinmek ve hükmü ona göre vermek vaciptir. Meselâ adil şahitlerin şahitliklerini kabul etmek, kıbleyi tespit etmek, başkasının yenen haklarını değerlendirmek, miktarları şeriatçe belirtilmeyen diyet miktarlarını tespit etmek bu kabildendir. Bu ve benzeri şeylerde zann- ı gaiple karar vermeye davet edilmişizdir. Mübah zan ise imamın namazda şüphe etmesi gibidir ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu gibi durumda zann-ı galibe göre hareket etmeyi buyurmuştur. Eğer onu yaparsa mubah olur, eğer yapmaz da azını alır, eksiğini tamamlarsa o da câiz olur. Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den: "Zannettiğiniz zaman gerçek kabul etmeyin” 4 dediğini rivayet etmiştir. 4- İbn Kesir, Tefsir, Taberani'den. Din kardeşi hakkında kalbine gelen şüpheler de bu türdendir, onu gerçek kabul etmemelidir. Mendup ise Müslüman kardeşi hakkında iyi düşünmektir ki, bu istenen bir şeydir ve ondan dolayı sevap kazanılır. "Kötü düşünerek mallarınızı insanlardan koruyun” 5 hadisi ise malı korumak için kötü ihtimali düşünmeyi tavsiye etmiştir; 5 - Taberani, Evsat; Heysemi, Mecmauz Zevaid, 8/86. Meselâ: Eğer kapımı açık bırakırsam hırsızların çalmasından korkarım, demek gibi. (Dilimizde de: Sen kötüsünü düşün, deriz. Mütercim). "Zannın bazısı günahtır": Müfessirler şöyle demişlerdir: O Müslüman kardeşi hakkında kütü düşündüğünü konuşmaktır; eğer onu konuşmazsa bunda bir beis yoktur. Bazıları da bu zannı konuşmasa da bizzat düşünmekle günah olur demişlerdir. "Vela tecessesu": Ebû Rezin, Hasen, Dahhâk, İbn Sîrin, Ebû Recâ’ ve İbn Yamur, ha ile "vela tehassesu” okumuşlardır. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Tecessüs ile tahassüs birdir, o da araştırmaktır. Casus da buradan gelir. Yalıya b. Ebi Kesir’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Tecessüs cim iledir: İnsanların gizli taraflarını araştırmaktır. Ela ile tahassüs ise birilerini dinlemektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Tecessüs: Müslümanların ayıp ve açıklarını araştırmaktır. Mana da şöyledir: biriniz kardeşinin kusurunu araştırmasın, Allah’ın örttüğü ayıbını açığa çıkarmak istemesin. İbn Mes’ûd’a: Şu Velid b. Ukbe'nin sakalından içki damlıyor, dediler; o da: Biz tecessüsten men edildik, eğer bir şey görürsek ona göre hükmederiz, dedi. "Kiminiz kiminizi gıybet etmesin": Yani arkasından kötü konuşmasın, demektir. Ebû Hureyre rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e "gıybet nedir?” denildi. O da: Din kardeşinden kötü bahsetmektir, dedi. "Ya dediğimiz onda varsa?” dediler. O da: Eğer dediğin onda varsa onu gıybet ettin, eğer yoksa ona bühtan ettin, dedi. Sonra Allah gıybete bir misal getirdi: "Biriniz kardeşinin ölü iken etini yer mi (meyten)” dedi. Nafî şedde ile "meyyiten” okumuştur. Zeccâc da, bunun açıklaması şöyledir, demiştir: Hazırda olmayan birinden kötü bahsetmek, onun ölü iken etini yemeye benzetilmiştir ki, o bunu hissetmez. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bu, gıybetin şiddetle haram olduğunu gösterir; çünkü Müslüman’ın etini yemek haramdır. Ayrıca insan bundan doğal olarak tiksinir; o nedenle gıybet de onun gibi kötü kabul edilmelidir. "Fekerihtıimuhu": Dahhâk ile Âsım el - Cahderi, kâfin ref’i ve ranın şeddesi ile: "Fekürrihtümuhu” okumuşlardır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ondan tiksindiniz, öyleyse onu yapmayın. Kim "fekürrihtümuhu” okursa, o size kötü gösterildi, demektir, mana da birdir. Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Onun ölü iken etini yemek istemediğiniz gibi arkasından onu kötülükle zikretmekten de uzak durun. "Allah’tan korkun": Yani gıybet hakkında, "şüphesiz Allah Tevbeleri çok kabul edendir” Tevbe eden için, "çok merhamet edendir” onu. 13Ey o insanlar, gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışmanız için sizi milletler ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında en değerliniz (O’ndan) en çok sakmanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır. "Ey o insanlar, gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık": İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Sabit b. Kays ve onun, kendisine yer vermeyen kimseye: "Sen falanca kadının oğlusun” demesi hakkında indi. Biz de bunu "bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin” (Hucurat: 11) âyetinde İbn Abbâs’tan zikretmiştik. İkincisi: Mekke fethedildiği gün Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem, Bilal'e Ka’be'nin damına çıkmasını emretmişti. Bununla da müşrikleri hor duruma düşürmek istemişti. Bilal ezan okuyunca, Attab b. Esiyd: Allah’a hamdolsun ki, babam Esiyd’in canını aldı da bugünü görmedi, dedi. Haris b. Hişam da: "Muhammed bu kara kargadan başka bir müezzin bulamadı?” dedi. Süheyl b. Amr da: "Eğer Allah bir şeyi beğenmezse onu değiştirir, dedi. Ebû Süfyan da şöyle dedi: Ben bir şey demem, eğer bir şey dersem gök bana şahitlik eder ve yer benden onu haber verir. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Siyahi bir köle hasta oldu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onu ziyaret etti, sonra da köle öldü. Onun yıkanıp kefenlenmesini ve defnedilmesini temin etti. Bu da ashabı çok etkiledi, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Yezid b. Şecere demiştir. Erkek ile kadından maksat, Âdem ile Havva’dır, mana da: Sizler soyda eşitsiniz, demektir. Bu da soy sopia övünmeyi men etmektedir. Şuub: Şab’in çoğuludur, o da Mudar ve Rebia gibi büyük halk topluluğudur. Kabile ondan küçüktür: Rebia’dan Bekr, Mudar’dan Temim gibi. Bu da müfessirlerin çoğunluğunun ve dilcilerin görüşüdür. Atâ’ da, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Şuub’tan Arap olmayanlar, kabilelerden de Aı aplar kastedilmiştir. Ebû Rezin de şöyle demiştir: Şuub: Kökleri kimseye dayanmayan dağlılardır, kabileler de Arap oymaklarıdır. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Kabilelerin kök olduklan, şuubun da onlardan çıkan dallar olduğu söylenmiştir. Bu da birinci görüşün tersidir. "Tanışmanız için": Yani birbirinizi yakın ve uzak soyda bilmeniz için. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Sizi tanışmanız için böyle yaptık, övünmeniz için değil. Sonra onlara Allah katında en değerlilerinin O’ndan en çok sakınanlar olduğunu haber verdi. Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Dahhâk, İbn Yarnur ve Eban b. Âsım, aynın sükunu, ranın kesri ve elifsiz olarak "litarifu” okumuşlardır. Mücâhid, Ebû’l-Mütevekkil ve İbn Muhaysın da şeddeli tek te ve şeddesiz meftuh ra ile "littearefu” okumuşlardır. Ebû Nehik ile A’meş de, iki te, şeddeli ra ve elifsiz olarak "litetearrefu” okumuşlardır. "Inne ekremeküm": Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Mücâhid ve Ebû’l - Cevza, hemzenin fethi ile "enne” okumuşlardır. Ferrâ’ da şöyle demiştir. Kim fetha ile enne' okursa, sanki: Litearefu enne ekremeküm ettekiyyü (en kıymetlinizin Allah’tan korkanlar olduğunu bilmeniz için) demiş gibi olur. Eğer tam öyle olsa idi, "lita’rifu” derdi. Ancak şu manaya öyle olması da câizdir: Bazınız bazınıza Allah katında en kıymetlinizin O'ndan en çok korkanlar olduğunu tanıtması için. 14Bedeviler: "İman ettik” dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, ancak "Müslüman olduk” deyin. İman kalplerinize henüz girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamber’e itâat ederseniz, amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. "Bedeviler; îman ettik, dediler": Mücâhid: Âyet, Esed b. Huzeyme oğulları hakkında İndi, demiş, başkası da onları şöyle nitelemiştir: Onlar bir kıtlık yılında Medine’ye geldiler, Müslüman olduklarını gösterdiler, aslında iman etmiş değillerdi. Medine’nin yollarını pislikleriyle kirlettiler, fiyatları yükselttiler. Resûlüllah sallaİlâhıı aleyhi ve sellem'in başına kakar: Sana ağırlıklarımız ve ailelerimizle geldik, seninle savaşmadık, dediler. Bu âyet onların hakkında indi. Süddi de şöyle demiştir: Âyet Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Eşca ve Gıfar bedevileri hakkında indi. Bunlar Allahü teâlâ’nın Fetlı suresinde zikrettiği kimselerdir. Kendilerini emniyete almak için: Allah'a iman ettik, derlerdi. Hudeybiye seferine katılmaları istenince, geri çekildiler. Bu âyet de onların hakkında indi. Mukâtil de şöyle demiştir: Yurtları Mekke ile Medine arasında idi. Yanlarından Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in birlikleri geçince, kanlarını ve mallarını korumak için: İman ettik, derlerdi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Hudeybiye seferine çıkınca, ona katılmadılar. "De ki: Siz iman etmediniz": Yani tasdik etmediniz. "Ancak: Müslüman olduk, deyin": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kılıç korkusuyla teslim olduk ve itâat ettik, deyin. Zeccâc da şöyle demiştir: İslâm, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiklerine baş eğip teslim olmaktır. Bu sayede kanları akıtılmaz. Eğer bununla beraber itikat ve kalpte tasdik de olursa, işte İman odur. Allah bunları "iman kalplerinize girmedi” kavli ile imandan çıkardı. Yani siz tasdik etmediniz, ancak öldürülmekten emin olmak için teslim oldunuz. Mukâtil de şöyle demiştir: "Lemma” "lem” manasınadır, tasdik kalplerinize gitmedi, demektir. "Eğer Allah'a ve Resul'üne itâat ederseniz": İbn Abbâs: Eğer hulus- ı kalp ile iman ederseniz, demiştir. "Layelitküm": Ebû Amr, elif ve hemze ile "ye'litkiim” okumuştur. Ondan hemzeyi terk ederek sakin elifle okuduğu da rivayet edilmiştir. Diğerleri ise elifsiz ve hemzesiz "yeiitküm” okumuşlardır. Ebû Amr'in okuyuşu, elete ye’litü'den’dir, diğerlerinin okuyuşu ise late yeliytii'dendir. Ferrâ’: İkisi de lügattir, manaları da birdir, demiştir, anlamı da: Amellerinizden eksiltmez, demektir. Ebû Ubeyde de onda üç lügat vardır, takdiri şöyledir, demiştir: Elete yelitü, takdiri (vezni): Efeke ye’fikü’dür, ve elate yüliytü, vezni ekâle yukıylu’dür, ve late yeliytü’dür. Şair Ru’be de şöyle demiştir: Nice nemli geceler vardır ki, yürüdüm, Hiçbir eksiklik beni onda yürümekten alıkoymadı. "Amellerinizden": Yani onların sevabından eksiltmez, demektir. 15Mü’minler ancak Allah'a ve Resul’üne iman eden, sonrada şüphe etmeyen ve malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerdir. İşte onlar doğruların ta kendileridir. Sonra imanlarında sadık olanları bundan sonraki âyetle niteledi. "Yertabu"nun manası da şüphe ederler, demektir. Cihad'ın zikredilmesi de o zamanda Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile cihadın farz olmasındandır, "işte doğrular onların ta kendileridir": imanlarında doğru olanlar, demektir. Bu iki âyet inince Resûlüllah sallahu aleyhi ve sellem’e geldiler, sadık mü’minler olduklarına yemin ettiler. Âyet de bunun üzerine indi. 16De ki: "Allah'a dininizi siz mi öğretiyorsunuz? Allah göklerde ve yerde olanı bilir. Allah her şeyi bilendir. "Kul etüallimünallaha bi-diniküm": "Alleme” (a'leme) bildirdi manasınadır, bunun içindir ki, "bidiniküm” kavlinde be gelmiştir, Mana da şöyledir: Üzerinde bulunduğunuz dini Allah’a mı bildiriyorsunuz? Yani O bunu bilmektedir, haber vermenize muhtaç değildir. Onların hakkında da 17Müslüman olmalarını başına kakıyorlar. De ki: Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Bilakis Allah sizi imana iletmekle size lütufta bulunur; eğer doğru kimseler iseniz! 18Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir. "Müslüman olmalarını başına kakanlar” âyeti indi, onlar: Müslüman olduk, seninle savaşmadık, dediler. Allah daha iyi bilir. |
﴾ 0 ﴿