72-CÎN SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 28 ayettir. İttifakla Mekki’dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

De ki, gerçekten bana vahyolundu ki, cinlerden bir bölük: "Gerçekten biz acayip bir Kur’ân işittik” dediler.

"De ki: Gerçekten bana vahyolundu ki, cinlerden bir bölük işitti":

Bu âyetin

İniş sebebini Ahkaf: 29’da zikretmiştik. Orada dinleme sebeplerini,

"nefer” kelimesinin manasını ve kaç kişi olduğunu da zikretmiştik.

"Acayip bir Kur’ân” ise belagatinden dolayı şaşılan demektir.

2

"Doğruyu gösteriyor; biz de ona iman ettik. Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız".

"Doğruya götürüyor": Yani tevhid ve iman gibi verinde olan şeylere davet ediyor.

"Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız": Yani mahlukundan hiçbirini O'na denk tutmayacağız, demektir. Bundan İblis’i kastetikleri de söylenmiştir ki, Allah’a şirk koşmada onu dinlemeyeceğiz, demektir.

3

"Gerçek şu ki, Rabbimizin büyüklüğü pek yücedir. Ne bir eş ne de bir evlat edinmedi".

"Ve ennehu teala ceddü Rabbina": Kurralar bu surede on iki yerdeki hemze üzerinde ihtilaf etmişlerdir, onlar da şunlardır:

"Ve ennehu teala",

"ve ennehu kâne yekulu",

"ve ennazanenna",

"ve ennehu kâne ricalün",

"ve ennehüm zanhu",

"ve enna lemesna",

"ve enna künna",

"ve ennala lâ nedri", ve

"enna minna",

"ve enna zanenna enlen nucizellahe",

"ve enna lemma semi’na",

"ve enna minna".

Buralarda İbn Âmir, Hamze, Kisâi, Halef ve Hafs rivâyetinde Âsım meftuh okumuşlar; Ebû Cafer de

"ve ennehu teala",

"ve ennehu kâne yekulu",

"ve ennehu kâne ricalün” âyetlerinde onlara katılmıştır. Diğerlerini ise meksur okumuştur, ötekiler de kesre ile okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Nahivcilerin bu surede tercihleri; vahiyden olanda

"enne” şeklinde fetha, cinlerin sözünden olanda da

"inne” şeklinde kesredir. Bu da

"inna semina kuranen aceben” kavline ma’tûftur. Buna göre mana şöyle olur:

"Gerçek şu ki, Rabbimizin büyüklüğü pek yücedir”

"ve gerçek şu ki, beyinsizimiz şöyle derdi". Meftuh okuyanlara gelince, nahivcilerden biri, o da Ferrâ’’dır, bunun "feamennabihi” ve biennehu teala ceddü rabbina deki he’ye ma’tûf olduğunu ve diğerlerinin de bu minvalde bulunduğunu söylemiştir. Bu kıyas bakımından kötüdür, çünkü üç harekeyi de kabul eden mütemekkin he'nin üzerine ancak harfi cer’i izhar etmekle atıf mümkündür. Fakat yine de

"amenna bihi"nin manası nazar-ı dikkate alınabilir; o zaman mana: Ve saddekna ennehu teala ceddü rabbina (gerçek şu ki, Rabbimizin yüceliğini tasdik ettik) şeklinde olur.

Müfessirlerin

"teala ceddü rabbina"nın manasında da yedi görüşleri vardır:

Birincisi: Rabbimizin kudreti, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Rabbimizin zenginliği, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Rabbimizin celali (ululuğu), bunu da Mücâhid ile İkrime, demişlerdir.

Dördüncüsü: Rabbimizin azameti, bunu da Katâde, demiştir.

Beşincisi: Rabbimizin emri, bunu da Süddi, demiştir.

Altıncısı: Zikrinin ve azametinin yüceliği, bunu da Mukâtil, demiştir.

Yedincisi: Rabbimizin mülkü, methi ve saltanatı, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

4

"Gerçek şu ki, beyinsizimiz, Allah'a karşı saçma söyledi".

"Gerçek şu ki, beyinsizimiz derdi":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O (beyinsiz) İblis’tir, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

İkincisi: O, kâfirlerdir, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Şatat” da: Haksızlık, yalan ve aşırılıktır ki, o da O’na ortak ve evlat nispet etmektir.

5

"Gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı yalan demeyeceğini zannetmiştik".

Sonra cinler şöyle dediler:

"Enna zanenna en len tekulel insü velcinnü alallahi şetata": Ya’kûb kafin fethi ve vavın şeddesiyle

"en len tekavvele” okumuştur,

Mana da şöyledir: Biz onları,

"Allah’ın eşi (zevcesi) ve çocuğu var” demelerinde doğru olduklarını zannettik. Kur’ân dinleyinceye kadar onların yalan söyleyeceklerine ihtimal vermedik.

6

"Gerçek şu ki, insanlardan birtakım erkekler cinlerden birtakım erkeklere sığınıyorlar; onların taşkınlıklarını artırıyorlardı".

Aziz ve celil olan Allah şöyle diyor:

"Gerçek şu ki, insanlardan bir takım erkekler cinlerden birtakım erkeklere sığınıyorlar": Bu da şöyle olurdu: Cahiliye döneminde biri sefere çıkıp ta çölde gecelemek durumunda kalınca: "Kavminin beyinsizlerinin şerrinden şu vadinin efendisine sığınırım der” sabaha kadar onların himayesinde kalırdı. Kerdem b. Ebissaib'in hadisi de ondandır, diyor ki: Babamla beraber bir ihtiyaç için sefere çıktım; bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke'de ilk çıktığı günlerde idi, geceyi bir çobanın yanında geçirmek durumunda kaldık. Gece yarılanınca bir kurt geldi, sürüden bir kuzuyu kapıp kaçtı. Çoban sıçradı ve seslendi: Ey vadinin büyüğü, sana dehalet ettim, dedi. Görmediğimiz biri: Ey kurt, onu bırak, diye seslendi. Baktık ki, kuzu koşarak geliyor; nihayet sürüye katıldı; üzerinde de bir ısırık izi yoktu. Bunun üzerine Allah, Resul’üne:

"Gerçek şu ki, insanlardan birtakım erkekler...” âyetini indirdi.

"Onların taşkınlıklarını artırıyorlardı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: insanlar onlara sığınmakla cinlerin taşkınlıklarını artırıyorlardı. Bunu da Hasen, demiştir. Mana daşöyledir: İnsanlar cinlerin efendilerine sığınınca, efendileri: Biz cinlere de insanlara da hükmettik, dediler.

İkincisi: Cinler insanların taşkınlıklarını artırdılar, bunu da Zeccâc, demiştir.

Ebû Ubeyde de: Onların beyinsizlik ve aşırılıklarını artırdılar, demiştir.

İbn Kuteybe de: Sapıklıklarını artırdılar, demiştir: Rehk’ın aslı: Ayıp ve kusurdur, "fülanün yerhaku fi dinihi” sözü de ondandır ki, dininde kusurludur, demektir.

7

"Gerçek şu ki, onlar da sizin gibi, Allah’ın hiç kimseyi asla diriltmeyeceğini zannettiler".

"Gerçekten onlar zannettiler": Aziz ve celil olan Allah diyor ki: Cinler zannettiler,

"sizin zannettiğiniz gibi” ey müşrik insanlar, öldükten sonra dirilme yoktur, dediğiniz gibi.

8

"Gerçek şu ki, biz göğe dokunduk; onun kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş olduğunu gördük".

Cinler de şöyle dediler:

"Biz göğe dokunduk": Yani ona geldik,

"onun kuvvetli bekçilerle doldurulmuş olduğunu gördük": O da onu şeytanların kulak hırsızlığı etmesinden korumalarıdır.

"Ve şühüba": Şühüb, ışık saçan yıldızdır.

9

"Gerçek şu ki, biz dinlemek için ondan oturacak yerlere oturur idik. Artık şimdi kim dinlerse, kendisi için gözetleyen bir alev bulur".

"Gerçek şu ki, biz dinlemek için ondan oturacak yerlere otururduk": Yani dinlerdik, şimdi ise Muhammed sallallahu aleyih ve sellem’in gönderilmesinden sonra dinlemeye çalıştık, üzerimize alev topu atıldı.

"Rasad"ın manası da atmak için gözetleyen demektir.

10

"Gerçekten biz bilmiyoruz; yeryüzündekilere şer mi istendi yoksa Rabbi onlara bir hayır mı istedi?"

"Gerçekten biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere şer mi istendi” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmekle; çünkü onu inkâr edip helak oluyorlar

"yoksa Rableri onlara bir hayır mı istedi?”

Birincisi:

O da iman edip doğru yolu bulmalarıdır. Bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Bu, cinlerin kâfirlerinin sözleridir,

Mana da şöyledir: Bilmiyoruz, yıldız atılması ihdas edildikten sonra yeryüzündekilere kötülük mü düşünüldü yoksa iyilik mi? Bunu da Ferrâ’, demiştir. Sonra kendi hallerinden haber verip şöyle dediler:

11

"Gerçekten bizden iyiler de vardır ve bizden bunun aşağısında olanlar da vardır. Biz çeşitli mezheplere ayrılmıştık".

"Gerçekten bizden iyiler de vardır": Onlar da ihlaslı mü'minlerdir.

"Ve bizden bunun aşağısında olanlar da vardır":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar müşriklerdir.

İkincisi: Onlar müşrikler değil kötü kimselerdir.

"Künna taraika kıdeda": Çeşitli görüşleri olan mezhepler demektir.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Taraik’ın tekili: Tarikat'tır, kıded’in tekili de, kıdde’dir ki, sınıflar, cinsler ve milletlerdir.

Hasen şöyle demiştir: Cinler de sizin gibidir: Onların da Kaderiyeleri, Mürcie ve Rafizileri vardır.

12

"Gerçekten biz yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamayacağımızı ve kaçmakla onu yine aciz bırakamayacağımızı anladık".

"Gerçekten biz zannettik” yani kesin bildik,

"yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamayacağımızı": Yani bize bir şey yapmak istediği zaman elinden kurtulamayacağımızı,

"ve kaçmakla yine O’nu aciz bırakamayacağımızı": Yani nerede olursak olalım bize yetişeceğini anladık, demektir.

13

"Gerçekten biz o hidâyeti işittiğimiz zaman, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, eksiklikten de haksızlıktan da korkmaz".

"Gerçekten biz hidâyeti işittiğimiz zaman": Hidayet Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği Kur’ân’dır

"ona iman ettik": Yani onun aziz ve celil olan Allah tarafından olduğunu tasdik ettik.

"Artık kim Rabbine iman ederse, eksiklikten korkmaz". Yani sevabının azalacağından,

"haksızlıktan da": Yani zulümden de başına gelecek bir kötülükten de korkmaz.

14

"Gerçekten içimizden Müslümanlar da vardır ve içimizden zulmedenler de vardır. Artık kim Müslüman olursa, işte onlar, doğruyu araştırdılar".

15

"Zulmedenlere gelince, onlar cehenneme odun oldular".

"Gerçekten içimizde Müslümanlar da vardır":

Mukâtil: Allah’a ihlasla kulluk edenler, demiştir

"ve bizden zulmedenler de vardır": Onlar da azılı ifritlerdir,

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kasitun: Haksızlık edenlerdir. Kasata denir ki, haksızlık etti, demektir; eksata da adalet etti, demektir.

Müfessirler: Onlar kâfirlerdir, demişlerdir.

"Artık kim Müslüman olursa, işte onlar, doğruyu araştırdılar": Yani onu izlediler ve hedeflediler, demektir.

16

"Şöyle ki, eğer onlar yolda dosdoğru gitselerdi, mutlaka onlara bol bir su içirirdik".

"Şöyle ki, eğer onlar yolda dosdoğru gitselerdi": Yani hidayet yolunda gitselerdi, demektir.

Bu da İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Hasen, Mücâhid, Katâde ve Süddi’nin görüşleridir. Z

eccâc da bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü et - tarikat burada eliflamlulır, marifedir. O nedenle hidayet yolu olması gerekmektedir. Bazıları da bundan küfür yolu kastedilmiştir, demişlerdir.

Bunu da Muhammed b. Ka’b, Rebi’, Ferrâ’, İbn Kuteybe ve İbn Keysan, demişlerdir. Birinciye göre

Mana şöyledir: Eğer iman etselerdi, elbette onlara bolluk verirdik.

17

"Onları bunda denememiz için. Kim de Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, onu çetin bir azaba sokar".

"Onları denememiz için": Yani imtihana çekmemiz için, o zaman nasıl şükredeceğinize bakardık. Maen ğadeka: Bol su demektir. Neden örnek olarak su zikredildi? Çünkü bütün hayır yağmurdadır. Hayrın sebebi olması hasebiyle onun yerine zikredildi. İkinciye göre de mana şöyle olur; Eğer küfrün üzerinde durstılardı da hepsi kâfir olsalardı, onları denemek için ve gazap olarak çok mal verirdik, sonra da onlara azap ederdik. Şöyle de denilmiştir: Sularını çoğaltır, Nûh kavmi gibi onları da boğardık.

"Kim de Rabbinin zikrinden yüz çevirirse": Yani Kur’ân'dan, demektir,

"yeslükhü (onu sokar)": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, nun ile "neslükhü” okumuşlar; Âsım, Hamze ve Kisâi de ye ile okumuşlardır.

"Çetin bir azaba":

İbn Kuteybe: Zor bir azaba demiştir. Tesa’adenil emrü denir ki, iş bana zor geldi, demektir. Hazret-i Ömer’in şu sözü de öyledir: Ma tesa’adeni şeyün ma tesa’adeni hitbetün nikahi (bana hiçbir şey nikah konuşması kadar zor gelmedi). Bunun aslının suud (yukarı çıkmak) olduğunu zannediyoruz, çünkü o zor ve meşakkatli bir şeydir. Ondan türeyenler de bu manalarda kullanılmıştır. Tefsirde onun cehennemde zorla çıkılması istenen bir dağ olduğu da söylenmiştir. Bunu da

"seurhikuhu sauda” (Müddessir: 17) kavlinde zikredeceğiz, inşallah.

18

Gerçekten mescitler Allah'ındır. Artık Allah’lâ beraber hiçbir kimseye ibadet etmeyin.

"Gerçekten mescitler Allah'ındır":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Mescitler namaz evleridir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Katâde de şöyle demiştir: Yahudi ve Hıristiyanlar mabetlerine girdikleri zaman şirk koşarlardı: aziz ve celil olan Allah Müslümanlara mescitlerine girdikleri zaman ihlaslı olmalarını emretti.

İkincisi: Mescitler, kulun secde organlarıdır, bunu da Said b. Cübeyr ile İbn Enbari demiş; Ferrâ’ da bunu zikretmiştir. O zaman mana şöyle olur: Bu organlarla O'ndan başkasına secde etmeyin.

Üçüncüsü: Burada mescitlerden maksat, bütün mahallerdir, bunu da Hasen, demiştir. O zaman da mana şöyle olur: Bütün yer secde mahallidir; onun üzerinde Halık’ından başkasına secde etmeyin.

Dördüncüsü: Mescitler, secdedir, çünkü o mescidin çoğuludur. Secettii sücuden ve mesciden, denir, tıpkı: Darabtü filardı darben ve madriben denildiği gibi. Sonra çoğul yapılır: Mesacide ve medaribe, denilir,

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Buna göre tekili, cimin fethi ile mesced olur,

Mana da şöyledir: O’na ihlas gösterin, O’ndan başkasına secde etmeyin. Sonra Allahü teâlâ cinlere dönüp şöyle dedi:

19

Gerçek şu ki, Allah'ın kulu O'na dua etmek için kalktığı zaman neredeyse üzerinde keçeler gibi olacaklardı (üzerine çullanacaklardı).

"Gerçek şu ki, Allah’ın kulu kalktığı zaman": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem,

"Ona dua etmek için” yani ibadet etmek için demektir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, açıklaması Ahkaf: 29’da geçtiği üzere Batnınahle’de ibadet ediyordu,

"neredeyse üzerinde keçeler gibi olacaklardı (libeda)": Çoğunluk, “Lâm” ın kesri ve be’nin fethi ile "libeda” okumuşlardır. Hişam, İbn Âmir’den rivayet ederek ve İbn Muhaysın da, “Lâm” ın zammı ve benin de fethi ile şeddesiz olarak "lübeda” okumuşlardır.

Ferrâ’: İki okuyuşun da manası birdir, demiştir; libde ve lübde, denilir.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Neredeyse birbirlerinin sırtına bineceklerdi. Yere serilen keçeye libd denilmesi de bundandır. Lebede bir şeyi bir şeye ilâve etmektir. Hasen ile Cahderi’nin de içlerinde olduğu bir grup, “Lâm” ın zammı ve benin şeddesi ile "lübbeda” okumuşlardır.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Bu okuyuşa göre lübbed, erkeklerin sıfatı olur; tıpkı: Rukka’ ve rukû’, sücced ve sucud gibi.

Zeccâc da şöyle demiştir: O, labid’in çoğuludur, raki’ ve rükka’ gibi.

Âyetin manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Bu, Allahü teâlâ’nın cinlerin halini hikaye ederek onlardan haber vermesidir,

Mana da şöyledir: Allah’ın kulu namaz kılmak için kalktığı zaman neredeyse cinler izdihamdan ve Kur’ân’ı dinlemeye şevklerinden dolayı birbirlerinin sırtlarına bineceklerdi. Bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Bu, cinlerin kavimlerine döndükleri zaman söyledikleri sözdür; onlara Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını ve rukû’ ve secdede ona uymalarını nitelediler, sanki şöyle dediler: Namaz için kalktığı zaman onun üzerinde keçeler gibi oluyorlar. Bu mana da İbn Cübeyr rivâyetinde İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem davete kalktığı zaman insanlar ve cinler keçe gibi olup ona karşı gösteri yaptılar, getirdiği hakkı iptal etmek istediler. Bunu da Hasen, Katâde ve İbn Zeyd, demişlerdir.

20

De ki:

"Ancak ben Rabbime dua ederim ve O’na hiç kimseyi şirk koşmam".

"Kul innema ed’u rabbi": Âsım ile Hamze bu şekilde elifsiz olarak, "kul innema ed’u rabbi” okumuşlar; diğerleri ise Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den haber tarzında "kale” okumuşlardır.

Mukâtil de şöyle demiştir: Mekke kâfirleri, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Sen eşi görülmemiş büyük bir şey getirdin, dediler; bunun üzerine de bu âyet indi.

21

De ki: "Şüphesiz ben sizin için ne bir zarara ne de bir hayra sahip değilim".

"De ki: Şüphesiz ben, sizin için bir zarara sahip değilim": Yani onu sizden uzaklaştıramam,

"size bir hayır da getiremem": Buna ancak Allah sahiptir, ben değil.

22

De ki: "Şüphesiz ben, beni Allah'tan hiçbir kimse asla kurtaramaz ve ben asla O’ndan başka bir sığınak bulamadım".

"De ki: Şüphesiz ben, beni Allah'tan hiçbir kimse asla kurtaramaz": Yani eğer O'na isyan edersem, beni O’ndan kimse kurtaramaz. Çünkü onlar: Davet ettiğin şeyi bırak, biz seni koruruz, demişlerdi.

"Ve ben asla O’ndan başka bir sığınak bulamam": Bunu da Kehf: 27’de açıklamıştık.

23

"Ancak Allah’tan ve mesajlarından bir tebliğ (ederim). Kim Allah’a ve Peygamberine isyan ederse, şüphesiz onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır".

"Ancak Allah'tan tebliğ etmem müstesna":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O,

"sizin için ne bir zarara ne de bir hayra sahip değilim” kavlinden istisnadır, ancak ben tebliğ ederim, demektir.

İkincisi: Eğer O’nun mesajını iletmezsem, beni Allah’tan kimse kurtaramaz, demektir. Birincisini İbn Saib, İkincisini de Mukâtil, demiştir. Bazıları da, mana şöyledir demişlerdir: Beni Allah’ın azabından kimse kurtaramaz, meğer ki, Allah'ın benimle gönderilen mesajını tebliğ edeyim. İşte beni kurtaracak olan o tebliğdir.

"Kim Allah’a ve Peygamberine isyan ederse” iman ve tevhidi terk etmekle, demektir.

24

Nihayet tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcı bakımından daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bilecekler.

"Nihayet gördükleri zaman” yani kâfirler,

"tehdit edildikleri şeyi” dünyada azabı demektir ki, o da öldürülmedir. Ahirette de

"kimin yardımcı bakımından daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bilecekler": Yani askeri ve yardımcısı demektir ki, onlar mıdır yoksa mü’minler midir?

25

De ki:

"Bilmiyorum, tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa Rabbim onun için bir süre kılacak mı?

"De ki: Bilmiyorum, tehdit edildiğiniz şey” azap

"yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için bir süre kılar mı?": Yani bir sınır ve son koyar mı? Çünkü gaybın bilgisi bir tek Allah'ındır.

26

(Rabbim) gaybi bilendir; gaybine kimseyi muttali kılmaz.

"Muttali kılmaz": Yani bildiği gaybı insanlardan hiçbirine bildirmez.

27

Ancak beğendiği bir elçi müstesna. Çünkü O, onun önüne ve arkasına gözetleyiciler dizer.

"Ancak beğendiği bir elçi müstesna": Çünkü onlara gaybı bildirmesi de onların doğruluk delillerindendir.

Mana da şöyledir: O kimi risalet için seçmişse onu dilediği gayplen haberdar eder. Bunda şuna delil vardır ki, kim yıldızların gaybi göstereceğini iddia ederse kâfirdir. Sonra elçiyi haberdar ettiği o şeyi muhafaza edeceğini zikredip

"onun önüne dizer (diker)” dedi. Yani o elçinin önüne demektir

"ve arkasına gözetleyiciler": Yani vahyi şeytanlar çalıp da kahinlere ulaştırmasın, onlar da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem insanlara haber vermeden önce onu duyurmasınlar diye ona koruyucu melekler verir.

Zeccâc ise şöyle demiştir: Meleğin önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar. Şöyle de denilmiştir: Vahyin önüne bunuı koyar. Russad: Gözetleyici meleklerdir ki, inen vahyi şeytanlar dinlemesin diye şeytanları uzaklaştırırlar.

28

Bilin ki, Rablerinin mesajlarını gerçekten tebliğ etmişler. O da onların yanındakini kuşatmış ve her şeyi saymakla (adam akıllı) saymıştır.

"Bilmesi için":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bilsin ki, Cebrâil mesajı ona iletmiştir. Bunu da İbn Cübeyr, demiştir.

İkincisi: Muhummed sallallahu aleyhi ve sellem bilsin ki, kendinden önceki peygamberler

"Rablerinin mesajlarını tebliğ ettiler” ve Allah da onu muhafaza edip onları müdafaa etmiştir.

Üçüncüsü: Peygamberleri yalanlayanlar bilsinler ki, peygamberler Rablerinin mesajlarını tebliğ etmişlerdir. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Aziz ve celil olan Allah bunu varlık aleminde sevap getirecek şekilde açık olarak bilsin, bu

"Allah sizden cihad edenleri henüz bilmedi” (Al-i İmran: 142) kavli gibidir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

Beşincisi: Peygamber bilsin ki, peygamberler ona gelmişler, başkasına ise ulaşmamışlardır. Bunu da Zeccâc zikretmiştir. Rüveys, Ya’kûb ’tan, meçhul olarak ye’nin zammı ile "liyuleme” okuduğunu rivayet etmiştir.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Te ile "litaleme” de okunmuştur ki, cinler bilsin ki, peygamberler Rablerinden dinlemeyi umdukları şeyleri getirmişlerdir.

"Onların yanındakini kuşatmıştır": Yani Allah, Peygamberlerin yanındaki şeyi bilmiştir

"ve her şeyi saymakla (teker teker) saymıştır": öyle ki, gözünden bir zerre ve bir hardal tanesi bile kaçmamıştır.

0 ﴿