89-FECR SÛRESİMekke’de inmiştir. 30 ayettir. Tamamı ittifakla Mekki’dir. Bismillahirrahmanirrahim 1Yemin olsun, fecre, "Yemin olsun, fecre": İbn Abbâs şöyle demiştir: Fecir: Karanlığın sabah aydınlığından fışkırmasıdır. İnfecerel mau denir ki: Su fışkırdı, demektir. Şeyhimiz Ali b. Ubeydullah da şöyle demiştir: Fecr: Kendisinden gecenin karanlığı yarılıp ayrılan gündüz aydınlığıdır. O da inficar’dan gelir. İnfecere yenfecirü inficaren: Suyun çıkması için bir yerin patlamasıdır. Bu nedenle facire bu isim verilmiştir; çünkü o da Allah'a itâatten çıkmıştır. Bu fecirden murat edilen şey hususunda da müfessirlerin altı görüşü vardır: Birincisi: O bildiğimiz fecirdir ki, gündüzün başlangıcıdır, bunu Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir. Ebû Salih de, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini nakletmiştir: O her gün sabah aydınlığının patlamasıdır. İkrime, Zeyd b. Eslem ve el - Kurazi de böyle demişlerdir. İkincisi: Sabah namazıdır, bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bütün gündüzdür ki, ona fecir (şafak) denilmiştir; çünkü günün başlangıcıdır. Bu manayı Ebû Nasr, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: O özelilkle kurban bayramı gününün fecridir, bunu da Mücâhid, demiştir. Beşincisi: O Zilhicce’nin ilk gününün fecridir, bunu da Dahhâk, demiştir. Altıncısı: O Muharrem'in ilk günüdür ki, sene ondan çıkar, bunu da Katâde, demiştir. 2On gecelere. "On gecelere": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O Zilhicce'nin on günüdür, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Mücâhid, Katâde, Dahhâk, Süddi ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: O Ramazan’ın son on günüdür, bunu da Ebû Zabyan, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Ramazan’ın ilk on günüdür, bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Muharrem’in ilk on günüdür, bunu da Yeman b. Riab, demiştir. 3Çifte, teke, "Çifte, teke (veşşefi velvetri)": Hamze, Kisâi ve Halef, vavın kesri ile "velvitri” okumuşlar: diğerleri ise fethi ile okumuşlardır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Kesre Kureyş, Temim ve Esed kabilelerinin, fetha de Hicaz halkının şivesidir. Müfessirlerin "çift ve tek” hususunda yirmi görüşleri vardır: Birincisi: Çift: Arefe ile Kurban bayramı günleridir, tek de: Kurban gecesidir. Bunu da Ebû Etyyub el-Ensari, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkincisi: Çift: Kurban günüdür, tek de: Arefe günüdür. Bunu da Cabir b. Abdullah, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiş; İbn Abbâs, İkrime ve Dahhâk da böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Çift ile tek namazdır; ondan çift olan vardır tek olan vardır. Bunu da İmran b. Husayn, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiş; Katâde de böyle demiştir. 1 1 - İmam Ahmed, Müsned, 4/442. Dördüncüsü: Çift: Bütün halktır, tek de: Allahü teâlâ’dır. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mesruk rivâyetinde Mücâhid ile Ebû Salih de böyle demişlerdir. Beşincisi: Tek: Âdem'dir, eşiyle çift kılınmıştır, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Altıncısı: Çift kurbandan sonra iki gündür ki, o da ilk nefr denilen teşrik günlerinin ikincisi ile son nefr denilen teşrik günlerinin üçüncüsüdür. Bunu da Abdullah b. Zübeyr, demiş ve "kim iki günde acele ederse ona günah yoktur” (Bakara: 203) âyetini delil getirmiştir. Yedincisi: Çift: Sabah namazı, tek de: Akşam namazıdır, bunu da Atıyye nakletmiştir. Sekizincisi: Çift: Akşam namazının ilk iki rekatıdır, tek de: Üçüncü rekatıdır. Bunu da Ebû’l - Âliyye ile Rebi’ b. Enes, demişlerdir. Dokuzuncusu: Çift: Bütün mahlukattır ki, ondan çift de tek de vardır. Bunu da İbn Zeyd ile bir rivayette de Mücâhid, demişlerdir. Onuncusu: O sayıdır; ondan çift ve tek vardır. Bu ve bundan önceki görüş Hasen’den rivayet edilmiştir. On Birincisi: Çift: Zilhicce'nin onudur, tek de: Mina’nın üç günleridir. Bunu da Dahhâk, demiştir. On İkincisi: Çift: Allah’tır, çünkü O, "ne zaman üç kişi baş başa konuşurlarsa mutlaka O dördüncüleridir” (Mücadele: 7) demiştir. Tek de: Allah’tır, çünkü "deki Allah birdir” demiştir. Bunu da Süfyan b. Uyeyne, demiştir. On Üçüncüsü: Çift: Âdem’le Havva’dır, tek de: Allahü teâlâ’dır, bunu da Mukâtil b. Süleyman, demiştir. On Dördüncüsü: Çift: Günler ve gecelerdir, tek de: Arkasında gece olmayan kıyamet günüdür. Bunu da Mukâtil b. Hayyan, demiştir. On Beşincisi: Çift: Cennetin dereceleridir, çünkü sekizdir, tek ise: Cehennemin katlarıdır, çünkü yedidir. Sanki Allahü teâlâ cennet ve cehenneme yemin etmiş gibidir. Bunu da Hüseyn b. Fadl, demiştir. On Altıncısı: Çift: Mahlukatın izzet ve zillet, kudret ve acz, kuvvet ve za'f, ilim ve cahillik, ölüm ve hayat gibi çelişik sıfatlarıdır, tek de aziz ve celil olan Allah’ın sıfatlarının tek olmasıdır; meselâ zilletsiz izzet, acizsiz kudret, za’fiyetsiz kuvvet, cahilsiz ilim ve ölümsüz hayat gibi. On Yedincisi: Çift: Safa ile Merve, tek de: Beytullah'tır. On Sekizincisi: Çift: Mekke ve Medine mescitleridir, tek de: Beytül mukadd es 'tir. On Dokuzuncusu: Çift: Hac ve umreyi birleştiren kıran hacadır, tek de ifrat hacadır. Yirmincisi: Çift: Tekrarlanan ibadetlerdir; namaz, oruç ve zekât gibi, tek de: tekrarlanmayan ibadettir, meselâ hac gibi. Bu dört görüşü Sa’lebî aktarmıştır. 4Yürüdüğü zaman geceye, "Velleyli iza yesr": İbn Kesir ile Ya’kûb , vasılda da vakıfta da ye ile okumuşlar, Nâfi' ile Ebû Amr da onlara uymuştur. İbn Âmir, Âsım, Hamze ve Kisâi de vasılda da vakıfta da yesiz okumuşlardır. Ferrâ’ ile Zeccâc şöyle demişlerdir: Yesiz okumak tercihe şayandır, çünkü âyet başlarına uyar, aynı zamanda mushafa da riayet edilmiş olur. "Yürüdüğü zaman geceye yemin olsun": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Fiil (yürümek) geceye aittir, sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yürüyüp gittiği zaman, demektir, bu da Zeccâc’ın tercihidir. Yürüyüp geldiği zaman, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Fiil başkasına aittir, Mana da şöyledir: Onda yüründüğü zaman, nitekim: Leyliin naim (uyuyan gece) denir ki: Onda uyunur, demektir. Bunu da Ahfeş ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Bu geceden ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O her geceye şamildir, bu da açıktır. İkincisi: O Müzdelife gecesidir ki, toplanma gecesidir, bunu da Mücâhid ile İkrime, demişlerdir. Üçüncüsü: Kadir gecesidir, bunu da Maverdi nakletmiştir. 5Bunda akıl sahibi için yemin var mı? "Bunda var mı?": Yani yemin ettiğimiz bu şeylerde var mı, "akıl sahibi için yemin": Yani aklı olan için, demektir. Akla hicr denilmesi, sahibini çirkin şeylerden men ettiği içindir. Akıl denilmesi de güzel olmayan şeylerden hapsettiği içindir. Akla mıha da denir, çünkü insanı helâl olmayan şeyden nehyeder, alıkoyar. Kelâmın manası da şöyledir: Kimin aklı olursa bilir ki, Allah’ın yemin ettiği bu şeylerde O'nun birlik ve kudretine delil vardır. O’na delalet ettiği için bu şeylere yemin etmesi haktır. Kasemin cevabı da, Allahü teâlâ’nın: "Şüphesiz Rabbin elbette gözetleme yerindedir” kavlidir. Kasem ile cevabının arasına 6Görmedin mi, Rabbin Ad’e ne yaptı? "elem tere keyfe leale rabbuke biad” kavli girmiştir. Böylece Mekke halkını onlardan daha kuvvetli olanları helak etmekle korkutmuştur. İbn Mes’ûd ile İbn Yamur dalın kesri, tenvinsiz muzaf olarak, "biadi ireme” okumuşlardır. "İrem"de de dört görüş vardır: Birincisi: O, bir memleket ismidir, bunu da Ferrâ’ demiştir. Tenvin almaması memleket ismi olduğu içindir. Sonra onda da üç görüş vardır: Birincisi: O Şam’dır, bunu Said b. Müseyyeb , İkrime ve Halid er- Rabei, demişlerdir. İkincisi: İskenderiye'dir, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir. Üçüncüsü: Şeddad bir Ad’in kurduğu bir şehirdir. Bu da Ka'b'in görüşüdür. Az sonra anlatacağız inşallah. İkinci görüş: Ümmetlerden bir ümmetin ismidir, manası da: Kadim, eski, demektir. Bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Ad kavminden bir kabiledir, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir. Zeccâc da şöyle demiştir: "lrem"in munsarif olmaması (cer almaması) kabile ismi olduğundandır, o yüzden fetha almıştır, o da cer mahallindedir. Dördüncüsü: O Ad'in dedesinin adıdır, çünkü o Ad b. Avs b. İrem b. Sam b. Nûh’tur, bunu da İbn İshak, demiştir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Eğer bu görüşe göre bir adamın adı olursa, munsarif olmaması yabancı isim olduğundandır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: İki Ad vardır: Birincisi: İrem’dir ki, Allahü teâlâ onun hakkında "ve O, ilk Ad'i helak etti” (Necm: 50) demiştir. Ad kavmi ilk Ad midir, değil midir? Bunda da iki görüş vardır ki, biz de onları Necm: 50'de zikretmiş bulunuyoruz. 7Sütunların sahibi İrem'e, "Sütunların sahibi İrem’e": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Çünkü onlar çadır ve direk halkı idiler, otlak ararlardı, sonra da yurtlarına dönerlerdi; bir yerde ikamet etmezlerdi. Bu manayı Alâ, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Katâde ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. İkincisi: İmad'ın manası, uzunluk demektir, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş; Mukâtil ile Ebû Ubeyde de böyle demişlerdir. Zeccâc da şöyle demiştir: Recülün mu’medün denir ki: Uzun adam (sırık gibi) demektir. Üçüncüsü: Kuvvetli çetin demektir, bu da sütünların kuvvetinden alınmıştır, bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Sütunlarla tahkim edilmiş binadır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Şöyle de denilmiştir: Ona sütünların sahibi denilmesi, birinin böyle yaptığı bir binadan dolayıdır. 8O ki, ülkeler arasında benzeri yaratılmadı. "Elleti lem yuhlak misluha filbilad": Ebû’l - Mütevekkil, Ebû'l - Cevza ve Ebû İmran, meftuh te ve merfu lâm ile "lem talıluk” ve “Lâm” ın nasbi ile de "misleha” okumuşlardır. Muaz el - Kari ile Amr b. Dinar da, meftuh nun ve merfu lâm ile "lem nahluk” ve “Lâm” ın nasbi ile de "misleha” (onun gibisini yaratmadık) okumuşlardır. İşaret edilen o şey hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O kabile gibi uzun ve kuvvetlisi yaratılmadı. Bu mana da Hasen'in görüşünden çıkarılmıştır. İkincisi: Şehirleri gibi sütunlara sahip bir şehir yaratılmadı, bunu da İkrime, demiştir. Tefsirde o şehrin sıfatı verilmiştir, şöyle ki: Vehb b. Münebbih, Abdullah b. Kılabe’den rivayet etmiştir: Abdullah kaçan develerini aramaya çıktı. Aden çöllerinde iken o çöllerde bir şehre rastladı, şehrin kalesi vardı. Kalenin etrafında da birçok saraylar vardı. Ona yaklaşınca orada birileri olacağını ve onlara develerini soracağım düşündü. Ne çıkan ne de giren bir kimse görmedi. Bineğinden indi, onu bağladı, kılıcını sıyırdı, kalenin kapısından girdi. Kaleye girince iki büyük kapı ile karşılaşü, onlardan daha büyük kapı görmemişti. Kapılar beyaz ve kırmızı yakutla süslü idi. Bunu görünce dehşete kapıldı. Kapılardan birini açtı, benzerini görmediği bir şehirle karşılaştı. Saraylar gördü, her sarayın üstünde odalar, odaların üstünde de altın, gümüş, inci ve yakuttan yapılmış odalar gördü. Oda kapılarının kanatları şehir kapısının kanatları gibi idi, odalar karşılıklı yapılmıştı. Hepsi de inci ile misk ve safran taneleriyle döşeli idi. Bunları müşahede edip de kimseyi de göremeyince bundan korktu. Sonra sokaklara baktı; her sokakta meyveli ağaçlar gördü. Ağaçların altında suları gümüş kanallardan gürül gürül akan ırmaklar gördü. Adam içinden: Bu cennettir, dedi. Yanına incilerden ve misk ve safran tanelerinden alarak Yemen’e döndü. Yanındakileri gösterdi. Durum Halife Muaviye’ye ulaştı, ona haber gönderdi; o da kıssayı anlattı. Muaviye, Ka’bu’l - Ahbar’a haber gönderdi; gelince ona: Ey İshak'ın babası, "dünyada altın ve gümüşten şehir var mıdır?” dedi; o da: Evet, sana onu ve onu kimin kurduğunu haber vereyim. Onu Şeddad b. Ad kurdu, şehrin adı da: İrem zatil imad’dır, dedi. Muaviye: Onu bana anlat, dedi, o da şöyle anlattı: İlk Ad’ın da onlardan olduğu Ad’in Şedid ve Şeddad adında iki oğlu vardı. Ad ölüp de Şedid de geçinince, Şeddad kaldı, yeryüzüne hakim oldu. Krallar ona baş eğdiler. Kitap okumaya meraklı idi, cennet bahsine gelince, Allah’lâ rekabet etmek için aklından onun gibi bir şehir kurmak geçerdi. Bu nedenle "İrem zatil imad” şehrinin kurulmasını emretti. Yapmak için yüz vekil bulunmasını emretti; her vekile de bin yardımcı verdi. Dünya hükümdarlarına yazılar yazdı, ökelerindeki mücevherlerden göndermelerini istedi. Vekiller çıkıp uygun yer aramaya başladılar, büyük bir çöl gördüler, dümdüz idi. Su pınarları ve çayırları vardı: İşte kralın kurmamızı emrettiği şehrin yeri burasıdır, dediler. Temelini Yemen akiki ile attılar. Yapımında üç yüz sene uğraştılar. Şeddad da dokuz yüz yaşında idi. Bitirince ona geldiler, o da: Gidin, üzerine b. kale yapın; kalenin etrafına bir köşk, her köşke b. sancak dikin ve her köşkte bir vezir olsun, dedi, öyle yaptılar. Bin vezire "İram zatil ımad” şehrine taşınmalarını emretti. Kral ile ailesi de on yıl hazırlık yaptılar. Sonra da oraya yürüdüler. Bir günlük yol kalınca Allah ona ve yanındakilere gökten bir ses gönderdi; hepsini helak etti. İçlerinden bir fert bile kalmadı. Şa’bî de Himyer Âlimlerinden Dağfel eş - Şeybani’den şöyle rivayet etmiştir: Şeddad ve yanındakiler o sesle helak olunca yerine oğlu Mersed b. Şeddad kral oldu. Babası onu Hazramut'ta veliaht tayin etmişti. Babasının o çölden Hazramut’a getirilmesini ve bir çöle gömülmesini emretti. Onu altın b. sedire yatırdı, üzerine altın tellerle dokunmuş yetmiş hülle attı, başına da büyük altın bir levha dikti ve üzerine şunları yazdı: Ey uzun ömre mağrur olan, Benden ibret al. Ben Şeddad b. Ad'im, Sağlam kalelerin sahibi, Güçlü, şiddetli, Büyük mülk sahibi. Dünya korkumdan ve tehdidimden Bana baş eğdi. Doğuya ve batıya sahip oldum, Yıkılmaz saltanat kurdum. Mülk, varlık ve adamlarım sayesinde Bu devleti kurdum. Hûd Peygamber geldi, Biz ise Hûd'dan önce sapıklık içinde idik. Bizi hakka davet etti, Keşke o doğru öğütleri kabul etse idik, Ona isyan ettik, o da: Sizin için kaçacak yer kalmadı, dedi. Bize uzak ufuklardan Şiddetli bir ses geldi, Bizi ovanın ortasında Biçilmiş ekin gibi yaptı. 9O vadide kayaları oyan Semud'a, "O vadide kayaları oyan Semud’a": Onlar kayaları kesip deldiler. İshak şöyle demiştir: Vadi: Vadilkura’dır, Hasen her iki halde de ye ile "bilvadiy” okumuştur. 10Kazıklar sahibi Fir'avn'e, "Kazıklar sahibi Fir’avn’e": Bu da Sad: 12'de tefsir edilmiştir. 11Onlar ki, ülkelerde taşkınlık ettiler. "Onlar ki, ülkelerde taşkınlık ettiler": Yani Ad, Semud ve Fir'avn taşkınlık edip günahlar işlediler, Allah’ın peygamberlerine karşı zorbalık ettiler. 12Orada çok bozgunculuk ettiler; "Orada çok bozgunculuk ettiler": Adam öldürmek ve isyan etmek gibi. 13Rabbin de üzerlerine azap kırbacını döktü / indirdi. "Rabbin de üzerlerine azap kırbacını döktü / indirdi": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Azap kırbacı demesi şundandır, çünkü azap kırbaçla olur. Zeccâc da şöyle demiştir: Onlara vurduğu kırbacı azap kıldı. 14Şüphesiz Rabbin elbette gözetleme yerindedir. "Şüphesiz Rabbin gözetleme yerindedir": Kendini inkâr edenleri azapla gözetler. Marsad: Yoldur. Biz de onu "kânet mirsada” (Nebe’: 21) âyetinde şerh etmiş idik. 15Amma insan, Rabbi onu imtihan edip de ona ikram edip nimet verdiği zaman: "Rabbim bana ikram etti” der. "Amma insan": Bundan kimin kastedildiğine dair dört görüş vardır: Birincisi: Utbe b. Rebia ile Ebû Huzeyfe b. el - Muğire’dir. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Öbey b. Haleftir, bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Ümeyye b. Haleftir, bunu da Mukâtil, demiştir. Dördüncüsü: Öldükten sonra dirilmeye inanmayan kâfirdir. Zeccâc şöyle demiştir: îbtelahu, onu zenginlik ve bollukla denedi manasınadır. "Ona ikram etti": Mal ile "nimet verdi” ona geniş lütuf etmekle. "Feyekulu rabbi ekremen": Hicaz halkı ile Ebû Amr, ye ile "rabbiye", "ekremeniye", "ehaneniye” okumuşlar; Rabbim bana verdiği ile beni üstün kıldı manasına almışlardır. Ona verdiği dünyalığı O'nun yanında kıymetli olmasına bağlamıştır. 16Ama onu deneyip de rızkını kıstığı zaman: "Rabbim beni horladı” der. "Ama onu deneyip de” fakirlikle "le kadere aleyhi rizkahu": Ebû Cafer ile İbn Âmir, şedde ile "lekaddere” okumuşlar; Mana da şöyledir: Ona yetecek kadar vermekle onu biraz sıkıştırırsa. "Rabbim beni horladı, der": Beni fakir kılmakla bana değer vermedi, der. Bil ki, kim öldükten sonra dirilmeye inanmazsa, onun nazarında değerlilik dünya malının çok olmasıyladır, değersizlik de az olmasıyladır. 17Hayır, bilakis yetime ikram etmiyorsunuz. 18Yoksulu doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. "Hayır": Yani mesele onun zannettiği gibi değildir, Mukâtil şöyle demiştir: Ben zengin ettiğime yanımda değerli olduğu için vermedim; fakir olanı da yanımda değeri olmadığı için fakir etmedim. Ferrâ’ da, mana şöyledir, demiştir: Böyle olması ona yaraşmaz, insan Allah’a iki şey için de hamdetmelidir: Fakirlik ve zenginlik. Sonra kâfirlerden haber vererek Allahü teâlâ şöyle dedi: "Bilakis yetime ikram etmiyorsunuz (lâ tükrimunel yetime)": Basra halkı, hepsinde de ye ile "yükrimune", "yehuddune", "ye’kulune", "yuhibbune” okumuş; kalanlar ise te ile okumuşlardır. Âyetin manası şöyledir: Ben hor ettiğimi yetime ikram etmediği için hor ettim. Âyet iki manaya muhtemeldir: Birincisi: Onlar yetime iyilik etmezlerdi. İkincisi: Ona mirastan hakkını vermezlerdi. Cahiliye adeti böyleydi; kadınlara ve çocuklara miras vermezlerdi. İlk manaya: "Yetimi yedirmeye birbirinizi teşvik etmezsiniz” kavli delalet eder. Ebû Cafer ile Kufeliler, te’nin fethi ve elifle, "tehâddune” okumuşlardır. Şeyzeri de Kisâi’den böyle rivayet etmiş, ancak o te’yi zammeli okumuştur. Mana da şöyledir: Onu yedirmeye teşvik etmezler; çünkü ahirette sevap beklemezler. İkinci manaya da 19Mirası dermecesine (helâl-haram ayırmadan) bir yeme ile yersiniz. "mirası dermecesine bir yeme ile yersiniz” kavli delalet eder. İbn Kuteybe şöyle demiştir; Türas: Miras demektir. Te vavdan dönmedir, nitekim şöyle derler; Tücah, aslı: Vücah’tır. Tuhme derler, aslı: Vühmedir. "Lemmen” şiddetle demektir. O da; Lememtü bişşey’i kavlinden gelir ki: Toplamak manasınadır. Zeccâc da: O, yetimlerin mirasıdır, demiştir. 20Malı bir sevme ile çok seversiniz. "Malı bir seversiniz": Yani onu biriktirmeyi seversiniz "çok sevme ile": Onu çok seversiniz, hayır yolunda harcamazsınız. 21Hayır, yer bir sarsıntı ile yine bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman, "Hayır": Yani böyle olması yaraşmaz, demektir. Sonra Allahü teâlâ onların yararlanamadıkları geçmiş şeylere hasret çekeceklerini haber verip şöyle dedi: "Yer bir sarsıntı ile ile arka arkaya sarsıldığı zaman": Yani üst üste demektir ki, üzerindeki her şey kırılıp dökülür "Rabbin geldiği zaman": Biz de bu manayı "Allah’ın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar?” (Bakara: 21) âyetinde zikretmiştik. 22Rabbin ve melekler saf saf geldiği zaman, "Melekler saf saf": Yani her göğün melekleri bir saf halinde geldiği zaman, demektir. Dahhâk: Yedi saf olurlar, demiştir. "O gün cehennem getirildiği zaman": Müslim'in, tek olarak (Buhârî olmaksızın) rivayet ettiği İbn Mes’ûd hadisinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Cehennem yetmiş b. yularla çekilerek getirilir, her yularından da yetmiş b. melek tutar. Mukâtil şöyle demiştir: Getirilir, Arş’in sol tarafına durdurulur. 23O gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (her şeyi) hatırlar; fakat hatırlama ona nasıl (yarar sağlar)? "O gün": Yani cehennem getirildiği gün "insan hatırlar": Yani kâfir öğüt alır ve Tevbe eder. Mukâtil: O kâfir: Ümeyye b. Haleftir, demiştir. "Hatırlama onun için nasıl?": Yani nasıl Tevbe edebilir ki, o kıyamettedir. 24(İnsan): "Ah keşke, hayatım için önden gönderseydim” der, "Ah keşke, önden gönderseydim, der": dünyada iyi amel etseydim, "hayatım için” ölüm olmayan ahiret hayatım için. 25İşte o gün (Allah) öyle bir azap eder ki, hiç kimse O’nunki gibi azap etmez. 26Hiç kimse O’nunki gibi bağlamaz. "Feyevmeizin lâ yuazzibü azabehu ehad": Kisâi ile Mufaddal, zalın fethiyle "layuazzebu” okumuşlar; diğerleri ise kesri ile okumuşlardır. Kim fetha ile okursa, kimse kâfir gibi azap görmez, demek ister. Kim de kesre ile okursa, Allah gibi kimse azap etmez demek ister. Bu okuyuş, dünyaya dönüktür, birincisi de ahirete dönüktür. 27Ey huzura eren nefis, "Ey huzura eren nefis": Kim hakkında indiğinde beş görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Uhut’ta şehit düştüğü zaman Hamza hakkında inmiştir, bunu da Ebû Hureyre ile Büreyde el - Eşlemi, demişlerdir. İkincisi: Rume kuyusunu vakfettiği zaman Osman b. Affan hakkında inmiştir, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Mekke halkı onu astıkları zaman Hubeyb b. Adiy hakkında inmiştir, bunu da Mukâtil, demiştir. Dördüncüsü: Ebû Bekir radıyallahu anh hakkında inmiştir. Bunu da Maverdi nakletmiştir. Beşincisi: Bütün müminler hakkında inmiştir, bunu da İkrime, demiştir. "Huzura eren"in manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Mü’min nefistir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Zeccâc da: İmanla huzura eren, demiştir. İkincisi: Allah’ın kazasına razı olan, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Allah’ın va’dine kesin inanan, bunu da Katâde, demiştir. Bunun ona ne zaman söyleneceğinde de iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Dünyadan çıkarken, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: Yeniden dirilirken ona: Sahibine, cesedine dön, denilir. Allah bütün ruhlara cesetlerine dönmelerini emreder. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Atâ’, İkrime ve Dahhâk da böyle demişlerdir. 28Razı olarak, razı edilmiş olarak Rabbine dön. "Rabbine razı olarak dön"; Bunda da dört görüş vardır; Birincisi: Cesedinde bulunduğun sahibine dön, bu manayı el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İkrime ile Dahhâk da böyle demişlerdir. İkincisi: "Rabbine dön” dünyada öldükten sonra, demektir. Bunu da Ebû Salih, demiştir. Üçüncüsü: Rabbinin sevabına dön, bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Ey dünyaya ısınan nefis, onu terk ederek Rabbine dön. Bunu da Maverdi nakletmiştir. 29Haydi gir kullarımın arasına. 30Gir cennetime! "Haydi gir kullarımın arasına": Yani seçkin kullarımın arasına, demektir. Ebû Salih şöyle demiştir: Ona ölüm anında: Rabbine dön, denilir. Kıyamet günü olduğu zaman da: "Kullarımın arasına gir” denilir. Ferrâ’. Kullarımla beraber gir, demiştir. Sa’d b. Ebi Vakkas, Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk, Ebû’l - Âliyye ve Ebû İmran, tekil olarak, "fi abdiy” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu okuyuşa göre - Allah daha iyi bilir ya - mana şöyle olur: Rabbine dön: Yani ondan çıktığın sahibine dön ve içine gir. |
﴾ 0 ﴿