9

"Allah'ı ve iman edenleri aldatıyorlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatıyorlar da, bunun farkında değiller. "

Bil ki, Cenâb-ı Hak, münafıkların kabahatlerine dair dört şey zikretmiştir:

Binincisi, bu ayette zikretmiş olduğu şeydir ki, o da münafıkların "Allah'ı ve müminleri aldatma gayretleridir." Bu sebeple, ilk önce aldatmanın ne olduğu bilinmelidir.

Sonra ikinci olarak Allah'ı aldatmalarından murat nedir? Üçüncü olarak, niçin onlar Allah'ı aldatmaya kalkışmışlardır? Dördüncü olarak, "Onlar ancak kendilerini aldatıyorlar" sözünden maksat nedir?

Aldatma (Huda) Ne Demektir?

Aldatmanın kötü bir şey olduğu hususunda herhangi bir şüphe yoktur. Ayıplanan ve kötü kabul edilen şey bir daha yapılmasın diye, başkasından ayırdedilmelidir. "el-Hud'a" lafzının esas manası, gizlemektir. Kasaya da, denilmektedir. Boynun iki tarafındaki damara da, gizli, oldukları keler yuvasına girip, pek az göründüğü zaman Tecrübe kazanıncaya kadar birçok kez yanılan kimseye de denilmesi bundandır.

Muhâdara'nın tarifine gelince bu, insana güven ve emniyet vehmi veren şeyleri izhar edip, başkasına zarar vererek ondan kurtulunması gereken şeyi de gizlemekten ibarettir. Bu küfürde, nifak; güzel fiillerde ise riya gibidir. Bütün bunlarsa, dinin gerektirdiği şeylerin aksine hareketlerdir. Çünkü din, doğruluğu; gurur ve kötülük'yapmaktan vazgeçmeyi gerektirir. Yine bu dinr ibâdetler konusunda herşeyin, sırf Allah için yapılmasını ister. Müraînin maksadının tersini izhar ettiğinde, "müdellis-gerçeği örten" diye vasfedilmesi de bu manadandır. Nitekim hadis ıstılahındaki "tedlîs" de buradan alınmıştır. Çünkü ravî, dinlemediği kimseden dinlemiş olduğu vehmini verir. Halbuki bunu açıkladığında, o kimseye "müdellis" ismi verilmez.

Münafıkların, Cenab-ı Allah'ı Aldatması Meselesi

Münafıklar Allah'ı nasıl aldatmaya çalışırlar?Birisi şöyle diyebilir: Allah'ı aldatmak iki yönden imkansızdır:

a) Cenab-ı Hak, kalbleri ve kalblerue olan sırları, her şeyi bilendir. Bu sebeple aldatılması mümkün değildir.

b) Münafıklar, Allah'ın kendilerine peygamber yollamış olduğuna inanmamışlardır. Bundan dolayı onların nifâklarındaki maksadı, Allah'ı aldatmak olmamıştır. Binaenaleyh, bu lâfzı zahirine hamletmenin mümkün olmadığı sübût bulmuş olur.

Öyleyse, burada iki yönden tevil yapmak gerekmektedir:

a- Cenâb-ı Hak burada kendi zâtını zikretmiş, bununla da şanını yüceltmek ve ululamak için Resulünü kasdetmiştir. Nitekim bu muhtevada olmak üzere şöyle buyurmuştur.

"Sana beyat edenler yok mu, muhakkak ki onlar Allah'a beyat etmektedirler' (Fetih. 10). Bunun tersini ifade etmek içinse,

"Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz herşeyin beşte biri Allah'ındır" (Enfal. 41) buyurarak, Resulünün almış olduğu hisseyi kendi zâtına nisbet etmiştir. İşte, münafıklar peygamberi aldattıklarında, "Onlar Allah'ı aldattılar" aldatmaya çalıştılar" denilmiştir.

b- "Kâfir oldukları halde iman ettiklerini söyleyerek, Allah karşısında takındıkları tavırları, hile yapan kimsenin durumuna benzer. Kendi nezdinde kâfir oldukları halde, onlara müslümanların hükümlerinin tatbik edilmesini emretmek suretiyle Allah'ın onlara yaptığı da, onların, Allah'ın emrine uyarak, O'nun kendileri hakkındaki hükümlerini icra etmeleridir" denilmesidir.

Aldatma Teşebbüsünden Maksatları

Bu hileden maksadın ne olduğunu açıklama hususundadır. Bu hususta, birkaç vecih bulunmaktadır: ,

a- Münafıklar, müminlere, iman ettiklerini gösterdiklerinde, peygamber müminlerin onları ta'zim ve ikram etme hususunda diğer müminler gibi mütalaa edeceklerini sanmış olmalarıdır. Eğer onlar, izhâr ettiklerinin tersini gizlemişlerse, işte "aldatma" dan maksatları budur.

b- Onların maksatlarının, Hazret-i Peygamber'in ve müminlerin, sırlarını onlara ifşa etmelerini ve böylece onların bu sırları, müminlerin düşmanı olan kâfirlere aktarmalarıdır.

c- Öldürülmek vb. gibi kâfirlere tatbik edilen hükümleri, kendilerinden uzak tutmdarıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "lâ ilahe illallah deyinceye kadar insanlarla savaşmam emrolundu Buhâri, İman, 16 (1/12) vd. buyurmuştur.

d- Onların ganimet mallarındaki arzularıdır. Şayet, Allahü Teâla, "Hazret-i Peygamber'e onların hile ve aldatmalarının keyfiyetini vahyetmeye kadirdi. Onların bu iç yüzlerini ortaya koymak için niye bunu yapmamıştır?" denilirse, deriz ki: Şüphesiz Cenâb-ı Hak, iblîs ve zürriyetinin kökünü kazımaya kadirdi. Ne var ki, onları olduğu gibi bırakarak, üstelik onları güçlendirdi. Bu, ya Allah dilediğini yapar ve dilediği hükmü verir olduğundandır veya kendisinden başka hiç kimsenin bilemiyeceği bir hikmetten dolayıdır.

Şayet, müşareket ifade ettiği halde (......) kelimesinin bir şahıs için kullanılması doğru mudur? denilirse, biz deriz ki: Keşşaf adlı tefsirin müellifi, bunun böyle kullanılmasının hikmetini şöyle açıklamıştır: Her ne kadar fiili, vezninde gösterilmişse de, bununla kastedilmiştir. Çünkü vezni, aslında mübalağa ifade eder. Faili yenilmeye çalışılan fiil, faili, yenilmeksizin, bunu gerektiren sebebin kuvveti fazla olduğundan, tek başına o fiili yaptığında, sülasisinden daha muhkem ve daha belîğ olarak getirilir. Bunu, Ebu Hayve'nin (......) şeklinde okuması da teyid etmektedir. Sonra Cenâb-ı Hak lâfzını beyan için, buyurdu, diye başlayan cümlenin "muste'net cümle" olması da caizdir. Buna göre sanki "Onlar yalancı oldukları halde, niçin iman iddiasında bulunmuşlardır? Onların bundaki çıkarları nedir?" denildiğinde, cevap olarak, (hile yapıyorlar, aldatıyorlar) denilmiştir.

Münafıkların Kendi Kendilerini Aldatmaları

Nâfi', İbn Kesir ve Ebû Amr, geriye kalan kıraat âlimleri ise (......) şeklinde okumuşlardır. Birincilerin delilleri, lâfzın mutabakatıdır Böylece bu lâfız birinci lafza mutabık olmuş olur.Diğerlerinin delilleri ise, (......) ancak iki kimse arasında olur. Tek bir insanın kendini "muhâdi" aldatması mümkün değildir. Sonra onlar, Cenâb-ı Hakk'ın sözü hakkında, iki görüş nakletmişlerdir.

a- Cenâb-ı Hak, o münafıkları bu fiillerine mukabil cezalandırır ve onlara azâb eder. Bu sebeple, onlar gerçekte, sadece kendilerini aldatmış olurlar. Bu görüş Hasan-ı Basrî'den nakledilmiştir.

b- Müfessirlerin çoğunun kabul ettiği görüştür. O da, aldatmanın neticesinin dünyada bu münafıklara yönelik olmasıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, onların bu hilelerinin zararını müminlerden savuşturur ve onu münafıklara döndürür. Bu da, tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın şu ayetleri gibidir...

"Muhakkak ki münafıklar Allah'ı aldatıyorlar; oysa ki Allah, onları aldatmaktadır " (Nisa, 142).

"Bizler ancak alay edicileriz. Hakikatte Allah (cezalarını vererek) onlarla alay eder" (Bakara, 14-15).

"Biz de, o akılsızların iman ettikleri gibi iman mı edeceğiz? İyi bilin ki onlar akılsızların ta kendileridir" (Bakara, 13).

"Onlar bir tuzak kurdular. Biz de onların tuzaklarım bozduk" (Neml, 50). "Onlar bir tuzak kuruyorlar. Ben de bir tuzak kuruyorum"(Tarık, 15-16). "Allah ve Resûlüyle savaşanların cezası ancak... "(Maide, 33) ve "Allah'a ve Resulüne eziyyet verenler yok mu..." (Ahzâb, 57) ayetleri gibidir. Bundan sonra, ayet hakkında geriye bir kaç bahis kalmıştır:

1) anlamında ve meçhul sîgasıyla ve şekillerinde okunmuştur.

2) "Nefs" bir şeyin zâtı ve hakikatidir. Cenâb-ı Hakk'ın: "Sen benim içimdekini biliyorsun, ben ise senin nefsinde olanı bilmiyorum" (Maide, 116) ayetinden dolayı, bu kelime cisimlere tahsis edilemez. Onların "hileleriyle" kendisine zarar verilmesi kastedilen, kendi zatlarıdır; çünkü onların hileleri kendilerinden başkasına ulaşamaz.

3) "Şuur", bir şeyi duyu yoluyla bilmeye denilir. İnsanın meşâiri ise, onun duyu organlarıdır. Buna göre mana şöyle olur: Bu yaptıklarının zararının onlara ulaşması, âdeta gözle görülüp etle tutulan bir durumdur. Ne var ki onlar iyiden iyiye gaflete daldıklarından, sanki duyu kabiliyetlerini yitirmiş gibidirler.

9 ﴿