15Allah onlarla alay eder ve taşkınlıklarında şaşkın şaşkın dolaşmalarına süre tanır Allah'ın Onlarla Istihza Etmesi Ne Demektir? Buna cevabımız şudur: Âlimler, ayetin te'vili hususunda beş husus belirtmişlerdir: a- Cenâb-ı Hakk'ın onlara yapmış olduğu şey, onların istihzalarına karşılık bir cezadır. Ancak, Cenâb-ı Hak bu cezayı istihza diye adlandırmıştır; Çünkü bir şeyin cüz'üne de o şeyin tamamının ismi verilebilir. Nitekim Cenâb-ı Hak; "Bir kötülüğün cezası, onun misli olan bir kötülüktür" (şûra, 40), size saldırırsa, siz de ona, onun size saldırdığı kadar saldırın" (Bakara, 194), Allah'ı aldatıyorlar (güya); oysa ki Allah onları aldatıyor"'(Nisa, 142). "Tuzak hazırladılar; Allah da tuzak hazırladı" (Al-i imran, 54) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber de, "Allah'ım falanca, benim şâir olmadığımı bildiği halde, beni yerdi; sen de onu yer! Allah'ım, beni yerdiği kadar, sen de ona lanet et!" yani, ona beni yermesinin cezası neyse, ona o cezayı ver ve, "Kendinizi gücünüzün yettiği amellerle mükellef küm; çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz" Buhari, İman, 32 (1/16) buyurmuştur. b- Onların müminlerle alay etmelerinin zararı kendilerinedir. Müminlere zarar vermez. İşte sanki bu sebeple Cenâb-ı Hak, onlarla alay etmiş olur. c- Hor ve hakir olmanın meydana gelmesi, istihzanın bir neticesidir. Buna göre, netice, o neticeyi meydana getiren sebeple ifâde edilerek istihzadan bahsedilmiş, ondan da horluk ve aşağılanma kastedilmiştir. d- Allah'ın onlarla alay etmesi, münafıklar nasıl bu dünyada peygamber ve müminlerle karşılaştıklarında, gıyâblarında aksini yaptıkları bir tutum takınıyorlarsa, bunun gibi, Allah'ın da onlara bu dünyada, ahirette aksiyle hükmedeceği hükümlerini izhar etmesidir. Bu te'vil ise zayıftır. Çünkü Cenâb-ı Hak onlara dünya ahkâmını açıklarken, ahirette onların kötü bir akıbet ve büyük bir azaba duçar olacaklarını apaçık delillerle ortaya koymuştur. Bu sebeple bunda, Allah'ın bu dünyada beyan ettiği şeyin aksine bir durum yoktur. (Bu sebeple de bu bir istihza olmaz.) e- Cenâb-ı Hak onlara, dünya ve ahirette, alay eden bir kimseye yapılan muamele ile muamele etmiştir. Dünyada bu muamelesi, Allah'ın, Resulünü, onların gizlemeye son derece çaba sarfettikleri sırlarına muttali kılmasıdır. Ahiretteki muamelesi hakkında ise, Ibn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Müminler cennete, kâfirler de cehenneme girince, Allah, cennetten cehenneme, münafıkların bulunduğu tarafa bir kapı açar. Münafıklar bu kapının açıldığını görünce, cehennemden çıkmaya ve cennete yönelmeye başlarlar. Bu sırada cennetlikler de onları seyretmektedir. Onlar tam cennetin kapısına ulaştıklarında, işte o zaman kapı yüzlerine kapanır". İşte bu durum Cenâb-ı Hakkın; "O günah işleyenler iman edenlere gülerlerdi. Müminler onların yanından geçerken, kaş-göz hareketleri yaparlardı. Ailelerine döndüklerindeyse, pürneşe dönerlerdi. Müminleri gördüklerinde: "Bunlar muhakkak ki sapıktırlar" derlerdi. Halbuki onlar, müminlere gözcü olarak yollanmamışlardı. İşte bugün de, iman edenler kâfirlere gülüyor"' (Mutaffifîn, 29-34) ayetlerinde bahsettiği durumdur ki, bu onlarla alay etmek demektir. İkincisi: Cenâb-ı Hak, niçin (......) sözünü ondan önceki söze atfetmeyip müstakil cümle olarak irad buyurmuştur? Buna cevâbımız şudur: Çünkü bu cümle, edebî bakımdan gücün zirvesinde olan bir "müste'nef" cümledir. Bu müste'nef cümlede, Allah'ın istihzasının yanında onların istihzasının bir hiç mesabesinde olduğu; ve yine Cenâb-ı Hakk'ın, müminlerin intikamını almak ve müminleri, O'nun istihzası gibi bir istihza ile münafıklara cevap vermeye muhtaç bırakmadan, onlarla istihza etmeyi üzerine almış olduğu gibi manalar mevcuttur. Üçüncüsü: Cenâb-ı Hakk'ın sözüne "tıbâk" (denklik) teşkil etsin diye, ifadesi yerine denilmeli değil miydi? Buna cevabımız şudur: (......) lâfzı, istihzanın aralıklarla peyderpeyi meydana geldiğini ve yenilendiğini ifade eder. Bu da, Allah'ın onlara bir azabı olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak; "Onlar her sene, bir ya da birkaç kez sınandıklarını görmüyorlar mı?" (Tevbe, 120) buyurmuştur. Ve yine, çoğu zaman münafıklar kendileri hakkında bir ayet inmesinden, böylece de sırlarının perdelerinin yırtılarak, sırlarının faş edileceği endişesinden hiçbir zaman kurtulamamışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak; 'Münafıklar kendileri hakkında, kalblerinde olanı onlara haber veren bir sûrenin indirilmesinden korkarlar. De ki: Alay edin siz, Allah sizin korktuğunuz şeyi ortaya çıkaracaktır" (Tevbe. 64) buyurmuştur. Allah'ın Münafıklara Mühlet Vermesi İkinci cevap: Bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Ve taşkınlıkla-şaşkın şaşkın dolaşmalarına süre tanır" âyetidir. Keşşaf sahibi lafzıın, orduya, onu güçlendirip sayısını artıracak şeyler ilâve edildiği Arabların söylemiş olduğu ifâdesinden alındığını; yine: daha iyi hale getirecek şey mürekkebe katıldığında söylenilen sözünden alındığını; lâmbayı yağ ile, toprağı da gübre ile ıslâh söylenilen sözünden alındığını ve, şeytan vesvese verdiğinde söylenilen sözünden alın-ı söyleyerek ile ii' nin ayni mânaya geldiğini belirtmiştir. Bazıları da, (......)nin kötü şeyler hakkında, (......)nin de iyi şeyler hakkında kullanıldığını şierdir. Nitekim Cenâb-ı Hak: Onlar sanıyorlar mı ki Biz onlara verdiğimiz mal ve oğullar ile..." 55) buyurmuştur. Kimileri, ayette (......) sözünün, Ömrü uzatmak ne ve mühlet tanımak anlamlarına gelen (......)den geldiğini iddia etmişlerdir. Bu iddia iki bakımdan hatalıdır. Birincisi: İbn-i Kesir ve İbn Muhaysın'in, (......) yerine (......) okumaları ve Nâfi'ın "Kardeşleri ise onları sapıklığa sürerler" (A'raf, 202) âyetindeki (......) lâfzını (......) şeklinde okuması, bu lafzın (......) kelimesinden değil de (......) lâfzından geldiğine delâlet eder. İkincisi: Mühlet vermek anlamına gelen "süre tanıdı" fiilinin lâm harf-i cerriyle kullanılması gibi, o da lâm harf-i cerriyle, kullanılır. Mu'tezile'ye Göre Mühletin Manası Mu'tezile; "Birçok sebepten dolayı, bu ayetin manasını zahirine hamletmek mümkün değildir" demiştir. Birincisi: Cenâb-ı Hakk'ın (A'raf, 202)âyetidir. Cenâb-ı Hak, bu "ğayy" onların kardeşlerine nisbet etmiştir. O halde Allah'a nisbet edilmesi nasıl mümkün olur? İkincisi: Cenâb-ı Hak, bu azgınlıktan ötürü onları kınamıştır. Şayet bu tuğyan Allah'ın fiili olsaydı, onları bu fiil sebebiyle nasıl kınardı? Üçüncüsü: Şayet bu, Cenâb-ı Hakk'ın fiili olsaydı, peygamberlik müessesesi ve Kur'an batıl olurdu. Bu sebeple de, Kur'an'ın tefsiriyle meşgul olmak, anlamsız bir şey olurdu. Dördüncüsü: Cenâb-ı Hak, sözü tuğyan" onlara nisbet etmiştir. Eğer bu, Allah'tan olsaydı, onu onlara nisbet etmezdi. Böylece, tuğyanın, Allah tarafından yaratılmadığını belirtmek için, bu fiili onlara nisbet ettiği ortaya çıkmıştır. Bunun delili şudur: Cenâb-ı Hak, "medd" şeytanlara isnâd edince (A'raf, 202 âyeti), "el-ğayy" lafzını mutlak zikrederek, herhangi bir nisbet ile kayıtlamamıştır. Râzî'nin Izahı Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki, âyetinin te'vili şudur: Birincisi: Ka'bîve Ebû Müslim b. Yahya el-İsfehanî'nin te'vilidir ki, bu tevit şöyledir: Cenâb-ı Hak müminlere bahşettiği lütuflarını münafıklara vermeyip, onları, küfürleri ve küfürde ısrar etmeleri sebebiyle yapayalnız bırakınca, onların kalbleri, zulmeti gittikçe artarak karanlıklar içinde kaldı; müminlerin kalblerinde de nûr arttığı için, bu artma işini Cenâb-ı Hak "meded - yardım" diye adlandırdı ve onu kendisine nisbet etti. Çünkü bu, Allah'ın müminlere muamelesinin bir neticesidir. İkincisi: Bu "medd'"m, onlara zulmün ve zorlamanın olmadığına hamlolunmasıdır. Nitekim bir kaide olarak, "Sefihe yasak konulmadığı zaman da, o emre uymakla yükümlüdür" denildiği gibi. Üçüncüsü: Şeytanın fiilinin de, Allah'a isnâd edilmesidir. Çünkü şeytanın fiili, Cenâb-ı Hakk'ın o şeytana imkân vermesi, onu o fiile muktedir kılması ve onun kullarını kışkırtmasına mani olmaması ile tahakkuk etmiştir. Dördüncüsü: Cübbâî'nin söylediği görüştür. Buna göre o, lâfzını şöyle yorumlamıştır: Allah onların ömürlerini uzattı, sonra onlar buna rağmen taşkınlıklarında şaşkın şaşkın dolaşmışlardır. Bu yorum iki yönden zayıftır. a) Çünkü biz (......) lâfzının, lügat itibariyle, "ömrü uzatmak" mânasına alınmasının uygun olmadığını açıklamıştık. b) Farzedelim ki böyle bir mana doğru olsun. Ancak bu da Cenâb-ı Hakk'ın, taşkınlıklarında şaşkın şaşkın dolaşmaları için ömürlerini uzatmış olduğunu ifade eder, ki bu da, problem çıkarmıştır. Kadî Abdulcebbâr, bunu şu şekilde cevaplamıştır: Allah onların ömürlerini tuğyanda olmaları için uzatmamıştır. Bundan maksat, bu değildir. Aksine maksat, Cenâb-ı Hakkın onları itaat etmeleri için geri bırakması ve, onlara lûtfetmesidir. Ne var ki, onlar ancak şaşkın şaşkın dolaşmayı tercih etmişlerdir. Bu konudaki söz, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah onların kalblerini mühürledi" (Bakara.7) âyetinde geçmişti. Aynı şeyleri tekrarlamada, bir fayda yoktur. Bil ki, (......) küfüre iyice dalmak ve isyanda haddi aşmaktır. Cenab-ı Hak, "Biz, sular iyice yükselince..." (Hakka.11) buyurmuştur; yani, sular haddini iyice aşınca... Yine "Firavun'a git çünkü o, haddini aştı" (Nâziat. 17) buyurmuştur; yani, israf etti, çok ileri gitti.. "Tuğyan" lafzını Zeyd b. Ali (......) şeklinde de okumuştur ki, her iki şekil de, dilde carî olan birer kullanımdır. Meselâ, (......) ve (......) "karşılaşmak" gibi.. Ayetteki (......) kelimesi ise, âmâ ve kör olma gibidir. Ancak (......) kelimesinin ifade ettiği körlük, hem bakışta hem de fikirdeki körlüktür. (......) nun ifâdesi ise, sadece fikirdeki körlüğü gösterir ki, bu da şaşkınlık ve tereddüt içinde bulunmak, nereye yöneleceğini bilememektir. |
﴾ 15 ﴿