19

"Karanlıklar gök gürültüsü ve şimşek vardır. Onlar ölüm korkusu ile, yıldırımlardan dolayı parmaklarını kulaklarına tıkarlar." "Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır..

Münafık Kulağını Tıkamakla Yıldırımdan Korunacağını Sanır

Bu, münafıklar için irad edilmiş ikinci meseldir. Bu benzetme birkaç yöndendir:

Mezkur Benzetmenin Tahlili

Birincisi: Kendisinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan bulut meydana gelip, bunun karanlığı ile gecenin karanlığı, yıldırımların üzerlerine düştüğü esnada yağmurun karanlığı ile birleşince, ölüm korkusu ile yıldırımlardan dolayı parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Bir de şimşek onların neredeyse gözlerini alıp, böylece onları aydınlatınca, onlar şimşeğin ışığında yürürler. Işık kaybolduğunda onlar zifiri bir karanlık içinde kalırlar ve şaşkın bir vaziyette kalakalırlar. Çünkü bu üç karanlık içinde, kendisine şimşek isabet eden, sonra kendisinden şimşeğin ışığı kaybolan kimsenin şaşkınlığı artar, bu karanlık onun gözünde büyür ve devamlı karanlıkta kalan kimseye göre, bu durum onun için bir meziyet olur, işte böylece Cenâb-ı Allah, münafıkları, dinî husustaki cehaletleri ve şaşkınlıkları bakımından, ayette vasıfları zikredilen kimselere benzetmiştir. Çünkü o münafıklar da, hiçbir yolu görmüyor ve hakkı bulamıyorlardı.

İkincisi; Yağmur, her nekadar faydalı birşey ise de, zarar veren durumlarla ve bu şekilde meydana gelince faydası kalmaz. Aynı şekilde, eğer münafığın kalbi imanına uygun olsaydı, imanını izhâr etmesi, kendisine fayda verirdi. Münafığın ihlâsı olmayıp içinde nifak olunca bu imanı izhar, dini bakımdan zararlı olmuştur.

Üçüncüsü: Yıldırımlarla beraber bu işler başına gelen kimse, parmaklarını kulaklarına tıkamanın kendisini bundan kurtaracağını zanneder. Bu ise onu, Cenâb-ı Allah'ın onun için irade ettiği helak ve ölümden kurtarmaz. Örflerde bu hususun böyle olduğu sabit olduğu için Allahü teâlâ, -iş hakikatte böyle olmadığı halde- mü'minlere izhâr ettikleri imanın kendilerine fayda vereceğini zannettiklerinden dolayı, münafıkların durumunu ayette anlatılan duruma benzetmiştir.

Dördüncüsü: Münafıkların âdeti, ölüm ve öldürülmekten kaçmak için cihada katılmamadır. İşte bu sebeble Allahü teâlâ, bu hususta onların durumunu, başına bu işler gelen ve parmaklarını kulaklarına tıkayarak bunları şaşından atacağını zanneden kimsenin durumuna benzetmiştir.

Beşincisi: Kulaklarına parmaklarını tıkayan bu kimseler, her ne kadar o anda ölümden kurtulsalar da, ölüm ve helak onların peşindedir. Onların ölümden kurtulmaları mümkün değildir. Aynı şekilde, içine daldıkları nifaktaki durumları münafıkları cehennemin azabından kurtaramayacaktır.

Altıncısı: Durumu böyle olan kimse, hertürlü karanlık ve korku bir araya geldiği için, şaşkınlıkta zirveye ulaşmıştır. Münafıklarda da dini meselelerde şaşkınlığın, dünyevi meselelerde ise korkunun doruk noktası meydana gelmiştir. Çünkü münafık her zaman, içyüzüne vâkıf olunduğunda öldürüleceği korkusu ile yaşar. Böylece nifakı ile birlikte bu endişe, daima onun kalbinde bulunur.

Yedincisi: âyetteki "Sayyib"den, Allah'ın maksadı, iman ve Kur'an; "karanlıklar", "gök gürültüsü" ve şimşekten maksadı ise münafıklara zor gelen şeylerdir. Bunlar da namaz, oruç, makam-mevkiyi terk, ana babayla cihad etmek, eski dinlerini terketmek ve, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uymaya son derece karşı olmalarına rağmen, ona uymak gibi zor mükellefiyetlerdir. En faydalı şey olan sağanak yağmurdan, beraberindeki zararlı şeylerden dolayı, insanların son derece sakınmaları gibi, münafıklar da, kendisinde bu güç mükellefiyetler bulunduğu için iman ve Kur'an'dan aynı şekilde sakınmışlardır.

Cenab-ı Allah'ın "o, onları aydınlatınca onun ışığında yürürler " sözünden maksadı, "onlar için menfaatli şeyler meydana gelince..." demektir. Bu menfaatler de, o münafıkların mallarının ve canlarının korunması ile ganimetlerden onlara da verilmesidir. Çünkü onlar dinde, bu hususlara rağbet etmektedirler.

Allahü teâlâ'nın "Başlarına karanlık çökünce İse dikilip kalırlar" sözünden maksadı, şudur: "Onlar, bu menfaatlerden bir şey elde edemedikleri zaman imandan hoşlanmaz ve dine rağbet etmezler." Söylediğimiz bütün hususlar bu teşbihte açık bir tarzda mevcuttur.

Ayetle İlgili Hatıra Gelebilecek Bazı Sualler

Bunun dışında geriye, ayetle ilgili bazı soru ve cevaplar kalır:

Birinci Soru: İki Teşbihten Hangisi Daha Beliğdir?

Cevab: İkincisi daha beliğdir. Çünkü ikincisi, aşırı şaşkınlığa ve şiddetli bir sertliğe delalet eder. Bu sebebten dolayı, münafıkların bu gibi hususlarda hafiften daha şiddetliye doğru tedricen ilerlediklerini görürsün.

İkinci Soru: İkinci Teşbih, Birinciye Niçin Edatı Ile Atfedildi?

Bu Edatın Manaları

Bu iki benzetmeden biri diğerine niçin, şek ifade eden (......) (veya) harfi ile atfeditmiştir? Buna birkaç yönden cevab verilir:

Birincisi: lafzı aslında şek ve şüphe hususunda iki ve daha fazla şeyin eşit olduğunu göstermek içindir. Sonra bunda saha biraz daha genişletilerek, şüphe dışındaki hususlarda da eşitlik ifade etmek için bu. İstiare olarak kullanılmıştır. Mesela, şu iki şahıstan dilediğinle oturup kalkmanın doğru olması hususunda her ikisinin de eşit olduğunu kastederek "İster Hasan ile, ister İbn Sîrin ile otur" demen gibi.

Cenab-ı Allah'ın "Onlardan hiçbir günahkara yahut hiçbir nanköre itaat etme " (İnsan, 24); yani kendilerine isyan etmenin gerektiği hususunda günahkar ve nankör eşittir. ayet' de böyledir. Bunun manası, "Münafıkların durumu, şu anlatılan iki kıssanın durumuna son derece benzerdir. Bu ikisinden herhangi birine, münafıkların durumunu benzetirsen yanılmamış olursun. Her ikisine de benzetsen yine yanılmamış olursun" demektir.

İkincisi: Cenâb-ı Hak ikinci benzetmeyi de zikretti. Çünkü münafıklar iki kısımdır. Bir kısmı ateş yakan kimselere, diğer kısmı da yağmura tutulan kimselere benzetilmişlerdir. Bunun bir benzeri de Allahü teâlâ'nın: "Onlar, yahudi veya hristiyan olun... dediler. "(Bakara, 135) ayeti ile "Biz nice şehirleri helak ettik. Azabımız onlara, ya geceleyin veya onlar öğle uykusunda iken gelmiştir" (Araf. 4) âyetidir.

Üçüncüsü: harfi manasına gelir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Biz onu yüzbin (kişiye) hatta daha da fazla kişilere Peygamber olarak gönderdik" (Saffat, 147) buyurmuştur.

Dördüncüsü: harfi "ve" manasıdır. Hak teâlâ sanki ve ve gökten boşanan yağmur gibi..." demiştir. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk'ın "Kendi evlerinizden ve babalarınızın evlerinden ve annelerinizin evlerinden yemeniz..." ayetidir. Şair de şöyle demiştir:

"Leyla benim günahkar olduğumu iddia ediyor. Nefsimin korkusu nefsim lehine, günahı da aleyhinedir." hakkındaki bütün bu hususlar,

"Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı. Şimdi o kalb taş gibi yahut daha da katıdır " (Bakara, 74) âyetindeki )' için de aynıdır.

Üçüncü Soru: Ayetteki Teşbihin Nev'i

Ayette sağanak yağmura, karanlıklara, gök gürültüsüne, şimşeğe ve yıldırıma benzetilen nedir; bu ne çeşit teşbihdir?

Buna cevabımız şudur: Beyan ilmi alimlerinin burada iki görüşü vardır:

Birincisi: Bu "teşbih-i müferrak"tır. Bunun manası şudur: Gerek mümesselin, mürekkeb, yani gerekse kendisine meseldeki bazı şeylerden meydana gelmiş olması ve birşeyin, mümesseldeki herbir şeye benzetilmesidir. İşte burada islam dini sağanak yağmura benzetilmiştir. Çünkü, yağmur ile yeryüzü dirildiği gibi, İslam dini ile de kalbler hayat bulur. Kâfirlerin din ile ilgili şüpheleri karanlıklara; dindeki va'd ve va'îd ile ilgili şeyler şimşeğe ve gökgürültüsüne; müslümanların eli ile kâfirlere isabet eden belalar da yıldırımlara benzetilmiştir. Buna göre ayetin takdiri... "Yağmura tutulanların misali gibi..." olur. "Bundan da kasıt, "gökyüzünün, bu durumda kendilerini yakaladığı kavmin misali gibi..." demektir.

İkincisi: Bu, "teşbih-i mürekkeb"tir. Teşbih-i mürekkeb: Müşebbeh ve müşebbehin bihin herbirinin unsurları diğerinin unsurlarına tek tek benzemese dahi, bu ikisinden birini diğerine herhangi bir yönden benzetmektir. Bu ayetlerden maksad, gerek dini gerekse dünyevi bakımdan, münafıkların şaşkınlığını, ateş yaktıktan sonra ateşi sönen; gök gürültüsü ve şimşekle beraber karanlık gecede gökyüzünün yakaladığı kimsenin şaşkınlığına benzetmektir.

Eğer, "Teşbih-i müferrakta, tarzında mahzûf bir muzaf olduğunu takdir etmiştir. Aynı şeyi mürekkeb teşbihde de yapılabilir mi?" denirse deriz ki: âyetinde, zamire merci bulma ihtiyacı olmasaydı böyle bir takdire ihtiyacımız kalmazdı.

Dördüncü Soru: Sayyib (Sağanak) Nedir?

Cevab: Bu, inen yani boşalan yağmur demektir. Birşey indiğinde, Araplar derler. Birşey başını aşağt indirdiğinde denilir. Bu kelimenin, mutedil oldu" manasına gelen den olduğu söylenmiştir.; "Sayyib" sadece bol yağmura denir.Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)da "Ya Rabbi bu yağmuru bol ve bereketli kıl" Buhari, İstiskâ, 22(2/21). Yani cömert kıl" derdi. Aynı şekilde buluta da "Sayyib" denir. Şemmâh şöyle demiştir. "Yağmaya hazır, yere yakın ve sözünde duran siyah bulut yok mu? İşte, bulut odur!"

Ayette "sayyib" kelimesi nekire olarak getirildi. Çünkü bununla korkunç ve şiddetli bir çeşit yağmur kastedilmiştir. Birinci teşbihde de "nâr" (ateş) kelimesi nekire olarak getirilmiştir. Kelime (......) şeklinde de okunmuştur, ama şekli daha beliğdir. "Semâ" ise şu gölgeleyen gökyüzüdür.

Yağmurun Gökten Indiğini Tasrihe Lüzum Var Mı?

Beşinci soru: Yağmur ancak gökten yağdığı halde Cenâb-ı Allah'ın gökten" demesindeki fayda nedir?"

Bunun cevabı iki yöndendir:

Birincisi: Şayet Cenâb-ı Hak, Yahud kendisine karanlıklar bulunan bir sağanak yağmur gibi..." deseydi; o yağmurun gökyüzünün bir kısmından indiği ihtimali söz konusu olurdu. Ama "gökten" deyince, bu, yağmurun gökyüzünün bütün ufuklarını kaplayan umumi bir yağmur olduğunu gösterir."Sayyib" kelimesinin sîgası ve nekire olarak getirilmesinde bir mübalağa bulunduğu gibi Cenab-ı Allah, yağmurun bütün göğü kapladığını beyan ederek, bu mübalağayı teyid etmiştir.

İkincisi: Bazıları da şöyle demişlerdir: Yağmur, ancak rutubetli ların yeryüzünden havaya yükselip gökte soğuk hava ile karşılaşarak yeryüzüne inmesi ile meydana gelir. İşte bu yağmurdur. Sonra Hak, Teala burada yağmurun gökten indiğini beyan etmek suretiyle bu görüşü etmiştir. Cenâb-ı Allah'ın: "Biz gökten tertemiz bir su idirdik"(Furkan, 48).

Biz gökten içinde dolu bulunan bazı dağlar İndiriyor..." (Nûr, 43) ayetleri bunu gösterir.

19 ﴿