20O şimşek nerdeyse gözlerini alacak. Onları aydınlatınca, onun ışığında yürürler. Başlarına karanlık çökünce ise dikilip kalırlar. Allah dileseydi onların) işitmelerini ve gözlerini giderirdi. Hiç şüphesiz Cenab-ı Allah herşeye hakkıyla kadirdir" "Ra'd" Ve "Berk" Nedir? Altıncı soru: "Ra'd" ve "Berk" ne demektir? Cevab: Ra'd, yani gök gürtemesi, rüzgar bulutu yakalayıp sürdüğünde sanki bulut kütleleri harekete geçip birbirine çarpıyor ve titriyor, bu titremeden dolayı bu esnada ses çıkartyormuş gibi buluttan duyulan sestir. Berk yani şimşek ise buluttan parlayan şeydir. Bu kelime, birşey parladığı zaman Arabların söylediği ifadesinden alınmıştır. Bulutun Ve Yağmurun Karanlıkları Yedinci soru: "Sayyib, hem yağmur hem bulut manasınadır. Öyleyse bu ikisinden hangisi kastediliyor ve "Onun karanlıkları" ne demektir?" Cevab: Bulutun karanlıkları şudur: Bulut siyahlaşıp tabaka tabaka kesif bir hale geldiğinde onun karanlığı, gecenin karanlığı ile birlikte kararması ve kat kat olmasıdır. Yağmurun karanlığı da, onun kesif ve tanelerinin birbiri ardınca sicim gibi olması; gecenin karanlığı ile birlikte bulutu göstermemesidir. Gök Gürlemesi Ve Şimşek Nerede Meydana Gelir? Sekizinci soru: "Yağmur nasıl olur da gökgürültüsünün ve şimşeğin mahalli olur? Halbuki bunların çıktığı yer buluttur." Cevab: Bulut ile yağmur arasındaki ilgi çok güçlü olduğu için, hüküm hususunda birini diğerinin yerinde kullanmak caizdir. Zulümâtın Cem'i, Diğerlerinin Müfred Olmasının Sebebi Dokuzuncu soru: "Karanlıklar" denilip cem'i (......) getirildiği gibi, "gök gürültüleri" ve "şimşekler" denilseydi ya ?" Cevab: Bu iki ifade arasındaki fark şudur: Karanlıklar birleşerek çeşitli karanlıklar meydana geldiği için cemi sigasına ihtiyaç duyulmuştur. Gök gürültüsü ise tek bir çeşittir. Şimşek de böyledir. Dolayısıyla tek bir bulutta çeşitli gök gürültüsü ve şimşeğin bir araya gelmesi mümkün olmaz. Bu sebeble de bunlar cemi olarak getirilmiştir. Bu Kelimelerin Nekire Olması Onuncu soru: "Bu kelimeler niçin nekire olarak gelmiştir?" Cevab: Çünkü, Cenab-ı Allah'ın maksadı, bunların enva-i türlüsünü bildirmektir. Buna göre sanki şöyle denmektedir: "Onda öyle zifiri karanlıklar, öyle şiddetti gök gürlemeleri ve öyle göz kamaştıran şimşekler var ki sorma gitsin. Onbirinci soru: (......) deki cemi zamiri neye râcîdir.? Cevab: Her nekadar lafızda hazfedilmiş olsa da manaca hissedilen yağmura tutulanlara râcîdir. (......) cümlesi, müste'nef bir cümle olduğu için ârabdan mahalli yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak, gök gürlemesini ve şimşeği, şiddet ve korku uyandıracak bir şekilde zikredince, sanki birisi "Bu gök gûrlemesi karşısında onların hali ne olur?" deyince, buna cevab olarak, Onlar parmaklarını kulaklarına tıkarlar."; "O şimşek karşısında halleri nasıl olur?" deyince de, "O şimşek nerdeyse gözlerini alacak" demiştir. Kulaklarına Parmaklarını Sokarak Tıkamaları Onikinci soru: "Kulaklara tıkanan parmak uçlarıdır. Öyleyse (Onların parmak uçları) denseydi ya...?" Cevab: Her nekadar burada parmaklar zikredilmiş ise de maksad parmakların hepsi değil uçlarıdır. Nitekim Cenab-ı Hak: "Onun iki kolunu kesiniz" (Maide, 38) buyurmuştur, Halbuki maksadı ellerin kesilmesidir. Onüçüncü soru: "Saika" nedir?" Cevab: Bu, yıldırım, yani'şiddetli gök gürültüsünü müteakip ondan düşen maş parçası olup, güçlü ve latif olan bu ateş uğradığı herşeyi helak eder. Ne varki kuvvetli olduğu halde çabuk söner. Ondördüncü soru: "Allah'ın kâfirleri kuşatması ne demektir?" Cevab: Bu mecazî bir ifadedir. Bunun manası, kuşatılan şey, kendisini satanı nasıl aşamazsa onlar da Cenab-ı Allah'dan kaçamazlar demektir.Bu hususta üç görüş vardır: 1) "Cenab-ı Hak onları bilir" demektir. Nitekim O, "Hiç şüphesiz Allah, herseyi ilmen kuşatmıştır." (Talak, 12) buyurmuştur. 2) Bu, Allahü teâlâ'nın onlara hükümran olarak kadir olduğunu ifade eder. Makim O, "Allah onları arkalarından kusanadır." (Buruc, 20) buyurmuştur. 3) Bu, Cenab-ı Allah'ın onları helak etmesi) manasınadır. Nitekim O, Etrafınızın kuşatılması (helak edilmeniz) müstesna..." (Yûsuf, 66) buyurmuştur. Onbeşinci soru: "Ayette geçen "Hatf" nedir? Cevab: Süratli bir şekilde almaktır. Mücahid, bu kelimeyi "tâ" harfinin kesresi ile (......) şeklinde okumuştur. Halbuki "tâ" nın fetha ile okunması daha fasîhdir. Mesud (radıyallahü anh)'dan (......) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Hasan el-Basir'den (......) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Bunun aslı (......)dur. Yine ondan, "Ya" harfini "ha" harfine uydurarak her ikisini de kesre ile okuyarak (......) şeklinde bir okunuş rivayet edilmiştir. Zed b. Ali'den ise, (......)den olmak üzere (......) şeklide bir okunuş; Übeyy(radıyallahü anh)'den, "Çevrelerinde insanların zorla (yakalanıp) kapılmakta olmasına rağmen..." (Ankebut, 67) ayetinden hareketle (......) şeklinde bir okunuş rivayet edilmiştir. Sadece Şimşek Çaktıkça Etrafı Görebilmeleri Allahü teâlâ'nın "Şimşek onları aydınlatınca, onun ışığında yürürler" ayeti üçüncü bir isti'nâf cümlesidir. Bu, sanki "Onlar, şimşek ortaya çıktığı ve gizlendiği zaman ne yapıyorlar?" diyen kimseye bir cevabtır. Bundan maksad, bu durumun münafıklara ne kadar zor geldiğini, yağmura tutulanlara şimşeğin zor gelişine ve onların içinde bulundukları son derece şaşkınlık ile, şimşek çaktığı zaman onun, gözlerini kör edeceğinden korktukları halde, bu çakışını fırsat bilip böylece birkaç adım atan, şimşeğin ışığı kaybolduğunda, oldukları yerde kalakalan ve ne yapacaklarını bilemeyenlerin durumuna benzetmektir. Cenab-ı Allah isteseydi, gök gürültüsünü artırır ve böylece onları sağır eder; şimşeğin ışığını da artırarak onları kör ederdi. fiili ya müteaddidir ki buna göre mana: "Her ne zaman şimşek onlara bir yol aydınlatsa, onlar o yolu tutarlar" şeklinde olur. Bu takdirde meful hazfedilmiş demektir. Veya bu fiil müteaddi değildir. Buna göre mana, "Her ne zaman şimşek parlarsa onlar onun ışığının düştüğü yerde yürürler" şeklinde olur. İbn Ebî Able'nin bu kelimeyi (......) şeklinde okuması, ikinci mânayı kuvvetlendirir. Şayet fiili ile yi ve fiili ile de Cenâb-ı Allah niçin kullanmıştır? denirse, deriz ki "Çünkü onlar yürüme imkanı bulmaya son derece isteklidirler. Bu sebeple yürümeye fırsat buldukları her zaman o fırsatı değerlendirirler. Halbuki durma işi böyle değildir. (......) fiilinde daha doğru olan, onun müteaddi olmamasıdır. Bunun böyle olduğu bellidir. (......)nun manası, "Oldukları yerde çakılıp kaldılar." demektir. "Çarşı sönük kaldı " ve "Su kalakaldı" yani dondu ifadeleri de bu köktendir. Ayetteki (......)nin mef'ülü mahzuftur. Çünkü (......)in cevabı ona delâlet etmektedir. Buna göre âyetin manası şu olur: "Eğer Allah onların işitmelerini ve görmelerini gidermek isteseydi, giderirdi". Edatı Hakkında Burada bir mesele vardır, o da şudur: Meşhur görüşe göre, başka bir şey bulunmadığı için diğer birşeyin yokluğunu ifade eder. Nahivcilerden bunu kabul etmeyip de sadece bir bağlaç manası ifade ettiğini iddia edenler de vardır. Bunlar, görüşlerine ayet ve hadisle delil getirmişlerdir: Ayetten celiden şudur: Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara duyururdu. Eğer onlara duyursaydı bile, onlar yüz çevirip arkalarını dönerlerdi" (Enfal. 23). Şayet (......) kelimesi, 'Başkası bulunmadığı için birşeyin bulunmadığını ifade'etseydi, ayetin manasında bir tenakuzun bulunması gerekirdi. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın "Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara duyururdu" sözü onlarda bir hayır görmediğini ve onlara duyurmamış olmasını gerektirir; Eğer onlara duyursaydı bile, onlar yüz çevirip arkalarını dönerlerdi " sözü de Allah'ın onlara işittirmediğini ve onların yüz çevirmediklerini ifade ederdi. Halbuki yüz çevirmemek en hayırlı olan şeydir. Buna göre Cenab-ı Allah'ın onlarda hayır olduğunu bilmiş olması gerekir. Oysaki Allah onlarda hiçbir hayır görmemiştir. Bu görüştekilerin hadisten delillerine gelince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisidir: "Suheyb ne güzel adamdır. Eğer Allah'dan korkmasa bile Allah'a isyan etmezdi. Bu sözün açıklamasıyla ilgili olarak Bkz. Şezâratö'z-Zaheb, 1, 47. Muhaliflerin görüşlerine göre bu hadis Suheyb (radıyallahü anh)'in hem Han'dan korktuğunu hem Allah'a isyan ettiğini gerektirir ki bu da bir tenakuzdur. Böylece anlamış olduk ki, (......) kelimesi sadece bağlaç görevi yapıyor. En iyi Allah bilir. Allahü teâlâ'nın Mutlak Kudreti Allah'ın "Hiç şüphesiz Cenab-ı Hak herşeye hakkıyla kadirdir " ayetine gelince bunda bir çok mesele vardır: Alimlerden bazıları bu ayeti madûma da "şey" denilebileceğine delil getirmişlerdir. Bunlar şöyle demişlerdir: Cenab-ı Allah her "şey"e kudretinin olduğunu söylemiştir. Var olanı yeniden icad etmek (yaratmak) muhal olduğu için, var olana kadir değildir. Kadir olduğu şey, ma'dum (bulunmayan) şeydir ki işte bu "şey"dir. O halde ma'dum "şey"dir. Buna cevab şöyledir: Şayet bu söz doğru olsaydı, Allah'ın kendisine kadir olmadığı şeylerin "şey" olmaması gerekirdi. Öyleyse Allah mevcuda kadir olmadığına göre mevcudata (var olanlara) "şey" denmemesi gerekirdi (Halbuki deniliyor). "Şey" (Varlık) Tâbiri Allahü teâlâ Hakkında Kullanılabilir Mi? Cehm b. Safvân bu ayetle, Cenab-ı Hakk'ın "şey" olmadığına delil getirmiş ve şöyle demiştir: "Bu âyet herşeyin Allah'ın kudreti dahilinde olduğuna delalet eder. Halbuki Allahü teâlâ, kendisine kadir değildir. O halde Cenâb-ı Hakk'a "şey" denilmemesi gerekir." Yine O, bu görüşüne Allah'ın: "Onun benzeri gibi bir şey yoktur" (Şûra, 11) ayetini delil getirerek şöyle demiştir. Şayet Allah "şey" olsaydı, o kendinin benzeri olurdu. Bu ise âyetini tekzib etmiş olurdu. Bu sebeble, âyetle tenakuz teşkil etmemesi için Allah'ın "şey" olmaması gerekir." Bil ki bu anlaşmazlık isim üzerindedir. Çünkü var ile yok arasında üçüncü bir ihtimal yoktur. Alimlerimiz buna karşı iki delil getirmişlerdir: Birincisi: Allahü teâlâ'nın: "De kişahid olarak en büyük şey nedir? De ki: O Allah'dır. (Enam, 19) âyetidir. İkincisi: "Allah'ın zatı hariç herşey yok olacaktır" (Kassas, 88) ayetidir. Müstesna, müstesna minhe dahildir. Binaenaleyh Allah'ın "şey" olması gerekir. Kulun Fiillerini Yaratan Allah'tır Alimlerimiz, bu ayeti, Ebu Ali el-Cubbât ve Ebu Hâşim'in görüşlerinin aksine, kulun fiillerinin Allah'ın kudreti ile meydana geldiğine delil getirmişlerdir. Bu istidlalin şekli şudur: Kulun fiilleri "şey"dir ve bu ayete göre her "şey" Allah'ın kudreti ile var olur. O halde kulun fiillerinin, Allah'ın kudreti ile olması gerekir. Istitâe Hakkında Yine alimlerimiz bu ayetle, Mutezile'nin hilafına, sonradan meydana gelen şeylerin, Allah'ın kudreti ile meydana geldiklerine delil getirmişlerdir. Çünkü alimlerimiz şöyle derler: "İstıta'e kabie'l fiil (fiil meydana gelmeden önce ona gücün bulunması) imkansızdır. O halde, şey, meydana gelmezden önce de Allah'ın kudreti dahilindedir. Alimlerimizin bu stidlallerinin izahı şudur: Sonradan meydana gelen var olduğu sırada bir sey"dir.Her şey ise kendisine güç yetirilen (makdûr)dir. Bu delil, meydana gelmemiş olanların, henüz yapılmamış ama tartışılması devam eden bir makdur (kendisine güç yetirilecek) bir şey olmasını gerektirir. Çünkü o, ııeydana gelmediği zamanda da Allah'ın kendisine kadir olduğu bir şeydir. Şu manada ki! Cenâb-ı Allah onu yok etmeye kadirdir. O şey meydana geldiği zamanda Allah'ın onu yoketmeye kadir olması imkansızdır. Çünkü o şeyin, meydana geldiği ilk anda yokedilmesi imkansızdır. O halde geriye, Cenab-ı Hakk'ın o şeyi yaratmaya kâdir olmasından başka birşey kalmaz. Umuma Delâlet Eden Lafzın Aklî Delil Ile Tahsisi Sözde umumi bir ifadeyi tahsis etmek caizdir. Yine umumi bir ifadenin akli delil ile de tahsis edilmesi caizdir. Çünkü (Ve Allah her şey üzerine kadirdir) ifadesi Cenab-ı Hakk'ın kendisine de kadir olmasını gerektirir. Sonra bu husus akli delil ile tahsis edilmiştir. Şayet, "Bir lafız umum ifâde etmek için icad edilir, sonra onun umumu ifade etmediği ortaya çıkarsa :- yalan olur. Bu ise Kur'an hakkında ta'na sebeb olur" denirse, deriz ki (her şey) lafzı, ifade ettiği herşey için kullanılabileceği gibi mecazi olarak ekseriyeti ifade için de kullanılabilir. Bu kullanış, dilde meşhur bir mecaz olunca, bu lafzı mecazi manada kullanmak yalan olmaz. En iyi Allah bilir. Tevhid, Nübüvvet Ve Ahiret Hakkında Deliller Tevhid Delilleri Tevhide gelince, o, Cenab-ı Allah'ın şu ayetidir: |
﴾ 20 ﴿